İSA DİRİLDİ, ALLELUYA

 

«Dünyanın sonuna dek her an sizinle birlikteyim!» (Mat 28, 20)

 

İsa dirildi, alleluya! Bazı düşünceler bize İsa’yı sevmemiz gerektiğini hatırlatır. Bunlar devamlı olarak, göklere doğru söylenen ALLELEYA’yı tekrarlamamızı sağlarlar. ALLELEUYA, yani RABBİ ÖVÜN! Evet Rabbi övüyoruz, çünkü O’nun merhameti sonsuzdur. O bize bu merhametini türlü şekillerde gösterdi ve sundu. Bunu özellikle haça gerilmiş İsa ile samimiyet içerisinde yaşarken tecrübe ederiz, O şimdi, aramızda ve içimizde yaşar! ALLELUYA!

 

1. Rabbin bir meleği gökten indi ve mezara gidip taşı bir yana yuvarlayarak üzerine oturdu (Mat 28,2)

 

Rabbin bir meleği!

İnsanlar kendi kuvvetlerine güvenirler. Ben kendi ihtimallerimi ve başkalarının ihtimallerini hesaplamaya çok alışığım; ve her şeye bu hesaplara göre karar veririm. Ve sonra beni şüphe, rahatsızlık, bir güçsüzlük duygusu sarar, aynen mezarın girişini kapatan o yuvarlak kayaya yaklaşmakta olan kadınlar gibi.

Allah’ın kendi melekleri olduğunu unuturum. Allah’ın meleklerinin insanlardan önce kalktıklarını ve Allah’ın istediği ve gerekli gördüğü yerlerde harekete geçtiklerini unuturum. Allah için benim zorluklarım, yalnız kendini bana göstermek için, her şeyi öngördüğünü ve Peder olduğunu hatırlatmak için birer fırsattır. Benim zorluklarım, O’nun meleklerini gönderdiği yerlerdir. Benim çıkış yolunu bulamadığım durumlar, Allah’ın meleklerine güvenmem gereken zamanlardır: onlar benim Peder’in oğlu olduğumun  bilincinde olmamı sağlayacaklardır. Onların eylemleri sayesinde, kainatı elinde tutanın sevdiği ve izlediği bir evladı olduğumu anlayacak ve bu yüzden içimde hayranlık ve neşe uyanacaktır.

Evet, Sen ey Allah benim Pederimsin. Ben bunu her gün unutuyorum ve her gün Senin ilgilenmiş olduğun şey hakkında endişeleniyorum. Sana güvenmeyi ne zaman öğreneceğim?

Sen kadınlar için, kayanın açılmasını sağladın... boşuna, o kaya artık hiçbir şeyi saklamıyordu...

Peder, sen iyisin, sen şefkatlisin, sen Peder’sin! Bırak da şöyle haykırayım: ALLELUYA!

 

2. Nöbetçi askerlerden bazıları kente vardı (Mat 28,11)

 

İsa dirildi. Allah kendini gösterdi, kuvvetler hareket etti. İnsanlar ise? Onlar Allah’ın eylemlerini engelleyemezler ve bu yüzden onları gizlemeye çalışırlar. Hiç kimse neler olup bittiğini bilmemelidir. Olup bitenler için insanların anlayabilecekleri, Rabbin şakirtlerini zor duruma sokan bir neden bulunur. Halkların liderleri de böyle davranırlar. Yalan ustaları olup ruhları çürütürler.

Neden? Bunu anlamamız mümkündür. Ben de kalbimde, Allah’ın hayatımda yaptıklarını inkar etmem için denenmelerle karşılaşırım, hayatımdaki olguları kendi becerilerime ve sadece insani nedenlere bağlarım, veya bunları sadece tesadüf olarak görürüm. Allah’ın eylemlerini bu şekilde görmek, içsel değişiklikler gerektirir, kendini tamamen O’na emanet etmeyi gerektirir, dünyadaki şeylerden çok gökteki şeylerle ilgilenmeyi gerektirir. Ve bunları, bağımsız ve huzurlu bir yürekle yapmamız gerekir.

Eğer Allah’ın eylemlerini tanırsam, O’nun hayatımın ve kurtuluşumun kahramanı olmasını isterim, ben ise her zaman, şimdiki ve gelecek tarihimi kontrol altında tutmaya eğilimliyim.

İsa, dirilmiş olduğunu tanımak istiyorum. İnsanlar tarafından reddedilmiş olan Sen, Peder tarafından kurtarıldın. Ben ne kendim için ne de başkaları için bir şey yapabilirim: ben kendimi güvenle Sana emanet ederim. Artık kendi istediklerimi yapmıyorum, kendi akıl yürütmelerime göre hareket etmiyorum, beni kendime ölmeye yönlendiren Sözüne bağlı kalıyorum, çünkü Sen, benim yeni bir ışığa doğmamı istiyorsun, seven değil de, sevilen olduğum bir hayat sunuyorsun.

Böylece her zaman şöyle haykırabileceğim: Alleluya!

 

3. Diğerleri bunlara da inanmadılar. (Mc 16, 13)

 

Kadınlar bir sevgi hareketi yapmayı denediler. Onların içsel ve dışsal karanlıkta mezara doğru attıkları adımlar büyük bir sevginin küçük işaretleriydiler. İsa onları ödüllendirdi. Ödül mü? Belki hayır, belki de onlara sadece bir görev verdi. İsa kendisini sevenlere bir görev verdi.

İki şakirdin cesaretleri kırılmıştı ve bunun üzerine tehlikeli bir yer olan Kudüs’ten kaçtılar. İsa onlarla karşılaştı ve bunun hakkında düşünmelerini sağladı, onları Kutsal Yazılarla temasa geçirdi.

Ve onlar, bedenlerinde neşeyi hissettiler.

Diğerleri kadınları dinlediler ve ikisinin neşeli olduklarını gördüler, fakat kayıtsız kaldılar: haber, onların anlama kabiliyetlerini aşıyordu.

Bende diğerlerinin bana söyledikleri şeylere inanmamaya meyilliyim. Benim de inanabilmem için, “denemeye”, “dokunmaya”, “görmeye” ihtiyacım var.

