KUTSAL OLACAKSINIZ  (Lev 20,26)

 

1.

Aziz Petrus Küçük Asya’daki Hıristiyan cemaatlerine şöyle yazmaktadır: “Sizi çağıran Allah kutsal olduğuna göre, siz de her davranışınızda kutsal olun. Nitekim şöyle yazılmıştır: «Kutsal olun, çünkü ben kutsalım.» Bu kelimelere benzer şeyler söyleyerek aziz Pavlus da kutsal olmaya çağrıldığımızı hatırlatmaktadır. Havariler Kutsal Yazılardaki sözleri tekrar etmektedirler ve Petrus şunu belirtmektedir: “Kutsal olun, çünkü ben Tanrınız RAB kutsalım” (Lev 19,2)!

Bu yeni yılda birkaç dakikamızı kutsallık yolunun değişik safhalarını incelemeye ayıracağız. Kutsal olmak ne demektir, ne gerektirir, bunu nasıl gerçekleştirebiliriz? Bir taraftan bize “kutsalsınız” denilmektedir, diğer taraftan ise “Kutsallaşın” veya “Kutsal olun” denilmektedir. Vahiy kitabında şu tavsiye dilmektedir: “Kutsal olan kutsal kalsın» (22,11).

 

Şimdi kutsallığın şu iki yönü üzerinde duracağım: bizimle bağımsız olarak gerçekleşen ve doğrudan bizim katılımımızla gerçekleşen kutsallık. Bu konuyu açıklamaya çalışırken, ümit ediyorum kibirlik günahı işlemiyorum. Bu konuya girişerek, Kutsal Ruh’un size ve bana, “Allah’ın kutsalı olan” İsa’ya yaklaşabilmemiz için yardım edeceğini ümit ediyorum. Böylece Kilisenin dünyaya kendisini göstermesi ve insanlar arasında misyonunu gerçekleştirmesi için gerekli yaşamımızın kutsallığı gerçekleştireceğiz. Her şeyden önce kutsallık sıfatının Allah’a özgü bir nitelik olduğunu unutmayalım. Sadece Allah kutsaldır! Bunun için bu özelliğini sadece O, kendisine ait başka kişiler ve şeyler için kullanabilir. Sadece Allah kutsaldır, Melekler ilahilerinde seslendikleri gibi ve Peygamber Yşaya’nın tanıklığına göre, üç kere kutsaldır. (Yşa 6,3)

 

2.

“Ben Allah’ınız Rab, kutsalım!” Allah’ın kutsal olması ne demektir? Kutsal kelimesi birçok şekilde anlatılmaktadır. Latince de sanctus kullanıldığında kutsal sayılmayan tüm din dışı şeylerden ayrı olan ve sadece ibadet için kullanılan anlamını taşımaktadır. İbranicede de aşağı yukarı aynı şey kastedilmektedir: Allah’a adanmış, kutsanmış, arınmış, ibadete kullanılmaya hazır anlamındadır. Yunancada, yani havarilerin ve İncil yazarlarının dilinde hagios denilir ve kelimenin etimolojisine bakarsak “topraksız” yani yeryüzünün dışında veya üzerinde olandır. Yeryüzünün dışında olan ona ve hareketlerine bağlı değildir. Allah kutsaldır: O değişmez, insanlar O’na itaat etmediklerinde veya isyan ettiklerinde O’nun sevgisi azalmaz, O kin tutmaz. İsa’nın söylediklerini işte bu şekilde anlamalıyız: “Göklerdeki Babanızın …, güneşini hem kötülerin hem de iyilerin üzerine doğdurur. Yağmurunu da hem doğruların hem de eğrilerin üzerine yağdırır”. (Mt 45, 5). Böyle davranmasının sebebi kutsal oluşu ve yeryüzünün olaylarından, insanların davranışlarından etkilenmemesidir. Baba Allah daima babadır ve bize daima bir babanın evladına baktığı gözlerle bakar. Allah kutsaldır: biz bundan eminiz ve sevinç duymaktayız, O’nu her gördüğümüzde hiç değişmemiş olduğunu görürüz. O daima, yaratılışın iyiliğinde ve Sevgili Oğlu İsa’nın Sözünde bize tanıtıldığı gibi olacaktır. Bu demek ki, O, insan gibi düşünülemez, tersine insanlar O’na benzemeye çağrılır, çünkü onlar “Allah’ın görüntüsü ve benzerleridir”.  Mükemmel insan, içinde ilahi sevginin tamlığını taşıyandır. Bunun için bizler Allah’ı örnek almalıyız: O’nun kutsallığı bize de ait olmalıdır; gerçek, tam, olgun insanlar olmak istiyorsak O’na benzemeliyiz. İnsan, kutsal olmadıkça tam insan olmayacaktır, tamamı ile idealine kavuşmayacaktır ve kendi gerçekleşmesine ulaşamayacaktır.

 

3.

Kutsal adam içinde Tek Kutsal Olan’ın, yani Allah’ın yaşamını taşıyan kişidir. Bu, Allah’ın Oğlundan başkası olabilir mi? Bunun için İsa’ya “Allah’ın kutsalı” denir. İsa’da kutsallığı görürüz, tutacak gibi oluruz ve içimize kabul ederiz, çünkü kendi şunu söyledi: “Kim beni kabul ediyorsa beni yollayanı kabul eder”! “Ben Peder’deyim ve sizler Ben’desiniz, Ben de sizdeyim”. O halde bizim kutsallığımız vaftizimizle başlar. O anda Peder, Oğul ve Kutsal Ruh’un, yani Allah’ın sevgi yaşamına kabul edilmiş oluyoruz. O anda Mesih’in Bedeninin, yani Kilisenin üyesi oluyoruz. Vaftiz ile “kutsal” oluyoruz. Anlamamız veya anlamamamız önemli değildir: Allah’ın armağanı o kadar büyük ki bebek olup anlama yaşında olmayanlar için de bu geçerlidir.

Kutsallığı bir madalyona benzetebiliriz. Ellerinde bir tane olduğunu düşün: onun üç elementini inceleyebilirsin. Kullanılmış olan maddeyi ve iki tarafına yapılmış resimleri. Kutsallığımızın maddesi Peder Allah’ın sevgisidir! Çünkü o bizleri yaşamına kabul etti, yaşamını bize verdi ve bizleri kutsal Ruh’u ile zenginleştirdi. Bu vaftiz ile oldu. Ya madalyanın iki yüzü? Bir yüzde İsa’nın yaşamının ve ölümünün resimlerini görebiliriz. İsa, ölümü ile kendini Peder’e eşsiz bir sevgi eylemi ile sundu. Diğer tarafta Rabbin dirilişini görebiliriz, yani Rabbin, O’na inananlara ve O’nunla birlik olup yeryüzünün nimetlerinden vazgeçenlere bağışladığı yeni, sevinçli ve değerli yaşamı görebiliriz. Bu “dirilmiş yaşam” sayesinde zorluklar, haçlar ve zulümlere bile katlanmak için yeni bir güç elde edilir ve sonucunda herkese karşı sevgi eylemleri göstererek iyilik meyveleri verir.

 

4.

Eski zamanlarda da Hıristiyanların azizleşmesi için yol önerenler oldu. Horev Dağında yaşamış olan Yuhanna adındaki bir keşişin eseri meşhurdur. O, “Cennete çıkan merdiven” adlı eseri yazdı ve Hıristiyan yaşamını, dik ve uzun bir merdivenin basamaklarından çıkmak gibi tasvir etti. Bunun için o ‘Climaco’ çağırıldı: latince dilinde ‘Clımaco’ ‘merdiven’ demektir. Ben böyle bir şeyi düşünemem bile, çünkü hem o merdivende ilerlemiş olmak gerekir ve ben öyle değilim, hem de sizler, her çeşit kutsallığın örneği ve kaynağı olan Mesih İsa’nın sevgisinde ilerlemiş durumdasınız! Ancak mükemmel olmayan bir şeyin de faydalı olabileceğini düşünüyorum, bunun için size bu konuda bazı şeyler söylemek istiyorum. Durumumuzun ne olduğunu anlamakla işe başlayalım.

Bizler insanız, Âdem’in mirasçılarıyız. Allah ile kendi arasına biraz düşünce, şüphe bile koymuş olan Adem’in. O, Allah’ın kendi hürriyetini kıskandığını zannederek, Baba gibi sevgisinden şüphe ederek, kendisine yaklaştırmak istemediğinden şüphe ederek öğretilerini görmezlikten geldi. Kaç kere bizler de bu aynı şüphelere kapılıp Allah’ın planlarına kendimizi emanet etmiyoruz. Hatta, bazen Allah’a karşı  yargılarda da bulunmamıza sebep oluyorlar: “Allah niçin şunu yapmıyor, niçin buna izin veriyor, yapmaması gerekirdi, bir Allah olsaydı bunlar olmazdı…” gibi. Bu düşünceler ve şüpheler kalbimizi O’ndan uzak tutuyor ve aklımız da artık Baba’nın Sözünü ve hikmetini aramıyor. Belki hala “Göklerdeki Pederimiz…” diyebiliyoruz, ama söylediğimiz sözlere önem vermiyoruz, o zaman onlar yüreğimizi değiştiremiyor. Vaftizden beri armağan olarak aldığımız kutsallık, bu düşüncelerimiz yüzünden engelleniyor.

 

5.

