“Büyük İman Duası”

Din dersi metinleri.

1.

“İnsan-Oğul geldiği zaman acaba yeryüzünde iman bulacak mı? (Luk. 18,8). İsa’nın bu sorusu beni çok düşündürüyor. Acaba İsa imanın zayıflayacağını önceden tahmin ediyor muydu? Yüzyıllar boyunca Hıristiyan imanı yayıldı, ama bazen de zayıflayarak tamamen kayboldu. Ülkemizde gelecek yıllarda iman nasıl olacak? Rabbimiz İsa’nın sevgisini yaşayan hala olacak mı? Verebileceğimiz tek cevap yaşamımızı ve tüm seçimlerimizi bize verilen iman, Allah’ın Oğlu Mesih İsa üzerine inşa etmeye göstereceğimiz sorumluluktur. Ben iman edince başkalarının yaşamlarının Rabbin ışığında gözden geçirmelerine yardım ederim. Ben, açık ve kararlı iman seçimleri yaparsam başkalarının da böyle yapmasına yardım ederim. Böylece İsa’nın sorusuna ben böyle cevap vermek istiyorum: “Evet Rabbim, yeryüzünde imanı bulacaksın! Benim imanımı ve benim ektiğim imanı bulacaksın: Gel, Rabbim İsa!”

“İman” terimi iman ederek gerçekleştirdiğimiz eylemi somutlaştırır. İman etmek, imanın fiilidir. İman sahip olunan veya sahip olunmak istenen “bir şey” dir ve iman etmek imanımızı göstermek için yaptığımızdır. Yuhanna’nın İncil’inde iman teriminin kullanılmaması anlam doludur, tersine iman etmek fiili kullanılmaktadır. Belki de bize imana sahip olduğumuz için bunun hep süreceğine inanmamamızı anlatmak istemekte, çünkü Allah ile bir güven ilişkisidir ve sadece bu gerçekleştiğinde var olur. Ben “iman ediyorum” dediğim zaman yalnız olmayıp Allah ile ilişkide olduğumu bilirim, Ona güvendiğimi ve bu sebepten mutlu olduğumu, Onun beni kollarında taşıdığını bilirim. Güven tamdır, bu sebepten “iman ediyorum” demek Allah’ın kendisi hakkında bize açıkladıklarının veya Sözü, Oğlu Mesih İsa aracılığıyla açıkladıklarının gerçek olduğunu bildiğim anlamına gelir.

 

2.

İnsan Oğlu İsa, döneceği zaman Sözünü yaşayan ve sevgileriyle bunu dünyaya gösteren kişiler ve uluslar bulmak isteyecektir. O, öğretilerini gerçekleştirerek yaşayan cemaatler bulmaktan, hatta Ona bağlı, Baba’nın her insana karşı olan sevgisini göstererek misyonunu gerçekleştiren cemaatler bulmaktan sevinecektır. İman ve sevgi değişik davranışlar olmalarına rağmen birbirlerinden ayrılamazlar. Kim iman ediyorsa, bunu Allah’ın sevgisini gerçekleştirerek yapar, kim seviyorsa da, bunu sadece Allah için yapıyorsa gerçekten seviyordur. Sadece imana dayanan bir sevgi  karşılık beklemeyen, bedava, hür bir sevgi olabilir. İman etmek de gerçek sevginin temelidir, onu var eden ve devam etme gücünü verendir. Bunun için İsa iman edeni arar. Sevgi önemlidir, çünkü bizi Allah’ın özünü paylaşmamızı sağlar, ama gerçek sevgi olmalıdır, imana dayanan bir sevgi! “İman etmek” derken sadece üzerimizde bir Allah olduğuna inanmak veya herhangi bir ilaha inanmak değildir. Yeni Ahitte “imanlılar” İsa’yı, Rab ve ölmüş ve ölüler arasından dirilmiş Allah’ın Oğlunu kabul edenlerdir. Bu terim Hıristiyanları, Musevilerden bile ayırır. Museviler de Allah’a inanır, ama onların imanı tam değildir: onlar “Baba’nın yolladığına” iman etmiyorlar. İnsan hayatına iz bırakan inanış budur. İman etmek insana, ümit verir ve sevgiyi yaşamak için sebep olur. Bu sebepten Hıristiyan imanı, diğer dinlerdeki inanmadan ayrıdır. Bazı dinlerde iman etmek sözü kullanılmaz bile, çünkü kişisel bir Allah’tan bahsedilmez ve O’nunla karşılaşma söz konusu değildir: örneğin, Budizm gibi. İlk dinlerde, bir veya daha fazla ilahın varlığına inanılırdı. Evet, bunlara dua edilebilir, yani bize iyilik yapmaları veya kötülük yapmamaları istenebilir, ama onlarla ölüm sonrasına uzanabilecek bir güven ilişkisi olamaz. İslam dininde bile tek bir Allah’ın varlığına inanılır, ama O, insanla canlı bir ilişkiyi kurmak için kendini küçültmez, o zaman ölümün varlığının meyvesi olan tüm insan korkuları kalır.

 

3.

İman etmek bir çocuğun babası ve annesine karşı duyduğu aynı güven ilişkisini yaşamaktır. O, ona destek olan ve yol gösteren baba veya annesinin eline güvenir, onların ağzından çıkanın kendisini aldatmayacağını bilir. Aynen bizlerin Allah’a güveni böyledir, sevgisine huzurla emanet olup Sözünü arzu ile beklememizdir. Hem Kutsal Kitapta, hem de günlük yaşamımızda çok güzel örnekler vardır. Kutsal Kitap, İbrahim’in yaşamını, değişik anlarda gerçekleşen büyük bir iman eylemi olarak gösterir. İbrahim, Allah’ın sevgisine inanır, bu sebepten O’na itaat ederek Harran’dan yola çıkar ve daha sonra yine bu sebepten oğlunu kurban etmek için dağa çıkar. Meryem’in yaşamı da, bizim çok sevdiğimiz başka bir iman örneğidir: Meryem, Cebrail’in ona söylediği peygamberlerin sözlerini dinler ve ciddiye alır. Meryem kendisini ilgilendiren olayları dinler, aklında tutar ve dinlemiş olduğu Sözle karşılaştırır, bundan güç kazanır ve imanla dinlemeye devam eder. O, Allah’a ve dolayısıyla Oğluna inanıyor, haçtan konuşulduğu zaman bile Ona inanıyor. O, Onun Sözüne sadık kalmak için yaşamının kalanını İsa’nın sevdiği şakirdinin yanında yaşamayı da kabul eder. İbrahim ve Meryem, Hıristiyanların çok sevdiği ve hatırladığı, karakteristik örneklerdir. Ama takvimimiz her gün, yüzyıllar boyunca yaşamı ışık, örnek ve başkalarına kuvvet, imanlarına azim veren örnek kişilerin isimleriyle dolu. Hepimizin yüreğinde de sevdiğimiz ve yaşamımızda karşılaştığımız örnek kişilerle doludur, onlar imana bağlı kararlarıyla iman zorluklarımızda bize destek olurlar ve imansızlık denenmelerini aşmamıza yardım ederler.

 

 

4.

İmanımızı, insanı bir baba gibi seven Allah’a güvenme olarak tasvir etmeye çalıştım. İbrahim ve Meryem, harika örneklerdir; onlar imanlarını, konuşan Allah’ı dinleyerek, göstermişlerdir. Gerçekten de “dinleme” olmadan iman yoktur. Ben Allah’ımın bir Sözünü dinlediğimde ve kabul ettiğimde iman ederim. Dinlemiyorsam, iman ettiğimi de söyleyemem. Bir Hıristiyan iman ettiğinde Allah’ın Sözünü arar, sever, arzu eder ve onsuz yaşayamaz. Allah’ın Sözü, Kutsal Yazıların dediği gibi gerçekten de “adımlarıma ışık, yolumda aydınlatma” dır. Gerçek bir tövbenin ilk işareti Söze sevgidir ve her gün onunla beslenmek arzusudur. Allah’ın Sözünü umursamadan, dinlemeden, aramadan haftalarca geçiren Hıristiyan, iman ettiğini nasıl söyleyebilir? Bu kişi kendisine inanır, ya da günlerini ve yorgunluklarını başka insanların sık sık boş sözlerine dayanarak, önem vererek yaşar. O sözler onun ekmeği olurlar ve bu onu ne besler ne de doyurur. Biz gerçek imanlılar olmak isteriz ve bu sebepten Allah’ın Sözünü ararız. Allah bu Sözle bize kendisini tanıtır ve bizim Onun için ne kadar değerli olduğumuzu gösterir. Tarihimizin, Kilise tarihinin ilk yüzyıllarındaki ilk Hıristiyanlar ve çobanlar, Allah’ın kendisini belirttiği ilk olayları ve gizemleri hatırlanması kolay olması için ezberlenecek bir şekilde anlatmaya çalıştılar. Bunlar, ümitle zenginleşmiş ve sevgi ile güçlenmiş olarak Onunla birlik içinde ve aramızda barış içersinde yaşamak için gereken değişmez gerçeklerdir. Bu gerçekleri belirten bildiriyi, her Pazar günü Allah’ın Sözünü ve açıklamasını dinledikten sonra tekrar ederiz. Bu bildiriyi bütün detaylarıyla bilmemiz önemlidir, çünkü kapsadığı gerçekler vasıtasıyla gerçek imanlıları tanıyabiliriz. Bu bildiri bize nesiller boyunca “iman sembolü” olarak, yani Hristiyanların gerçek imanını tanıyabilmemiz için araç olarak, gelmiştir. Çağdaş zihniyet tarafından açık veya örtülü bir şekilde bize sunulan her gerçeği kabul etmeden önce, “iman sembolü” ile karşılaştırmamız gerekmektedir.

 

5.

Her Pazar günü tekrar ettiğimiz Büyük İman Açıklamasına aynı zamanda “İznik- Bizans Sembolü” de denir: gerçekten de bu bildiri, 325’te İznik’te ve 381’de Bizans’daki Konsillerde yazıldı. O Konsillerin episkoposları Hıristiyanlara iman gerçeklerini tam doğru bir şekilde belirten resmi cümleleri sunmak için çok dikkatle çalıştılar, öyle ki imanlılar o zamanki sapık düşüncelere düşmesinler. Özellikle İznik Konsili Allah’ın Oğlunun ilahi tabiatını, Bizans Konsili de Kutsal Ruh’un ilahiliğini bildirmektedir. Büyük İman Bildirisi imanımızın temel gerçeklerini sıralamaktadır, bunlar Kutsal Yazıların dikkatlice ve doğru bir yoruma göre okunmasından ve Havarilerle tüm Hıristiyan cemaatlerinin yaşadıkları imandan kaynaklanırlar. Bir imanlı için bu bildirimi bilmek önemlidir: bunu sadece ezbere bilmek elbette yeterli değildir, her cümlenin anlamını bilmek ve her sözü anlamak gereklidir. O zaman da ilk bakışta gözümüze ilginç gözükebilen günümüzün bin bir çekici inanışlardan korunmamız için önemli olacaktır. Kendini korumak gereklidir, ama iman ettiğimizi bilmek ve bunu derinleştirmek daha da güzeldir: yani İsa’yı yollayan Baba’nın büyük sevgisini ve bize Kutsal Ruh’u yollayacağına söz veren ve yollayan İsa’nın sevgisini ve hikmetini! Bu konuda benim anlamayı başardığımı sizlere de aktarmaya çalışacağım, ama içerdiği tüm zenginliği tamamen anlatabileceğimi iddia edemem.

 

6.

“Bir tek Allah’a… her şeye kadir Peder Allah’a inanıyorum”! İman bildirimimiz bu cümlelerle başlıyor. “İnanıyorum” diye söylüyorum, bununla da Allah’ın mevcudiyetini bildiğimi söylemiyorum, Ona güvendiğimi söylüyorum. Bizler birçok ilahın varlığına inanamayız, çünkü Allah’ın yaratılmamış olup tüm evrenin Ondan kaynaklandığına ve Onun mükemmel varlık olup hiçbir şeyin eksikliğini hissetmediğinin kanısındayız. O halde Allah’ın tek olduğu açıktır, birçok Allah olamaz. Geçmişte ve belki halen bazı kişilerde iki ilahın var olduğu düşüncesi vardır, iyi ve kötü ilah: bu inanışa düalizm denir. Ayrıca halen günümüzde birçok ilaha inanan kültürler ve dinler de vardır: onlara politeist denir. Bu dinlerde ilahlar korkuluklara benzetilirler: insan onların hatırlarını törenler ve uygun kurbanlarla satın almalılar. Bu ilahlara inanmak ‘ruhani rüşvet kültürünü’ uyandırır, hatta sihirbazlığı canlandırır; sanki birileri, meydana gelen felaketlerin kimin sebep olduğunu tayin etmeye vazifelendirilir, kimin bunu ödemesi gerektiğine karar verebilir, bazen incitilen ilahlar sakinleşsinler diye bir insanın ölmesi gerektiğine karar verebilirler bile. Bizler ise ilahi varlığın tek olduğunu bildiriyoruz ve bizimle sevgi ilişkisi olduğunu kesinlikle belirtiyoruz. Bizim Tanrımız babadır, bizi isteyen ve sevendir! Tek bir sözle, yani Ona Baba diye hitap ederek birçok duygu ve düşünce bildiriyoruz. Her şeyden önce Ona Baba diye hitap etmemiz Onun sayesinde var olduğumuza inandığımızı söyler. Yaşamımız Ondan, Onun bir sevgi kararından kaynaklanır; O daima bizden üstündür, zeka ve yaşam hikmeti olarak da. Baba terimi, İsa’yı dinlediğimizde daha da zenginleşir ve anlam kazanır, çünkü İsa bizlere, Allah’ın bize karşı olan sevgisinin yeni ve beklemediğimiz yanlarını gösterir. Allah’a “Baba” diye hitap ederken, otomatikman kendi babamızla olan ilişkimizi düşünürüz, ama İsa’yı dinleyerek hiçbir dünyevi babanın Baba Allah’ın hikmeti ve sevgisiyle yarışamayacağını görürüz.

 

 

7.

“Peder Allah’a inanıyorum…!” İsa’yı dinleyerek Allah’ın sevgi dolu kutsal yüzünü tanıyabiliriz! Günahkâr oğul ve kaybolan kuzu mesellerini düşünürsek, Baba’nın günahkârlarla karşılaştığında duyduğu sevinci görür ve onları cezalandırmayı düşünmediğini anlarız; bağcı örneğinde ise Baba bağcı gibi gösterilmekte ve kendisinin sevgiyle bağına baktığını görürüz. İsa’nın af hakkında söylediklerini hatırlayalım, çünkü bu affı ilk Allah’ın bağışlayabileceğini bilmekte. Baba sadece sevmeye kabiliyetli gibi gözüküyor: O “güneşini iyiler ve kötüler üzerine doğurtur!” Allah’ın sevgisi insanın kapasitelerinin öncüsü, hatta Onun sevgisi, onları doğuran ve büyütendir: Bir mezmur şöyle diyor: “Senin iyiliğin beni büyüttü”.  Allah’ın bizi cezalandırdığı hissine kapıldığımızda bile gerçekte o sadece sevgidir: O, günahımızın getireceği daha büyük acıları çekmemizi önlemek istemektedir. Sonra İsa’nın duasında, Baba’nın özel bir açıklamasını bulmaktayız:  bu duayı ezbere biliriz ve Baba’yı tanıyabilmemiz için tükenmeyen bir kaynaktır. O “bizim” Babamızdır, yani İsa’dan evladı olmayı öğrenen herkesin babasıdır. O göklerde saklıdır, biz Onu göremiyor ne de etkileyemiyorsak da, O daima bizim yanımızdadır! Onun kutsallaştırmak istediği bir adı vardır ve kutsallaştırmak için yaşamımızın güzelliğini ve beraberliğimizi kullanmakta. Onun bir hükümdarlığı var ve dünyada kurmak için bizden faydalanmakta ve bunun sayesinde yaşamımızı da zenginleştirmektedir. Onun bir arzusu var ve bu sevgiden başka bir şey olamaz, onu gerçekleştirmek için de işbirliği yapmamızı ister. Her gün için bir ekmeği var, bu ekmek sayesinde bizleri şahıs olarak ve cemaat olarak büyümekteyiz; bir affetme kapasitesi var, onun sayesinde yaşamımızı bir bayrama çevirir! Denenmelerde yanımızdadır, bizi mahvetmek için yakalayan kötülükten kurtarmaya hazırdır. Baba Allah’a inanıyorum!