Ve Sen İsa, benim gururlu ve takıntılı benliğimin bu gerekliklerine boyun eğiyorsun. Sen yine, seninkilerin güvensizliklerine boyun eğdiğin gibi boyun eğiyorsun ve sonunda inatçı kibirli olmamın gereklerine İsa, Sen boyun eğiyorsun. Arkadaşlarının imansızlığına katlandığın gibi bana da boyun eğiyorsun ve sonunda onların karşısında korumasız, aracısız kalıyorsun.

Sen Varlığının neşesini, yanımda yaşamakta olduğunun güvencesini tecrübe etmemi sağlıyorsun. Senin affın, Sözünün doğruluğunun neşesi, günlük tecrübelerin karanlığını aydınlatan beklenmedik bir ışık, evet bunlar, benim için var olduğunun, benden daha canlı olduğunun, diriliş diye adlandırdığım bir doluluğa sahip olduğunun kanıtıdırlar.

İsa, insanlar bana Senin dirilmiş olduğunu söylüyorlar, fakat sen bunun sonuçlarını yaşamamı sağlıyorsun.

İsa, evet şimdi inanıyorum.

Ve bu imanla başka bir hayat yaşıyorum, ve bu hayat şöyle haykırmaya devam ediyor: Alleluya!

 

4. Size ne söylediğini anımsayın (Luk 24, 6)

 

Hafıza değerli bir armağandır: geçmişi geleceğe taşır, insanlarla ve Allah’la ilişkileri canlandırır. Fakat maalesef bazı engeller hafızanın faydalı olmasını engellerler.

Bunlardan ilki bencilliktir: kendime dikkat etmemi, kendi huzurumu aramamı sağlar ve böylece diğerlerini unuturum, Allah’ı ve sözlerini unuturum, bana emanet edilmiş olan ödevleri unuturum.

Endişeler ise diğer bir engeli oluştururlar: bunlar bazı şeylere veya bazı duygulara tapmaktır. Putlara dönüşen şeyler veya duygular Allah’ın ve sevginin hafızasını silerler.

Hafızayı canlandırmak.

Kadınlar, Rab tarafından telaffuz edilmiş olan sözlerin hafızasını canlandırmak zorundadırlar, öyle ki yaşamakta oldukları tecrübeyi anlayabilsinler. İsa’yı değil de, iki melek bulurlar. Bu ne anlama gelir? Hafızaları yardımlarına koşana kadar akılları karışıktır ve sarsılmışlardır: O sevdiği insanlar tarafından öldürüleceğini ve üç gün sonra dirileceğini önceden bildirmişti. Bunu önceden söylemişti. İşte, bu yeni bir şey değildir, Sözü gerçekleşmektedir.

O’nun her söylediği gerçektir, meydana gelir, gerçekleşir. Önce sözler, sonra olaylar.

Böylece hazırlıksız olmayız, kendimizi, bizi arkadan yöneten bir büyücünün ellerinde gibi hissetmeyiz.

İsa, Sen konuştun. Ben senin sözlerin ile yaşarım. Onları anımsadığım zaman, senin gibi hareket ederim, ve böylece mucizelerin beni şaşırtmazlar. Sen önceden her şeyi söyledin.

Çoğunlukla unuturum ve o zaman beni ortak ettiğin olaylar, senin ağzından işittiklerimi hatırlatırlar, hafızam canlanır ve senin sadakatinden faydalanırım.

İsa, Sen gerçekçisin.

Hatırlamak istiyorum, her şeyi hatırlamak, öyle ki tam anlamıyla yaşayayım ve Senin ile işbirliği yapayım.

Ve yüreğim, şöyle fısıldamaya devam edecek: Alleluya!

 

5. Biz O'nun olduğunu ummuştuk (Luk 24, 21)

 

Emayus’a doğru yürüyen iki kişi, Allah’ın karşısında verilmiş  sözlere uygun olmayan ümitler beslemiş olan bir çok kişinin sözcüleri oldular. Allah’ın müdahalesini beklemek veya iddia etmek benim için de çok kolaydır, bu yeryüzündeki hayatımı daha rahat kılacaktır. Bu zamanın ve bu uzayın dışında da bir vatanım olduğunu kolayca unuturum, günahlarımın ve başkalarının günahları yüzünden acı çekmemem için Allah’ın müdahale etmesini isterim. Allah, yanımıza birini yollamayı bize bahşettiği zaman, bu kişinin zorlukları çözmesini umarız. Ve bu kişi, benim Allah tarafından ona armağan olarak yollandığımı farkına varınca, bu dünyadaki yolu üzerindeki engelleri sihirli bir dokunuş ile kaldırmam için ümit beslemeye başlar. Oysa İsa İsrail’i Romalılardan kurtarmaz. İsa o beklentileri gerçekleştirmez. İsa, bu dünyanın vatanımız olduğu yanılgısını tasvip etmez. Kıt görüşlü ve yanlış yönlendirilmiş umutlarla doluyuz. İsa, senin bize armağan edeceğin daha başka şeyler, hazzını alacağımız daha başka bir özgürlüğün var. Sen, dünyevi ıstırapları ve haksızlıkları içeriden fetheden bir yaşam şekli biliyorsun. Allah’a ait olma neşesini yüreğime yerleştiren Sensin, tüm insanları sevebilmem için yüreğime sevgiyi yerleştiren ve onlar için umulmamış bir kurtuluş arzulamamı sağlayan Sensin: karanlıktan, güvensizlikten, dünyanın şiddetinden kurtuluş. İnsanlığın yüklerini taşımamı, onlara katlanmamı, onları Senin ile birlikte sırtıma almamı sağlayan Sensin, öyle ki her bir insan hafifleyebilsin ve neşe ile tanışabilsin.

Sen bizim mutluluğumuzu, dünyanın sağlayabildiği tek neşe görüntüsünü arzuluyorsun, fakat Sen kalplerimiz için, ancak göklerin sunduğu ebedi neşeyi diliyorsun.

İsa, sen bizim gerçek, büyük kurtuluşumuz için dirildin, bu kurtuluş bizi gururun ve benciliğin hükmünden kurtarır, ve bizi sevginin hizmetine sokar. Bizi dünyanın esaretinden kurtarıp göklere oturtur. Bu yüzden şöyle haykırırım: Alleluya!

 

6. Sizi akılsızlar! (Luk 24, 25)

 

Büyük ihtimalle bu sözler İsa’nın Emayus’a doğru ilerleyen iki kaçak için kullanmış olduğu terimlerin gücünü ve ehemmiyetini ifade edememektedirler. Sizi akılsızlar! İki yolcu Nasıra’lı İsa’nın başına gelenler hakkında konuşuyorlardı: onun ölümü hayatlarının bir bölümünü sonlandırmış oldu.