Aziz Petrus “atalarımızdan boş bir yaşayış” miras aldığımızı yazmaktadır ve bundan “Mesih'in değerli kanı” sayesinde kurtulduğumuzu yazmaktadır (1Pt 1,18-19). Yaşam tarzımız “boş bir yaşayış”tır, yani boş şeyler üzerine inşa edilmiştir, dolayısıyla hiçbir zaman bizi tatmin etmemektedir çünkü her gün bizi hayal kırıklığına sürükler. Her şeye anlam veren İsa’ya iman ve sevgidir, onlar saatlerimizi ve günlerimizi değerli kılarlar. Bu gerçek olmasa niçin yaşayalım? Mutluluklarımız kısa ve anlamsız olurdu, sevincimiz sadece geçici bir neşe olurdu. Acılarımıza katlanmak ise imkânsız olurdu. Niçin acı çekelim? Böyle olsa fiziksel ve ruhsal acılarımızı yok etmek için her çareye başvururduk, mantıksız yöntemlere yönelirdik. Sihirbaz, büyücü, üfürükçülere danışmak mantıksız değil mi?  Ama kaç kişi cüzdanlarını bunlardan sadece boş bir umut bulmak için boşaltıyorlar. Âdem’den bize kalan miras çok küçük ve kim bunu Allah’ın armağanı olan Oğlu ile değiştirmek istemediyse her gün kendini daha çok hayal kırıklığına uğramış bulur ve umutsuzluğa yaklaşır. Yaşamımızı etkileyen hayal kırıklığı dünyanın acılarının yükünü artırmamıza yol açar, çünkü birçok günahı işlememize ve bunları haklı göstermemize sebep olur. Boş yaşayışımızda başkalarının varlığını ve acılarını fark etmeyi bilemeyiz, egoizmimize kapanıp duygularımızı ve neşemizi canlandırmak için yeni yollar ararız. Sonra da yüzeysel, yakınımızdakilere neyin kötülük yaptığını göremez oluruz, ayartmaları yenecek gücümüz kalmaz ve aileleri bölebilecek ayartmalardan bile sakınamaz oluruz. Bu boş yaşayışımıza yenilik girmeli ve insanın yaşamına anlam verecek ilahi bir anlam kazandırmalı, Allah’ın kutsallığı girmeli!

 

6.

Kutsallık merdiveni! Bu merdiveni çıkmadan önce bir soru ile psikolojik olarak hazırlanalım: bu merdiven, yukarı çıkan mı, yoksa aşağıya inen mi bir merdiven? Eğer Allah’ı yukarıda diye düşünüyorsak otomatikman kutsallık merdivenini yukarı çıkan, kademe kademe O’na varmamızı sağlayan bir merdiven diye düşünürüz. Ama Allah’ı hayal edeceğimize O’nu bize gösterene bakarsak, yani Oğul İsa’ya bakarsak, o zaman İsa’nın bizim hizmetkârımız olacak kadar çok kendini alçalttığını görürüz; O, Ürdün nehrine kadar, ölüme kadar, haçta ölüme kadar bile kendini alçalttı. O zaman İsa’ya götüren kutsallık merdiveni aşağıya doğru inen bir merdivendir! İsa bize şöyle dedi: “Alçakgönüllü ve uysal olan Ben’den öğrenin!”. Alçakgönüllülüğü öğrenmek için aşağıya inmeliyiz, kademe kademe alçalarak, kendimizi inkâr edecek kadar alçalmalıyız; ancak o zaman içimizde Allah’ın saf ve gerçek ışığı parlayacaktır.

 

Yukarı çıkan ve aşağıya inen merdiven. Âdem kendi gücüne, kararlılığına ve fikirlerine güvenerek, yükselen merdiveni seçmek istedi. İsa ise, her gün Babasının arzularını gerçekleştirerek, aşağıya inen merdiveni tercih etti. Âdem nereye vardı? Allah’a varmadı, Allah’ın boyuna ulaşmak istediyse de! O, Allah’ı kendi vicdanı önünde suçlamaya vardı, ama bu inadı onu Allah’tan uzaklaştırdı, insanlardan, kendi barış ve huzurundan uzaklaştırdı ve tüm yaratılışla savaşa girdi. Yükselen merdiveni kendi gücümüzle ve fikirlerimizle çıkamayız: o merdiveni bize sadece Allah, kendi metotları ve kendi gücüyle aştırabilir. Yukarı çıkan merdiven bir asansördür: biz aşağıya indikçe, asansör bizi yukarı çıkaracaktır. Allah Oğluna, merdivenin en alt kademesine ulaştığında en büyük şanı verdi.

 

7.

İnen merdivenin basamaklarından indikçe, Allah’a çıkan merdivenin her an daha yükseğinde bulunuyoruz. Biz inmekle meşgulüz, Allah ise bizi yükseltmeye, yanına yaklaştırmaya ve sonsuz sevgisiyle kaplamaya çalışıyor. Biz vaftiz sularına iniyoruz ve Allah’ın çocukları olduğumuzu anlıyoruz. Şimdiden o kadar yüksekteyiz ki zaman ve uzay sınırlarının dışındayız. Vaftiz, Baba’nın bizi kendisine çektiği ve bizi aziz yaptığı, kendisine ait kıldığı asansördür. İsa bizim için vaftiz olmak istedi ve havarilerinden bütün insanları, kendi öğrencileri olarak yetiştirip, vaftiz etmelerini kendi istedi. Vaftiz iki kişiyi ilgilendirmektedir: vaftiz olan ve vaftiz eden. Vaftizi isteyen kişi bu karara, yaşamında Mesih İsa’yı kurtarıcısı olarak kabul etmek isteyerek, onun Bedeninin üyesi olmak isteyerek, Kilisenin Baba’ya, Oğul’a ve Kutsal Ruh’a olan imanını bildirmek isteyerek ve diğer imanlılarla birlik içinde yaşamak isteyerek varır. Vaftiz eden ise kendi başına değil, ama kendi içine Allah’ın yeni oğlunu kabul eden Kilisenin vekili olarak hareket eder. Vaftizi alan Allah’ın kendisi tarafından yaşamını değiştirip, O’na sunmaya çağrıldığını kabul eder. Bunun için kendi arzularını göksel gerçeklere yönelterek, buna hazırlanır ve Kilise’ye alçakgönüllülükle itaat etmeye başlar. Vaftiz eden Allah’ın gizeminin bir hareketini gerçekleştirdiğini bilmektedir. Vaftiz olanın başına döktüğü suyun ve söylediği sözlerin gök tarafından tanındıklarını bilmektedir: Allah Âdem’in bu oğlunu kendi oğlu olarak kabul etmekte ve İsa onu kendisine, Baba’ya hoş kurban olarak sunduğu kendi kutsal Bedenine ortak etmektedir. Bu andan itibaren vaftiz olmuş kişi gerçekten kutsal olur. Artık yaşamı günahı miras alan insanın yaşamı değildir, Allah’ın lütfünü miras alan oğlun yaşamıdır. Vaftiz olan kişi bu dünyada yaşamaya devam edecektir ve durmadan egoizm onu tehdit edecektir, ama Allah oğlunun kaybolmaması için başka armağanlar da hazırladı!

 

8.

Vaftiz olan kişi Allah’ın Oğlu olmaktan mutludur, ama kendi beceriksizliğinin, uygunsuzluğunun, zayıflığının farkına varır. Bunun için yukarı bakar ve İsa’nın söz verdiği Allah’ın Ruhunu alır. Sadakat ve devamlılıkla Hıristiyan olmak ve kuvvetlenmek isteyen kişiye Episkopos ellerini uzatır ve onu Kutsal Krisma ile yağlar, böylece Kutsal Ruh’u armağanlarıyla alır. Kutsal Ruh’u almak ilahlaşmak, Allah’ı içine almaktır. Biz Allah oluyoruz, ama açıklaması zor olsa da, şöyle diyebiliriz: paha biçilmez bir hazinenin değersiz ve kırılır bir kaba koyulduğu gibi, biz içimize Allah’ı alırız. Daima bu çift gerçeğin farkında olmalıyız: içimizdeki hazine harika, ilahi, ama biz zayıf, kırılgan, kolaylıkla günahkârız. Kutsal yaşam içimizde, ama devamlı uyanık olmalıyız, kabın devrilmemesi, kırılmaması ve hazinesini kaybetmemesi için yorulmalıyız. İşte bu bizim imanımızla doğu felsefeleri arasındaki farktır: onlar için insanın kendisi Allah’ın bir parçası veya kıvılcımıdır. Biz ise tamamen O’nu içimizde sakladığımızı biliyoruz, ama çok zayıf bir kap olduğumuzu da unutmuyoruz! Kuvvetlendirme Gizemi kutsallaşmamızı mühürleyen armağandır ve Allah’ın yaşamını korumaya bağlayan sorumluluktur. Bu nasıl olacaktır? Allah’ın yaşamı sevgidir, bu yüzden onu korumak için birlik içersinde kalmakta ve dünyaya Baba’nın sevgisinin işaretlerini ve eylemlerini göstermekte gayret ediyoruz. Bunun için kuvvetlendirmeyi alanlara sadece almayı düşünen Hıristiyan olmakla kalmayıp imanlarının şahitliğini somut eylemlerle gösteren Hıristiyanlar olmaları isteniyor. Örneğin: Kuvvetlenmiş kişilerin Ayine katılarak kendilerinin seveceği tecrübeler yaşayacaklarına cemaati varlıklarıyla, dualarıyla, her hizmete hazır olmalarıyla zenginleştirmeleri beklenir.

 

9.