 

8.

“Her şeye kadir Peder tek Allah'a inanıyorum”: bir babanın her şeye kadir olması nedir? Kutsal Kitap bize birçok kere “Allah’a hiçbir şeyin imkansız olmadığını” söyler.  Bu cümleye bakarak herkes kendi arzularını düşünür. Ama anlaşılması gereken,  Allah’ın bize söz verdikleridir. Onun söylediği sözlerden hiç biri boşuna değildir. O bir şey söylediğinde onu mutlaka gerçekleştirir. Ona hiçbir şey imkansızdır, derken de keyfi hareket ettiğini söylemeyiz. O daima babadır, bu sebepten her şeye kadir olması sevgisinin bir niteliğidir. Baba’nın her şeye kadir oluşunun en büyük ve en güzel gerçekleştirmesi İsa’nın ölümü ve dirilişidir! Her şeye kadir olması sevgisinin her şeye kadir olmasıdır: sevgisi her şeyi yapabilir, ölmemi, kendimi ret etmemi, acılarımı sunmamı isteyebilir: negatif gibi gözükeni Hükümdarlığını kurmak için kullanabilir, acıklı bir durumdan faydalanarak sevgide büyümemi sağlayabilir. Aziz Pavlus şöyle yazar: “Allah’ı sevenler için her şey iyiliğe yarar”. Allah’ın her şeye kadir olması bizim yamuk çizgilerimiz üzerine doğru yazabilen bir sevgidir. Bütün tersliklerimizi kullanarak Onun büyük projelerini gerçekleştiren bir sevgidir. Biz bunu görmediğimiz zamanlarda bile! Madem ki Allah’ın her şeye kadir olduğuna inanıyorum hiçbir şey için sinirlenmemeliyim, kızmamalıyım, her durumda huzurlu olmalıyım, en zor ve karanlık dönemlerde bile ümidimi korumalıyım. Allah’ın her şeye kadir olduğunu bilmek imanımız, sevgimiz için iyi ve güvenli bir temeldir, özellikle de ona itaatimiz için huzur kaynağıdır. Mademki O her şeye kadir, Onun söylediklerinin iyi bir şeyler doğuracağına imkânsız gözüktüğünde bile itaat etmemi sağlar.  Allah’ın her şeye kadir olduğunu düşündüğümüzde Onun gerçek sevgi kaynağı bir Baba olduğunu daima hatırlamamız gerekir.

 

9.

Allah’ı düşündüğümüz zaman Onun gökyüzünün ve yeryüzünün yaratıcısı olduğuna inanmaya alışığız. Bu, Kutsal Kitap bilgimizin meyvesidir ve Kutsal Kitabın gerçekliğini anlamakta zorlanmamaktayız. Allah her şeyin yaratıcısıdır! Bu, Kutsal Kitabın ta ilk sayfasından itibaren belirttiği şeydir. Biz buna inanıyoruz! Buna inanıyorsak bilimsel bir araştırmanın sonucu olmadığı anlamına gelir. Bir iman eylemidir! Bir yerde bilimsel düşünme bizi terk etmekte, gizemin etkisi altında bırakmakta. Bu geçidi geçmemize yardım eden imana minnettarız. Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğunu inanmamız sayesinde etrafımızı saran gerçeklere büyük saygı ve değerle bakarız: her şey Allah’ın eseridir, her şey Baba’nın armağanıdır! Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğuna inanmak Onunla yakından ilgilenmektir, aynı zamanda da gördüğümüz her şeye dikkatli olmaktır. Madem ki Allah her şeyin yaratıcısıdır, her şey aracılığıyla sevgisini, sadakatini, bilgeliğini, merhametini, iyiliğini göstermektedir. Çehresi bizi ilgilendirir ve her eserinde bıraktığı çizgilere bakarız. Her şey bizim için değerli olur, elbette ticari veya mali bir değer kast etmiyoruz. Ama Babamız Allah’ın istediği ve gerçekleştirdiği bir eser olduğu için gözümüzde değerlidir. Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğuna inanmak her şeyde daha fazla bir şey görmek, anlamaktır, aynı zamanda da her şeyi Allah ile ilişkimizi zenginleştirmek ve kardeşlerimizle bağlarımızı olgunlaştırmak için sebeptir. Allah’ın yaratıcı olduğuna inanmak bizleri pozitif, güvenli, dayanıklı bir kültüre kavuşturur ve gerçeği kabullenmemize ve aramamıza yardımcı olur. Bu iman yüreğimizi ve aklımızı objektif bir gerçeğe açar, bunun sayesinde de birbirlerimize daha yakın oluruz ve karşılıklı olarak birbirimizi anlamamıza ve değer vermemize yardım eder. Bu son yüzyılda imanımıza karşı gelenler çoğaldı, bazıları bilimsel bilgilerine bürünerek onunla savaşırlar, sanki düşünme ve keşfetme kapasitelerimiz Allah’ın yerini alacak yeni bir ilahtır.

 

10.

Allah gerçekten her şeyin yaratıcısı mı? Bu imanımızdır, ancak Allah’ın düşmanı bunu inkâr etmekte. Bazı bilginler buluşlarıyla böbürlenirler veya bazı basit teori veya ipotezlerle övünürler, sanki bunlar yüreğimizdeki imanı yok edebilir. Sadece bir big-bang varsayımının Allah’ın varlığını ve yaratıcı eylemini yok edeceklerini zannediyorlarsa büyük bir yanılgıdalar. Biz onların düşünce tarzını ilerletelim: Her şey bir patlama ile başladıysa, patlayan nedir? Patlayan bir şey varsa nerede idi? Nereden geldi? Niçin böyle bir patlama meydana geldi? Hangi fiziksel veya kimyasal kanun sonucu biz buradayız, konuşmakta ve dinlemekteyiz? O ‘patlayan şey’ ve o kanunlar nereden gelir? Bu veya başka teorileri, varsayımları söyleyen insanlar, söyledikleri doğru olsa bana daha da büyük bir hikmetin varlığını işaret ederler ve her an Allah’ın büyüklüğüne daha da hayran kalırım. Yaratıcı Allah’a imanımız Uzak Doğunun inançlarından ve felsefelerinden uzaktır. Bu inançlar sağlığımızı garantilemek için tavsiye edilirler, düşünce tarzımıza iyi ve kötüyü ayırmadan yerleşirler, imanımızı ve güvenimizi yavaş yavaş yok ederler. Bu uzak doğu inançları ne der? Ben bunları sadece yüzeysel olarak özetleyebilirim. Her şeyin başında felsefi bir başlangıç var, bu ‘Bir’’dir ve cahil halk onu Allah diye de çağırabilir. Bu Bir, dengesini kaybetmiştir. Bundan doğan enerji vibrasyonları vardır, bunlar da sertleşerek tüm maddenin var olmasına sebep olmuştur, buna beden de dahildir. Bu bilgiler ışığında Allah bizimle diyalog kurabilecek bir kişi değildir, tersine her şey Allah’tır, ben bile! Benim kişiliğim okyanus olan Allah’ın içinde bir damla su gibi yok olur. Eğer evren Allah olursa, kurtarılmaya ve kurtuluşa ihtiyaç yoktur, çünkü ben Allah’ın bir parçasıyım, dolayısıyla da günah işleyemem! Elbette kendini günahkâr olarak ve kurtarılmaya ihtiyacı olmadıklarını kabul etmek istemeyenlerin yaratıcı bir Allah’ı inkâr etmek işlerine geldiğini, anlamak zor değildir.

 

11.

Yaratıcı Allah’a imanımızın çok derin ve güzel sonuçları vardır. Benim size bunları sıralamam ve açıklamam biraz zor. İmanımızın, yaratılanları sempati ile ve Babamızın eseri ve sevgisinin belirtisi olarak bakmamıza yol açtığını önceden söylemiştim. Bu iman sayesinde her şeye tarafsız bir gerçekçilikle bakabilir ve yaşamımızı duygular üzerine değil somut gerçekler üzerine kurabiliriz. Tersine her şeyin Allah’ın eseri olduğunu inkâr etmek insanı korkutucu bir duruma iter: herkes kendini her şeyin sahibi görür, her şey insanın kaprislerine bağlı kalır, insan kendi egoizmlerini doyurmakta haklı olduğunu zanneder ve başkasının yaşamına dikkat etmez. Yaratıcı Allah’a inanmayanlar kendine inanır, kendini yaşamının temeli olarak görür, dolayısıyla kendi davranışlarının hesabını kimseye vermek istemez. Yaşadığımız kültür bu atmosferi teneffüs etmektedir. Bu sebepten herkes gerçeğin kendi hissettikleri, kendi arzuları ve kendi mutluluğu olduğunu zanneder. Biz yaşamımızın ve her insanın yaşamının, Allah’ın eseri olduğuna kesinlikle inanıyoruz. Bu iman sayesinde, Kutsal Kitabın da bize yaratılış hikâyesi ile söylediği gibi, Allah’a benzer yaratıldığımızın bilinci kesinleşir. Her insan Allah’ın eseridir, bu sebepten her insan diğer insanlar için de bir hediyedir. Her kişinin değeri kapasitelerine veya güzelliğine veya zenginliğine bağlı değildir, var olmasına bağlıdır. Başka bir insan için yaptığım her şey Allah’ın sevinci ya da üzüntüsüdür (yaptığın şey fiziksel veya ahlaki bir zarar getiriyorsa, Allah’a üzüntü getirir). Bir insanın başka bir insana yaptığı her şey Allah tarafından kendisine yapılmış gibi görülür, çünkü Allah insanı kendisine benzer yarattı!

 

12.

Allah, Baba olmaya devam ederken yaratıcıdır! Allah’ın yaratıcı olması yaşam veren sevgidir, kendini gösteren ve veren, sevgidir. Allah’ın yaratıcı olması tamdır, yani sadece duyularımızla gördüğümüz ve duyduğumuz her şey onun yaratığı değil, görmediğimiz ve ulaşılmaz gibi görünenler ve hükmetmediğimiz şeyler de onun eseridir. O, “görülen ve görülmeyen” şeylerin de yaratıcısıdır. Bunu söylerken insanın faydalandığı ya da korktuğu tüm ruhani gerçeklerin de Allah’ın elinde olduklarını hatırlamaktayız. Görünmeyen gerçeklerden bahsederken ruhumuzu düşünüyoruz, melekleri ve şeytanları, ama aynı zamanda içimize baskı yapan ruhları veya dışarıdan bizi boğan güçleri düşünüyoruz. Aziz Pavlus da bu gerçekleri düşünür. Biz onları açıklamayı bilmiyoruz çünkü onlar görülmez varlıklardır. Aynen bu şekilde doğa güçleri de görünmezler ve biz onlara hükmedemeyiz. Her şey Allah’a boyun eğmektedir, her şey onun eseridir.  Bizi kötüye sürükleyen güçlerin ve şeytanların, Allah’ın eserleri olduklarını düşünmek, bize sorun yaratabilir. Allah sonsuz iyilik ve sevgi olduğundan Onun kötülüğü yarattığını düşünemeyiz. Allah yaratıklarına hür davranma, büyük armağanını verdi; kötülük yaratıkların Allah’a olan itaatsizliklerinden gelebilir. Böylece, insanları kötüye sürükleyen ve onlara acı veren, şeytanların varlığını açıklayabiliyoruz. Babamız Allah’ın her şeyin yaratıcısı olduğunu bilerek biz hiçbir şeyden korkmayız, her şeye de içimize koyduğu sevgiyi koyarız. Din dersi kitaplarını okurken yaratıcı Allah’a imanımızın birçok daha değişik yönlerini de keşfedebiliriz. O hiçten yaratır, O her şeyin tek yaratıcısıdır, Oğlu ve Kutsal Ruh ile birlik içersinde yaratır. Oğlu, Sözüdür, projesidir, Ruh ise hikmetidir. Yaratılış Baba’nın, Oğul’un, Kutsal Ruh’un sevgisinin meyvesi ve sevgisinin hür eylemidir.

 

13.

Allah’ın yaratması hakkında konuşulacak çok şey var: Hem insan ve evren, hem melekler ve ruhlar, aralarındaki ilişkiler ve özellikle de niçin her şeyi yarattı hakkında söylenecek çok şey var. Niçin yarattı ve yaratılışından ne beklemektedir? İnsan, zekâsı ve hürriyetiyle yaratılışı değişime uğratabilir, geliştirebilir ve yeni imkânlarını keşfedebilir. Son yıllarda bilim ve teknik alanındaki gelişmeleri düşünmek yeterlidir. Diyebiliriz ki Allah’ın eseri hiç tamamlanmadı, devamlı yeni gelişmeler gösterebilir: bu da, Allah’ın isteğidir. O zaman da kendi kendimize sorduğumuz soru daha da önem kazanmakta: “Baba Allah ne için dünyayı yarattı ve ondan ne beklemekte?”. Bu sorunun cevabını bilmemiz önemlidir, çünkü yaratılışı geliştirmek için Onunla birlikte ne yapabileceğimizi ve yapmamız gerektiğini bilmemize yarar. Bizler, Allah’la aynı motivasyona sahip değilsek ve Onun beklediğini beklemiyorsak, yaratılışa bir çeşit şizofreni, insan ve yaşadığı ortam arasında bir çelişki,  eklemiş oluruz. Eğer Allah’ın sevgi olduğuna inanıyorsak, evreni yaratma sebebinin sevgiden başka bir şey olamayacağını anlarız. “Evet, tüm varlıkları seviyorsun, yarattığın hiç bir şeyden tiksinmiyorsun; çünkü herhangi bir şeyden tiksinseydin, onu yaratmazdın” (Bilg. 11,24). Akuino’lu Aziz Tomas şöyle diyor: “El, sevgi anahtarı ile açılınca yaratıklar ışığa geldi”. Allah tüm yaratılışı insana emanet ediyor: bunu bize Kutsal Kitap söylüyor. O halde projesi insandır ve her şey onun için, onun iyiliği ve gelişimi içindir. Bu sebepten biz hep Allah’ı övüyor, yaratılışı için hep şükrediyoruz: her birine dönerek şöyle diyoruz:  “Rabbin kulları! Rabbinizi kutsayın; onu ulu kılın ve sonsuza dek övün” (Dan. 3, 57). İnsan, hakikaten de Allah’a benzer yaratıldı! Bu bize Allah’ın sevgisinin güzelliğini, büyüklüğünü ve alçakgönüllülüğünü söyler. Öyle bir sevgidir ki kendini gösterip sunmak ve birlik kurmak ister. Hakikaten de Allah insanı, ilahi kılmak istiyor, Baba onu yanında evlat olarak istiyor! Allah, insanların oğulları olmasını ve böylece dünyada yaşamalarını ve Oğlu İsa sayesinde sahip oldukları sevgiyi her yerde dağıtmalarını istiyor.

 

14.