Dirilişinin müjdesi, hayatlarında yeni bir bölüm açmadı. Anlatmayı bildikleri olaylarda, Allah’ın işaretlerini aramıyorlardı. Hatta O’nu tüm akıl yürütmelerinin dışında bırakıyorlardı.

Akılsızlıktan beter bir şey yoktur. Bu akılsızlık, beraberinde, Allah’ın gücünün ve sevgisinin olağanüstü müdahalelerini tanımayı engelleyen katı kalpliliği de getirir.

Ben bu iki arkadaşı eleştiremem, çünkü çok sık ben de akılsız ve katı kalpli olurum.

Herhangi bir hayal kırıklığı ile pes ederim, herhangi küçük bir başarısızlıkla kendimi kötü hissederim.

Akıl yürütürken, Allah’ın, benim boşuna yapmakta olduğum her şeyin üzerinde olduğunu hesaba katmam, kendimi O’na emanet etmem. O, eğri çizgilerin üzerine düz yazabilir. O, her şeyi ve her olayı, hayatımı yeni yollara, benim öngöremeyeceğim, O’na ait olan yollara doğru yönlendirmek için kullanır.

İsa, ısrarlı akılsızlığımdan dolayı beni azarla.

Anlamam için beni sık sık azarlamalısın, ancak böylece Allah’ı sevenler için her şeyin iyilik için işbirliği yaptığını anlayacağım.  

Her şeyin Kutsal Yazılarda yazılmış olduğunu, Peder’in atacağım adımları önceden bildiğini ve onları sevgisinin ışık bulutuna sarmış olduğunu bana hatırlatmaya devam edersen, beni mutsuz edecek bir şey olmayacak.

Kendimi her türlü durumda Sana teslim etmek istiyorum.

Sen, beni her zaman neşe ile doldurursun: Alleluya!

 

7. Onlarla sofrada otururken ekmeği aldı (Luk 24, 30)

 

Kutsal Yazıları bilen yolcu, daveti kabul eder. Kutsal Yazıları bilmekle kalmaz, onları şehirde olup bitenlerle ilişkilendirmeyi de bilir.

Bu şekilde görülen olaylar, Allah’ın varlığıyla anlam kazanırlar, bu şekilde okunan Kutsal Yazılar da, kalplere hitap ederler, onu tutuştururlar ve doldururlar.

Yolcu yabancıdır, ama hemen Allah’ı tanıyan ve yanında hisseden biri gibi kendini tanıtır. Hikmetli biridir, dünyada pek rastlanmayan bir hikmete sahiptir, sadece akla hizmet eden bir hikmet değil, özellikle yüreği sevindiren ve onu barışa götüren bir hikmete sahiptir.

Yabancı daveti hemen kabul eder, içeri girer ve ikisinin gösterdiği yere oturur, gecenin gölgesi gözlerinin ışığını daha da belirgin kılar. Elleriyle basit bir hareket yapar... basit, normal, olağan bir hareket: ekmeği böler. Bu O’dur!

İkisi öğretmenin ellerini görürler. Garip bir şey olmadı, ama ikisi de onları ölüme kadar sevmiş Olanı gördüler. Bölünen ekmek onları uyandıran ışık oldu, sevgi olan Allah ile onları tekrar ilişkiye soktu. O, herkes için ekmeği bölen, kendini bölünmüş ekmek olarak sunanadır.

İsa, sen ekmeği bölmeye ve benim için Kutsal Yazıları okumaya devam ediyorsun. Hayatım, yalnız Senin Allah sevgisinin işaretleri olarak yorumlayabileceğin olaylarla dolu! Yanımda olup Kutsal Yazıların sözlerinde Allah’ın bilgeliğini bana gösterdiğin için teşekkür ederim. Beni besleyen, kardeşlerimle birleştiren, - bölünerek – Dirilmiş Varlığını tanımama yardım eden, özel ve dolu neşenin hazzını almamı sağlayan ekmeği elinde tuttuğun için teşekkür ederim.

Alleluya!

 

8. İşte Ben'im! (Luk 24, 39)

 

Bence İsa, kendisine hazırlanan karşılama karşısında şaşırır: artık O’nu tanımamaktadırlar! Bu nasıl olur? Ve onlar nasıl anlayabilirler? O ölüp dirilmemiş miydi?

Ve ben, bu garip anlaşılmaz, ve tamamı ile yeni durum karşısında ne yapıyorum? Neler düşünmem gerekiyor?

İsa dirildi. Dirilen yine O, fakat artık eskisine benzemiyor. Ellerinde hala delikler, ayaklarında büyük yaralar var.

Sesi şefkatli ve kararlı, sevgi ve güven dolu. Bu işaretler karıştırılamaz: Haça gerilmiş olan Nasıra’lı İsa.

Fakat kızarmış balık yese de, artık önceki İsa değil. O’nun tamamı ile ve anlaşılamaz bir şekilde farklı olması, etrafındakileri şaşırtmaya devam ediyor.

Bana dokunun ve görün: gerçekten de benim!

Ben on birlerin şüphelerini sürdürüyorum: gerçek mi acaba? Gerçekten de etten ve kemikten olarak gördüğümüz O mu? Nasıl inanalım?

Yürek: gerçeği bana yalnız yüreğim söyleyebilir. O’nun verdiği sevgi, kalbime sevgi yaymaya devam ediyor. O’nun hazzını aldığı neşe kalbime neşe bulaştırıyor. O’nu dolduran barış, benliğimin her bir zerresi için barış sağlıyor.

Evet, İsa, sen gerçekten dirildin. Karşılaştığım kişi Sensin, evet Sensin, Nasıra’lı İsa! Kapalı kapılara, inanmayan gözlerime rağmen seni görüyorum, seni benim ve diğerleri için var kabul ediyorum. Kalbim aldanmaz: bana verdiğin canlı ve gerçek sevgindir, onu tanıyorum. Sen dirildin ve şimdi hayatın, senin ile karşılaşabilme becerimden üstündür.

Senin doluluğunun bir kırıntısı, beni fethetmene yeter ve sana şöyle derim: Teşekkür ederim Rabbim İsa.