Kutsallık yolunda ilerliyoruz. Hıristiyan’ın Allah’ın yaşam hazinesini içinde saklayan zayıf bir kap olduğunu gördük. Nazik şeyler devamlı bakım ve dikkat gerektirir. İşte bunun için Allah’ın yeni bir armağanı, düşünülemez bir armağanı! O bizi kendi Bedeni ve dökülen Kanı ile besliyor ve susuzluğumuzu gideriyor. Sevgisinin gizemli işaretleri “sonuna kadar” gidiyor ve Ekmek ve Şarap olarak bizim gıdamız ve içeceğimiz oluyorlar. Diğer imanlılarla birlik ortamı içinde somut olarak Allah ile birliğin tecrübesini yapıyoruz. Bu durumda Allah’ın gerçekten “benimle beraber” değil de “İmmanuel” yani “Bizimle beraber Allah” olduğunu tecrübe ederiz. Efkaristiya, başkalarıyla birliği besleyen Allah ile birlik olmaktır. Bu sebepten bu gıda-armağanından sadece imanlılar cemaati olan Kilise aracılığıyla faydalanabiliriz. İmanlıların tümünün beslenmeye ihtiyaçları vardır, çünkü hepsi zayıf ve günahkârdır. Kardeşlerimizin günahlarına şaşırmıyoruz, bizi kutsal ve kutsallaştırıcı Kiliseye bağlayan Efkaristiya Gizeminin büyüklüğüne ve güzelliğinin önünde ise hayrette kalıyoruz! Kutsal olmak isteyen Hıristiyan Pazar günleri Efkaristiya’ya katılmak ve orada bulunmak için elinden geleni yapacaktır. Bu kutlamanın güzel ve Allah’a layık olması, daha zayıf kardeşler için hoş olması için gayret gösterecektir. İnsanın kutsallığı her Efkaristiya’ya katılışıyla güç kazanır, bu yüzden mümkünse her gün de katılır. Ağzımızla küçük bir parça ekmek yeriz, ama varlığımıza Allah’ın enerjisi gelir ve bizleri sevgi ve bilgelik armağanına dönüştürür.

 

10.

Kutsallık merdiveninde inip çıkarken zayıflığımızın gerçek olduğunu anlarız. Her gün kötülük bizi dener ve her gün Kötünün bizi yakaladığını ve suçlu duruma düşürdüğünü tecrübe ederiz. Tembellik, kötü düşünceler, yanlış ve yüzeysel hareketler, kin ve cinsel duygular, sadakatsizlik ve yalanlar, aklımızdan geçerler ve bizi kararsız bulduklarında günaha düşürürler. Kutsallık vazosu çatlar, kırılır veya dökülür! Rabbimiz ne kadar büyük! İsa faydalı bir tedavi düşündü bile! Sevgi ile kabul edilirse sadece iyileştirmekle kalmıyor sabitliğimizi de kuvvetlendiriyor. Bu, İtiraf veya Barıştırma Gizemidir. İsa, Baba’nın merhametini insanlara gösterme isteğini gördü. Ve İsa insanlarla karşılaştığında Allah’ın merhametinin nereye dökülmesi gerektiğini gördü ve böylece büyük günahkârlarla karşılaşmayı ret etmedi. Onların ihtiyaçlarını ve arzularını gördü ve onları affetti. Kilisesine de günahkârlarla karşılaşmaya devam etme imkânını ve görevini verdi. Kiliseye kırılan vazoları onarma, yani Allah ile arkadaşlığı tekrar kurma ve insanlarla ilişkileri yenileme görevini verdi. Sen de İtiraf Gizemine katıldın.  Seni iyileştiren, barıştıran, azizliğini tatmanı sağlayan özel bir lütuf değil mi? Bu Gizemden uzak kalmak için ne bahaneler uyduracaksın? Bunlar bahane değil, kibir, güvensizlik ve kendine karşı kin günahlarıdır. Seni Allah’ın bir vekilinin önünde diz çökmüş olarak görmek istemeyen, Kötüdür! Tövbeni görmek istemiyor, İsa ile karşılaşmana dayanamıyor!

 

11.

Kutsallık merdiveninde tecrübe ettiğimiz zayıflık, aynı zamanda bedenimizin de zayıflığıdır. Bazı doğuştan zayıflıklar, miras alınmış güçsüzlükler, bizim veya başkalarının, isteyerek yapılan çeşitli günahları, ilgisizlik veya dikkatsizlik, tüm bunlar bedenimizi etkiler ve bozar. Hastalık ve kazalar bize ve bizi sevenlere, bize bakmak zorunda olanlara acı verirler. Kutsallığımız da bundan zarar görür mü? Bedenin hastalıkları ve psikolojik zayıflıklarla denenmeler ve ümitsizlikler gelir, ayartmalar güç kazanır ve duayı engellerler, hatta bazen Allah’ın sevgisinden şüphe etmemize yol açarlar. Ama Allah buna rağmen bizi seviyor. İsa elini uzatarak cüzamlıyı tuttu, Baba’nın sevgisini görmeye muhtaç birçok kişiyi iyileştirdi ve tedavi etti. Öğrencilerine de özellikle hastalara ve sakatlara karşı ilgili olmalarını tembihledi ve emretti. O zaman hasta olan ne yapmalı? Hasta olan sadece fiziksel sağlığı ile değil, kendi kutsallığı ile de ilgilenmelidir, bunun için acı veren bu durumunda İsa’yla birlikte yaşamaya, kendi acılarını İsa’nın Haçı ve kurbanı ile birleştirmeye çalışmalıdır. Hasta olan Kilise sorumlularını yani rahipleri çağırması gerekiyor. Onlardan hem ruhsal hem de fiziksel kendi iyileşmesi için dua etmelerini ve Kutsal Yağla yağlanmayı istemelidir. Kötülük insanın kendi veya başkasının günahından gelir, bunun için de cemaatin duasına ve herkesin tövbe etmesine ihtiyacı vardır. Rabbimiz hem ruhani hem de bedensel iyileşme gücünü bu duaya ve Kutsal Yağla yağlanmaya bağladı. Hasta Hıristiyanlar bu Gizemden çok teselli ve güç alırlar! Ve hastalık esnasında da İsa’nın şahitleri olmakta yetenekli kılar!

 

12.

Allah hepimizi kutsallığa çağırıyor ve daha önce konuştuğumuz gibi bize bunun gerçekleşmesi için gerekli yardımları vermektedir. Kutsallık yolu için Kilise’ye ait olmak bir şarttır. Kilise İsa’nın, Havarileri yanına gelmeye ve O’nunla beraber yaşamaya çağırmakla kurduğu cemaattir. Kilise çok iyi inşa edilmiş bir binadır, iyi organize edilmiş bir halktır ve düzenli bir bedendir. Kilise’yi oluşturan kişilere Allah değişik armağanlar, ilahi lütuflar ve herkese faydalı olacak görevler verdi. Gerekli görevlerden biri havariliktir. Günümüzde bu hizmet-görevi yerine getirene de Episkopos deriz. Bu kişi, gerekli eğitimini yaptıktan sonra ve Rabbe sadakat, cemaate sevgi, idari yetenek gösteren imanlılar arasından halkı imana yönelttirtmesi için seçilir.  Ona başka imanlılar da Ruhbanlık Gizemini alarak yardım ederler: onlara rahip veya diakos denir. Diakos Episkoposa özellikle cemaatin çeşitli fakirlik durumlarına yardımcı olur, rahip ise imanlıların ruhani eğitimine, İncil’i vaaz etmeye ve duayı yönetmekte, Kutsal Gizemleri vermekte yardımcı olur. Rahiplik Gizemi Episkoposun elleri uzatması ve Kutsal Krisma ile yağlaması vasıtasıyla gerçekleşir. Sadece ruhani ve kültürel açıdan hazırlanmış erkeklere verilir. Episkopos bir kişiyi bu göreve çağırmadan önce tüm Hıristiyan cemaatinin fikrini sorar. Bu görev cemaat için gerekli bir görevdir ve bu göreve gelenlerin dengeli olmaları, nazik olmaları, imanda güçlü, Rabbe ve kardeşlere sevgi dolu olmaları gerekir. Bu sebepten hepimiz bu göreve çağırılanlar için dua etmeyi bir görev bilmeliyiz, başkalarının da bu göreve çağrılması için Allah’a yalvarmalıyız. “Ekinlerin sahibine işçiler yollaması için dua edin”: İsa’nın bu daveti hepimizedir, gençler arasından Kilisenin ihtiyaçlarına cevap verecek ve kendini tamamıyla Allah’a sunacak gençlerin çağrılması ve bu önemli hizmet-göreve gelmesi için dua etmeliyiz

 

13.