Yaratıcı Allah’a imanımız ruhani ve ahlaki sonuçlar bakımından da zengindir. Her şeyden önce her insana saygı: hatta saygıdan daha çok...! Gerçekten de her insan, tam eğitimli olmasa da, çocuk, hasta, bir suç işlemiş olsa da, Allah’ın görüntüsünü taşımaktadır, Onun sonsuz sevgisini alandır, Onun tarafından istenmiştir ve dolayısıyla bizim sevgimize layıktır. Mademki her gördüğümüz Allah tarafından istendi ve yaratıldı, biz tüm yaratılışı Baba’nın sevgisinin meyvesi olarak görürüz, bu sebepten ona karşı davranmamaya çalışırız. Hiçbir şeyi hor görmeyiz, tersine her şeyi muhafaza edip ilerletmeye çalışırız: bizden sonra gelenler de Baba’yı tüm eserleri için övecek ve ulu kılacaktır. Yaratılışın muhafaza edilmesi sadece ülkelerin sorumlularının veya endüstriyel tasarımcıların görevi değildir, aynı zamanda her kişi kendi ortamına iyi bakmaktan sorumludur. Kutsal Kitaptan bizlere bilgeli bir azarlama gelmektedir, çünkü bizler yaratılışa sadece maddiyatçı yönden bakarız. Bilgelik Kitabı (13,1.7-9) şöyle der: “Evet Tanrı’yı tanımamış tüm insanlar doğuştan aptaldır, görülen iyi şeylerden “Var-Olan-O”yu bulamamışlardır, veya, yapıtlarını inceleyerek, sanatçıyı tanıyamamışlardır. Allah’ın yapıtları arasında yaşarken, onları anlamak için uğraşıyorlar, o denli güzellik görünce görünüşe aldanıyorlar. Öyle olsa bile, kusurlarına göz yumamayız: dünyayı incelemek için gereken bilgiyi elde etmek yeteneğinde iseler, dünyanın efendisini bulmakta neden bu derece yavaş davrandılar?”. Küçük ve büyük şeyler karşısında sadece teleskop ve mikroskopları açık tutmayalım, aynı zamanda onları bize vereni görmek için yüreğimizin gözlerini açık tutalım. Mademki Allah görünmez şeylerin de yaratıcısı, iyi melekleri ve kötü melekleri, yani şeytanları, ayırmayı bilelim de, çünkü melekler Baba’yı tapmamıza yardımcı olur, şeytanları ise bizi O’ndan uzaklaştırmaya çalışır. Yaratıcı Allah’a olan imanımız, her türlü büyü, sihir, ruh çağırma ve satanistlikten uzak kalmamızı sağlar, her çeşit batıl inançtan uzak tutar, her an Ona doğru sade, sadık, sevinçli bir sevgiyle bağlı kalmamızı sağlar.

 

15.

“Allah'ın biricik Oğlu, bir tek Rab olan Mesih İsa'ya inanıyorum”. Baba Allah’a imanımız bizleri İsa’yı dinlemeye yöneltir. Dağda görünüm değiştiren İsa’nın yanında olan üç havari şu daveti duydular: “Onu dinleyiniz!”. Aynı zamanda Onun gerçekleştirdiği mucizeler de Allah’tan gelen açık bir işarettir, ancak “bize yolladığına” güven verip söylediklerine dikkat edersek, Baba’ya imanımız tam ve sabit olur. Zaten Allah’ı Baba olarak İsa sayesinde tanıyoruz ve Onun sayesinde evlat olarak yaşamayı öğrendik. Ona “Rab” unvanını veriyoruz, bu unvan Eski Ahitte “İbrahim’in, İshak’ın ve Yakup’un Allah’ına” verilirdi. Baba’nın bize yolladığı bu kişi bizler için temeldir, tüm yaşamımızı, düşüncelerimizi, arzularımızı ve eylemlerimizi yöneltmelidir. Bize doğru Allah’ın otoritesini kullanır,  çünkü Allah’ın kendisi “Onu denedi ve kendisine layık buldu”,  Onu ölümden dirilterek ve şana büründürerek Ona tam destek ve otorite verdi. Bizler de Onu “Rab” diye çağırarak otoritesinin tüm evreni kapsadığını tanıyoruz,  Onun tanınmadığı yerlerde ve Onun hikmetine göre yaşanmayan yerlerde insanlar tüm sevgi ve birlik kapasitelerini gösteremediklerine de inanıyoruz. Mademki İsa’da Allah’ın otoritesi var, biz yüreğimizi de Ona sunuyoruz, Onu seviyoruz ve Onunla birlikte Allah’ı Babamız olarak kabul ediyoruz. İsa bizim üzerimize ve evrene hükmünü mecbur etmiyor: hürriyetimizi korumamıza tamamıyla saygılı. Biz onun büyüklüğünü tanıyoruz, çünkü bunun yaşamımızı gerçekleştirmek için ve diğer insanlarla birlik kurabilmek için tek yol olduğunu biliyoruz.  “Rab İsa’dır” derken davranışımızın söylediklerimize uygun olması biraz zordur, fakat günlük çabamızdır. İsa’nın Rab olduğuna inanıyorsak arzuları, sözleri, daima gözümüzün önünde olmalı ve yaşamımızla bize yön gösterenin iyiliği ve hikmeti belirmeli, ait olduğumuz ve hizmet ettiğimizin kim olduğu, gözükmeli! İsa’nın Rab olduğunu söylemek insani otoritelerin bizim için her şey demek olmadığını söylemektir: onların otoritesinden önce tek ve gerçek “Rabbimizin” otoritesi gelir!

 

16.

“Bir tek Rab olan Mesih İsa'ya inanıyorum”: Baba’nın bize Rab olarak yolladığı insana “İsa” adı verildi. Melek, Meryem’e ve daha sonra Yusuf’a müjdeyi getirdiğinde, Museviler arasında çok yaygın olan bu isim bebeğe verildi.  Bu ismin anlamı “Allah kurtarıyor”, “Allah kurtarıcıdır”  anlamındadır ve “Allah bizimle beraber” adına denk gelir: Allah bizimle birlikte ise kurtarıldığımız açıktır, hiçbir şeyden korkamayız! İsa adı en büyük armağandır: “Bu göğün altında insanlara bağışlanmış, bizi kurtarabilecek başka hiçbir ad yoktur” (Hav. Kit. 4,12). Havariler İsa’nın adına mabedin kapısındaki sakatı iyileştiriyorlar: “Bu adam, sizin çarmıha gerdiğiniz, ama Allah’ın ölümden dirilttiği Nasıralı İsa Mesih'in adı sayesinde önünüzde sapasağlam duruyor” (4,10). Samiriye’de de Filipus ise “Allah’ın hükümranlığı ve İsa Mesih adıyla ilgili müjdeyi duyuran Filipus'un söylediklerine inandıkları zaman, erkekler de kadınlar da vaftiz oldular” (8,12): İsa’nın adı müjdedir, İncil’dir! Bu gerçeği bizler de tecrübe ediyoruz. İsa’nın adını çağırmak veya sadece telaffuz etmek bizi her korkudan, şüpheden, zayıflıktan kurtarır. Ancak sihirli veya yanılmaz bir teknik olarak kullanmak hatalıdır. Bu adı sevgi ile telaffuz etmeliyiz, Onunla ilişkiye girerek, Onunla hem güzel, hem de zor ve acılı anlar yaşayarak, ve her şeyden çok onu dinlemeye açık olarak söylemeliyiz. O “Mesih’tir” (Yunanca “Hristos”, İbranice “Meşiha”). Mesih de mesh edilmiş yani yağlanmış, kutsanmış demektir. Eski Ahit’te kral ya da rahip olacak kişi mesh ediliyordu. Mesih en mükemmel mesh edilendir, yani Baba’nın tam krallığını ve rahipliğini taşıyandır. O Allah’ın kutsalıdır, onun sözcüsü ve kralımız olması için Allah tarafından mesh edilmiştir. Bizim için “kral”, yani Allah’ın hükümdarlığını yeryüzünde sürdüren ve “rahip”, yani Allah’a bizim kurbanlarımızı sunandır. Babanın yolladığının adı “İsa”dir ve görevi “Mesih” adıyla belirtilmiştir!

 

17.

“Allah'ın biricik Oğlu, bir tek Rab olan Mesih İsa'ya inanıyorum!” Şimdi bu cümlenin, “Allah’ın Oğlu” sözünü inceleyelim. Biz İsa’ya iman ederiz, çünkü o Allah’tır. Eski Ahitte “Allah’ın Oğlu” sözü sadece bir unvandı o kadar ki meleklere, tüm halka, hatta Musevilere de takılırdı. Daha sonra beklenen Mesih için daha belirtili olarak kullanılmaya başlandı (Mezmur 2). Petrus bu sözü ilan ettiğinde ise tam anlamını belirtmeye başlamaktadır: “Sen, yaşayan Allah’ın Oğlu Mesih'sin” (Mt 16,16). O kadar ki İsa ona bunu kendiliğinden söylemiş olamayacağına, bunu Baba’nın ona bildirdiğini söylemekte. Aziz Pavlus da “İsa'nın Allah’ın Oğlu olduğunu” ilan ediyordu (Hav. Kit. 9,20). Bunu ilan ediyordu çünkü İsa, kendisini böyle tanıttı (Ürdün nehrinde vaftiz olurken ve Heyetinin değiştiği dağda). İncil’de dini mahkemenin İsa’ya açıkça bu soruyu sordukları yazılıdır: “Sen Allah’ın Oğlu musun?” O da şöyle cevap verir: “Söylediğiniz gibi, ben O’yum”! Biz bunu iman bildiriminde tekrar ederken ne demek istiyoruz? Daha sonraki sıfatlar bunu belirtmekte: onlarla “oğul” sözünü inceliyoruz ve İsa’nın ilahi tabiatını belirtiyoruz. Yüzyıllar boyunca Kilisenin bu imanı sebebiyle birçok şüphe doğdu ve din sapmalarına sebep oldu, birçok Hıristiyan’ın ve episkoposların teolojik düşüncelerini teşkil etti, yedi ekümenik Konsilin konusu oldu. Açıklanmaya çalışılan hep, İsa’nın ilahi evlatlığının anlamıdır.”Biricik” sözü de Oğul, terimini genel değil de özel olarak telaffuz etmemize yardımcı olur. Hepimizin Allah’ın evlatları olduğumuzu söylemeye alışığız: bu doğrudur, ancak bizim için kullanılan “oğul” sözü “insan” olduğumuzu belirtmekte, yani hayvanlar değiliz, ama Allah değiliz de. İsa ise “Allah’ın biricik Oğlu’dur”: yani O, özel ve eşsiz bir şekilde Oğul’dur.

 

18.

“Tüm asırlardan önce Peder'den doğmuş olan, Allah'ın biricik Oğlu, bir tek Rab olan Mesih İsa'ya inanıyorum. O, Allah'tan Allah, Nur'dan Nur, gerçek Allah'tan gerçek Allah'tır. Yaratılmış olmayıp, Peder ile aynı özdedir”. İsa’nın ilahi tabiatını açıkça ve tartışılamaz şekilde belirtmek için sıralanmış niteliklerdir. Onun, insan olduğu ileride söylenmektedir. Şimdi, bizler onun ilahiliğine imanımızı belirtmek için duraklıyoruz. Elbette insan olan İsa’nın Allah olduğunu belirtmek için de, Allah olmanın tek bir şeklini ve bunun sevgi olduğunu kabul ettiğimizi hatırlamalıyız. Sevgi kendini sunmaktır! Allah kendini, yaşamını sunuyor ve ondan doğan armağan yine tam, ilahi ve mükemmel sevgidir! Bunun için şöyle söylemekteyiz: “O, Allah’tan Allah! Gerçek Allah’tan, gerçek Allah’tır”! Kutsal Yazılar da bize Allah’ın ışık olduğunu ve onda karanlık olmadığını belirtmektedir (1Yuh.). Bunun için Ondan gelen ışık tam, gerçek ışıktır! 325 yılında yapılan ilk İznik Konsilinde ariyanizm ret ediliyordu, bu doktrin kolaya kaçarak İsa’nın sadece insan olduğunu belirtiyordu. Bu doktrinle kurban olmasının, ölümü ve dirilişinin ebedi değeri inkar ediliyordu. İsa, Allah olmasaydı öğretilerinin değeri kaybolurdu: gerçekten de o sadece insan olsaydı, sözü de Allah’ın Sözü olmazdı, bizler için de onu tanımak o kadar da önemli olmazdı. Hatta onunla, “Ben de kalın, ben asmayım, siz çubuklar. Ben de kalan çok meyve verir” ve “Baba, senin bende olduğun ve benim sende olduğum gibi onlar da bizde olsunlar” diyerek, ifade ettiği ve kendi arzuladığı, samimi ilişkiye de giremezdik. İsa’nın ilahiliği, paganların düşündüğü gibi değildi, sanki her istediğini yapabilen, egoist bir süper güç gibi. Onun ilahiliği Baba’nın ilahiliğiyle bir çeşit yarışma değil, “oğul” olmaktır yani Baba’ya itaatkâr ve Baba gibi sevgi dolu olmaktır. Onun ilahiliği hizmettir, kendini sunmaktır, kendi yaşamını vermektir. Bu sebepten Onda Allah’ın sevgisi parlar, o kadar ki Onda Allah yüceltilir, diyebiliriz. Onun yaşamına bakarak Baba Allah’ın merhametinin ve sadakatinin büyüklüğünü görebiliriz.

 

19.

“Mesih İsa'ya inanıyorum. O, ... Yaratılmış olmayıp, Peder ile aynı özdedir”. İsa’nın yaşamının gizemi ve dünyadaki mevcudiyeti bizim anlama kapasitemizi aşarsa da, O’nun hakkında fikirlerimizin net ve emin olması bizler için çok önemlidir. İlk yedi Ekümenik Konsilin bize aktardıkları bazı gerçekler temeldir: bunların arasında metnin başında söylediğimiz cümle de dahildir. İsa’nın ilahi tabiatını belirtmek için onun bir yaratık değil de, ‘Allah’tan gerçek Allah’ olduğunu yani Peder Allah’ın varlığından geldiğini söylemekteyiz. Ayrıca ‘aynı özde’ olduğunu da ekleriz: grek ve Latin dünyasının antik kültürünün tipik terimlerini kullanmaktayız, bunlar günümüzde de anlaşılıyor ve ters anlama yaratmamaktadırlar. Oğul’un “Baba ile aynı özde” oluşu bize açıkça Baba’nın ilahiliğine katıldığını ve yaratılamayacağını açıkça anlamamıza sebep olmaktadır. Ama bu gerçek niçin önemlidir? II. Vatikan Konsilinin dediğine bakalım: Allah’ın Oğlu beden alarak bir şekilde her insanla birlik oldu. İnsan eliyle çalıştı, insan aklıyla düşündü, insan isteğiyle hareket etti, insan yüreğiyle sevdi. Bakire Meryem’den doğarak, kendini bizlerden biri yaptı, günah hariç her şeyimize benzer oldu (Gaudium et Spes, 22). Allah olan, Allah’ın Oğlu kendini bizden biri yaptı. Bu şekilde O, her insanın değerini ve saygınlığını tasdik ediyor. Bu gerçekten yola çıkarak Hıristiyanlık, yavaşça ama kuşkusuzca, vardığı yerde köleliği yok etti ve insanların sınıf ayırımını yok etti, herkesin, hasta, hapis, çocuk ve yaşlıların saygınlığını belirtti. Hıristiyanlığın ret edildiği yerlerde ise bu bölünmeler görülür ve kişi egoist gözlerle bakılır, müşteri olarak veya ekonomik açıdan faydalı veya engel yaratacak, bir mal olarak görülür. Biz emin olarak İsa’nın tam ilahiliğini ve tartışılamaz insanlığını belirtiyoruz.

 

20.

