04/02/07 - OLAĞAN DEVRE – 5. Pazar Günü – C

İlk Okuma Yeş. 6,1-2.3-8   Mezmur 137   II Okuma 1Kor. 15,1-11   İncil Lk. 5,1-11

 

Kutsallık merdiveninde inip çıkarken zayıflığımızın gerçek olduğunu anlarız. Her gün kötülük bizi dener ve her gün Kötünün bizi yakaladığını ve suçlu duruma düşürdüğünü tecrübe ederiz. Tembellik, kötü düşünceler, yanlış ve yüzeysel hareketler, kin ve cinsel duygular, sadakatsizlik ve yalanlar, aklımızdan geçerler ve bizi kararsız bulduklarında günaha düşürürler. Kutsallık vazosu çatlar, kırılır veya dökülür! Rabbimiz ne kadar büyük! İsa faydalı bir tedavi düşündü bile! Sevgi ile kabul edilirse sadece iyileştirmekle kalmıyor sabitliğimizi de kuvvetlendiriyor. Bu, İtiraf veya Barıştırma Gizemidir. İsa, Baba’nın merhametini insanlara gösterme isteğini gördü. Ve İsa insanlarla karşılaştığında Allah’ın merhametinin nereye dökülmesi gerektiğini gördü ve böylece büyük günahkârlarla karşılaşmayı ret etmedi. Onların ihtiyaçlarını ve arzularını gördü ve onları affetti. Kilisesine de günahkârlarla karşılaşmaya devam etme imkânını ve görevini verdi. Kiliseye kırılan vazoları onarma, yani Allah ile arkadaşlığı tekrar kurma ve insanlarla ilişkileri yenileme görevini verdi. Sen de İtiraf Gizemine katıldın.  Seni iyileştiren, barıştıran, azizliğini tatmanı sağlayan özel bir lütuf değil mi? Bu Gizemden uzak kalmak için ne bahaneler uyduracaksın? Bunlar bahane değil, kibir, güvensizlik ve kendine karşı kin günahlarıdır. Seni Allah’ın bir vekilinin önünde diz çökmüş olarak görmek istemeyen, Kötüdür! Tövbeni görmek istemiyor, İsa ile karşılaşmana dayanamıyor!

 

 “Rabbim, sevgin ve sadakatin için bütün kalbimle sana şükrederim”! Okuma metinleri arasındaki mezmur aynen bunu söylemektedir. Zaten bugünkü tüm okumalar Rabbin merhametiyle  karşılaşmamıza yardım etmektedirler.

Yeşaya Allah’ın şanını gördüğü için korku içindedir: ölmekten korkuyor, çünkü günahkâr olduğunu ve günahkâr bir milletin evladı olduğunu bilmektedir. O, Allah’ın saflığının ve kutsallığının insanın günahı ile uyuşmayacağını biliyor. Kendi günahı onu göreve çağıran Allah’a cömertlikle cevap vermesini engellemektedir.  Bu alçakgönüllü pişmanlık durumunda Allah ona arınma tecrübesini yaşatmaktadır. Bir melek, imansız sözlerle günahın oluşmasına sebep olan dudaklarını,  yakıyor. Bu şekilde peygamber bizlerin tek başımıza arınma imkânımız olmadığını anlamaktadır. Allah’ın müdahalesine ihtiyacımız var. Allah da bunu yapıyor! Allah, kutsallığını kendine saklamıyor, bizim de buna katılmamızı istiyor. Ateşiyle arınınca, insanların ve halkların çok ihtiyaç duyduğu, Sözünü müjdelemek için kendimizi O’nun hizmetine adayabiliriz!

Simon’un tecrübesi de aynıdır. O da kendi günahını düşünmemektedir, ama yeryüzünün ve denizlerin Rabbi, İsa’nın varlığını yanında hissedince kendine geliyor, O’ndan çok uzak olduğunu yani günahını tanıyor. Petrus bunu nasıl anladı? Bunu bir itaat eylemi aracılığıyla anladı. “Senin sözüne güveniyorum, ağları atacağım”. Petrus bütün gece uğraşmıştı ve hiçbir balık yakalayamamıştı. Sonra İsa’nın öğretisini herkese ulaştırması için kayığını O’nun hizmetine adamıştı, sonunda da O’na güvenmişti. Herhalde Petrus’a ağları tekrar atmak zor geldi, balık avlanamayacağını bildiği bir saatte bunu yaptı,  hem de bir gölü daha önce görmemiş olan Nasıralı birinin sözüne güvenerek. Bunu “O’nun Sözüne’ güvendiği için yaptı.  Bu bir yeniliktir. İsa’nın Sözü insan sözü değildir.  İsa’nın Sözü, güvenli bir temeldir, araştırılması gerekmeyen hakikattir, kesindir. İsa’nın Sözüne itaat etmenin meyvesi nedir? Balık dolu bir, hatta iki ağ mıdır?  Hayır. Söze itaat etmenin meyvesi, Simon’un kendini İsa’nın ayaklarına atması ve günahkâr olduğunu tanımasıdır. Mucize budur: insan İsa’yı Allah’ın yolladığını tanımasıdır, O’nun önünde alçalması, günahkâr durumunu itiraf etmesi, ayaklarına kapanması ve Sözünü beklemesidir. İşte, İncil’in bu sayfasında karşılaştığımız mucize budur, bugün de Sözün yüreğimizde ve cemaatimizde gerçekleştirdiği mucize, budur.

Bu mucizenin aynısı Pavlus’un yüreğinde de gerçekleşti: Pavlus İncil için birçok zorluğa katlanmasına rağmen kendini herkesten küçük görüyordu ve kendini en büyük günahkâr sayıyordu. O kendimizi günahkâr kabul etmenin bir felaket olmadığını da gösteriyor, tersine Baba’nın merhametini tecrübe etmek için bir başlangıç noktasıdır. Pavlus Kiliseyi zülüm etti: her bir günahım Kiliseyi zulüm etmek oluyor! Ağzımdan imansız sözler çıkınca, adımlarım Allah’ın bulunduğu yönün tersine gidince, düşüncelerim boş, yüzeysel olduğunda, zamanım kimsenin kurtuluşuna yararlı olmadan geçirdiğimde, eylemlerimi Baba’ya sunmadığımda, O’nun tasdik etmediği şeyleri yaptığımda, ben Kiliseyi zulüm ediyorum. İsa’nın sevgisinin karşısında günahkâr olduğumu kabul edeceğim ve Kiliseden, İsa’nın ona emanet ettiği affı vermesini dileyeceğim!