Yaşamımızda hangi yolu seçersek seçelim, hepimiz aziz olmaya çağrılıyoruz. Daha önce konuştuğumuz üzere aziz olmak Rabbimiz İsa ve Kilisesi ile birlik içersinde yaşamaktır. Onunla birlik içersinde kalan Hıristiyan, Baba’ya giden yoldadır. Bu sebepten her Hıristiyan seçimlerini, özellikle de yaşamını etkileyecek olan önemli seçimlerini iman kardeşleriyle ve Rabbin kutsamasıyla yapar. Rabbin kutsamasını tüm cemaatin duası ve Allah’ın vekilinin sözü aracılığıyla alır. Seçimden bahsederken özellikle “aile” dediğimiz ortak yaşamı seçen Hıristiyanların seçimini kast ediyorum. İki Hıristiyan, kadın ve erkek, bunun Allah’ın arzusu olduğunu emin olmadan ve O’nun kutsamasını almadan birlikte yaşamaya bile başlamazlar. Bu sebepten onlar önce duygularını ve sevme kabiliyetlerini denerler, fakat bununla yetinmeyip cemaatin de yardımını ve tavsiyesini isterler. Çünkü sadece kendilerine güvenemeyeceklerini bilirler. Tecrübesi olanlara danışırlar ve bir rahipten ruhani destek ararlar. Evlilik yaşamının ruhani anlamını araştırırlar, tüm halkın kurtuluş planında ailenin rolünün ne olduğunu sorgularlar, eş olarak Allah’ın işaretleri olabilmeleri için ne yapmaları gerektiğini öğrenirler. Ayrıca olgunlaşmak, sevgide büyümek ve bunu çocuklarına iletebilmek için özel bir lütfe ihtiyaçlarının var olduklarını bilerek, gerekli armağanlar ve araçlardan faydalanmak isterler. İşte, bu imanlılar için Evlilik Gizemi vardır. Bu gizemle Allah onların sevgisini kutsar ve kutsallaştırır. Onların sevgisini kabul eder ve onu yeni bir göreve dönüştürür: ölüm ayırana dek birbirinizi sevin, sevginizle Mesih’in Kiliseyi ne kadar çok sevdiğini gösterin ve Kilisenin Rabbine bağlılığını gösterin! Bu Söz ve kutsama ile evliler huzur bulacaklar, duayı ve imanı paylaşmaya devam ederlerse karşılıklı sevgide büyüyecekler ve onları bekleyen yeni, sevinçli ve zor görevlerde ışık ve huzur yanlarında olacaktır.

 

14.

Allah’ımız biz günahkârları azizliğe götüren yolda ilerleyebilmemiz için birçok yardım düşündü. Biz bu yardımlara “Gizem” diyoruz, bazılarını yaşamda sadece bir defa, başkalarını ise birçok kere alırız. Tövbe Gizemi yaşamımızda birçok kere, hatta haftada bir veya ayda bir bile faydalanabileceğimiz bir Gizemdir. Efkarestiya Gizemini ise her gün alabiliriz. Bu Gizemler, Allah’ın evlatları olduğumuzu davranışımızla çevremize gösterme arzumuzu ve isteğimizi desteklemektedirler. Gerçekten de Allah’ın emirlerine uymaktaki ahlaki sorumluluğumuz, mükemmel olmak isteyişimizden çok yaşamımızın Baba’nın bilgeliğini ve iyiliğini yansıtmak istemesidir. İnsanlığımızın mükemmelliği arayışı birçok dinin veya felsefenin varış noktasıdır, özellikle doğu felsefeleri için böyledir. Kendine hâkim olma felsefesi Budistlerin ve yogilerin, iyi eğitime dikkat edenlerin ve iç huzuru arayanların ulaşmak istediği noktadır. Biz kendimizi bu akımlarda iyi hissetmiyoruz. Biz yaşamımızla Allah’ımıza ve Babamıza şan vermek istiyoruz, İsa’nın O’nu bize tanıttığı gibi, biz de herkesin O’nu tanımasını arzuluyoruz. Yaşamımız mükemmel olmasa da, İsa bize her zaman ve daima Baba tarafından sevildiğimizin güvencesini verdi. Niyetimiz içimize kapanmak değil, daha iyi ve mükemmel olmaya çalışmak da değildir. Biz aziziz ve aziz olmak istiyoruz çünkü davranışımızla Allah’ımıza şan vermek istiyoruz. O’nunla ilişkimizde içimize Kutsal Ruh gelir ve bizi değiştirerek daha iyi hatta yeni olmamızı sağlar.

 

15.

Niçin dürüstçe davranalım? Bazen çok çaba gerektiriyor ve karşılığında da minnettarsızlık buluyoruz. Biz davranışımızla kardeşlerimize Allah’ı göstermek isteriz. Daha doğrusu: davranışımız Baba’nın kendini göstermesini engellememeli. Bu amacı gözümüzün önünde tutarak dürüst, doğru ve hatasız bir yaşam kurmak için temellerin ne olması gerektiğine bakalım. Kutsal Kitabın birçok bölümü bize ısrarla şunu söyler: “Bilgeliğin temeli RAB korkusudur” (Mezm. 11,10)! “RAB korkusudur bilginin temeli” (Özd. 1,7). “Bilgeliğin başı Rab korkusudur (Bilg.1,12). “Bedeni ve ruhu lekeleyen her şeyden kendimizi arındıralım; Allah korkusunda yaşayarak kutsallıkta yetkinleşelim” (2Kor. 7,1). Allah korkusu hiç eksik olmamalı. Akına karşı bir yaşam için gerekli hikmet, bilgelik, güç ondan gelmekte. Allah korkusu ondan korkmak değildir, ama Ona o kadar büyük bir sevgi beslemek ki Onu hiçbir surette incitmek istememek ve en ufak arzularını bile gerçekleştirmek istemektir. Allah korkusu Kutsal Ruh’un armağanıdır ve devamlı olarak bizim alçakgönüllülüğümüzden ve pişmanlığımızdan beslenir. Pişmanlık alçakgönüllülüğün ilk işaretlerindendir ve, vicdanımız bizi büyük günahlarla suçlamazsa da, daima günahkâr olmanın, daima Allah’a karşı borçlu olmanın bilincinden gelir. Rab’den korkmak bizi alçakgönüllülüğe yönlendirir. Aziz Benediktus de, Rab korkusunu alçakgönüllülüğün ilk basamağı olarak görür. Bu büyük aziz alçakgönüllülüğü bir merdiven olarak düşündü ve on iki tane basamağını tarif etti. Bütün bunları ilk basamak olan Rab korkusundan geçerek tırmanabiliriz.

 

16.

Aziz Benediktus ile alçakgönüllülüğün basamaklarını görmeden önce başka büyük bir aziz olan ve kibrin on iki basamağını tanımamıza yardım eden aziz Barnardus’a bakalım. Kibir, alçakgönüllülüğün sadece tersi değil, aynı zamanda şeytanın yaşamımızı ele geçirme yöntemidir. Bu aziz kibri günlük alışık hareketlerimizde ve çok önem vermediğimiz davranışlarda onu tanımamıza yardımcı olmakta. Kibrin ilk basamağının “merak” olduğunu söylemekte, yani bizi ilgilendirmeyen şeyleri aramak. Bu kötü merak, yani başkalarının işlerine burnunu sokmak, kibirdir çünkü görevlerimizden uzaklaşır, bizi yüzeysel kılar ve Allah’a karşı isyan etmemizi kolaylaştırır. İkinci basamak “hafifliktir, düşünmeden konuşmaktır: söyleneni düşünmeden konuşmak, düşüncelerimizi Allah’ın Sözü ile tartmamaktır! Biz bunun aptallık, hikmetsizlik olduğunu söyleyebiliriz, ama aptal olan gerçektende kibirlidir: Kullanabileceği Allah’ın hikmeti varken kendi cahilliğini iyilik olarak göstermek ister! Üçüncü basamak, “hikmetsizlerin neşesi”dir, der aziz Barnard. Onlar neye sevinirler? Onlar yüzeysel şeylere sevinirler, bir anlık zevkten hoşlanırlar, yenilen ve içilenden, spor ve para kazanmalarında olduğu gibi geçici ve boş zaferlerden zevk alırlar, sevinçleri de gürültülü bir neşeye dönüşür, etrafı ve zamanı gürültüye, kahkahalara ve boş sözlere çevirir. Bir başka basamak “devamlı kendisinden konuşmak”tır. Hikmetsizliğin, kibrin devam etmesidir. Sanki benliğim o kadar önemli ki Allah’ın Sözünün, hikmetinin ve O’nu dinlemek için gereken sessizliğin yerini almakta. Devamlı olarak konuşan dinlemez, yani sevmez: başkalarının enerjilerini ve zamanını meşgul edecek kadar önemli zanneder kendisini. Beşinci basamak: “kendini beğenmek, kendini övmek”. “Ben” ve “benim” sıfatını kullanmaya devam eden sadece kendisini görür ve başkalarıyla ilgilenmez. Böyle bir kişi için Allah bile uzaktır. Bu basmaklarda oyalanmak kolay. Biz ise onları engellemeye çalışacağız. Böylece sağlıklı ve dikkatli bir seçim yapabileceğiz.

 

17.

Aziz Bernardus ile kibirliğimizin büyüdüğü basamakları incelemeye devam edelim. Altıncı basamak, kendini en iyi zannetmektir. Belki bu fikir üzerinde hiç duraklamadığımızı zannediyoruz. Belki, ama belki de bunun farkına varmadık. Gerçekten de bazen bizim hakkımızda kötü konuştu diye birilerine kızıyoruz. Yüksek sesle en iyinin bizim olduğumuzu söylemeye cesaretimiz yok, ama az daha bunu da söyleyeceğiz! Yedinci basamak “her şeye karışmak”tır. Benim de başıma geliyor, her durumda fikir yürütmek istiyorum, her zaman da bana danışılmasını isterim. Diğer basamaklar ise “kendi suçunu savunmak”tır: alçalmak ve suçlu olduğumuzu kabul etmek o kadar zor ki, kötü intiba yaratmamak için günahlarımıza hep bahane bulup, kendimizi aklamaya çalışıyoruz. Bu şekilde İsa’nın günahlarımız için öldüğünü unutuyoruz. Bazen de ikiyüzlü davranıp başkalarının düşüncelerini etkilemek için “işlemediğimiz bazı günahları üstlenmekteyiz”. Bu da kibirdir, hatta kötü bir kibirdir: günahkârlar tarafından alkışlanma peşindeyiz, kötülüklerinden böbürlenenlerin beğenisini aramaktayız. Bunlar kendilerini dünyada önemli görebilirler, biz de onlarla eşit olmak isteriz, böylece bizimle dalga geçmezler. Allah tarafından beğenilmeye çalışacağımıza, arzumuz başkalarına benzemektir. Onuncu basamak “büyüklerimize ve kardeşlerimize asilik”tir. Bu da bizi “günah işleme hürriyetine götürür. Bu adımlarda kutsal Allah korkusundan çok uzaktayız. Çok alçaldık, kibrin son basamağı olan “günah işleme alışkanlığına” vardık. Günah işleme alışkanlığı olunca bulunduğumuz durumun bile farkında değiliz. İsa’nın içimizde yaşayarak getireceği azizliğe tekrar ulaşmak için çabalamalıyız. Allah’ın, kötülüğe dayanamayan ve kibirli bir ruhla anlaşamayan adaletini hatırlamamız gerekecektir.