“Her şey onun aracılığıyla yaratılmıştır”. İman duasının ilk bölümünde Peder Allah’ın tüm evrenin yaratıcısı olduğunu söyledik. Mademki Oğul da Allah, o da mı yaratıcı? Elbette Oğul da Allah’ın yaratıcı eylemine katılıyor. Biz yaratılışın onun sayesinde gerçekleştiğini, Yeni Ahitten cümleler tekrar ederek söyleriz. İncil yazarı Yuhanna önsözünde şöyle diyor: “Her şey O'nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O'nsuz olmadı” (1,3). Aynı şeyi aziz Pavlus da Koloselilere mektupta tekrarlar: “Her şey O'nun aracılığıyla ve O'nun için yaratılmıştır” (1,16). Oğul Babanın yaratıcı eylemine, Oğul olduğu için ayrı ve değişik şekilde katılıyor! O Allah’ın Sözüdür, Allah’ın vermek ve paylaşmak istediği sevgi projesidir: bu sevgi vasıtasıyla Allah her şeyi yaratır. Bu sebepten biz her şeyde Oğul’un izini ve damgasını buluruz. O, bu yolla bizlerin etrafımızı saran şeyleri görmemize yöneltir, örneğin: Ben yol, ışık, kapı, ekmek, bağım... dediği zamanlar. Her şey bizlere Babanın sevgisinin bir yönünü gösterir; o sevgi ki, Oğul’da tam ve mükemmel bir şekilde bulunur. Biz Hıristiyanlar her şeye Allah’ın ışığıyla bakmaya alışmalıyız, her yerde Onun sevgisinin yansımalarını, dolayısıyla da Oğlu İsa’nın özellikli niteliklerini görmeye alışmalıyız. Keşke bizler de, birçok aziz yaptığı gibi, bunu yapmayı bilsek! O zaman daha huzurlu ve sevinçli olurduk, düşüncelerimiz de daha derin, elbette daha iyimser olurduk! Etrafımızı saran her şey “O’nun aracılığıyla var oldu”: dolayısıyla her şeyin anlamını kavrayabilmek için O’na bakıp, sevgisini benimsemeliyiz. Bunu yaparsak, hiçbir şeyden, ne soğuk ne de sıcaktan, ne yağmur ne de güneşten, yakınmayacağız. Her şey bizi sevindirecek, her şey için şükredeceğiz, her şeyde Peder’in Oğul aracılığıyla bize ulaşan sevgisinin bir yönünü aracağız!

 

21.

“Biz insanlar ve kurtuluşumuz için gökten inmiş”. Allah’ın Oğlunun ilahi tabiatına olan imanımızı belirttik; şimdi ise insanlığını, İncil’de bize anlatılanları söyleyerek, basit bir şekilde belirtiyoruz. Her şeyden önce Onun yeryüzünde nasıl var olduğunu söylemeliyiz; O diğer insanlardan farklıdır, yani bütün insanlar yaratıldı, O ise yaratılmadı. O yeryüzüne her zamanki ‘evi’ olan gökten, geldi. Göğü Allah’ın ikameti olarak, ilahinin “yeri” olarak görürüz. “Gökten inmiş”, derken Allah’ın Oğlunun artık ulaşılamaz olmadığını, gizle saklı olmadığını söyleriz. Eğer, gökten indi ise, şimdi yeryüzünde bulunmakta, bizim olduğumuz yerde, bizim hareket ettiğimiz, yaşadığımız yerde, yanımızda! Ama, peygamber Yeşaya’nın dediği gibi, Allah niçin gökleri yardı ve yanımıza geldi? Bunu kendisi için yapmadı: buna ihtiyacı yoktu. Bunu “biz insanlar için” yaptı, Adem’in itaat etmeyi ret ettiğinden ve Peder Allah’ın gözünden saklandığı andan beri günahkar ve Allah’tan uzak olan bizler için yaptı. Biz insanlar ve kurtuluşumuz için. Allah’ın Oğlu bizim için, kurtulabilmemiz için insan oldu: Ona verilen isim de bunu anlatmakta, “Tanrı kurtarıyor”! Bu sebepten bizler, Onun insanlığı kurtuluşumuz için gerekli olduğunu bilerek, Ona tüm arzumuzla bakıyoruz. Gerçekten de, başka hiç kimse bu görev ve bu kapasite ile dünyaya gelmemiştir. İnsanlığa öğretmen veya peygamber olarak kendini tanıtan insanlar kendilerine kurtarıcı adını bile veremediler: onlar günahın varlığından ve negatif gücünden haberdar değildiler. Onların belki bir hikmetleri vardı, ama sadece öğretecek bir hikmetti, kendi yaşamlarını vererek ölümü yenecek bir şahitlik sunamazlardı. Kurtuluşumuz için ancak ve ancak İsa geldi!

 

22.

“Kutsal Ruh'un kudretiyle bakire Meryem'den vücut alıp insan olmuştur”. Allah’ın Oğlu insan oldu: bu elbette insanların arzusuyla veya kabiliyetleri sayesinde gerçekleşmedi, sadece Allah’ın isteğiyle ve eylemiyle oldu. Allah’ın bu eylemi sadece bir mucize değil, doğa kanunlarını aşan olağanüstü bir olay değildir, Baba’nın sevgi planlarını gösteren ve gerçekleştiren büyük bir gizemdir. Allah’ın insan doğasındaki veya insan bedenindeki mevcudiyeti Kutsal Ruh’un eylemidir. Düşünülemez bu adım atan, Allah’tır; O, sevgi ilişkisiyle ile, düşünemeyeceğimiz kadar büyük bir atakla ilahi sonsuzluğu ve ebediyeti, sınırlı olan insan yaşamına sığdırıyor. “Beden aldı”! Bu olay İncil’de ve diğer yeni Ahit Yazılarında birçok kere anlatılmaktadır. “Kelam beden aldı ve aramıza geldi”, diyor aziz Yuhanna. İncil yazarı Luka ise Meryem ile Cebrail’in buluşmasını şöyle anlatıyor: “Kutsal Ruh senin üzerine gelecek, en Yüce Allah’ın kudreti senin üstüne gölge salacak. Bunun için doğacak olana kutsal, Allah’ın Oğlu denecek”. Biz bu olaya imanımızı şu cümleyi söyleyerek belirtiyoruz: ““Kutsal Ruh'un kudretiyle bakire Meryem'den vücut alıp insan olmuştur”. Bakire Meryem’i de açıkça dile getiriyoruz, çünkü Allah’ın kendisi onun kabul etmesini bekledi: Allah’ın Oğlu’nun beden alması Allah’ın eylemidir, ancak Allah, Annesi olacak Kadının da, bunu hür olarak kabul etmesini bekledi. Meryem, Allah’ın Oğlunun Annesidir, ama hep bakiredir. Bakireliğini dile getirerek İncillerin dediklerini tekrar ediyoruz ve Allah’ın ilahi bir şekilde davrandığını da tekrar söylüyoruz. O, insanlığın yardımıyla Kadın aracılığıyla hareket etmek istedi ve erkeğe gerek olmadan bunu yapmak istedi. Allah’ın davranma şekli hayret edicidir!

 

23.

“Meryem'den vücut alıp insan olmuştur”.  Tarihin ve ebediyetin en büyük gizemini böyle ifade ediyoruz. Bu gizem sayesinde diğerlerini de anlayabiliyoruz, yani Allah’ın babalık ve merhamet gizemlerini, bizim azizleşmemizi, insanın değerinin büyük olduğunu ve kaderinin Allah’ın yaşamına katılmak olduğunu anlayabiliyoruz. Allah’ın Oğlu beden aldı: somut, tutulur, görülebilir insan oldu. Bu haber bir gizem ve Allah’ın bir armağanıdır. Gizem olduğundan biz bunu tam olarak anlayamıyoruz, hatta bunu gerektiği gibi ifade bile edemiyoruz: tasvir edilemez, anlatılamaz! Ama buna rağmen bu gizem tüm yaşamımızı ve insanlığın tarihini üzerine dayamamız için bize emanet edildi. Biz bu gizeme inanıyoruz çünkü İncil bize bundan açıkça anlatmakta ve bunu çok eski peygamberliklerin gerçekleşmesi olarak göstermektedir. Kadın Havva’ya Allah yılanın başını ezecek bir nesil söz veriyor, yani kötülükten güçlü bir nesil! Atalara ise nesillerinden “tüm milletlerin sözünü dinleyeceği”  (Yar. 49,10) yani Allah’ın otoritesine sahip kişinin doğacağına söz verdi. Yeşaya peygamber ise açıkça bakirenin hamile kalacağını ve doğuracağı oğlanın “Allah bizimle birlikte” olacağını söyler. İncil, meleğin Nasıra’da bulduğu alçakgönüllü genç kızı anlatır. Peygamberin sözleri ona tekrarlanıp, onda gerçekleşecektir. Kız alçakgönüllü, ama dünyaya gelmek için bu kızın ‘Evet’ini bekleyen Allah da daha da alçakgönüllüdür.

 

24.

“İnsan olmuştur”. Noel Bayramında bu sözleri söylediğimizde diz çökeriz. Biz hakikaten gerçekleşen Allah’ın bu projesine tapınıyoruz. Allah’ın kendisi insan oldu. İlahi sevginin tamlığı bir fikir, bir düşünce, bir hayal değil, somut bir gerçektir. Allah kendini insan için öyle büyük bir sevgiye kaptırdı ki doğasını aldı ve bizim gibi biri oldu. Biz bu gizemle Allah’ın bize gösterdiği yakınlığı tam olarak anlıyoruz. Bizler günahkârız, dünyayı acı dolu bir yere çevirebiliriz, kötülük sebebiyiz. Allah buraya, yanımıza geliyor. Bizim kirli ve kötü yöntemlerimize işbirliği yapmaya gelmiyor, egoizmlerimizi desteklemeye gelmiyor, tersine bizim ona gösterdiğimiz bu araziye yenilik tohumları ekmeye geliyor. O, kendini insanlığa yeni bir insanlığın tohumu olarak ‘ekiyor’, öyle ki insanlık Baba’nın herkese olan sevgisini yaşayabilsin. Bu arazi bizi temsil eder, ve İsa kendini bu araziye, ölecek ve bu şekilde ürün verecek tohum olarak, koyar. Araziyi ölüm kampından yaşam kampına çevirmek için tek yol, budur. “İnsan olmuştur!”. Durumumuzun fakirliğini ve tehlikesini yaşadı, böylece bizler de Onun ebediyetinin gücünü ve garantisini elde ettik. O, insan olalı, artık kirli, kötü ve acı sebebi olmaya mahkum değiliz,  tersine ilahi eylemleri, yani sevgi eylemlerini gerçekleştirebiliriz, teselli, barışma, huzur taşıyıcıları oluruz. Bunu da sadece O, ve yalnız O yanımızda olduğu için yapabiliyoruz!

 

25.

“Pontius Pilatus zamanında bizim için acı çekerek çarmıha gerilmiş”. Büyük İman duasında İsa’nın mucizelerini veya öğretilerini tekrar hatırlamıyoruz ama sadece doğumunu ve ölümünü anıyoruz. Doğumu, Allah’ın insanlık için olan büyük sevgisini göstermekte, çünkü O bizim sınırlı ve zayıf doğamıza büründü. Ölümü ise Baba’ya ve her birimize olan sevgisini göstermekte. “Bizim için çarmıha gerildi” : İsa’nın öldüğü korkunç şekilden utanç duymuyoruz. Havarinin dediği gibi biz şimdi Rabbimizin hacı ile gurur duyuyoruz, çünkü onu yaşam ağacı sayıyoruz, kurtuluş ağacı olarak görüyoruz. Paganlar, haça gerilmiş bir insanı takip eden Hıristiyanlarla dalga geçiyorlardı. Biz ise onunla gururlanıyoruz,  çünkü onun haçta yaşadığı sevgiyi biliyoruz ve yaşamını sunmasına Allah’ın ne kadar değer verdiğini de anlıyoruz. Son Yemek esnasında İsa  Baba’ya şunu söylemişti:”Kendimi onların uğruna adıyorum”.  Daha önce “Canımı, tekrar geri almak üzere veririm. Bunun için Baba beni sever. Canımı kimse benden alamaz; ben onu kendiliğimden veririm.” (Yu. 10, 17-18) demişti. Haç İsa’nın kendini sunma şekli oldu, tam ve mükemmel bir sevgi eylemidir! “Bizim için çarmıha gerildi”.  Büyük İman duasını söylerken Onu haça gerenlerin kim olduğunu hakkında da durmuyoruz: çarmıha gerilmesinin temel sebebinin insan günahı, tüm insanların günahı olduğunu biliyoruz, sadece onu mahkum edenlerin veya öldürenlerin günahı değil… Ayrıca sevgi eylemi olarak ölümünün sonucu herkesin kurtuluşu olduğunu da biliyoruz, bu sebepten de ölümünü şikayet etmiyoruz. Ancak bu ölümün “bizim için”, bizim uğrumuza gerçekleştiğini söylüyoruz. Gerçekten de Allah, Ürdün nehrinde vaftiz olduğu andan beri üzerine günahlarımızı alan İsa’nın yaşamını sumasını kabul ederek hepimizi evlat olarak kabul eder. Biz haçta olan İsa’ya bakarken ona teşekkür ediyoruz: severek ölen İsa’ya teşekkürler, ve Oğluna bizim yaşamamız için ölmesini isteyen Baba’ya da teşekkürler!

 

26.

“Pontius Pilatus zamanında çarmıha gerilmiş”: İsa’nın ölümünün gizemi, insanlık tarihine özenle konulmuştur. Pontius Pilatus adı, burada başka bir sebep için kullanılmadı. İmanımızı bildirirken kimseyi yargılamak, suçlamak istemiyoruz, kimseye taş da atmıyoruz çünkü İsa’ya küfreden ve ölümünü isteyen zamanındakiler gibi, bizler de kendimizi günahkar tanımalıyız. Pilatus adını kullanırken İsa ile ilgili olayların ve O’nun beden almasının insanlık tarihinde somut bir yer aldıklarını güçle belirtiyoruz. İmanımız güzel, aziz ve bilgili düşüncelerin toplaması değildir. Kilisenin imanı tarihin belirli bir zamanında ve dünyamızda gerçekleşmiş olan olaylar üzerine kuruludur.   Bu olayların belli zamanı ve  somut yeri tam olarak o yıllarda 26 ila 36 yılları arasında Yahudiye Bölgesinin Valiliği yapan kişinin adıyla, yani Pilatus’un adıyla belirtilmiştir. Büyük İman duasında adını söyleyerek ne kendisine ne de etrafındaki Musevi önderlerini hiçbir şekilde yargılamak istemiyoruz. Adını söylememizin amacı bu değil, imanımızı da belirtmemizin amacı bu değil! Tam tersine! İmanımızın bizleri düşmanlarımızı sevmeye çağırdığını biliyoruz, çünkü Allah  günahkarları da sever, düşmanlarını da sever. Biz İsa’nın ölümüyle ilgisi olmuş olanları yargılamayı Allah’a bırakıyoruz. Hatta havarilerinden birinin de Onu para için ele verdiğini biliyoruz, hatta Petrus da onu inkar etti ve diğerleri de Onu terk etti. Biz ne onlardan iyiyiz, ne de Pilatus’a “Haça ger, haça ger” diye bağıranlardan iyiyiz. İsa yaşamını Baba’ya bizim için sundu, ama onlar için de sundu, Ona küfreden ve Onu insanlığa unutturmak isteyenler için de öldü. Herkesin kurtuluşu için kendini feda etti.

 

27.

