21/06/09 - OLAĞAN DEVRE -12. Pazar Günü - B

1.Okuma Eyüp 38,1.8-11 Mezmur 106 2.Okuma 2Kor. 5,14-17 İncil Mr. 4,35-41

 

“Hükümdarlığın gelsin!”. Biz kolayca aldanıyoruz. Bizi yönetecek veya hükmedecek insanların seçim olduğunda biz kolayca boşa umutlanıyoruz. Her defa oy verenler ve seçilecekler için dua ediyoruz: Ancak en gerçek dua daima şudur: “Hükümdarlığın gelsin!”. Bir devleti yöneten kişiler demokrasi ikliminde de olsa Allah’ın emirlerini görmezlikten gelebilirler veya öyle bir şekilde uygulayabilir ki kendilerini dünyanın ve emirlerin tek hükümdarı hissederler. Biz buna hayret etmiyoruz çünkü insanların zayıflığını biliyoruz, ancak bunu ne kabul edebiliriz ne de uygun görebiliriz. Bu sebepten meclis veya hükümet değişikliklerinde fazla ümitli olmayalım: isimler değişiyor olabilir, ancak başta olacak kişinin yüreği değişmeyebiliyor. O, Allah’ın değil, kendi emirlerini kabul ettirtmeye çalışabilecektir. Baba Allah emirleri iyiliğimiz için verdi, gerçek ve huzurlu bir toplum yaşamı için onları verdi: gerçekten de Allah kötülüğün getirdiği ve gelecekte de olacak sonuçları görmektedir, biz ise gelecek sonuçları göremiyoruz veya görmek istemiyoruz. Baba bunları önlemek ister ama hükmeden kişiler Onun yerini almak ister ve de alıyorlar. Bu sebepten bizler şöyle dua etmeye devam etmekteyiz: “Hükümdarlığın gelsin”. Sanki şunu diyoruz: “Baba, sana itaat etmek istiyoruz, sen bize emret. Bizi sevdiğini biliyoruz ve emirlerin sevgiden kaynaklandığını anlıyoruz. Sana itaat etmek sağlıklıdır, barış, huzur, iyilik ve sevinç getirir”. Her hükümdarlık, kral kendini gösterdiğinde başlar. Baba’nın Hükümdarlığının kralı kimdir? Sadece Oğlu olabilir. Bu sebepten İsa vaaz etmeye başladığında şöyle ilan ediyordu: “Allah’ın hükümdarlığı yaklaştı!”. İsa yaklaştığında Babanın hükümdarlığı yaklaşır. Bu hükümdarlıkta hepimiz kardeşiz, herkes tarafından sevilir ve herkesi sevebiliriz. “Hükümdarlığın gelsin” derken İsa’ya onu beklediğimizi, istediğimizi, mevcudiyetinden mutlu olduğumuzu söylüyor gibiyiz. O, Kral Davut’un soyundan geldi. İsrail Halkı onu gerçek kral olarak kabul etsin diye, Allah onu Kral Davut’un Oğlu gibi gönderdi. İsa, gerçek kral gibi tanınmak istedi: dünyevi bir kralın hakkı olduğuna göre, üzerine hiç kimsenin oturmadığı bir tayı istedi, fakat Allah tarafından gönderilmiş kral olarak bir at yavrusu değil de, bir eşek yavrusu, bir sıpa istedi. Bu hayvan hizmetkârların, iş yapanların, başkasının faydası için çalışanın kullandığı bir cins hayvan idi.

 

Rabbin Eyüp’e yönlendirdiği soru hayret edicidir. Kim denizlere sınır koydu? Kim bu sınırları belirledi ve aşmalarını engelledi? Sen misin yoksa? Senin, doğa üzerinde ne gücün var? Doğanın güçleri de bir yasaya itaat etmez mi? Bu sorular kendimizi Allah’ın hikmetine emanet etmemiz için yardımcı olmalılardır. Yaşamımızda ve tarihte her şey onun eli tarafından yönlendirilir: bunlara isyan etmek görevimiz değildir, şikayet etmek de değildir. Allah’ın izin verdiği veya karar verdiği şey mutlaka iyiliğimiz içindir. Biz onun yaptığını yargılayamayız, çünkü gelecekte ne olabileceğini bilemeyiz. Eyüp’ün sessiz kaldığı sorular bizleri İncil’i dinlemeye hazırlar. Fırtınalı denizde İsa sakin sakin uyumaktadır. Şakirtleriyle birlikte bizler de bu sakinliğinin, sorumsuz olmasından mı ileri geldiğini kendi kendimize soruyoruz. İsa ise korku içersindeki şakirtlerini azarlamaktadır ve korkularına şaşırmaktadır. İsa ise şakirtlerinin korkularına şaşırıp onları azarlamaktadır. Korku imansızlık işaretidir. Korkuyorsan Allah’ın her şeye kadir olduğuna inanmıyorsun demektir. O, rüzgara ve denize hükmedebilir. Ancak bu tehlike durumunu kendi gizemli sebepleri için de kullanabilir, sana veya Kiliseye veya halka bir fayda getirmek için kullanabilir. İsa daima korkularımızın üzerindedir. Bütün korkularımıza karşı İsa kalkıyor! O korkmuyor, ben niçin korkayım?

Fırtınada denizi aşan kayık, Kilisenin güzel bir imajıdır. O daima İsa’nın mevcudiyetine sahiptir, bazen O uyuyor veya yokmuş gibi gelse de. Şakirtler İsa’nın daima yanlarında olduğunu biliyorlar. Kilise dünyada daima değişik yönlerden gelen “rüzgarların” etkisi altında bulunur ve deniz “dalgalarının” onu boğma tehlikesini yaşar: dünyanın düşünce tarzları ve alışkanlıkları kilise içine girdiğinde içinde olanlar da, dışındakilerin yaşadığı aynı tehlike içinde olurlar. Ama İsa mevcuttur. Onun görmediğine ve duymadığına mı inanıyorsun? Dinlendiği kayığın durumu ile ilgilenmediğine mi inanıyorsun? O ise, Babasına güvenmeye devam eder, Babasının her şeyi gördüğünü ve evlatlarının her ihtiyacına her şeye kadirliğiyle yetiştiğini biliyor.

Aziz Pavlus, İsa öldü diyor ve ölümü bizim kurtuluşumuzdur diye ilan ediyor. O, bizim kurtuluşumuz için öldü, o zaman sen de risk alarak ve kendini Baba’ya emanet ederek yaşamını ve ölümünü Ona sunamaz mısın? İsa ile yaşamak sana yaşam verir. Onunla yaşamak sana o kadar çok yenilik getirebilir ki, yaşamında hiç yapmadıklarını yapmaya başlayabilirsin: “eski şeyler gitti, işte her şey yepyeni oldu”. İsa ile yaşadığında Baba senin gözlerinle gördüğün şeylerden daha çok belirgin olur: her şey geçicidir, ama O ebedidir. İnsani düşünme tarzları yeni düşüncelere yer verir. Yeni düşüncelerde sevgi ve Allah’ın gücü daha önemlidir, kendi alışkanlıklarımız ve insani davranışlarımız ise arka planda kalır. Şimdi veya gelecek için korkuya kapıldığında İsa’nın kayıktaki uykusunu hatırla. Onu uyandırma, yanına yaklaş ve onunla birlikte dinlen!