 

18.

Aziz Bernardus ile kibir yolunun bizi Allah’tan ne kadar uzağa götürdüğünü gördük: daima Allah’ın azizliğinin gözükmesini engelleyen bu zehirle savaşmamız gerekiyor. Şimdi, aziz Benediktus’in yardımıyla alçakgönüllülük yolunun nasıl kat edildiğini göreceğiz. Alçakgönüllülük azizliğin temeli ve ‘doğal ortamı’dır. Avrupa’nın koruyucusu da olan aziz Benediktus, Hıristiyan’ın alçakgönüllülüğünü ilerleyişini bir merdiven gibi görür. Bu merdivende biz ilerledikçe aynı derecede günahtan uzaklaşır, Baba’nın sevgisinin güzelliğine yaklaşırız. Alçakgönüllülük İsa’nın Sözünün gerçekleşmesidir: “Kim kendini alçaltırsa yükselecektir”. Bize göre alçakgönüllülükte ilerlemek aşağı inmek gibidir, ama gerçekte yükselmektir; sanki karanlık derinliklerden ışığa ve temiz havaya yükseliyoruz ve orada tüm gücümüzle nefes alabiliyoruz. Aziz Benediktus “Rab korkusundan” yola çıkar sonra da “Rabbin arzularını gerçekleştirmek” ile ilerlemeyi tavsiye eder. O halde ilk basamağı öğrendik: Rab’den korkmak! Rabden korkmak ondan gerçekten korkmak değildir, O’nu üzme korkusudur. O’na itaat etmemenin bizim için kötü olduğunu elbette biliyoruz, çünkü O’nun hikmetini ve yaşamımız gerekli gerçek iyiyi ret etmektir. O halde Rab’den korkmak alçakgönüllülüğe doğru ilk, çekingen adımdır. Çünkü bunda Rab sevgisiyle beraber itaatsizliğin, yaşamımızda olabilecek kötü sonuçlarından korkumuz vardır: günümüzde biraz modası geçmiş bir terim kullanmak gerekiyorsa Rab sevgisine cehennem korkusu karışmakta. Bu korku da üstün gelmekte. Ama daha sonra derece derece bu korku, Rabbin arzularını gerçekleştirmeye başlayarak, aşılmakta. İlk önceleri bu bir mecburiyet gibidir ve tabii ki bu davranış güzel değildir, ama bari Allah’a doğru gidilmekte ve emirlerinin iyiliği tecrübe edilmekte. Bu şekilde de kolayca üçüncü basamağa varılır, o da “itaati sevgiyle kabullenmektir”. Sana emir verenin seni sevdiğini bildiğinde, ona sevgiyle itaat etmekle başlayabilirsin. Böylece alçakgönüllülük şekil ve tutarlılık almaya başlar.

 

19.

Aziz Benediktus için alçakgönüllülüğün dördüncü basamağı, “Acı çektirdiği zaman bile itaat etmek”tir. Zaten itaat etmek her zaman zordur, çünkü kendi arzumuzdan vazgeçmeye hazır olmayı gerektirir. Bu vazgeçme bazen acılı olur çünkü bizim görme ve düşünme tarzımızın mükemmel olmadığını hatta yanlış olduğunu kabullenmemizi gerektirir. İşte bundan sonraki basamak “suçlarını itiraf etmek”tir. Gerçekten de hata yaptığımızı, hatta günah işlediğimizi kabul etmek ve af dileyerek bunu başkasına söylemek, alçakgönüllülük yolunda önemli bir adımdır. Bu alçakgönüllülük başkalarındaki iyiliği görmemizi ve “her şeyle yetinmemizi” sağlar. Yetinen kibirli değildir, sanki Allah’ın iyiliğimiz için her şeyden faydalanabileceğini söylemekte, her şeyin Allah’ın elinde olduğunu kabullenmekte. Daha sonraki basamak “kendini en kötü günahkar olarak görmek” ve “her zaman kurallara ve itaate boyun eğmek”tir. Bu alçakgönüllülük başkalarını yargılamaz, hatta onları üstün görür. Bu sebepten de gelecek adımın “sadece sorulunca konuşmak” olduğu anlaşılmakta: biz kendimizi önemli görmüyoruz, gerekli değiliz. İtaat etmek ciddi bir şekilde yaşama şekli oldu, bu sebepten konuşmak için de bekliyoruz, başkaları konuşmamızı dilediklerinde konuşuyoruz. Bu davranışımız başkalarına karşı dikkatli olmamızı sağlar, onlar önemli şeyler söyleyebilirler, ilk bakışta öyle oldukları belli olmasa da. Dolayısıyla da “aptal gibi gülmeyeceğiz” ve “sakinlikle, alçakgönüllülükle ve bilgelikle konuşmayı” bileceğiz! Aziz Benediktus’a göre bunları yaparsak alçakgönüllülüğün tamlığına ulaşmış oluruz, yani “en uç derecesine kadar yüreğimizin alçakgönüllülüğüne” ulaşmış oluruz, aynen Annemiz aziz Meryem ve Allah’ın Oğlu İsa gibi!

 

20.

Aziz Benediktus alçakgönüllülükte ilerlemek için bize yardım etti. Biz hala kendi kendimize niçin alçakgönüllü olmamız gerektiğini soruyoruz. Alçakgönüllülük, İsa’nın niteliğidir. İsa bizden sadece alçakgönüllülüğünü örnek almamızı istedi: “Ben yumuşak huylu ve alçakgönüllüyüm: benden öğrenin”. İsa kimseye kendisini zorla kabul ettirmedi. Herkesi hür bıraktı, hatta Yahuda’yı bile. Küçükleri önemsedi, fakirleri dinledi, zenginlerin kendilerini herkesin hizmetkârı olarak görmelerini sağladı. Alçakgönüllülük Meryem’in de niteliğidir: “Hizmetkârının alçakgönüllülüğünü gördü”. İncil okurken Meryem hakkında söylenenlere baktığımızda İsa’nın annesinin alçakgönüllülüğünü fark etmemeye imkân yoktur. Hatta İncil’de Meryem’den fazla konuşulmaması kendi alçakgönüllülüğünü gösterir. Meryem alçakgönüllü ve aynı zamanda her şeyi ondan öğrendiğimiz Annemizdir: İsa da ondan mı öğrendi? Meryem İsa’ya bakarak mı alçakgönüllülükte devam etti? Kim kendini Meryem’den büyük hissedebilirdi? Ama herhalde Meryem şöyle düşündü: “Allah’ın Oğlu mademki kendini bu kadar ufak yapıyor ve bana ihtiyaç duyuyor, kim bilir ben günahkâr bir halkın fakir kızı olarak kendimi ne kadar küçük yapmam gerekiyor!”. Bunları düşündükten sonra kibrimizi bırakıp alçakgönüllülükte büyümeyi arzulamak için başka nedenlerimiz de vardır. Biz günahkarlarız: yüreğimizde, düşüncelerimizde, söz ve eylemlerimizde Âdem’in günahına yer verdik. Şeytanın gururunun davranışlarımızı etkilemesine izin verdik, kardeşlerimizin bize yardım etmesini engelledik. Günahlarımız bari iyi bir şeye yarasın: kabaran gururumuzu söndürsün. Elbette günahlardan iyi bir şey gelemez: kötülükten iyi doğmaz. Sadece günahkâr olduğumuzu hatırlayarak utanalım ve başımızı eğelim. Alçakgönüllülüğümüzün büyümesi için kardeşlerimizin de Allah tarafından sevildiklerini düşünmeliyiz. Allah onları bizden çok sevmez: yani kıskanamayız; ama onları sever, bunun için onların önünde de alçakgönüllü olmalıyız. Onlarda Allah’ın lütfü vardır. Eğer kendimi bir kardeşten üstün görürsem, kendimi Allah’ın sevgisinin üzerinde görmüş olurum.

 

21.