“Ölmüş ve gömülmüş”. Ara sıra gazetelerde İsa’nın ölmediğini ve dünyanın şimdilik ulaşılamaz bir yerinde yaşadığı yazılır. Hatta ölmemiş olup da Golgota tepesinde başkasının onun yerini almış olması, İslam dininin imanında da vardır. Tarih boyunca İsa’nın ölümü sık sık inkar edilmek istenmiş, çünkü bu gizem zekamıza ve gururumuza hep problem yaratmıştır. Allah’ın Oğlu, İsa’nın ölmüş olduğunu kabul etmek, kolay değil. Allah’ın, insanın en derin sefaletine bürünmüş olmasını kabul etmek anlamına gelir; O’nun, bizi en çok korkutan ve bizim kabul edemediğimiz şeyi, yani ölümü kabul ettiğine iman etmektir. Bizler ölümden kaçmak, ölümden uzaklaşmak, ertelemek, yok etmek için elimizden geleni yapıyoruz, Allah’ımız ise onu kabul etti! Hatta İsa ölümden geçerek kendi mevcudiyeti ile onu kutsal kıldı! Biz buna inanıyoruz, bu imandan da yeni bir ışık, inanılamaz bir güç alıyoruz, bunun da tanıkları İsa’nın şehitleridir. O öldüyse, ölüm en kötü şey değildir. İsa öldüyse, biz de huzur içinde ölebiliriz, hatta imanı ve Allah’la birliğimizi kaybedeceğimize ölmeyi tercih edebiliriz. İsa’nın öldüğünü söyleyerek de sadece İncil’in ve Havarisel yazıların tanıklık ettikleri ve Eski Ahitteki peygamberliklerin tasdik ettiği tarihi bir olayı tekrar etmekle kalmıyoruz, aynı zamanda Allah’ın Oğlunun beden almasının tam olarak gerçekleştiğini de bildiriyoruz: O insan olmakla, insan olmanın tüm sonuçlarını üstlendi. Aynı zamanda yaşamımızın tamamlanmasına doğru baktığımızda bunu korkusuzca, ümitsizce yapmak istediğimizi de belirtiyoruz. “Ölmüş ve dirilmiş”. Gömülmek ölmenin sonucudur, en azından, ölülerin dirileceğine inanan Musevi kültüründe öyledir. Başka milletler, ölülerini gömeceklerine yakıyorlar veya kuşlara veya hayvanlara yediriyorlar. İsa’nın bedeni gömüldü, Allah’ın ölüleri dirilteceği güç gününe kadar koruması için, toprağa emanet edildi. İncil İsa’nın gömülmesini anlatırlarken birçok detay anlatmaktadır, kefen, kokulu yağlar, kayada yontulmuş Arimatyalı Yusuf’un yeni mezarı, onu kapatan kaya, girişini koruyan mühürler ve askerler gibi. Gerçekleştirilen gömülme, ölümünün tartışılamaz bir tasdikidir.

 

28.

“Kutsal Yazılara göre üçüncü gün dirilmiştir”. Ölenin Allah’ın Oğlu olması bize ümit vermektedir. Peygamberlikler, Allah’ın hizmetkarının ölüm diyarında kalmayacağını belirtiyorlardı, ama insanlar bunu ciddiye almadılar, çünkü bizler sadece gördüklerimize inanırız, bu sebepten de ölümü yaşamın tamamen sona ermesi olarak görürüz. Havariler bizlere İsa’nın dirildiğinin şahitliğini yaptılar ve bunu şüphe edemeyeceğimiz bir şekilde yaptılar. En büyük şüpheleri onlar yaşadı. Nitekim mezarda melekle karşılaşan kadınları hayalperest olarak nitelendirdiler. Tomas da diğer on kişinin sevinçli haberine inanmak istememişti. İsa’nın dirilişinin bir başka kanıtı Saul’un, yani Pavlus’un tövbesidir. Pavlus dirilmiş İsa’yla karşılaştı ve sesini duydu.

İsa’nın dirilişini, Kutsal Yazıların sözleriyle karşılaştırmak bize çok yardım eder ve imanımızı güçlendirir: Allah önce söz verdi sonra da sözünü tuttu! İsa’nın canlı mevcudiyetinin bazı kanıtları bizde de var, bu kanıtlar kendimiz içindir: günahların itirafı ile elde ettiğimiz sevinç ve teselli, Sözünü dinlerken kavuştuğumuz huzur, Komünyon’dan sonra hissettiğimiz güç: tüm bunlar İsa’nın canlı olduğunu bize kanıtlar. O halde bizler İsa’nın dirildiğine inanırız. Bu nasıl oldu bilmiyoruz, dirilmiş bedeni de nasıl bilmiyoruz ama O’nun canlı olduğunu, şana büründüğünü ve bize Allah’ın sevgisini gösterdiğini biliyoruz. Biz onun canlı olduğuna inanıyoruz, bu sebepten de ölümün yenildiğine inanıyoruz. Dirilişe iman ettiğimiz için de Sözü zor ve imkansız gibi gözüktüğü zamanlar da bile, Allah’a itaat ederek yaşayabiliriz. Mesih İsa üçüncü gün dirildi: Allah’ın zaferi hemen gözükmüyor, ama garantilidir. Ne zaman zorluklar ve acılar yaşıyoruz, İsa’nın dirilişi bizi teselli eder ve ümitli olmaya çağırır.

 

29.

“Göğe çıkmış ve Pederin sağında oturmaktadır”. Allah’ın Oğlu hakkında konuşurken kurtuluşumuz için gökten indiğini söyledik. Şimdi, doğumunu, ölümünü ve dirilişini andıktan sonra yaşamının diğer bir geçişini bildiriyoruz. Göğe çıktı. Allah’ın konutuna gök diyoruz. Orası “ilahi” yerdir. İsa şöyle demişti: “Gökten inmiş olan* İnsan-Oğul’dan başka hiç kimse göğe çıkmamıştır.” (Yuh. 3,13). Göğe çıkıp inmek, Allah ile yakınlık belirten bir konuşma şeklidir, hatta aynı ilahi hayatı paylaştığını belirtir. Dirilişten sonra, bizler artık İsa’yı görmüyoruz. Ama O, halen bizimle birlikte olan Allah’tır. O halen Canlı Olan’dır. O bizden uzaklaşmadı, ama beden almasından önceki durumuna döndü. “Ya İnsan-Oğul’un önceden bulunduğu yere yükseldiğini görürseniz...?”(Yuh. 6,62). İsa, şimdi Allah’ın şanında yaşamaktadır ve “Peder’in sağında oturmaktadır”. Kraliyet saraylarından gelen bu konuşma şekli de İsa’nın ilahi otoritesini belirtmektedir.  Kim kralın sağında oturuyorsa, kralın damgasını taşıyan yüzüğü takar ve gücünü kullanır. İsa, Peder’in sağında oturuyorsa, Peder Allah’ın sevgisinin otoritesine de sahiptir. Bu cümlelerle Allah’ın, İsa’nın bize tanıttığı gibi olduğunu belirtiyoruz ve Sözünün gerçekten Allah’ın bizden istediği olduğunu belirtiyoruz. Hiçbir şey onun bize emanet ettiği öğretilerden daha güvenli ve önemli değildir. Yanılmaktan korkmadan, Ona itaat edebiliriz, hatta Onun sözlerine uymadığımızda yanıldığımıza emin olabiliriz. Peder bizleri Sözüne itaat ettiğimiz ölçüde yargılayacak ve kurtaracaktır çünkü şimdi hep yanında olan Oğlunu sevdik.

 

30.

“Dirileri ve ölüleri yargılamak için şanla tekrar gelecek”. İsa’nın göğe çıkışı, insanların yaşamından ve kaderlerinden uzaklaşması için kullandığı bir yol değildir. Peder Allah ve Mesih İsa, bizi hiç unutmuyorlar! Peder’in kurtulmaya ihtiyacı olan dünyaya kati sevgi eylemi olarak yolladığı Oğul, insanları sevmeye devam etmektedir. O, “tekrar gelecektir” : biz Onun bu gelişini bekliyoruz, O da bize sevgisinin tamlığını göstermek ve tattırmak için gelmeyi beklemektedir. Biz Onu bekliyoruz, çünkü her gün kurtulma ihtiyacımızı fark ediyoruz. Onu sevinçle bekliyoruz, çünkü bizi sevdiğine eminiz. Beklerken de Sözünün, yaşamımıza ve çevremize kutsallık, sevgi ve gerçeklik meyveleri vermesi için emirlerine uygun yaşıyoruz. Bize bunu öğretileri ve hikâyeleriyle O tavsiye etti. Onu, düğünden dönen güveyimiz gibi bekliyoruz, kaçta ve nasıl döneceğini bilmiyoruz. Sadece onun hoşuna gitmek ve onun projelerini gerçekleştirmekten başka arzumuzun olmamasına çalışıyoruz. Gerçekten de döndüğünde ”dirileri ve ölüleri O yargılayacaktır”. Bu, herkesin canlı ve ölü, Hıristiyan veya olmayan, imanlı veya imansız, herkesin Onunla karşılaştırması gerektiği anlamına gelir.  Bir kişiyi “doğru” ilan edebilecek başkası yoktur dünyada. İncil şöyle der: “Allah, Oğlunu dünyayı yargılamak için göndermedi, dünya O'nun aracılığıyla kurtulsun diye gönderdi”: O yargısını Sözüne uyarak yaşayanları ve öğrencilerini kurtarmak için kullanacaktır. Diğerlerini de mahkûm etmeyecek, ama kurtulmayı kabul etmeyenler kategorisine gireceklerdir. Biz Onu bekleyerek yaşayalım: bu bekleyiş bizleri dünyevi şeylerden hür kılar, boşuna zaman harcatan yüzeysel şeylerden uzak tutar, önemli olanı aramak için bize hikmet verir, sadece sevgiye önem vermemizi ve bakışlarımızı hep İsa’ya doğru çevrili tutmamızı sağlar.

 

31.

“Hükümdarlığı son bulmayacaktır”. Melek Cebrail, Nasıra’da, Meryem’e kabul etmesi gereken Oğul’u tarif ederken konuşmasını işte bu sözlerle tamamladı: “O büyük olacak, kendisine `Yüce Allah’ın Oğlu' denecek. Rab Allah O'na, atası Davut'un tahtını verecek. O da sonsuza dek Yakup'un soyu üzerinde egemenlik sürecek ve egemenliğinin sonu gelmeyecektir.ğ İsa daha sonra vaaz etmeye başladığında Allah’ın hükümdarlığının yaklaşmasını en büyük sevinç olarak müjdeliyordu. Bu sevinç insanların yaşam ve düşünme tarzlarını değiştirerek tövbe etmelerine yardımcı olacaktı. Kendisinin kral olacağı Allah’ın hükümdarlığı, bu dünyevi hükümdarlıklara mukayese kaldıramayacak türdeydi. İşte Rab, Roma İmparatoru Sezar’a karşı isyanla suçlandığında, Pilatus’un karşısında bu şekilde konuştu. Ayrıca Pavlus, Onun hükümdarlığında “besin veya içki konusu” olmayacağı, ne de var olmak için baskı yapan bir güç olmayacağını söyledi. Tersine “Kutsal Ruh’ta barış ve sevinçtir”. Allah’ın hükümdarlığı tüm insanların rüyasıdır, çünkü insani hükümdarlıkların getirdiği şiddet ve haksızlıklardan yorgundurlar. Allah’ın hükümdarlığında birinci olan herkesin hizmetkârıdır, önemli olan kendisini küçük yapar, küçük olana ise dikkat edilir ve korunur, acı çeken ziyaret edilir, zengin olan ise zenginliklerini sevgi ve merhamet eylemlerine dönüştürmek için yolu bulur, kimin yetenekleri varsa başkalarına yararlı olmaya çalışır, herkes kardeşlik içersinde olmaya çaba gösterir. “Hükümdarlığı son bulmayacaktır”, çünkü artık kral ölemez, O dirildi. Allah’ın hükümdarlığının sınırları da yoktur, güçle elde edilemez, İsa’ya kendini sunanlar oldukça da yok edilemez. Allah’ın hükümdarlığına karşı çıkmak isteyenler, üyelerini öldürebilirler, kralı İsa’yı da öldürmeye çalıştıkları gibi, ama onu yok etmeyi başaramayacaklar, çünkü ta zulüm zamanlarında şahitlik ve şehitlik Ruhu daha da çok dağılmakta ve güç kazanmaktadır!

 

32.

“Hükümdarlığı son bulmayacaktır”. İsa’nın hükümdarlığı! İsa bu hükümdarlığı hakkında çok konuşmak istedi, özellikle de hikayelerle konuştu. Birçoğu şöyle başlıyor: “Göklerin Hükümdarlığı … şuna benziyor”. O halde hikayelere bakarak İsa’nın hükümdarlığını, nasıl gördüğünü ve kral rolü hakkındaki düşüncelerini anlıyoruz. Hükümdarlık Sözün ekilmesiyle başlıyor; Söz de sonra büyüyor ve durumlara göre eşit olmayan bir şekilde meyve veriyor! Hükümdarlık, engeller ve kötülükler yaratan tohumlar eken Düşmanıyla da boy ölçüşmelidir, bu kötü şeyler acı getirirler ve Allah’ın elçilerine artı iş getirirler, ama çok kişinin kurtuluşunu engellemezler. Hükümdarlık neredeyse gözükmeden başlar, aynı küçücük hardal tanesi gibi, ama hiçbir şey onun büyümesini ve çok kişi için kurtuluş olmasını engelleyemez! Hükümdarlık mayanın unda saklı olduğu gibidir, aynen maya gibi gereklidir, onun sayesinde un kolay hazmedilecek ve yenilebilecek ekmeğe dönüşür. İsa’ya, bir krala gibi, itaat edenler dünyadaki yaşamı güzel ve neşeli kılarlar, çünkü Allah’a güveni yayarlar ve insani ilişkileri hoş ve güvenli kılarlar. Hükümdarlığa giren, biraz da kurnaz olmalıdır; aynen değersiz bir tarlada saklı hazineyi bulan kişi gibi: hiç kimseye bir şey söylemeden, hazinenin bulunduğu tarlayı satın alabilmek için  her gerekeni yapıp, her şeyini satar. Hükümdarlığa giren aynı zamanda bunu her şeyden çok istemelidir: aynen çok değerli inciyi bulan tüccar gibi, onu almak için elindeki bütün diğer incileri satar. Hükümdarlık her şeyi toplayan bir ağ gibidir, ama sonra biri Allah’a ait olanla olmayanı, İsa’ya ait olanla olmayanı ayırmalıdır. Bu işi ancak görevlendirilmiş olan kişi, gerçekçilikle ve yalancı merhamet göstermeden, yapacak.  İsa’nın hükümdarlığında afla yaşamak gerekmektedir, affı vermek ve dilemek gerekir, çünkü oraya inatçılık ve öç asla giremez. Aynı zamanda zenginler giremez, ancak zenginliklerini sevgiye yönlendirdikten sonra girebilirler. Hükümdarlığa ancak çocuk yüreğine sahip olanlar girebilir! Biz mutluyuz, çünkü hükümdarlığı son bulmayacaktır

 

 

33.

 

“Kutsal Ruh’a inanıyorum”. Şimdiye kadar Baba ve Allah’ın Oğlu İsa’ya imanımızı bildirdik. Şimdi Baba’nın ve Oğul’un Ruhuna hitap ederek yaşamımızı ona emanet ediyoruz. Ruh kimdir? “Ruh” terimi “esinti” anlamındadır, yani insanın yaşamını garantileyen, insanın içinden çıkarak dışarıda bir hareket meydana getiren ve bir ısı ileten ‘bir şey’dir. “Ruhu” büyük harfle yazarsak, o halde Allah’ın saklı ve ulaşılamaz yaşamından çıkıp yaşamımı hareket ettirmek, etkilemek, değiştirmek, Baba’nın ve Oğul’un sevgi hareketlerine uymak için gerekli “esinti”yi kast ediyoruz. Birileri güneşten gelen ısı ve ışıkla mukayese yapmaya cüret etti: Allah bize, tüm insanlara ve tüm yaratılışa Ruhunun ısısı ve ışığıyla ulaşır. Allah’ın Ruhu kutsaldır. Tabii ki hepimiz bunu biliyoruz ama ne anlama geldiğini biliyor muyuz? Bu terim Kutsal Yazılarda İsrail Allah’ına en uygun niteliğin gösterilmesi için kullanılır. Allah, daima sadakatsiz, itaatsiz, eğitilemez olan halkını daima severek kutsallığını gösterir. O halde kutsal olmak dışarıdan etkilenmemektir: sanki Allah halkına şunu söylemekte: “Sen bana isyan mı ediyorsun? Ben seni yine de seviyorum çünkü ben iyiyim! Sen beni sevmek istemiyor musun? Ben seni sevmeye devam ediyorum. Sen beni suçluyor, kötülüyor ve hakaret mi ediyorsun? Ben seni kutsuyorum ve mevcudiyetimden ve kurtuluşumdan faydalanman için her yolu arıyorum”. Allah’ın Ruhu kutsaldır. Onun etkisine açık olduğumuzda, bize de kutsallık veren bir Ruhtur. Onu içimize kabul ettiğimizde ve duygularımızı, zekamızı ve irademizi Onun etkisine göre yönlendirdiğimizde bize de kutsallığını iletir. Kutsal Ruh’a inanmak Onun bizi içten itmesini istemektir, o zaman biz de bizi sevmeyenleri seveceğiz. Bizi kötüleyenleri kutsayacağız, bizi zulüm edenler için dua edeceğiz, bize kin duyanların kurtulması için elimizden geleni yapacağız, Allah’tan aldığımız sevgi sebebiyle sevinçli olacağız, insanlardan nankörlük görsek bile! “Kutsal Ruh’a inanıyorum”: bu, büyük bir lütuftur ve büyük bir sorumluluktur, sevgi ve tükenmeyen bir sevinç kaynağıdır!