Kalbim canlı olduğunu hisseder ve zihnim kalbimin nedenlerine yenik düşer. Sen gerçekten dirildin.

Bu yüzden şöyle demekten vazgeçmem: Alleluya!

 

9. Sevinçten hâlâ inanamıyorlardı (Luk 24, 41)

 

Birkaç zaman için, Aziz Luka’nın yazarken yanılmış olabileceğini düşündüm. Eğer şakirtler neşe ile doldularsa, bu haça gerilmiş olan Rabbin tekrar aralarına döndüğüne inandıklarını gösteriyordu! O halde, bu İncil yazarı nasıl oluyor da hala inanmadıklarını söylüyordu?

İnanmak tam olarak nedir? Sorun buradadır: büyük sevinç belki de her zaman iman işareti değildir.

Şakirtler Öğretmenlerinin varlığını gerçek saydılar: o yine onlarla idi. Onlar mutludurlar: fakat kabusları sona ermiş olduğu için mutludurlar, hayal kırıklığı sona ermiştir, İsa’nın varlığından faydalanmaya devam edebileceklerdi.

Bu mutlulukları – herhalde – ben merkezciliğin bencil bir meyvesiydi. Bu mutlulukları iman işareti değil, hayranlık, tatmin, ve zaferdi.

Gerçek iman farklıdır. Gerçek iman, kalbin, kendini sunmaya, emanet etmeye götüren hareketidir. Ben, İsa ile birlikte ölmek için kendimi sunduğum zaman, Sözüne itaat ettiğim zaman, kendi duygularımı O’nunkiler ile değiştirdiğim zaman, etrafımda olup bitenlere tepki göstermeyip, Peder’in kalbindeki sevgiye bağlı olarak hareket ettiğim zaman, evet, işte o zaman İsa’ya inanmış olurum. Benim bu ölmem de sevinç kaynağı olur, fakat hayranlık uyandıracak bir sevinç değil, aksine derin, huzurlu, kalıcı bir sevinç! Sevincimin kaynağı göktedir, Rabbi dahi görsem, sevincimin kaynağı gözlerimin gördüğü şeylerde değil de gökyüzündedir!

İsa, sen iyi ve anlayışlısın. Sen şakirtlerinin yüzeysel arzularını dahi tatmin edersin ve böylece onları senin derin arzuların ile karşılaşmaya hazırlamış olursun.

Sen, saf bir sevgi eylemi olarak kendimi Sana sunmam için beni yönlendiriyorsun, fakat yoksulluğumdan dolayı da bana acıyorsun ve bazen teselli arayışlarımı da tatmin ediyorsun. Bu şefkatin, içimde günden güne daha güçlü olan bir imanın doğmasını sağlıyor ve Sende büyümeye karar veriyorum, Sen ki Allah’ın Azizisin!

Sen benim ilahimsin: Alleluya!

 

10. Günahların bağışlanması için tövbe çağrısı O'nun adıyla duyurulacak (Luk 24, 47)

 

İsa’nın yeni varlığının meyvesi, Emayus yolcularının beklediklerinden tamamen değişikti. Onlar İsrail’in Romalıların egemenliğinden kurtulacağını ümit ediyorlardı, ancak O, tüm insanları, ortak düşmanları olan Kötülükten kurtarıyor. İnsanın hükmünden kurtulan insan, bu sefer kendi de kendinden daha fakir olanlara hükmedebilir veya baskı altında tutabilir.

Tövbe eden ve günahından arınan insan bir kutsama olur. Dirilmiş İsa’nın varlığı, yeni ve sabit varlığı, bu amacı güder: insanı tövbe etmeye götürmek ve ona Peder’in affını vermek. Dirilmiş, tüm dünyayı alçakgönüllülük yoluna koymak ister. O, alçakgönüllülüğü ile denenmeleri yendi, bir insan kalbinin sevgi için karşılaşabileceği her türlü engeli aştı. O, Allah’ın varlığı anlamına gelen sevgiyi kaybetmeme pahasına başarısız gibi görünmekten çekinmedi ve Allah onun ölümü yenmesini sağladı. Şimdi O’nun ölüler arasından dirilişinin bildirilmesi ile insanlar Allah’a evet demeye ikna edileceklerdir, kendi Oğlunu verecek kadar çok sevdiği günahkarlar, gururlarını çiğneyecek, merhamet dilemek için diz çökeceklerdir.

Ölümün ve dirilişin ile, insanlık için yeni bir hareket başlattın, teşekkür ederiz: Peder’e dönüş hareketi, Seni üstün tutan ve sevgiye kaide olan alçakgönüllülük hareketi. Yüreğimin sevgisi, alçakgönüllülük olmadan boştur ve alçakgönüllülük bana afla, Sana yönelmeye devam etmemle ve hayatımın yönetimini Sana bırakmamla gelir.

İsa sen beni kurtardın ve kurtarmaya devam ediyorsun. Sana teşekkür ediyorum ve bu ilahinin tüm dünyada yankılanmasını sağlıyorum: Alleluia!

 

11. Ben de Pederimin vaat ettiğini size göndereceğim (Luk 24, 49)

 

Peder ve oğul, bizim için beraber hareket ederler. Yeni bir varlığın gelişi için Peder söz verir ve Oğul bunu gerçekleştirir.

“Yollayacağım...”. Ve havariler gelecek olan Yeni’yi beklemeye başlarlar! Ve biz mutlak yeniliğin Peder tarafından söz verildiği için Oğul tarafından yollanmış olan Kutsal Ruh olduğunu biliyoruz: O, insanın yoksulluğunda Allah’ın varlığıdır. Dirilmiş İsa, artık Peder’in vermiş olduğu sözleri, Kutsal Ruh’u kendisine ait olanların üzerine yollayarak gerçekleştirebilir. 

“Üzerinize yollayacağım!”. İsa’nın öğrencileri insanlıkta yeni bir giysi, yeni bir kişilik, yeni bir görev kazanırlar: onlar Allah’ın Ruh’unun taşıyıcıları olacaklardır. Bunun için onların dünyadaki varlıkları önemli olacaktır, Allah’ın Ruh’unun barınağı olacaklardır, Allah’ın Ruh’unun etrafı aydınlattığı, etrafa dağıldığı ve yayıldığı fener olacaklardır. Bütün ortamlara, yerlere, durumlara dağılmış İsa’nın öğrencilerinin yaşamı ne kadar değerlidir. Onlar yaptıkları iş veya insani yardım için değerli değillerdir; onlar insanlık için gerçekleştirdikleri mucizeler için değerlidirler. Onlardan saklı bir şekilde Kutsal Ruh yayıldığı için, değerlidirler!