Allah’ın kutsallığında yürürken ve ona katılırken, yüreğimizde daha önce anormal diyebileceğimiz bazı davranış ve arzuları keşfederiz. Bunlardan biri yalnızlık arzusudur. Günümüzde yalnızlık gençlere ve yaşlılara korkunç acılar çektiriyor gibidir ve birçok kişiyi hasta etmektedir. Kutsallıkta yürüyen yanında, içinde, her an Allah’ın varlığını hissetmekte. Bu güvence onu meşgul ve mutlu tutar. Hiçbir zaman yalnız olmadığının farkına vardığında huzurun ve sevincin artar, olgunluğun artar. İsa, kalabalık ortasında bile yalnız olduğunu biliyordu, çünkü kimse onu anlamıyordu ve kimse yürüyüşünü tam olarak paylaşmıyordu. Bunun hakkında İsa şöyle dedi: “Ben yalnız değilim, çünkü Baba benimle birlikte!” . Her kim Baba ve İsa ile birliğini ciddi olarak yaşıyorsa, Kilise içersinde duaya ve yalnızlığa çağrıların niçin olduğunu da anlayabilmekte. Rab bazı erkek ve kadınları devamlı olarak O’nunla sessizlik ve yalnızlıkta olmaya çağırır. Bu insanlar diğer Hıristiyanlar için yalnız olduklarında zamanı değerlendirmeleri için örnek olurlar. Boş zamanlar mutlaka yüzeysel şeylerle doldurmamalıyız, mesela televizyon programlarının bize sunduğu boş veya zararlı sözler ve görüntüler. Tüm zamanını Allah ile dolduran kişilerin örneği İsa’nın yüreğimiz için gerekli ve yeterli olduğunu göstermekte ve birçok kişinin O’nunla yalnızlıkta olmak için dakikalar, saatler ve günler aramaların cesaretlendirmektedir.

 

22.

Yalnızlık Rabbimiz İsa’ya bağlılığımızı ve imanımızı güçlendirmek ve Baba’nın arzusuna teslim olmak için iyi bir ilaçtır. İmana tüm dikkatimizi vermeliyiz. O garanti gözüyle bakabileceğimiz bir armağan değildir, evimizde veya cebimizde taşıdığımız bir obje gibi, bir kere elimizde olduğu için hep sahip olacağımız bir şey de değildir. İman yüreğimizin ve aklımızın devamlı bir eylemdir, bu eylem miktarda değil de kalitede artabilir. Gerçekten de birçok kere imanımızın kalitesi yeterli değildir. İmanımız böyle yetersiz olunca imanlı olduğumuz yanılgısına kapılabiliriz, hiçbir zaman içsel olarak olgunlaşmayız, o zaman da dirilmiş İsa’nın şahitleri de hiç olmayız. İmanımızın kalitesi ne zaman düşüktür? Ne zaman Allah’tan bir şey elde etmek için Onu düşünüyorsak, o zaman imanımız çıkarcı, egoisttir. Bunu arzularımız gerçekleşmediğinde hissederiz: o zaman şikâyet edip, iman etmekten neredeyse vazgeçmek üzere oluruz. Bu imanın kalitesi çok düşüktür. Hatta buna Hıristiyan imanı bile denemez. Hıristiyan imanı kendini Allah’ın hikmetine teslim eder, bizi kurtaran İsa’nın haçını hep gözünün önünde tutar, Allah’ın evlatları olarak tanınmak için de ona benzemesi gerektiğini bilir. Allah’ın azizliğine doğru yürürken imanımız daima güçlü, derin ve ciddi olmalıdır.

 

23.

Bizim kutsallığımızın temeli imandır. İman gerçek ve sabit olmalı, İsa’nınkine benzemeli. Eğer imanımızı maddi ihtiyaçlarımızın yerine gelmesi için bir sebepse veya fakirlik, hastalık, anlayışsızlık sorunlarına çare bulmak için ise çok kalitesiz bir imanımız var demektir. Olgun bir iman, Annemiz Meryem’inki gibi bir imandır: Baba’nın Sözünü gerçekleştirmeye açık bir imadır, Allah’ın hakkımızdaki bilmediğimiz projelerine hazır olmaktır, İsa’nın büyüklüğünü göstermek için gerekiyorsa acı çekmeye hazır bir imandır. Meryem’in imanı Oğlununkini tam olarak yansıtmakta! Havarilerin imanı ise uzun bir tövbe yolu kat etti: önceleri imanları bizimki gibi hasta ve çıkarcı idi, sonraları ise Anneninkine benzer veya eşit oldu. Meryem sadece dua öğretmeni değil, gerçek ve mükemmel iman öğretmenidir! Kendimize örnek olarak gösterilen kişiler olan Azizlerin imanına da bakalım: Örneğin İsa’nın arkadaşı olan Marta imanını şöyle olgunlaştırdı: “mucizeler yapabilirsin” gibi düşünen bir imandan “Sen Rab’sın” demeye ulaştı. “Yaptığına inanıyorum”dan “olduğuna inanıyorum”a geçti. Bakışı arındı: Artık İsa’ya bir mucize gerçekleştirmesi için bakmıyordu, sadece O’nunla derin, canlı bir ilişki kurmak istiyordu. Bu iman kendini şöyle belirtebilir: “Allah’ım, Kutsal Baba, sana tapıyorum ve Sana şükrediyorum. Var olduğun için Sana teşekkür ediyorum, Oğlunun bizim için acı çekmeye yolladığın için teşekkür, O’nu ölülerden dirilttiğin için teşekkür: Onun sayesinde günahlarımızı affediyorsun. Bizi İsa’ya benzer kılan Kutsal Ruh’un için teşekkürler! İşte şimdi Oğlunla birlikte senin arzunu gerçekleştirmek istiyorum. Benim ve Hükümdarlığının iyiliği için yapmamı istediklerini bana duyur. Senin arzularını gerçekleştirmem zorsa veya acı çekmemi gerektiriyorsa, işte hazırım, zayıf ve çekingensem de hazırım, Senden ve Ruh’undan gelen güce güveniyorum. Teşekkürler Baba, çünkü Sen varsın, saklı olsan da daima mevcutsun!”

 

24.

İmanımız büyüdükçe ve olgunlaştıkça şekil değiştirir, yaşamımızı ve başkalarıyla ilişkilerimizi, duamızı değiştirir. Dua için söyleyebileceğimizi yaşamımız ve imanımız için de söyleyebiliriz. Bizim imanımız bizimle Allah’ın Oğlu, İsa arasındaki ilişkidir. Öğrencileri ta baştan Onu takip etmeye başladıklarından itibaren ve Kana’da özel şarabı içtiklerinden beri Ona inanıyorlardı. Ama İsa kendi kişiliğinden her bir yeni nitelik gösterdiğinde öğrencilerin imanı değişiyordu, derinleşiyordu, olgunlaşıyordu, dualarını ve bekleyişlerini değiştiriyordu. Özellikle de, İsa yürüyüşünün kendisini haça götüreceğini söylediğinde değiştiler. Çünkü artık ona iman etmek, onları dünyevi düşünme ve hareket etme şeklinden uzaklaştırıyordu. Öğrencilerin kendileri de daima bu değişikliğe, bu geçişe hazır değillerdi. Bunun bir örneğini Simon Petrus’un davranışında da görüyoruz. İsa, ilk olarak acı çekeceğini, ret edileceğini ve haçta öleceğini söylediğinde Petrus ani bir reaksiyon gösterdi. Petrus’un imanı daha olgunlaşmamıştı, tüm yaşamı dünyevi bir ruhla kaplanmıştı. O kadar ki İsa’ya şu ağır ve beklenmedik sözü söyletti: “Benden uzaklaş, şeytan! Sen Allah’a göre değil, insanlara göre düşünüyorsun”. Bunun için bizlerin sadece iman ediyorum dememiz yeterli değildir, imanımızın nasıl olduğunu görmeliyiz. Sonra da İsa’nın hacına uygun olması için gereken adımı atmalıyız. Kendimize şunu sormalıyız: “Benim acı çekmem veya başkalarının acı çekmesi imanımı sarsıyor mu? Her şeye rağmen imanım beni Allah’ımı sevmeme götürüyor mu?” Cevaplar imanımızın ne şekilde olduğunu gösterir. Eğer henüz İsa’ya benzer değilse, alçakgönüllülükle onu isteyelim. Alçakgönüllülük şarttır. Alçakgönüllülük olmadan iman ilerlemez, dayanamaz, değişmez.

 

 

25.

İmanımız olgunlaştıkça meyve verir. Ümit ve sevgi de imanın meyvesidir. Olgun bir iman moralimizin bozulmamasına sebeptir: çünkü iman, kendini Baba’nın sevgisine emanet etmektir. “Rab çobanımdır, hiçbir eksiğim yoktur. Karanlık yollardan gitsem de, hiçbir kötülükten korkmam, çünkü Sen benimlesin!”. Bu mezmurun ifade ettiği ümit sade, güçlü ve olgun bir imanın meyvesidir. Dediğimiz gibi imanın meyvesi ümittir. Ümit, Allah’ın ilgilendiğine emin olmaktır, sözünü tutacağını bilmektir. Azizliğimiz huzur doludur, çünkü Allah’ın ellerinin bir babanın elinin olduğundan eminiz, bizi daima kötülükten koruyacaktır veya zorluklarımızı, acılarımızı Ona layık bir gelecek kurmaya yarayacaktır, orada da bizim sevincimiz ve Onun yüceliği eşit adımlarla ilerleyecektir. İman ve ümit birlikte ilerler, birbirlerine ihtiyaçları vardır ve birbirlerine destek olurlar. İman sayesinde, Allah’ın bizi hiçbir zaman terk etmeyeceğini biliriz ve her şeyin, yenilgilerimizin de bile, iyiye yarayacağını biliriz. Allah’ın bize söz verdiği iyilikleri sabırla beklerken Allah olgunlaşan ve sabitleşen imanımızı güçlendirir. İmanımız başka arzulara değil de, sadece Allah’ın varlığından sevinme üzerine dayandığında o zaman sevgi meyveleri vermeye başlar. Gerçek sevgi sayesinde Allah gibi karşılık beklemeden severiz, zamanımızı, enerjimizi, dikkatimizi karşılaştığımız tüm kardeşlere ve kişilere veririz. İmanımız sayesinde seven Allah ile ilişkiye gireriz ve bu sebepten imanımızdan sabırlı, tedbirli, sadık bir sevgi doğar. Bu sevgi insanı sevgi değil, tanrısal sevgidir: sevgimizin daima Allah’tan ışık ve güç alması ve imanımızdan kaynaklanması çok önemlidir!