 

34. 

“Kutsal Ruh’a inanıyorum” dedikten sonra, Allah’ın Ruhu hakkında yanlış fikirlere saplanmamızı önleyecek bazı cümleler gelir. Bazı yanlışlıklar Kutsal Ruh’un kişiliğini inkar eder ve onun sadece Allah’ın bir enerjisi, bir niteliği olduğunu söyler,  dolayısıyla da Allah olduğunu inkar eder. Bu fikirler eski devirlerde de çok yaygındı. Bu konu hakkında tartışmak için Konstantinopolis’te 381 yılında ilk Konsil toplandı. Şimdi Yeni Ahit’tin verdiği bilgileri takip edelim. İncil ve aynı zamanda Havarilerin yazılarında Kutsal Ruh, hürce hareket eden, imanımızı ve sevgimizi desteklemek için yaşamımızda çalışan bir kişi olarak anlatılmaktadır. Allah’ı “Baba” olarak çağırmamızı O sağlamaktadır, İsa’yı da “Rab” çağırabilmek için bizleri itaatli kılan yine O’dur. ‘Rab’ unvanı İbrani Kutsal Kitabın, yunan tercümesinde Allah’a verdiği isimdir (Kyrios): bu sebepten biz onu Ruh için de kullanmaktayız. Gerçekten de şunu söyleyerek İman bildirisine devam ederiz: “hayatın kaynağı ve Rab olan Kutsal Ruh’a inanıyorum”. İsa’nın kendisi şunu dedi: “Yaşam veren Ruh’tur” (Yuh. 6, 63): mademki yaşam vermeye kabiliyetli, o halde hareket edip çalışabilen ve etkileyebilendir, kişidir, Allah’tır! Meleğin Meryem’e müjdeyi vermesinin anlatıldığı İncil sayfası, Baba’nın istediği Oğul’un Beden almasını Kutsal Ruh’un gerçekleştirdiği söylenmekte! Ayrıca Yuhanna İncil’i bize Ruh’un eserini belirten İsa’nın birçok cümlesini aktarmaktadır: O Teselli edicidir, O İsa’ya tanıklık eder, havarilerin İsa’nın şahitliğini yapmalarını mümkün kılar; onlara Isa’nın sözlerini hatırlatır, gerçeğin tamlığına doğru kılavuz eder, günah olanı ayırt edebilmeleri ve Allah’ın hoşuna gitmeyenleri anlamaları için onlara yol gösterir, sonuçta da İsa’yı onlarda yüceltecektir

 

35.

“Peder ve Oğul'dan çıkıyor”. Kutsal Ruh’tan konuşuyoruz: O, ilahi bir “Kişi”dir, fakat Allah’ın yanındaki bir Allah değildir! Allah tektir, ama yalnızlık içersinde yaşayan bir varlık değildir. Allah sevgidir, sevgi ile yaşar, sevgi ilişkidir, kendi sunmaktır. Bu sebepten Oğul’un tüm asırlardan önce Baba’dan doğmuş olduğunu ve Baba ile aynı özde olduğunu, aynı ilahiyatı paylaştığını söylüyoruz. Baba ve Oğul arasında bir sevgi alışverişi oluyor ve biz ona “Kutsal Ruh” diyoruz. O halde Ruh’un Baba’dan çıktığını söylüyoruz. Kutsal Ruh yaratılmadı, sevgiyle Oğul’a bakan Baba’dan çıkmakta, dağılmakta. Eğer kendi tecrübelerimize dayanarak bir imaj aramak istiyorsak, şöyle diyebiliriz: bizden çıkan bir esinti gibidir, güneşin ışığı, sesin çıkarttığı ses, alevin ısısı gibi. Ama bir şey değil, ilahi niteliklere sahip bir Kişidir: sevmeye, hareket etmeye, mükemmel şekilde cevap vermeye kabiliyetlidir. Her şeyin kaynağı olan Baba’dan gelmektedir. İsa, Kutsal Ruh’u göndereceğine söz verdiğinde Onu Baba’dan göndereceğini veya Baba’nın “benim adımla” Onu göndereceğini söylüyor. O açıkça Ruh’un “Baba’dan çıktığını” da söylemekte (Yu. 15,26). Doğudaki Hıristiyanlar, Ortodokslar, İman Bildiriminde sadece “Baba’dan çıkıyor” diye söylemektedirler. Biz Batıda, Şarlman zamanından beri yani 800lerden itibaren “Baba’dan ve Oğul’dan” çıktığını söyleriz. Bu ekleme, İncil tarafından desteklenir. “Baba’dan size göndereceğim Yardımcı, yani Baba’dan çıkan Gerçeğin Ruhu geldiği zaman, O bana tanıklık edecek”. Ayrıca Dirilmiş İsa havarilerine üfleyerek şöyle de dedi: “Kutsal Ruh’u alınız!”. Onları Allah’ın şahitleri yapan nefes ağzından çıkıyor. Maalesef Doğu Kilisesi yapılan bu ek için yüzyıllar boyunca sorun yaptı. Bu ekin gerçek olduğunu inkar edemezlerse de, Katolik Kilisesiyle birliği kurmamak için sebep olarak kullandılar. Maalesef Doğu Kilisesi, bu ekin gerçek olduğunu inkar edemezse de, Katolik Kilisesiyle birliği kurmamak için bunu sebep olarak kullandılar.

 

36.

“Peder ve Oğul'dan çıkıyor”. Bu bildiriyi yaşamımıza güç ve ışık veren, Büyük İman Duasının tüm gerçekleri gibi, büyük bir gerçek olarak söyleriz. Bu sözleri söylemek bizim için ne anlama gelir? Eğer Kutsal Ruh “Peder ve Oğul’dan çıkıyorsa”, içimize gelerek Baba’nın ve Oğul’un sevgisinin özellikleriyle bizi doldurur. Baba’nın sevgisi her şeyi önceden düşünür, girişimcidir, henüz olmayan yerde yaşamı verir. Bu sevgi aynı zamanda bizleri affetmeye kabiliyetli, bize selam bile vermeyenleri sevmeye hazır kılar, hatta bizim kötülüğümüze isteyenleri bile affetmeye hazır kılar. Ebeveynler çocuklarından teşekkür almadan çok önceden onları severler, aynen böyle, Kutsal Ruh’u alan, Baba’nın Ruhunu aldığı için herkesi, onu sevmeyenleri de, karşılık, mükafat beklemeden sever.  İsa bize şunu da söyledi, bize bir tokat atana diğer yanağımızı da uzatmalıyız, kin işaret ve hareketleri gösterenlere gülümsemeye devam etmeliyiz. Bu mümkün mü? Evet, Kutsal Ruh’u alan için bu mümkündür. Ruh, Baba’dan gelir. Bir baba oğlunu yaramazlık yapsa da, asilik yapsa da sever. Baba’nın Ruh’u da daima sever, bu sebepten bize de Oğul’un sevgisinin niteliklerini verir. Baba’nın Ruhu daima sever, “iyiler ve kötüleri” ayırmadan. Baba’nın bu Ruhunu Oğul İsa içimize üfler.  Bu sebepten Oğul’un sevgisinin özelliklerini de verir. Bunlar nelerdir? Oğul dinleyerek ve itaat ederek sever. Oğul, başkalarının girişimlerini kabul eder ve ona söyleneni gerçekleştirmek için kendini sunar. Kendini sunarak sever! Oğul her şeye hazır olmak istiyor! Kutsal Ruh bizleri herkese hizmet etmeye hazır kılar, İsa’nın yaşamı ile örnek verdiği ve sözleriyle öğrettiği gibi herkesin arasında sonuncu olmayı arzulamamıza yardım eder. Ruh, Baba’dan ve Oğul’dan geldiği için herkes için, hem tesadüfi rastladıklarımız, hem de devamlı yaşadığımız kişiler için, tedbirli babalar, özen gösteren kardeşler ve itaatli oğullar olmamızı sağlar. Bu yüzden Kutsal Ruh’un Peder’den ve Oğul’dan çıktığını söylememiz çok önemlidir. Böylece birbirimiz için baba ve oğul olma görevine ve kabiliyetine sahip olduğumuzu hatırlarız. Birbirimize karşılıklı sevgi verebileceğimizi biliriz. Bu sevgi herkese açık, hem girişimcidir, hem de başkalarının girişimlerini onaylamayı bilir, hem sever, hem de sevilmeyi kabul eder.

 

37.

“Peder ve Oğul ile birlikte tapılan ve yüceltilen”. Baba’ya ve Oğul’a taptığımızda tapılan ve şan alan Kutsal Ruh’tur. Kutsal Ruh, Baba ve Oğul ile birlikte Allah’tır. Ne birinden ne de ötekinden ayrı tutulamaz: Kutsal Ruh, onlarla birlikte çalışır, onlarla itaatimizi ve sevgimizi alır. Biz Baba’ya ve İsa’ya taparız. Günümüzde “tapma” sözcüğü bir kişiye veya bir hobiye veya çok zevk veren bir alışkanlığa karşı duyulan şiddetli bir isteği belirtmek için kullanılır. Biz Hıristiyanlar ise sadece Allah’a olan itaatimizi, sevgimizi ve sadakatimizi belirtmek için kullanırız. Tüm Kilise Kutsal Ruh’a tapar ve yüreğimizi gelip doldurması, düşüncelerimizi iyiye yöneltmesi, bizi merhametli, dengeli ve Allah’ın Oğlu’nun Sözlerine dikkatli kılması, Onun aracılığıyla Baba’nın arzularını gerçekleştirmemizi mümkün kılması için yalvarır. Biz Allah’a tapmak için sadece övgü ve şükran sözleri kullanmayız, aynı zamanda diz çökme, tapınma gibi hareketler de yaparız. Ancak bu davranışlarla birlikte yeni bir hayat yaşamaya özen göstermeliyiz, Rabbin öğretilerine uygun yaşamalıyız, yoksa O’nun sertçe azarladığı Ferisilerden kötü oluruz. Allah’ı “ruhta ve gerçekte” tapalım: ruh nefes alışımızdır, gerçek ise gizli Allah’ın kendini belirtmesidir. Allah’ı “ruhta ve gerçekte” tapmak, nefesimizle, yani günlük yaşamımızla Allah’ın sevgisini göstermek demektir. Baba’ya ve Oğul’a taptığımızda bunu içimizdeki Kutsal Ruh aracılığıyla yaparız, bu sebepten bizi sevgiye dönüştürmesine izin vermekle Ona da şan vermiş oluruz. Birçok kere şu duayı söyleriz: “Peder’e, Oğul’a ve Kutsal Ruh’a şan ve şeref olsun”! Bu dua, Kutsal Üçlüğün üç Kişisini yüreğimizde birleştirmekle kalmıyor, her bir Kişinin sadık sevgisinin işareti olmamız ve Kutsal Üçlüğün Birliğini belirtmemiz için düşüncelerimizi ve eylemlerimizi yöneltmesini sağlıyor.

 

 

38

“Peygamberler aracılığıyla konuşmuş olan”. Kutsal Ruh Peygamberler aracılığıyla konuştu: Onun kendisine ait bir sesi yok, bu sebepten tavsiyelerini vermek için içselliğe dikkat eden kişilerden faydalanır. Bu kişilere peygamber diyoruz: kendilerini Allah’a adamışlardır ve Allah tarafından herkese veya bazı kişilere Onun hatırlatmak veya söylemek istediği şeyleri bildirmeleri için seçilmişlerdir. Allah kimi istiyorsa seçer, ama Onun, itaatkâr kişileri,  bildiklerine ilk olarak kendileri itaat etmek isteyenleri tercih ettiğini görürüz. Musa peygamberdi, dağda Allah’ın Sözünü dinledi ve aynen halka iletti. İlyas da peygamberdi. Sessizlikte, gerçek Allah’ın, gerçek imanı fısıldayışını duydu ve bunu güçle bildirdi. İsrail’de daha birçok peygamber oldu, halkı azarladılar, iyiye yönlendirdiler, imana çağırdılar. Aynı zamanda da Allah’ın mesajlarını sözden başka şekillerle de iletmek için değişik hareketler yaptılar ve anlamlı seçimler gerçekleştirdiler. Tüm bunlar, halkı Mesih’i karşılamaya hazırlamak için yapıldı. Yunus da peygamber olarak çağrılır: Yunus, Ninova şehrini tövbe etmeye çağırmayı ret etmişti. Bu kişi aklımıza şunu getiriyor: Allah’ın Sözü kişinin iyiliğinden, becerikliliğinden veya azizliğinden etkilenmiyor. Allah’ın sözleri merhametli olmayan bir kişinin ağzından da gelebilirler. Kutsal Ruh, onun aracılığıyla da konuşabilir. Peygamberlerin sonuncusu Vaftizci Yahya’dır. O, İsa’yı Allah’ın kuzusu ve damat olarak gösterdi, yani Baba’nın sevgisinin kendi halkına ve bütün halklara gösterilmesi olarak! Vaftizci Yahya’dan sonra peygamberliğin anlamı değişti. Artık İsa geldi, mevcuttur ve gelişinin müjdelenmesi gerekmiyor. Şimdi, Onun sözlerini tekrar eden peygamberdir, Kilisenin yaşamında dirilmiş olarak mevcudiyetini gösteren ve hatırlatan, peygamberdir. Tüm Kilise peygamber bir halktır; Kutsal Ruh’un rehberliğinde yaşar, Baba’nın sevgisini ve Mesih İsa’nın kurbanını müjdelemeye devam eder. Kilise’ye olan imanımızı belirtirken bu yönünü inceleyeceğiz. Şimdilik, Kutsal Ruh’un Eski Ahitte peygamberler aracılığıyla söylediklerine önem vererek, “peygamberler aracılığıyla konuştu”, diyoruz.

 

39.

“Peygamberler aracılığıyla konuşmuş olan”. Kutsal Ruh insanların ağzına Allah’ın Sözünü koydu. Bunu nasıl yaptı? Allah’ın doğrudan konuştuğunu söylemekle Kutsal Ruh’un peygamberler aracılığıyla konuştuğunu söylemek arasında ne fark vardır? Bunu anlamak, İslamların Allah’ın konuştuğunu söylerken anlatmak istedikleriyle biz Hıristiyanların söylediği arasındaki farkı anlamaktır. İslamlar, Kuran’ın, yani onların kutsal kitabının gökten gelen Allah’ın Sözü olduğunu söylerler. Bu yüzden kitabı okurken de harfi harfine kabul etmek gerekir, çünkü Allah böyle dediyse, böyledir. Biz ise Allah’ın Kutsal Ruh tarafından ilham alan peygamberler aracılığıyla konuştuğunu söyleriz. Ruh’tan gelen ve insanlar tarafından söylenen Söz, Allah’ın mesajını iletmek için bizim dilin terimlerini, kültürümüzü, sorunlarımızı, problemlerimizi, acılarımızı, sevinçlerimizi kullanır. Peygamberlerin kullandıkları imajlar, sözler ve deyimler artık bizlerin kültür bagajına dahil olmasalar da, onların konuşmasını canlandıran Ruh’a dikkat edeceğiz. Bu sebepten Kutsal Yazıların her sayfasını okurken, Allah’ın, sevgisini insani dile çevirmek için kullandığı yazarların sahip oldukları sevgi Ruhuna, yani Allah’a ve insana olan sevgi Ruhuna bağlı kalacağız. Bir örnek verelim: ne zaman ki “Rab benim çobanımdır” diye okuyoruz, ben bir hayvan, bir kuzu olduğunu düşünmüyorum,  ama Allah’ın bana en küçük detaylara kadar özen gösterdiğini, beni önemsediğini, beni hiç terk etmeyeceğini düşünürüm. Böylece, şimdiki düşünce tarzında olmayan, modası geçmiş imajları ve alışkanlıkları aşarak, Allah tarafından gelen mesajı alabiliriz. O halde görevimiz Allah’a aykırı her çeşit düşünceyi bırakarak, kıskançlık, egoizm, ahlaksızlık, yalan, gurur, büyüklük ruhlarını bırakarak, Kutsal Ruh’ta, Baba’nın ve Ogul’un sevgisinin Ruhunda kalmaktır: bu sayede yeni sevgi girişimleri düşünen Baba’nın ve onları gerçekleştirmek isteyen Oğul’un sevgilerinin bize söylemek veya bizden dilemek istediklerini anlayacağız.