Dünyanın herhangi bir köşesindeki sessiz ve saklı varlıkları bir güvencedir ve ilahi varlığın bulunduğu yerlerdir, onlar faydalı, sıhhatli enerjisinin araçlarıdır.

Efendimiz İsa, Kutsal Ruh’un için teşekkürler! Sana yakın ve Sana sadık olmak istiyorum, devamlı olarak Senin olmak istiyorum, böylece Peder’in armağanı beni saracak ve yaşamım dünyaya faydalı olacaktır.

Hiç bir zaman tatsız bir tuz olmayayım, Allah’ın Ruh’u olmayan bir insan olmayayım. Beni, herhangi bir işi gerçekleştiremez veya konuşamaz kıl, ama Ruh’unu benden esirgeme ki yaşamım senin gözlerinde ve insanların yüreğinde değerli olsun.

Böylece herkes birlikte şu ilahiyi söyleyebilecektir: Alleluya!

 

12. Öteki şakirt Petrus'tan daha hızlı koşar (Yu 20, 4)

 

İkisi koşuyorlar. Tam olmayan bir haber aldılar. Esasında haber tamdı, ama yüreklerinde ve akıllarında sakin bir yer bulamıyordu. Anlamak için koşuyorlar. Bekleyiş içersinde oldukları için koşuyorlar. Ne beklediklerini bilmemektedirler ama bir şeylerin olacağını hissetmekteler.

Allah’ın Mesih’i, İsa’nın ölmesinin nasıl mümkün olduğunu anlamamışlardı, bu anlaşılmaz durum onları bekleyişte tutmaktadır. Koşuyorlar. Biri ötekinden daha hızlı koşuyor. Hepimiz aynı değiliz, hepimiz aynı anda varmıyoruz. Aynı yöne doğru koşan, aynı olayları bekleyen tek bir yüreğimiz olsa da kapasitelerimiz değişiktir.

Öteki havarinin ilk vardığını, durduğunu, Petrus’u beklediğini ve onun arkasından mezara girdiğini görmek hoşuma gidiyor. Bu bir sevgi, bir nezaket, bir itaat ve iman eylemidir. Kendini başkasının önüne koymayı, kardeşine ikinci yeri vermeyi, kendi kendine karar vermeyi doğrulayabilecek kadar tehlikeli haber, veya olağanüstü bir yenilik yoktur. Öteki havari daha hızlıdır, ama Petrus’a yol verir.

Ben de kardeşime karşı bu kadar dikkatli olabilsem. Sevgiye bu kadar hazır olmak, imana da hazır olmaktır: o “gördü ve inandı”: koşu bitti, şimdi dinlenebilir. Kim sevgi eylemleri yaparsa iman armağanını alır, iman eden de yorucu bekleyişten vazgeçer ve huzuru tatmaya başlar.

İsa, Sen dostlarının koştuğunu görürsün ve onlara seni görmeden inanma imkanını verirsin. Ben de saklı varlığın karşısında eğilirim, orada tüm bekleyişlerim huzur bulurlar, ve tüm koşuşturmalarım sessizliğinde sakinleşirler. Yanımda koşmakta olan kardeşimi seveceğim, bana ulaşmasına izin vereceğim ve ona ulaşıp onun ile birlikte şöyle diyeceğiz: «Alleluya».

 

13. Kadın, niçin ağlıyorsun? Kimi arıyorsun? (Yu 20, 15)

 

Her gözyaşının kendi mantığı vardır. Meryem ağlama sebebini çok iyi biliyor. Rabbi öldü ve dahası cesedi artık yok. Meryem’in aklında iki ciddi soru beliriyor, belki de hafif bir azarlamaya benziyorlar. Meryem’i sorgulayan yeni tanıdığı bir yabancı. Neden ağlıyorsun? Sevgiden kaynaklanan bir soru.

“Ağlama sebebi nedir?” Elbette İsa Meryem’i hayatın derin boyutlarına getirmek istiyor. Bu soru yeni bir hikmet ifade ediyor.

Eğer ben ölümü kabul ettiysem, neden sen buna ağlıyorsun? Eğer beni seviyorsan benim yaptıklarımı yap, benim ölümümü kabul et, ben  kendi hayatımı adadığım gibi sen de benim hayatımı Peder’e ada. Eğer ben son ana kadar sevdiysem hem de hayatımı verecek kadar sevdiysem, sevinmen  ve benim sadakatimden haz alman gerekmez miydi? Benim nefretler üzerindeki zaferimden ve Rabbin isteğinden farklı isteklerimi bastırmamdan gurur duyman gerekmez miydi?    

“Kimi aramaktasın?” Sana teselli verecek bir şeyler arıyorsun ve benim senden beklediklerimin yerine, benim için yapmak istediklerini yapamadın diye mi üzülüyorsun?

Senin azarlamaların bile tatlı, İsa.

Sık sık bana yönelmekte haklısın. Üzüntülerim dünyevi ve bedensel yaşamımın kendini göstermesidir. Bu yaşam senin Haç’ını kabul etmemiş ve senin kendini adadığın gibi kendini adamaya devam etmemiştir. İsa, seni daha büyük bir dikkatle izleyeceğim. Senin başına gelmiş olan ağlanacak bir kötülük değildir, ama senin ne şekilde yaşadığın incelenmeli ve seni taklit ederek yaşayıp senin hayatını paylaşmalıyız: Tutku ve Haç.

Ve şöyle haykıracağım: Alleluya!

 

14. Size esenlik olsun! (Yu 20, 19-20)

 

Bu sözlerle İsa, korku ve pişmanlık içinde toplanmış olan havarilerinin karşısına çıkıyor. Ve bu sözleri pek çok kez tekrar ediyor öyle ki bu sözler yüreklerine işlesin ve zihinlerinden silinmesin. Bunlar bir armağanı belirten sözlerdir.