 

26.

Allah insanları çok sever. Sevgisinin büyüklüğünün işareti Oğlu’dur. “Allah dünyayı o kadar çok sevdi ki tek Oğlunu verdi”. Bunu İsa söyledi. Allah’ın sevgisini görmek mi istiyoruz? İsa’ya bakalım! Allah’ın sevgisini tatmak mı istiyoruz? İsa’yı kabul edelim. Allah’ın sevgisine öykünmek mi istiyoruz? İsa’yı insanlara verelim. İnsanların bekleyişlerinden etkilenmeden, Allah’ın sevgisinin tamlığını yaşamaya çalışmalıyız. İnsani bekleyişler bizleri ele verebilir, kafamızı karıştırabilir, kötülüğe ve Allah’a itaatsizliğe sürükleyebilirler. Gerçek sevgi daima “evet” demeyi bilen davranıştır. İsa hakkında şöyle denir: “Onda daima ‘evet’ oldu”. İsa’nın “evet”i Allah’a söylenen bir “evet”tir ve Allah azizliğine uygun hareketler ister. Bizlerde de “evet” olmalı, ama bizler de, insanlar tarafından istense de, “evet” i Allah’a söylemeliyiz. İnsanlara söylenmiş bir “evet” Allah’a itaatsizlik olursa bizlere azizlik getirmez ve kimseye yaşam ve iyilik vermez. Birçok Hıristiyan herkese evet demek arzusundan yanılgıya düştüler. Cömert, sevgi dolu, büyük olduklarını sanıyorlardı! Ama insanlara söylenen “evet”, Allah’ın Sözüne ve emirlerine bir “hayır” olduğunda yanılgı oldu. Birçok Hıristiyan daima her şeye hazır olmalarından ve onlardan istenenin Allah’ın arzusuna uygun olup olmadığını düşünmediklerinden hata işlediler ve kötülüğe sürüklendiler. İsa’nın dediği gibi daima uyanık ve “yılanlar gibi tedbirli” olmalıyız çünkü sevgi Allah’a itaatsizlik olamaz, ve Allah’a itaatsizlik sevgi olamaz. Bu sebepten azizlik yolunda ilerlemek istiyorsak hep bu mantıktan geçmeliyiz: insanların arzularıyla Allah’ın Sözünü ve Kilisenin ihtiyaçlarını karşılaştırmalıyız.

 

27.

Kutsallık yolunda ilerlerken birçok tehlike ve sorunla karşılaşabiliriz. İyi ve pozitif gibi gördüğümüz şeyler bile tehlikeli olabilirler: onlar arzularımıza hükmedebilir, öyle ki Allah’ın Sözünü ve çağrısını, bize emanet ettiği görevleri, İsa’nın mutlak önceliğini unutabiliriz. Bunlar iyi olmalarına rağmen bir çeşit negatif çekicilik yaratabilirler. İsa ile birleşme yolu olan kutsallık yürüyüşümüzde hiçbir şeyi, özellikle güzel ve iyi gözüken eylemleri bile Onun önüne koymamaya çalışmalıyız. Kilisedeki yanılgılar ve bölünmeler, “iyi ve güzel” şeylerin İsa’nın önüne geçmesiyle gerçekleşti. Bunlara verebileceğimiz örnekler çoktur. İncil’de anlatılan bir örneği hatırlamak yararlı olabilir. Fakirleri sevmek elbette güzel ve iyi, tavsiye edilebilir ve kutsal bir şeydir. Ancak fakirleri sevmek İsa’yı sevmekten fazla önem kazanırsa, o zaman öğrencilerin birliği ve komünyonu bozulur ve sonuç olarak İsa’nın kendisi de inkâr edilir. İsa, fakirleri sevmenin önemini indirgemeden, kendi kişiliğine öncelik verdi. Zaten Kendi, fakirlerin ilk ihtiyacı, gerçek ve derin zenginliğidir. Güzel ve iyi şeyler baştan çıkarabilir, dikkat ve sempati çekebilirler, ama İsa’nın yerine konulurlarsa bizleri kendisinden uzaklaştırırlar ve Kilisenin büyümesini engellerler. Eğer güzel ve iyi şeyler İsa’nın yerini alıyorlarsa, bizim bir kusurumuzu veya günahımızı saklıyor demektir. Yahuda fakirleri sevdiğini zannediyordu. Ancak para sevgisine daha önem veriyordu.

 

28.

Azizlik yolunda ilerlerken bizi engelleyebilecek birçok tehlikeye dikkat etmeliyiz. İsa kendisi başkalarını şok etmemiz gerektiğini ve başkalarının yaptıklarından etkilenmememiz gerektiğini söyledi.  Yani Onunla kat ettiğimiz yolda engeller bırakmamalıyız. Ayrıca O, Baba’dan, bizim aziz olmamızı engellemek isteyen, dünyanın düşündüğü gibi düşünmemizi isteyen, kötülükten korumasını istedi. İsa’nın duasına güvenerek Kutsal Ruh’un silahlarıyla korunabilir, imanı bırakma ve Allah’ın Sözünden uzaklaşma tehlikelerinden kendimizi koruyabiliriz. Bize Hıristiyan yaşamı için gerekli “Ruhun silahlarından” bahseden aziz Pavlus’tur. Aziz Pavlus Efeslilere şöyle yazmakta: “İblis'in hilelerine karşı durabilmek için Allah’ın sağladığı bütün silahları kuşanın”. Böylece farkına varıyoruz ki bizler Allah’ın istediği şekilde yaşamak istememize ve kardeşlerimize hizmet etmek istememize rağmen, uyanık ve dikkatli olmalıyız, çünkü düşman birçok gerçekten ve olaydan faydalanarak bizi engellemek isteyebilir. Kuşanmak demek devamlı olarak üzerimizde bizim olmayan bir şeyi taşımaktır, bu şey bize dışarıdan gelmekte. Allah’ın silahını sadece Allah’tan alabiliriz, elbette kötülük yapmamıza yaramaz, düşmanın saldırılarından ve hareketlerinden korunmamızı veya bizden uzaklaşması için korkutmamızı sağlar. Bu bize açıkça söylenmekte: “Çünkü savaşımız insanlara karşı değil, yönetimlere, hükümranlıklara, bu karanlık dünyanın güçlerine, kötülüğün göksel yerlerdeki ruhsal ordularına karşıdır”. Biz insanlara karşı savaşmamalıyız: onlar için İsa gibi yorgunluğumuzu ve yaşamımızı sunalım. Uyanık ve dikkatli olup etrafımızdaki kişilere de acı veren “ruhları” uzaklaştırmak için savaşmalıyız: bunlar kendini beğenmişlik, gurur, para sevgisi, şehvet, egoizm, üstünlük ve daha birçok ruhlardır.

 

29.

Aziz Pavlus Hıristiyan’ın imanda sadakatli kalması ve dünyada karşılaştığı tehlikelerden korunması için sahip olması gereken erdemleri anlatıyor. “Böylece, belinizi gerçekle kuşatmış, göğsünüze doğruluk zırhını takmış ve ayaklarınıza esenlik müjdesini yayma hazırlığını giymiş olarak yerinizde durun” (Ef. 6,14-15). İlk gereken şey “gerçek”tir. Eğer emin olduğumuz şeylerimiz yoksa yürüyemeyiz, sanki hep kendi kıyafetlerimize takılıyormuşuz gibi oluruz. Gerçek derken Allah’ı, Baba Allah’ı ve Oğlu Mesih İsa’yı, bizi aydınlatan Kutsal Ruh’u iyi tanımayı kast ediyoruz. Gerçek aynı zamanda kendimizi Allah’ın çocukları olarak görmek ve İsa’ya benzemeye çalışmak, sevgi olan Ruh’u taşımak demektir. Gerçek Kiliseye bağlı olmanın önemini ve gerekliliğini tanımak ve onlarla birlikte Kutsal Üçlüğün yaşam birliğinin oturduğu yer ve kendini gösterdiği yer olmaktır. Bu emin olduğumuz konular bizleri dayanıklı ve güçlü kılar, imanımızı belirtmekte de bizi her denenmede dayanıklı kılar. İçimizdeki ilahi hayatı korumamızda yardımcı diğer bir husus da “doğruluk”tur. Aziz Pavlus onu bir zırha benzetir, bizi huzurlu kılan bir silah gibi. Doğruluk, Allah’ın emirlerine itaat etmektir, Onun arzularına her şeyde uymaktır. Ona itaat ettiğimizde Allah bizleri doğru kişiler olarak görür, yani Onun planlarına göre gelişmiş kişiler gibi. İncil’i yayma çabası, İsa’yı ve Allah’ı tanıtma arzusu bu dünyada hareket edebilmek için gereklidir. Aziz Pavlus bu çabayı ayakkabıya benzetir. Ayakkabılar askerlerin yılanlar tarafından ısırılmadan veya taşlar veya dikenler tarafından zarar görmeden, serbestçe hareket edip yürümesini sağlar. Baba’nın sevgisinin iyi haberini acı çekenlere, korkanlara, materyalizm ve egoizme dalmış olanlara vermek istiyor musun? İnsanlara karşı bu sevgiyi besliyorsan seni hiç bir şey korkutamaz!