 

 

40.

“Kilise'ye inanıyorum”. Biz güvenimizi ve yaşamımızı sadece Allah’a emanet ediyoruz. Baba’ya, Ona daima itaatkar olan İsa’ya ve Baba ile Oğul’un sevgi ruhu olan Kutsal Ruh’a emanet ediyoruz. Kendimizi üç ilahi Şahsa emanet ederek tek bir sevgiye, bizi arındıran tek Allah’a, bizi kurtaran, değerlendiren ve yaşam tamlığına kabul eden Allah’a emanet oluyoruz. “Kilise’ye inanıyorum” diye söylemek, Allah’ın, insanlığı değiştirmek için, Oğlu İsa’yı kabul edenleri bir araya getirmek ve onları, cemaat olarak, kullanmak istediğine inanmak demektir.  Bu toplanan insanlar Kiliseyi meydana getirir.  Kilisenin Allah’ın bir eylemi inanıyorum; Baba’nın arzusu olduğuna, Oğul tarafından birleştirildiğine ve Kutsal Ruh tarafından canlandırıldığına, inanıyorum. Eski Ahit’in peygamberleri Allah’ın, bütün ulusların insanlarını, kaybolan kuzuları toplayan tek bir çoban gibi toplamak istediğini bildirdiler. İsa gelmeden önce Allah bu projesini gerçekleştiremedi, çünkü bu olayı gerçekleştirmeleri gereken, İsrail halkının başkanları bunu anlamadılar. Birlik daima herkes için, uluslar için de, zordur, bazı şeylerden vazgeçebilme ve çaba gerektirmektedir. Bu sebepten İsa’dan önce bu gerçekleşemedi. İsa’nın acılarını ve ölümünü, sevgi için sunmasıyla ve Ruhunun armağanı ile insanların birlik içersinde olma imkanları doğuyor. Sevgi ve merhamet Allah’ının yeni halkı olarak Kilise İsa’dan doğuyor.  İsa ilk öğrencilerini çağırmaya başlıyor, onların arasından havarilerini seçiyor, onları öğretileriyle eğitiyor, onlara Ruhunu veriyor ve etraflarına Ona iman edenleri topluyor. İşte Kilise böyle doğdu. Kilise, tüm uluslara sevgisini ve armağanlarını getirmeye devam etmek için Allah’ın bir aracıdır. İsa Kilise hakkında da çok önemli öğretiler bıraktı. Önce beş bin kişi için ve sonra dört bin kişi için ekmekleri çoğalttığında ekmekleri dağıtmalar için öğrencilerine verdi. İsa’nın ekmeğini isteyenler bunu doğrudan Ondan almaz, öğrencilerin ellerinden almalılar. Böylece Allah’ın arzusunu da anlıyoruz: Kim Onun armağanlarını almak istiyorsa Onun Kilisesine yönelmelidir.

 

41.

“Kiliseye inanıyorum”. Bunu söylediğimizde çok insanın ve kendini Hıristiyan olarak gösteren çok kişinin de düşüncesine ters düşeriz. Birçok kişi inatla şunu söyler: “Mesih’e evet ama Kiliseye hayır”. Biz ise “Kiliseye inanıyorum” diyoruz.  Kilisenin Allah’ın bir eylemi olduğuna inanıyorum, dolayısıyla da Allah’a karşı çıkmamak için ona karşı çıkmıyorum. Ben vaftiz olalı Kilisenin bir üyesiyim, bu sebepten onu ana gibi görüyorum, imanda büyüdüğüm yerdir, beslendiğim, affedildiğim, birçok kişinin yorgunluğunun meyvesini tattığım yerdir. Orada İncil’e sadık, aziz ve azizelerin örneğini gördüm, orada Allah’ın diğer evlatlarının imanını ve sevgisini desteklemek için bazı görevler üstleniyorum. “Kiliseye inanıyorum”. Onun hakkında kötü konuşulduğunda, söylenilenlerin küfür olduğunu biliyorum, Allah’ın sevgisini ve merhametini inciten sözler olduklarını biliyorum. O, Kiliseyi İsa’nın ölümü ve dirilişi üzerine inşa etti, kilise Oğlunun kanına mal oldu, Ruh’unun ışığı ve barışı ile ona değer verdi. O, Kiliseyi tüm acı çeken insanlara ulaşmak isteyen sevgisinin çalıştığı yer olarak kurdu: bazıları günah işledikleri için yüreklerinde acı çekerler, bazıları hastalıklardan, bazıları yaşamlarının anlamsızlığı yüzünden veya birlik olmayışından acı çekerler. Kilise herkese Allah’ın sevgisini vermekle sorumludur. Allah’ın kurtuluşa ihtiyaç duyanları topladığı ruhsal binadır. Onlar her yerden gelirler, tüm uluslardan, her kesimden gelirler, hatta her çeşit günahı tecrübe etmiş olanlar da var. Onlar tövbe yolundadır, tövbenin basamaklarını çıkmaktadırlar. Onlardan bazıları iyi yürümekte, bazıları yeni yola çıkmış, günahlarının yükünü hissetmektedir, bazıları halen denenmeler yaşar ve onları daima yenemez. Kilise, ruhani yönden sağlıklı ve sağlıksız kişilerin beraber yaşadığı ve işbirliği yaptığı bir ulustur. Kilisede başkalarının günahına bakıp, kendi bir iyiliğimden gurur duyuyorsam Allah’ın yüreğine acı çektiririm. Ama kendi günahıma bakarsam o zaman başkalarının ki için merhametliyim ve herkesin tek Rabbi İsa’ya ulaşabilmek için herkese yardım etmeye çalışırım. “Kiliseye inanıyorum” diye söylemek “Mesih’e ve O’nunla birlikte olan Kiliseye de inanıyorum” söylemektedir!   

 

42. Tek Kilise'ye inanıyorum. Allak biricik Oğlunu yolladı ve O da tek Ruhu verdi. Kilise çift olamaz ve de bölünemez. İsa bize bunu birçok şekilde, özellikle kendini iyi çoban, gerçek asma, yol ve gerçek ve yaşam olarak tanıtarak, açıklamaya çalıştı. Maalesef gurur günahı, halen Allah’ın evlatlarında mevcuttur ve onları ilk yerleri, saygı ve güç yerlerini aramaya getirmektedir. İsa’nın bize emrettiği gibi, sadece hizmet yerlerini arasalar, Kilisede bölünmeler olmazdı. İsa, tüm öğrencilerinin birliği için ısrarla dua etti. Bu duası her gün Baba tarafından gerçekleştirildiğini söylemeliyiz, çünkü Kilisede birlik işaretleri çoktur ve imanlılar arasında birliği muhafaza etmek için acı çekmeye hazır birçok öğrenci vardır. Bu da Allah’a her gün şükretmemiz için sebeptir. Ama birlik için dua etmek daima ve daha da gereklidir, etrafa zararlı ot diken şeytanın bulunduğu bu dünyada yaşadıkça daima ihtiyaç olacaktır. Askerlerin yırtmadığı Rabbin tek parça kaftanı ve içersinde birçok balık taşımasına rağmen yırtılmayan ağ, Allah’ın planını gösteren işaretlerdir: Kilise bölünmemelidir. Ama dünyada günah oldukça tek Kilise içersinde de bölünmeler, yırtılmalar olacaktır. Bu bölünmeler sadece kendi zekasını izleyenler, her şeyi kendi vizyonuna göre görenler ve bunu başkalarına zoraki inandıranlar veya başka kültür ve anlayışta olan kardeşleri kabul etmeyenler, dünyanın ürünlerini kendilerine isteyenler veya çekmiş haksızlığı affetmek istemeyenler yüzündendir. Biz bölünmelerin acısını hissediyoruz, çünkü Allah’ın arzusunu biliyoruz ve iman ve sevgi birliğinin güzelliğini de biliyoruz. Biz İsa’nın duasına katılıyoruz ve Baba’dan oğullarının birliğini ve Kilisenin birliğini için yalvarıyoruz. Aynı zamanda, İsa’nın hacı taşımasına yardım ediyoruz çünkü ancak Onun hacını taşırsak aramızda birlik olacaktır! “Tek Kiliseye inanıyorum”, bu, Allah’ın isteğinde bir gerçektir, yüreğimizde bir arzudur, bunun için fedakârlık yapmaya ve kendimizi sunmaya hazırız!

43.

Tek Kilise'ye inanıyorum. İman bildirimimizde bu söz önemlidir, çünkü Kilise, birliği ile Allah’ın birliğinin şahididir ve olmalıdır. Baba Allah, Oğul ve Kutsal Ruh tek bir Allah’tır, aynen değişik cemaatler Rabbin tek ağılıdır, tek ailesidir, tek Ruh’tan can alan, birçok uzvun tek bedenidir. Birlik Allah’ın eylemi ve armağanıdır, devamlı bir mucizedir, ilahi Şahısların sevgisini gösteren lütuftur. İsa Allah’ın diğer bir eyleminin evli eşler arasındaki birlik olduğunu söylediğinde, aynen Kilise için de geçerlidir: “İnsan, Allah’ın birleştirdiğini ayırmasın!”. Fikirlerimiz, alışkanlıklarımız, hayal ve projelerimiz, ne de herhangi bir şey Allah’ın birleştirmek istediğini bölmemeli. Bizler tek Allah’ın evlatları, tek Rabbin öğrencileriyiz ve tek Ruh tarafından canlandırılırız; bu gerçeğin şahitliğini yapmalıyız. Bunu, haksızlıklar çeksek de, acı çeksek de, aziz Pavlus’un dediği gibi, birlik içersinde kalarak gerçekleştirebiliriz. Aziz Pavlus Hıristiyanların aralarındaki kavgaları çözmek için avukatlara ve imanlı olmayan hakimlere baş vurmanın ayıp olduğunu söylemekte. “Haksızlığa uğrasanız daha iyi olmaz mı? Dolandırılsanız daha iyi olmaz mı?” (1Kor 6,7). Hıristiyanlar her gün “Hükümdarlığın gelsin“ diye dua ediyorlar, çünkü Allah’ın hükmetmesini istiyorlar, sonra ise kendileri hükmetmek istiyorlar! Baba’ya şöyle diyoruz: “Senin isteğin olsun” sonra da birleştirdiğini bölüyoruz! Kilisenin birliği vazgeçemeyeceğimiz bir hazine ve bir armağandır: tüm zenginliklerden ve tüm projelerden vazgeçebiliriz ama bundan asla. Bölünmeyi haklı gösterebilecek tek sebep olabilir, o da bir kardeş veya bir grup imanı inkar etmeleri veya episkoposa karşı gelmeleridir: işte, onlardan acımadan ayrılabiliriz. Tek Kiliseye inanıyorum. Bu sözleri söyleyerek çok büyük ve ciddi bir sorumluluk alıyoruz. Bunu yürekten ve imanla yapıyoruz, çünkü birlik armağanının Allah’a verebileceğimiz en güzel şahitlik olduğunu biliyoruz. Aynı zamanda insanların iman etmesi için kullandığı mucizedir: “Hepsi bir olsunlar. Baba, senin bende olduğun ve benim sende olduğum gibi, onlar da bizde olsunlar. Dünya da beni senin gönderdiğine iman etsin”.(Yu 17, 21).

44.

Kutsal olan tek Kiliseye inanıyorum. Kiliseye yakıştırılan başka bir özellik de, aynen Allah gibi kutsal olmasıdır. Kutsal Ruh hakkında konuştuğumuzda bu sözün anlamını incelemiştik. Kilise, Kutsal Ruh’un bir eseri olduğundan o da bu unvana layıktır ve insanlara Allah’ın kutsallığını göstermeye çağrılır. Kilise kutsaldır, çünkü onda Allah’ın Oğlu, İsa mevcuttur ve çünkü Kutsal Ruh tarafından yönlendirilir. Kilise kutsaldır, çünkü onun aracılığıyla birçok kişi Kutsal Ruh’u alır ve sonra onlar da tesellisini, sevincini, gücünü, iyiliğini yayar. Bu sebepten Allah’a itaatte ve O’nunla birlik içersinde günahkâr insanları bir araya getirirse de, Kilise kutsaldır. Günahkârların kilisede var olması Kilisenin kutsallığını azaltmaz, tersine günahkârları kabul ederek, severek, affederek ve onları sabırla Allah’ın Oğlunun boyutuna doğru geliştirerek, kutsallığını gösterir. Sadece insanlara bakanlar, Kilisenin günahkâr olduğu sonucuna varır. Ama kim Allah’ın çehresine ve eline bakıyorsa gururlanır ve Kilisenin bir evladı haline getirildiği için Allah’a şükreder. Hiçbirimiz Kiliseyi günahla suçlayamayız, çünkü bu tek tek üyelerinin suçudur. Ben günahkâr oldukça da ne Kilisenin diğer üyelerinden üstün sayamam kendimi, ne de onların günahsız olmalarını bekleyebilirim, tek yapabileceğim benim ve diğerlerinin affedilmesi için dua etmektir. Kilise, aynı cennet gibi, Allah’ın affettiği, sevdiği birçok affedilmiş günahkârı içersinde toplar. Kiliseyi içinde antipatik ve günahkar rahipler ve episkoposlar var diye kınayanlar bizi etkilememelidir.  Bu eleştiriyi kabul edelim çünkü kilisede ben de varım ve ben gerçekten bir günahkârım, ama onu sevmeye devam edelim, çünkü onda ve sadece onda affedilebiliriz! Kilisenin en önemli eylemi Kutsal Gizemlerdir. Onlar sayesinde insanlar Allah’ın kutsallığı ve gücü ile ilişkiye girebilirler. İsa beş bin kişiyi beş ekmekle ve dört bin kişiyi yedi ekmekle doyurduğunda, kendisi doğrudan kimseye ekmek uzatmadı. O, havarilere ekmek parçalarını verdi ve dağıtmalarını istedi. İsa’nın ekmeği Petrus ve Yuhanna’nın, Yakup ve Bartolomeus’un, Tomas ve Yahuda’nın ellerindeydi. Başka seçenek yoktu, bugün de başka seçenek yok: hiç kimse doğrudan Allah ile anlaşamaz, kimse “Mesih’i, evet kabul ediyorum, Kiliseyi, hayır kabul etmiyorum” diyemez. Mesih Kilisenin başıdır, O’nu başka yerde bulamazsın. Bu sebepten Kilise kutsaldır.