Evet, “Size esenlik olsun!” ne bir temenni ne de bir selam ifadesidir, bir armağanın müjdesidir. Gerçekten de O bu sözleri söylerken yeni bir hayatı ve yeni ödevleri ileten hareketler de yapıyordu. O ellerini ve böğrünü gösteriyor: sonuna kadar sevmek için kabul ettiğimiz yaraları hala bedeninde mevcutlar: ona ait olanlara karşı olan sevgisi artık kesin ve kalıcıdır. O’nun sevgisi her zaman üzerlerine akacak, O’nun zaferi her zaman neşe kaynağı olacaktır! O şöyle diyerek devam ediyor: “Peder’in beni yolladığı gibi bende sizi yolluyorum!”. Görevini kendisine ait olanlara devrediyor. Ve sonra nefesini onların üzerlerine üflüyor: “Kutsal Ruh’u alın. Kimin günahlarını bağışlarsanız...”.

Böylece İsa, barışı tamamlar! Barış şu anlama gelir: benim haz aldığım şeylerden sen de haz al. Zenginliğime ortak ol, hayatımla yaşa. İsa’nın kendisine ait olanlara söylemiş olduğu en güzel söz şu olmuştur: barış! Sevgi hayatının armağanı! İsa,  - Aziz Pavlus’un yazmış olduğu gibi – barışın ta kendisidir: O bizim barışımızdır! İsa, Allah’ın armağanıdır, Peder’in kalbindeki neşedir, bizim de hazzını almamızı istediği Allah’ın zenginliğidir.

İsa, sen benim barışımsın! Benim ile diğerleri arasında kurulabilecek tek derin birlik Sensin, Senin sevgindir. Sadece Sende kurulan birlik güvenlidir, kalıcıdır, ve insani becerileri aşar! İsa, bizim barışımız gerçekten ve sadece Sensin. Sana tapıyorum, Pederle ve insanlarla bir olmak için Seni karşılıyorum!

Ve böylece sana bu ilahiyi söylerim: Alleluya!

 

15. O'nun ellerinde çivilerin izini görmedikçe... (Yu 20, 25)

 

Kim şaşırıyor? Tabii ki ben değil. Tomas, seni herkes anladı ve bir insan ordusu seni onayladı.

Sadece gözlerimle ve ellerimle algılayabileceğim şeylere inanıyorum. Bu da demek oluyor ki sadece kendime inanıyorum, kendi algılarıma, kendi hislerime, yalnız kendi benliğime inanıyorum. Bu da demek oluyor ki Allah bensiz hiçbir şey yapamaz, bana bağlı olmak zorundadır. Ve bu da demek oluyor ki ben gururlu ve kibirliyim, kalbim kapalı, kendimi sevilmeye bırakamıyorum ve de sevemiyorum.

Tomas, benim de söyleyeceğim şeyi söyledi, çünkü ben de böyle kapalı ve gururluyum. Farklı olsaydım, bu zaten bir mucize, Allah’ın bir armağanı olurdu.

“Benliğim” her şeyden önce geliyor. Bazen bunun farkına bile varmıyorum, özellikle de ben buna hiç karşı koymuyorum. Böylece de bana katlanmak mecburiyetinde kalanlar için acı sebebi oluyorum, benim yüzümden alçaltmalara ve hor görülmelere maruz kalıyorlar. Benle konuşurlarken artık kendilerini serbest hissetmeyecekler, bana karşı güven duymayacaklardır. Artık onlar için bir yük oluyorum, sevince engel oluyorum, gökyüzlerinde bulut oluyorum.

Tomas, on arkadaşına ne kadar çok acı çektirdin. Uzun bir hafta boyunca onlar için bir fren, bir diken, bir işkence oldun. Her şeye sebep “belirgin” olan şeye “benliğinin” boyun eğmemesidir: evet, Tomas on kişideki değişikliği görüyordu: onları bir mutluluk bulutu kaplamıştı, ama Tomas bunu kabullenmek istemiyordu. İnatçıydı, kendi bencilliğine kapanmıştı.

İsa, Sen sadece ölümü yenmekle kalmayıp yüreğimi kapatan inatçı gururumu da yenmelisin. Daima sabırlı olmalısın ve bana merhamet etmelisin, aynen Tomas’a davrandığın gibi.

Kim bilir sırf kendimi düşünerek ve farkına varmadan kaç kere Seni bekletiyorum, kardeşlerime acı çektiriyorum ve gururumla tüm Kilise’yi etkiliyorum.

İsa, gel bu sert yüreğimi kır, böylece şu ilahiyi sevinçle söyleyebileyim: “Alleluya!”.

 

16. Rabbim ve Allah’ım! (Yu 20, 28)

 

İsa’nın önünde diz çöken Tomas inatçılığından utandı, yüreğinin sertliğini yendi, layık olmadığını kabul etti: dizleri yere çöktü ve şöyle dedi: “Rabbim ve Allah’ım!”.

İmansızlıktan, imana geçiş ani, beklenmedik! Ne olduğunun farkına varacak zaman yok. Sadece akılda meydana gelen bir değişiklik değildir, değişiklik tüm varlığını kapsar ve dizlerinin çökmesini sağlar.

İman! Allah’ın bir armağanıdır. Büyük bir armağandır, çünkü insanı tamamıyla değiştirir, varlığını başka bir kademeye yükseltir.

İman armağanını alan ve kabul eden, güvendiği ve dayandığı her şeyden kurtulur ve kendini, beşikteymiş gibi tatlılıkla sallayan bir denizde gibi hisseder. O da kendine bu değişikliği açıklayamaz; tek bildiği artık her şeyi kendi yönlendirmediği, yanlış yapma ve yanılma riskiyle her şeye kendi karar vermediğidir, artık başkası onunla ilgilenmektedir.

İmanlı olan kendini emanet edebilir, ruhunu ve bedenini dinlendirebilir, kendini O’na bırakabilir, O’nun kolları evreni taşırlar. İman büyük bir armağandır! Sevgiyi keşfetmemi, istenildiğimi, sevildiğimi, refakat edildiğimi, kabul edildiğimi anlamamı sağlar! Yaratan olarak tanıdığım Allah’a şöyle dememi sağlar: işte buradayım, beni yönlendirmeni istiyorum, beşiğimi sallamanı istiyorum, Sende kaybolmak istiyorum.

İnanmak büyük bir barıştır! Kendisine iman sunulan kişi, kalbinde yeni bir hayat bulur.

Rabbim ve Allah’ım! İsa, sen bugün karşımdasın ve kollarını tamamen açıp bağrındaki yaraları gösteriyorsun, böylece bana göstermek istiyorsun ki her kim kendini Peder’e emanet ederse, O’na ve Sana inanırsa, ölse de yaşayacaktır!

