01/02/2004  -  OLAĞAN DEVRE  -  4. PAZAR  -  C YILI

Birinci okuma  Yeremya 1,4-5. 17-19    Mezmur  70

İkinci okuma  1Kor. 12,31-13,13           İncil       Lk. 4,21-30

 

Peygamberler, 'peygamber' idiler, çünkü Mesih'in, Rab İsa'nın gelişini ilan ediyorlardı. Bunu, sözler vasıtasıyla yapıyorlardı; fakat Kutsal Ruh onları, hayatları aracılığıyla da, bunu yapmakta yetenekli kılıyordu.

Bugün, kendisinin hangi şekilde peygamber olmaya çağırıldığını anlatan Yeremya'yı dinleyelim. Allah ona, onun doğmasından önce varolan büyük sevgisini göstererek, hitap etti. Allah onu seçip, meshetti. Peygamber, Allah'ın ilgisinin konusudur: o zaman insanlardan onun korkması mümkün olur mu? Eğer Allah onunla beraber ise, insanlar ona, çok yetkili olurlarsa bile, ne zarar verebilir? Rab, "Seni kurtarmak için seninleyim" deyip, onu temin ediyor.

Yeremya'nın, kendisine verilen görevden kaçmak için, nedeni ve özrü yoktur! Kuşkusuz peygamberlik edeceğinde, yani Allah'ın sözlerini ileteceği zaman, yaşamı tehlikeye girecekti, çünkü dünyanın büyükleri ona savaş açacaklardı: nitekim onlar azarlamaları duymak istemiyorlardı. Kendilerinin 'her şeye kadir' olmalarını, Allah'ın, fakirlere ve mütevazilere karşı, hakikate ve adalete karşı beslediği sevgiyi önemsemeden, işlerine gelen her türlü şeyleri yapabileceklerini sanıyorlardı. Onlar, zenginlik ve büyüklük susuzlukları yüzünden, Allah'ın yargılarını ilan edenleri susturmaya çalışıyorlardı: peygamberler, onlar için düşman gibi idi. Ancak böyle davrananlar, sadece zengin ve büyük insanlar değil, zenginlik ve ünü düşleyen fakir insanlar da olabilir.

Bu günkü İncil bizi Nasıra'ya götürmektedir. Orada büyük olasılıkla hükmedenler ve yetkili kişiler yoktu, sadece fakir ve basit olan İsa'nın tanıdıkları vardı. Fakat, orta hallerine rağmen, büyüklük hayalleri peşinden koşmayı, hak iddia etmeyi biliyorlardı. Madem ki, İsa Kafernahum'da ve başka şehirlerde mucizeleri yaptı, onların da, İsa’nın tanıdıkları olarak, onun mucizelerinden yararlanma hakkı olduklarını sanıyorlardı! Fakat diğer yerlerde İsa tarafından iyileştirilmiş insanlar gibi davranmıyorlar: alçakgönüllü değiller, İsa'ya iman etmiyorlar. İsa bunun farkındadır ve bunu söylüyor. Az önce İsa onların önünde Kutsal Yazıları okumuştu ve bunların, Kendisi hakkında konuştuklarını açıkça söylemişti: O'nun yaptığı mucizeleri Kutsal Yazılar'ın ışığında yorumlayıp, O'nun, beklenmiş Mesih olduğunu anlamalıydılar! Halbuki O'nu, o ana kadar yaptıkları gibi, sadece Yusuf'un oğlu olarak, görmeye devam ediyorlardı.

İsa, Nasıralı 'arkadaş'larına, yeni bir adım atmaları için, her şeyi Allah'ın gözleriyle görmeleri için, kendi çıkarı arayan akıl yürütmeleri değiştirmeleri için, yardım etmek istemektedir. Mesih İsa, Peder Allah'tan gelir, O'nun tarafından gönderildi. Bu yüzden İsa’yı seven ve Kendisine iman eden her insan - putperest olsa da - Peder Allah'a itaat etmektedir. Daha evvel peygamberler de, İsrail'in Allah'ının evrensel sevgisini tanıttılar: İlyas, Sayda bölgesinde, putperest dul bir kadın için büyük bir mucize yaptı, Elişa da, kendisine gelen putperest ve yabancı bir cüzamlı iyileştirdi. Bu örnekler aracılığıyla İsa, mucizelerin, 'otomatik' olarak, gerçekleşmediklerini, O'nun tanıdıkları olmaya yetmediğini, Allah'ın önünde hiç kimsenin 'kredisi' olmadığını, öğretmek istiyor. Mucizeler, bir mesajı anlayabildiğimiz işaretlerdir: bunları yapan, kimdir? Bir üfürükçü mü, bir büyücü mü? Ya da Allah'ın gönderdiği Olan mı, ve bundan dolayı dinlememiz ve itaat etmemiz gereken Olan mı? Gerçek mucize, Allah'ın belirtmesini ciddiye alan ve Mesih İsa'ya güvenen kişinin yüreğinde gerçekleşiyor! Sonra da, İsa'ya olan iman, İsa'nın söylediği gibi, dağların yerini bile değiştirecek! Mucizeleri yapan, bu iman olacak!

İsa'nın hemşehrileri bunu anlamıyorlar. İsa'yı, aralarından biri olarak, görüp, onların çıkarları için O'nun 'yetkisi'ni kullanmasını istemektedirler. Onlar Allah'ın, herkesi seven Allah olduğunu ve sevgisinin, yalnızca karşılık beklemeden sevenler tarafından görülebildiğini anlayamıyorlar. İsa bu karşılıksız sevgiye hemşehrilerinin yüreklerini yöneltmek istiyor, fakat başka yerde bunu yapmaya mecbur kalıyor, çünkü "hiçbir peygamber kendi ülkesinde kabul edilemez".

Bu karşılıksız sevgi, ikinci okumanın konusudur. Aziz Pavlus, Allah'ın Hıristiyanlara çok ruhsal armağanlar bağışladığını söylemektedir. Aynı zamanda da, bunların, bir birlik kaynağı yerine, kıskançlık ve bölünme nedeni olabilmelerinden korkuyor. Şeytan durmadan çalışır ve Allah'ın armağanlarını bile Allah'a karşı kullanmaya çalışmaktadır! Bunun için Pavlus İsa'nın verdiği yeni buyruğu hatırlayarak, Hıristiyanların, karşılıksız sevgiyi, en üstün ve en arzu edilmesi gereken armağan olarak, görmeye çağırıyor. Nitekim bütün ruhsal armağanlar, gerçekten Allah'ın Hükümdarlığına tanıklık edebilmeleri için, bu sevgide 'hareket etmeliler'! Eğer imanlılarda bu sevgi olmazsa, bütün iyi yetenekleri ve armağanları boş, anlamsız ve değersiz olacaktı. Karşılıksız sevgi iman tarafından destekleniyor; iman da, Sevgi olan Allah'a iman etmek olduğundan dolayı, bizi sevmeye götürüyor ve hayatımızı Allah'ın hayatı ile birleştiriyor! Böylece yaşamımız, sevgi sayesinde, gerçek Allah'ın peygamberliği ve belirtmesi oluyor!

Hepimiz, Hıristiyan olarak, peygamberiz ve sevinçle böyle olmak istiyoruz; dünyanın açgözlülüklerinin ve boşluklarının etkisinden kaçarak, yaşamımız aracılığıyla, Allah'ın sadık ve karşılıksız Sevgi olduğunu söylemekteyiz!