 

45  16/11/2008

Kutsal Kiliseye inanıyorum. Mademki Kilise kutsal, onun eylemleri de kutsallık damgasını taşır. Özellikle de Kilise’nin, Rab İsa’ya itaat için, gerçekleştirdiği bazı eylemler kutsaldırlar ve kutsallaştırırlar. Bunları söylerken Kutsal Gizemleri düşünüyorum. Kilise onlar sayesinde Babanın sadık sevgisini göstermekte ve iletmektedir. Vaftiz Gizemi insanı, Allah’ın yaşamına “daldırır”, sevgisinin mükemmelliğine sokar. Kuvvetlendirme Gizemi bu yeni yaşamın tanığı olsun diye, insanı ‘mesheder’ ve kutsallaştırır. Efkarestiya Gizemi ise imanlıyı, İsa’nın kendisini ölüme kadar Baba’ya sunarak gösterdiği sadık sevgiyle besler, Barışma Gizemi imanlıya işlediği günahtan sonra Allah ile ve cemaatteki kardeşlerle tekrar birliği verir. Hastaların Kutsal Yağ ile sürülmesi Gizemi, bedenin hastalıklarının verdiği acıları kutsallaştırır ve Rab İsa’nın haç üstünde dünyanın kurtuluşu için sunduğu acılarla birleştirir. Ruhbanlık Gizemi, insana ilahi bir otorite verir ve bu sayede Kilise, Allah’ın evlatları için yaptıklarını gerçekleştirebilir. Evlilik Gizemi ise eşlerin sevgisini kutsallaştırır ve ilahi sevginin yararlı bir işareti haline getirir. Bu şekilde aile kutsal olur ve aynı zamanda kutsallaştırıcı. Kilisenin kutsallığı ailenin kutsallığında yansır, aile Allah’ın eyleminin öncelikli yeri olur: burada evlatlar Allah’ın babalığını tanımaya başlarlar, itaatkar Oğul ile birlik içinde yaşamayı öğrenirler; evli çift sadık sevgileriyle herkese, sadık kalmak için haçını taşımaya hazır olan İsa’nın sadık sevgisini gösterirler. Kilisenin kutsallığı tüm evlatlarına değişik boyutlarda ve derecelerde iletilmektedir, bu değişik ‘tonlar’ Kiliseyi rengârenk bir çiçek buketine dönüştürür. Ancak Kilise, kutsallığını en çok gösterdiği an zulüm edildiği ve acı çektiği anlardır, dünyanın onun İsa’ya sadık kalmasını ve Hıristiyanların herkese sevgilerini sunmalarını engellemeye çalıştığı anlardır. O anlarda sevinç ve gururla şunu demeliyiz: Kutsal Kiliseye inanıyorum.

 

46.

“Katolik ... Kilise'ye inanıyorum.” Katolik, evrensel anlamını taşır. Kilise katoliktir, çünkü İsa’nın etrafına yeryüzündeki her milliyetten ve her ulustan, her dilden ve her ırktan insanlar toplayabilir. İsa, havarilerini tüm milletlere yolladı: Bunu yetmiş iki şakirdi Tanrı’nın hükümdarlığının geldiğini müjdelemeye yolladığında söyledi ve anlamamızı sağladı. Bu şakirtler yetmiş iki kişiydi, Nuh zamanında Kutsal Kitabın sıraladığı milletlerin sayısı da bu kadardı! Havari Yuhanna da bu gerçeği, dirilmiş İsa’ya itaat etmek için atılan ve 153 büyük balığı yırtılmadan yakalayan ağ imajı ile bildirdi. Bu 153 sayısı da, o zamanlarda bilinen milletlerin sayısıydı. Kilise katoliktir, çünkü başı, Baba tarafından tüm milletler için yollanan İsa’dır. Matta İncil’i de Rabbin Havarilerine verdiği şu emirle sona erer: “Bu nedenle gidin, bütün ulusları öğrencilerim olarak yetiştirin. Onları Peder, Oğul ve Kutsal Ruh'un adıyla vaftiz edin”. İsa gerçekten tüm insanları sever ve herkes Onun sevgisini kabul edebilir ve cevap verebilir. Herkes Ondan, birlik Ruh’u olan Kutsal Ruh’u alabilir ve dolayısıyla kardeşlik ve yaşam yeri olan Kilisede toplanmayı kabul edebilir. Bu sebepten Kilise, “katoliktir”! Birkaç yüzyıldan beri bu söz Roma episkoposu, Batı’nın Patriği olan Papa ile tam bir birlik ve itaat içersinde olan Kiliseyi göstermek için ve onda hiç bir otorite tanımayan Hıristiyanları ve Kiliseleri ayırt etmek için kullanılır. Biz bütün insanların katolik Kiliseye dahil etmek için Tanrı tarafından çağrıldıklarına inanırız, yani İsa’nın tek olmasını arzuladığı ağıla, tek olan Bedenine, Babanın Onun üzerine inşa ettiği ve Onun köşe taşı olduğu tek binaya dahil olmalarını istedi. İman etmeyen veya İsa’ya iman etmesin rağmen, kendini Kilise ile birlik içersinde olmayan kişi Rabbin lütfu sayesinde imana ve birliğe ulaşabilir: bunun için bizler şimdiden her insana kardeş diyoruz. Onlar Mesih İsa’da kardeşlerimizidir: ya tek Kilisede birlik içinde olduklarından, ya da olabileceklerinden: onlara karşı hissettiğimiz sevginin, misyoner sevginin ümidi, budur!

 

47.

 

 “Havarilerin inancına dayanan … Kilise'ye inanıyorum”. Bu sıfat ile Kilisenin başka bir niteliğini belirtiyoruz. Kilise, Havarilerin temeli üzerine (Ef. 2,20) inşa edildi. Menşesisi havarilerin Mesih İsa’ya yaptıkları şahitliktir. Mesih İsa, havarilerini, gelecekteki şakirtlerine rehber ve öğretmen olarak vermek istedi. Havarilerin her biri İncil’de ismen çağrılmakta ve İsa’nın bu sözleri onlara yöneliktir: “Sizi dinleyenler beni dinler” ve “Sizi hor görenler beni hor görür”. Onlar İsa’nın ilahi otoritesine sahip oldular ve kendileri de elleri koyma işaretiyle, yani Ruhbanlık Gizemi ile bunu kendi vekillerine naklettiler. Bu şekilde nesilden nesile Rabbin otoritesi yeryüzünde, Kilisede kaldı ve kalacaktır, öylece Kilise imanlılara hep kurtuluş yolunu açabilecek ve imanlıları kandırmak isteyenlere kapıyı kapatabilecektir. Kilisenin Havarilerin inancına dayandığına inanıyoruz çünkü öğretisi Havarilerinkidir. Çünkü asırlar boyunca Rab Mesih İsa’ya sevgileri ve sözleri sadakatle nakledildi. Bunun garantisi Kilisenin, peygamberlerin sözleri ve bazı havarilerin ve diğer şakirtlerin yazdıkları İncil ve mektuplarla devamlılıkla yaptığı karşılaştırmadır; bu karşılaştırmayı biz de yapmaktayız. Kilise havarilerin inancına dayanır, bu sebepten İsa’nın verdiği şu emri hevesle yaşar: “Baba’nın beni gönderdiği gibi, Ben de sizi gönderiyorum”  (Yu. 20,21) ve “Dünyanın her yanına gidin, Müjde'yi bütün yaratılışa duyurun”. (Mk 16,15). O halde Kilise misyonerdir: yani Baba’nın sevgisini dünyanın her tarafına ve bekleyen tüm milletlere götürmek ister. Gerçekten de insanların tüm dinleri sadece İsa’nın tam olarak giderebileceği arzuları beslerler! Biz kendimizi Kilisede emniyette hissediyoruz, çünkü Kilise havariseldir, yani havarilerin İsa’nın kendisinden aldıkları otoritesine dayanır. Bu sebepten Kilise’ye bağlı, İsa’ya sadık ve Onun bize verdiği, bizi emanet ettiği çobanlarımızın dediklerine itaatkar olmak istiyoruz!

 

48.

“Günahların affedilmesi için tek bir vaftizi kabul ediyorum”. Daha önce Kilisenin ilahi kuruluşuna inandığımızı belirttik. Biz Kiliseye Vaftiz aracılığıyla katıldık; Vaftizi alarak güvenli bir kapıdan geçtik, İsa’nın Baba olarak tanıttığı tek Allah’ın huzuruna çıkmak için tek yoldan geçtik. Vaftiz sadece Allah’ı tanımamıza ve sevmemize sebep olmuyor, aynı zamanda bize O’nun yaşamını veriyor, bizlerle sevgisini paylaşıyor, bizleri evlatları yapıyor. Kilisenin ilahi otoritesine dayanan bu vaftiz, bizim kabul ettiğimiz tek vaftizdir. Museviler değişik sebepler için yapılan ve değişik anlamlar verdikleri her suya dalışa, vaftiz diyorlardı: bu sebepten onlar birçok vaftiz tanıyorlardı. Biz sadece İsa’nın bize ilettiği ve yapmamızı emrettiği vaftizi biliyor ve kabul ediyoruz. Hıristiyan yaşamımız sadece İsa’ya itaat etmektir, hatta O, yaşamımızdır. Vaftiz Gizemi, İsa ile beraber Baba’ya dönmektir, böylece Ona günahın sebep olduğu uzaklık azaltılıyor, hatta yok ediliyor. Vaftiz, İsa’ya itaat ve Kutsal Ruh ile birliktelik olduğu için aynı zamanda günahların affıdır, sonuçlarının yok olmasıdır. Günahlarımız, atalarımızın günahları, yaşadığımız toplumun günahları, bizimle Allah arasında uçurumlar yarattı, bunlar bizimle İsa arasında da vardır. Bu uçurumlar bizleri her geçen gün Baba’dan daha fazla uzaklaştırıyorlar, çünkü, şunun farkında olmadan da, yaşamımızın birçok yönünü Ona itaatsizlik içersinde yaşamaya alıştık. Vaftiz bizi ilahi yaşama daldırır ve onu, bize öğretildiği gibi, evlat sevgisinde ve güvenerek yaşıyorsak, bizi gerçekten her yönüyle yeni bir yaşama başlatır. Bunun tecrübesini büyük yaşta vaftiz olanlar hissederler. Aynen de büyük yaşta, İncil’i ‘sulandırmadan’, cidden yaşamak isteyen bir grubun yardımıyla kendi iman yaşamını tekrar canlandırma lütfüne sahip olanlar da, bunu tecrübe edebilirler. Bunlar Rab İsa’ya teşekkür etmekten, Kiliseye minnettarlık duymaktan kendilerini alamazlar. Bunlar her yaptıklarını, yaşamlarını yenileyen Allah’a şükretme yolu olarak, yaparlar!

 

49.

 

“Ölülerin dirilişini bekliyorum”. Yaşamımız devamlı bir bekleyiştir. Bir varış noktasına doğru yürüdüğümüzü, bunun da yok oluş olamayacağını biliyoruz. Ölüm yaşamımızın son olayı gibidir, ama bunun böyle olmadığının birçok sinyalini alıyoruz. Birçok kişinin anlattığına göre, rüyalarında veya vizyonlarında ölen akraba veya arkadaşlarını görüyorlar. Bunlar ölümden sonraki yaşamın izleridir, fakat Allah’ın Sözü kadar kesin işaretler değillerdir! Ölülerin dirilişine sağlam bir ümitle beklemek için Allah’ın Sözlerine güveniyoruz. Diriliş nasıl olacak? Bu bir gizemdir. Aziz Pavlus şöyle dedi: “Beden çürümeye mahkûm olarak gömülür, çürümez olarak diriltilir. Düşkün olarak gömülür, görkemli olarak diriltilir. Zayıf olarak gömülür, güçlü olarak diriltilir. Doğal bir beden olarak gömülür, ruhsal bir beden olarak diriltilir” (1Kor. 15, 42). Bu bir “gizemdir” yani Allah’ın bir planıdır; bize bunu anlayabileceğimiz kadarını açıklıyor, ama biz şüphe etmeden inanabiliriz. Bizim için kurtuluş olan gizemin gerçekleşmesini bekleyerek yaşıyoruz: Allah bizi sevmekten hiç vazgeçmiyor, biz Onu daima anlamazsak da. Hıristiyanlar bu bekleyiş sayesinde yaşamlarını gelecekteki vatana doğru yönlendiriyorlar ve canlı tuttukları ümitle yeryüzündeki yolculuklarında karşılaştıkları haçları taşıyabilir ve acıları aşabiliyorlar. İsa’nın birçok hikayesi ölümden sonraki olaylardan konuşuyorlar, bekleyiş içersinde yaşamaya çağırıyorlar. Havarilerin mektuplarındaki tüm öğretileri bu imana dayanır ve ondan güç alırlar. Aziz Pavlus şöyle yazıyor: “Hepimiz bir anda, göz açıp kapayana dek değiştirileceğiz. Ölüler çürümez olarak dirilecek ve biz de değiştirileceğiz” (1Kor. 15, 51s); “Oysa bizim vatanımız göklerdedir. Ve oradan, Kurtarıcı olan Rab İsa Mesih'i bekliyoruz. O, bizim zavallı bedenlerimizi değiştirip kendi yüce bedenine benzer hale getirecektir” (Fil. 3, 20s). Aziz Petrus ise şöyle diyor: “Sevgili kardeşler, size yalvarırım, cana karşı savaşan bedensel tutkulardan kaçının” (1Pe. 2,11). Bizleri dirilmiş İsa’ya birleştiren gizem olan Dirilişin gerçekleşeceğinden emin olmasak Rabbin şahitliğini de yapamazdık, hatta Kilise tarihinde yüzyıllar boyunca var olmuş din şehitlerini de hor görürdük.

 

50.

 

“Ebedi hayatı bekliyorum”. Efkarestiya’yı kutlarken gelecek yaşamımıza olan imanımızı ve bunun yaklaşmasını arzuladığımızı birçok kere söyleriz. “Rabbimiz Mesih İsa, şanlı gelişini bekliyoruz” ve “Sonsuz mutluluğun ümidi içinde yaşayan ve kurtarıcımız Mesih İsa’nın gelişini bekleyen bizler...”. Bu sözleri hep tekrarlayalım, çünkü önemli sözlerdir, yaşamımıza şekil verirler. Rab Petrus’a ve diğer Havarilere yüz mislini vereceğine söz verirken şunu ekler: “gelecek çağda sonsuz yaşama kavuşmayacak hiç kimse yoktur” (Mk 10,31). Büyük İman Bildirisinin bir önceki cümlesi hakkında gibi, bu cümle hakkında da bizler cahiliz. Allah’ın sevgisinin tamlığını kavrama kabiliyetimizin olmadığından ve dolayısıyla bizler için kurtuluş arzusunun gizemini anlayamadığımızdan, gelecek yaşamı tanımıyoruz. Ama iman yardımımıza geliyor, öyle ki şöyle diyebiliriz: “Ben anlamıyorum, geleceği bilmiyorum, ebedi hayatı görmüyorum, ama Senin bizi sevdiğini biliyorum, bizi kandırmadığını ve yerine getiremeyeceğin sözler vermediğini de biliyorum; Sana güveniyorum, beni aşan ve anlamadığım her gerçeği Sen tanıyorsun!”. Gelecek dünya güzel, harika olacak. Havari Yuhanna Vahiy Kitabında, gökten inen Göksel Yeruşalim’i tasvir ederken birçok görünümler kullanarak gelecek dünyanın güzelliğini anlatır. Bize İsa’nın Son Yemekte Havarilerine verdiği söz yeter: “Sizlere bir yer hazırlamaya gidiyorum” (Yu. 14,2). İsa’nın hazırladığı bu “yer” bayağı bir yer olamaz, tersine arzulayabileceğimizin en iyisi olacaktır. Bu söz ve bakışlarımız geleceğe yönelik olarak iman bildirimimizi “Amin “ diyerek tamamlıyoruz.

Tüm duaları bitirirken söylediğimiz “Amin”, İbranice bir kelimedir. Bu kelime, Allah’ın sadakatinden gelen güveni, emin olmayı anlatmak ister. Yüksek sesle belirttiğimiz gerçeklere iman ederek yaşamımız sabit oluyor, kaya üzerine inşa edilmiş bir ev kadar sabit ve güvenli oluyor. Tüm cemaat ile birlikte her birimizin söylediğini, nerdeyse yemin ederek, tasdik ettiği bir kelimedir. Allah’ın bize bağışladığı ve gösterdiği tüm sevgiye güven ve sevinçle “Amin” diyelim.

 

  <<<<<<