Bu yüzden bu ilahiye devam etmeme izin ver: Alleluya!

 

17. Biz de seninle geliyoruz (Yu 21, 3)

 

Yine gölde, ağlar elde. Bu Petrus’un girişimi, fakat diğer altısı da bunu kabul ediyor, destekliyor ve yerine getiriyorlar. Kim bilir o gece kürek çekmenin ne anlamı vardı! Geçmiş yıllara duyulan özlem mi? Zaman kaybetmek mi? Açlıklarını dindirmek için bir gereklilik mi? Bilmiyoruz. Bir şey olası görünüyor: O çağrılmamıştı.

Bu İsa olmadan açılmaktı. İzni olmadan, O’ndan bu görevi almadan hareket etmeyi denemekti. Hep beraber çaba sarf edip, bir şeylere ulaşamamaktı. Sanki görünmez olan bir el, tüm balıkları güvenli bir yere toplamıştı o gece.

Yedi arkadaşın sarf ettikleri çabalar karşılıksız kalır.

Bazen yine böyle olur. Ben de bunu yaşarım. Çalışıyorum ve çalıştırıyorum, terliyorum ve terletiyorum, fakat yapılan işin zamanlarını ve biçimlerini bana söyleyen O değilse, her şey erir, ve bir sabun köpüğü gibi yok olur.

Kilise’nin ve hayatımın Rabbi İsa’dır. Tek dünyanın Rabbi O’dur. Balıkları yakalayabilecek olan gerçek ağları, O elinde tutar. Çabalamam boşunadır. Öncelikle sesini işitmeli, elinin işaretini beklemeliyim. Öncelikle ayaklarının dibine oturmalı, ve dinlemeliyim. Yapmak istediğimi, O’nun için bile yapmak istesem sonuç vermeyecektir. O’nun bana yapmamı söylediği şey ise, her şeye rağmen beklenmedik meyveler verecektir.

İsa, Sen olmadan Sana ait olanlar bile... hiçbir sonuç alamazlar. Sen olmadan ne kadar çabalarsak çabalayalım, sadece balıkları güldürebiliriz!

Sana itaat etmek için vermiş olduğum sözü yenilemek istiyorum, senin talimatlarını beklemek, vereceğim her karar, yapacağım her hareket için senden ışık dilemek istiyorum.

Sen her gün bizimle olacağına söz verdin, bu yüzden bu sözümü yerine getirmek, isteğin doğrultusunda Sana iş ve dinlenme sunabilmek için umutluyum.

Bana arzularını göster, öyle ki kalbimden ve birçoklarının kalbinden yeni bir “alleluya!” yükselsin.

 

18. Göle atladı (Yu 21, 7)

 

Su ıslak... fakat Petrus endişelenmiyor. Biri ona, kumsaldaki ormancının Rab olabileceğini fısıldamıştır. Onu artık hiçbir şey durduramaz. Rab mi? Engellere takılmadan koşmaya başlıyor. Ve işte Petrus, dirilmiş İsa’nın yanına varıyor. O’nu tanıyamamıştı. Acaba gözleri mi kapatılmıştı? O’nu tanıyabilen gözler hangileridir? Sevginin, saf ve menfaatsiz sevginin gözleridir.

İsa’nın sevdiği şakirt, İsa’yı menfaatsiz olarak seven şakirtti, kendisini yüceltmeye çalışmıyordu, kötü bir duruma düşmekten korkmuyordu, başarısızlığı ve ıstırapları ile bağdaştırılmaktan çekinmiyordu. Saf sevgi ile seven bu kalp, kimsenin şüphelenmediği zaman bile İsa’yı tanıyabilir.

O halde sevgi, tanır.

Ve sevgi dinler. Her şeye rağmen bu şekilde sevmek isteyen Petrus, arkadaşını dinler, ve körü körüne ona güvenir.

“Baş” olan Petrus, diğer şakirdi dinlemek, onu üssüymüş gibi ciddiye almak hoşuma gidiyor.

Sevgi karar verir. Petrus’un dürtülmeye ihtiyacı yoktur. Sevgi,  henüz kanıtlanmamış olsa da – veya tamamen bulunmamış olsa da – karar vermeye yetkindir. Petrus’un kararı, kendisini gruptan ayırır ve İsa’ya yaklaştırır. İşte, şimdi nefes nefese, öğretmeninin yanındadır.

İsa, Sana olan sevgim, Petrus’unki kadar ispatlanmış değildir.  

Senin için deli veya kaçık gibi yargılanmayı kabul edecek kadar kararlı veya hazır olup olmayacağımı bilemiyorum. Ancak Seni sevenlerinin göstereceği yerde daima görebilmek istiyorum.

Ve Sen, gülümsemen ve iyiliğinle, ılık kalbimden Sana layık olan dürüst bir sevgi fışkırtacaksın!

O zaman kimse şöyle haykırmamı engelleyemeyecektir: Alleluya!

 

19. Beni bunlardan daha çok seviyor musun? (Yu 21, 15)

 

Petrus’un elbisesinden hala sular damlıyor. Bu damlaların her biri Petrus’un Rabbini sevdiğini söylüyorlar. Sözlere gerek yoktur. Halbuki beklenmeyen soruyu soran Öğretmenin ta kendisidir. Bu soruya her zaman, sözlere gerek kalmadan, olaylarla cevap vermiş olmayı isteriz.

“Beni bunlardan daha çok seviyor musun?”. Bu tam bana uygun bir soru. Şimdi önemli olan Petrus’un cevabı değil, benim cevabımdır. Soru tekrar edilir, şimdi daha yoğun, daha ısrarlıdır. Cevap, zihne ve kalbe iyice yerleşmeli, kök salmalıdır. Evet İsa, seni seviyorum. Her yaptığımı Senin için yapmak istiyorum, insanlar için değil, kendim için de değil. Senin bende yaşamanı istiyorum öyle ki şöyle diyebileyim: artık yaşayan ben değilim, bende yaşayan Sensin!

İsa’nın Petrus’a vermiş olduğu hangi sevgidir? Ben O’na dilediği sevgiyi vermek istiyorum, kendi hayal ettiğim sevgiyi değil. Hatta anlıyorum ki İsa, Petrus’tan diğerlerinden çok sevgi diliyor: sevgiyi sınırlandırmamalıyım. Benim sevgim – alçakgönüllülükle – kendimi tamamen sunmaya kadar varabilir. Diğerlerinin O’nu nasıl sevdiklerine bakarsam, sevginin yönünü görürüm, miktarını göremem! Hiç bir zaman şöyle dememem gerekecek: bu kadarı yeterlidir! Aynı zamanda da İsa, Peder’in ona olan sevgisinin aynısını benden almayı hak ediyor. İsa’nın ilk iki soruda kullandığı terim, O’nun bu arzusunu çağrıştırıyor: Peder’in kendisi sevdiği sevgi ile şakirtleri tarafından sevilmek! Her şeyi ve tüm güveni sunan bir sevgidir! İsa’yı bu şekilde sevebilmek isterim. Ve üçüncü kez İsa şöyle der: beni seviyor musun? Benim için dost sevgisine sahip misin? Yanımda durup benle aynı yöne bakmak, yolumu yürümek, ödevimde benim ile işbirliği yapmak istiyor musun? İsa, seni sevmek istiyorum, senin dostluğundan faydalanmak için değil, kendimi daha iyi hissetmek için de değil, Sana yolunda refakat etmek için, Peder’in sevgisinin işareti olmak için!

Ve bu sevgi pahalıya mal oluyorsa, şöyle bağıran azizlerin sesleri ile sevineceğim: Alleluya!

 

20. Koyunlarımı otlat (Yu 21, 17)

 

İsa’yı sevenler için kaybedecek zaman yoktur. Onlar, körü körüne beslenmeyi arayan insanlarla dolu dünya için çok değerlidirler. Yalnız İsa’yı sevenler doymuş olmanın hazzını alırlar, yalnız onlar su kaynaklarını ve bereketli otlakları işaret edebilirler. Bu yüzden, Rab kendi, Petrus’a şöyle der: kuzularımı otlat. Onlara çobanlık et, onları yeşil otlaklara ve taze sulara güt, onlar bana güvenirler.

İsa’yı sevenlerin kendilerini mutlu kılmaya vakitleri yoktur... kendilerini düşünecek vakitleri yoktur. İsa’yı düşündükleri, dinledikleri, O’nu sorguladıkları ve sevgilerini tekrar ettikleri vakitten çalmaları gerekecektir. Tüm bunları bir kurtuluş işareti, dünyanın karanlığına ışık, yeşil otlakları gösteren bir işaret parmağı, yorgunluk ve tehlike dönemlerinde ise, dayanılacak bir asa olmak için yapacaklardır.

İsa’yı sevenler sevgi görevleri alırlar.

Bir şeyin altını çizmek isterim, İsa Petrus’a kendisini anlayıp anlamadığını veya kuzularını sevip sevmediğini sormamıştır. Sadece İsa’yı sevenler, O’nun Hükümdarlığında görevler edinebilecektir, O’nu incelemiş ve okumuş olanlar değil, insanları sevenler değil!

İsa’yı tanıyanlar, hayal kırıklığına uğratmayan otlaklarının yolunu ve yenileyen kaynağın yerini bilirler: İsa’yı sevenler.

Pek çok kez bunun farkına vardım, bazen kandırıldığım zaman, bazen her arzuyu tatmin eden besine yöneldiğim zaman.

İsa, kardeşlerimi kendimi doymuş hissettiğim yere götürmek istiyorum, onları Sana getirmek istiyorum. Kurtaran Sen, ve yalnız Sensin, tek Çoban Sensin, tek Ekmek Sensin, canlı su Sensin, neşe şarabı Sensin. Otlatmamı istediklerini Sana getireceğim.

O zaman, neşeli bir sesler korosu şöyle işitilmesini sağlayacaktır: Alleluya!

 

21. Sen ardımdan gel! (Yu 21, 22)

 

Petrus endişelidir. Fakat endişesi, kurtuluş endişesi değil, sadece kendisini kaplayan meraklı ve kıskanç bir ruh halidir. Bu Allah’ın Hükümdarlığı için çok gereksiz bir yaklaşımdır. Bu düşünce tehlikeli değil, gereksizdir. Ve Allah’ın Hükümdarlığında gereksiz olan, gerekli olan şeylerin yerini alır. Lezzetsiz tuz, gerçek tuzun yerini alır!

İsa farkına varıyor, ve Petrus’u savunuyor. “Sen ardımdan gel”.

Üç yıl evvel Petrus, bu sözleri işitmişti ve bunları ciddiye almıştı. Şimdi bu sözler yine ona yöneltiliyor. Neden?

İsa’yı takip etmek, geçmişi ilgilendiren bir olgu değildir. Olup bitmiş bir olgu değildir. İsa’yı takip etmek sadece ayaklarımızı değil, tüm varlığımızı etkileyen bir eylemdir! İsa’yı takip etmek demek O’nun düşüncelerini, yapma biçimini, olma biçimini, niyetlerini, kendisini sunmasını takip etmek demektir.

Her gün bizim ile birlikte olan, dirilmiş İsa, bana şöyle demeye devam ediyor: Sen ardımdan gel.

Sen beni gözetirsin, adımlarımın üzerine küçük adımlar atarsın. Kendini diğerleri ile kıyaslama, sadece benimle kıyasla. Sen beni takip et. Sen benim ardımdan geliyorsun: benim diğerlerinden dilediklerimle vakit kaybetmeye hakkın yoktur. Sen, benim senden dilediklerimi yap, kalbini benim ile doldur.

Petrus, İsa’nın dirilişinin, kendi eğitiminin sonunun geldiği anlamını taşımadığını anlıyor. O, bitmeyecek bir okula gittiği için memnun. O’nunki bitmeyecek olan kalıcı bir eğitimdir.

Öğretmeni dirilmiş olsa da, hala karşısında tek Öğretmen olarak durmaktadır.

İsa, beni affet. Bazen boş ve gereksiz düşüncelere kapılıyorum. Gereksiz sözlerle, değerli vaktimi harcıyorum. Özür dilerim.

Senin ardından gelmek istiyorum, Senden öğrenmek istiyorum. Zihnimi ve kalbimi her gün şekillendirmeni istiyorum, öyle ki ebediyen Senin ile şu ilahiyi söyleyebileyim: Alleluya!

 

 

<<<<<<<<<<<<<<<