 

30.

“İmanın kalkanını daima elinizde tutun, onunla Şeytan’ın bütün ateşli oklarını söndürebileceksiniz”. İman daima yanımızda olmalı ve bir kalkan gibi görünür yere konmalı. Böylece düşmanın okları bana kötülük yapamayacak, çünkü imanın gücü sayesinde düşmanın kötülüğü yok olur! İmandan bahsettik, niteliğinin nasıl olması gerektiğini söyledik. Şimdi Havari onu daima “elimizde” tutmamız gerektiğini söylüyor: imanımıza sormadan hiçbir şey yapamayız, hiçbir karar alamayız! Seçimlerimizde ağırlığını koymalı, günlük kararlarımızda yer almalıdır. Hangi mesleğini yapacağını seçerken, ne yapacağına karar verirken, yaşamını paylaşacak eşini seçerken, evini nerde kuracağına karar verirken, v.s. imanınla karar ver. Sabahları kalkarken, evden çıkarken, birine rastlarken, çocuklarınla ve kardeşlerinle konuşurken, daima imanını göz önünde tut: o zaman başın   yukarıda ve güvenle yürüyebileceksin. “Kurtuluş miğferini de... alın”: Kuşanmamız gereken Allah’ın silahlarının arasında “kurtuluş” da var! Aziz Pavlus bununla neyi anlatmak istemekte? Mektuplarının başka bölümlerinden anladığımızla kurtuluşun, dünyanın etkilerinden hür olma, olduğunu anlıyoruz. Bu dünya Hıristiyan’ı korkutmaya çalışmakta, çünkü onun İsa’dan ve Kilise’den uzaklaşmasını istemekte. Bunu alay, hor görme, dışlama, tehdit ve zulümle sağlamaya çalışmaktadır.  Bu durumların etkisi altında kalmamak ve bu şekilde bunların imanımızı zayıflatması ve etkilemesine izin vermemek, işte bu, “kurtuluş” olur! Buna ulaşabilmenin yolu İsa’ya ait olduğumuzu ve Kilisesini sevdiğimizi açıkça belirtmektir. “İnsan yürekten iman etmekle aklanır, imanını ağzıyla açıklamakla da kurtulur (Rom. 10, 10). Kurtuluş  kafamızı koruyan miğferdir: güven veren bir silah, ağır darbeler alınan yerlere de girmek için cesaret veren bir kuşamdır.

 

31.

“Ruh’un kılıcını, yani Allah’ın Sözünü alın!” (Ef.6,17). Sonunda aziz Pavlus, birçok korunma silahından sonra düşmanı korkutacak ve ilerlememizi sağlayacak bir silah öneriyor. Bu özel bir silah: Ruh’un kılıcı olarak benzetilen Allah’ın Sözü! Hıristiyan’da Allah’ın Sözü olmazsa, putperestten nasıl ayırt edilir? Bende Allah’ın Sözü olmasa insanların sözlerinin etkisinde olurdum, güvenli bir yön izleyemez, hiçbir güvencem olmazdı ve herkesten ve her şeyden korkardım. Allah’ın Sözü sayesinde bir kimliğim var, seçtiğim pozisyonlarda sabitim, seçimlerimde daima alçak gönüllükle kararlıyım, gelecek hakkında şüphelerim yok. Allah’ın Sözü beni hikmetiyle destekler, kimse Onu aşamaz. Allah’ın Sözü yüreğimde ve dudaklarımda olunca ben sakinim. Allah’ın gücü beni cesaretli kılar ve sadece kendimi korumaya değil başkalarını da korumaya hazır kılar. Allah’ın Sözü büyük bir zenginliktir. Daima Allah’ın Sözüne bağlı kalmaya çalışacağım, tüm adımlarımı ondan uzaklaşmadan atmak istiyorum. Allah’ın Sözüne uyduğum zamandan beri verdiği ve dikkatimi çeken ilk meyvesi içimde daha sık dua etme isteğinin doğmasıdır, hatta bu Sözden kaynaklanır. Bunun içindir ki aziz Pavlus sonraki ayette şöyle devam eder: “Her türlü dua ve yalvarışla, devamlı olarak Ruh’un yönetiminde dua edinç Bu amaçla, bütün kutsallar için yalvarışta bulunarak tam bir adanmışlıkla uyanık durun.” (Ef. 6,18).  Dua Hıristiyan’ın nefesidir, ama bundan daha ileride konuşacağız.

 

32.

Aziz Pavlus’un yardımıyla imanımızı ve azizliğimizi, bizi çevreleyen ve yüreğimizi meşgul eden birçok düşmandan korumak için ihtiyacımız olan bazı yöntemleri düşündük. Hatırlamamız gereken bir şey vardır: kardeşlerin yardımına ihtiyacımız var. Rabbimiz İsa, bizi kurtarmaya geldiğinde öğrencilerinin kendisiyle birlikte fakat aynı zamanda aralarında da birlik içersinde kalmalarını istedi. Allah’ın çocuklarının, birbirlerinden ayrı olarak, Allah ile sadece kişisel bir ilişkide imanlarını yaşamalarını istemedi. O bizleri birleştirdi, böylece Kutsal Ruh’un bize verdiği değişik armağanlarla birbirimizin yardımlaşmasını sağladı. Birlik içersinde ve cemaat içersinde yaşadığımızda gerçekten kişiliğimiz gerçekleşir. Kutsal Ruh bir birlik ruhudur, Allah da herkesin babasıdır, İsa ise, cemaatçe alınan ekmek ve şarap işaretleri altında kendini veren tek Rab’dir, Efkaristiya sayesinde Onunla ve aramızda birlik oluruz. Aynı şekilde Ona iman eden herkes, vaftizle yeni imanlı yaşamına başlar ve vaftiz, Kilise tarafından verilir! Vaftiz olanın bir vaftiz babası veya annesi vardır, yani ilk adımlarda ona yardım edecek bir kişi olur, sonra da ona yaşam boyunca karşılaşabileceği değişik durumlarda imanı nasıl yaşayacağını gösterir, Hıristiyan cemaatinde faal üye olma örneğini de gösterir. Hıristiyan, İsa’ya iman etmekte, sevmekte ve takip etmekte yalnız olmadığını bilmeli, bunu sadece bilmesi de yeterli değildir, tecrübe de etmelidir. Bu sadece çocuklar için geçerli değildir, tüm yaşlar için önemlidir! Sende Kutsal Ruh varsa, diğer imanlılarla birlik içersinde imanını yaşa. Eğer diğerleriyle birlik içersinde yaşamıyorsan, bu, Kutsal Ruh’a sahip olmadığını gösterir, O senden uzaklaşmış veya sen Onu üzmüşün, demektir.

 

33.

Mutlaka açık havada bir ateş görmüşündür: odun parçaları yığılır, birbirlerine yakın olurlar ve yanarken güzel bir alev meydana getirirler. Eğer bu odunlardan biri diğerlerinden ayrılırsa söner, ışık ve ısı meydana getirmek için işbirliği yapmaz. Eğer ta baştan odunlar birbirlerinden ayrı tutulurlarsa ateş bile meydana gelmez. Bu Hıristiyanlar arasında birliğin ne kadar gerekli olduğunu göstermek için küçük bir örnektir. Onlar sadece düşünce olarak değil somut bir şekilde birlik içinde olmalıdırlar. İsa, öğrencilerinin arasında birlik olması için Babasına ısrarla duada bulundu, aynı zamanda öğrencilerine de Ona sıkı sıkı bağlı kalmalarını tembihledi, aynen dalların bağa bağlı oldukları gibi. Böylece aralarında insani değil ilahi bir bağ kalacaktır. Azizliğimiz ancak diğer imanlılarla birlik içersinde isek büyür. Bu sebepten azizliğimizin küçük ve sık kardeşlik anlarına ihtiyacı var, o esnada karşılıklı sevgiyi, karşılıklı affı, sabretmeyi ve yardımlaşmayı tecrübe edebiliriz. Hepimiz ruhani ve duygusal engeller ve kusurlar taşırız. Bu sebepten başkalarının olmaları istediğimiz şekilde olmadıkları için (rahip de bunlara dahil) cemaatimizden ayrılmamalıyız. Zaten sen de olman gerektiği gibi değilsin: başkaları senin kusurlarına sabrediyor, senin kabullenmediğin veya bilmediğin kusurlarına dahil. Sonuna dek sevgiyi yaşamadıktan sonra İsa’nın kardeşlerini sen nasıl yargılarsın? Aldığın kutsallığı muhafaza etmek ve büyütmek istemez misin? Cemaatinin aktif bir üyesi ol, sadece birkaç hizmeti “yapmış olmak” için değil de cemaatin duasını canlı kılmak, Sözü dinlemeyi günlük hale getirmek ve sevgisini görünür şekilde kılmak için aktif ol.

 

34.

Papa XVI. Benedikt Brezilya’da iken şöyle dedi: “Allah’a imanımız bize neyi kazandırır? İlk cevap budur: bize bir aile verir, Allah’ın, Katolik Kilisesindeki evrensel ailesini! İman bizleri “egomuzdan” kurtarır, çünkü birliğe götürür: Allah ile karşılaşma kardeşlerle de bir karşılaşmadır, bir araya gelmek için bir çağrı, bir birlik eylemi, başkalarına karşı bir sorumluluktur”. Bizlerin Kilise oluşumuz Allah’ın ona iman edenlere armağanıdır.  Kilise içersinde yaşamımız Allah’ın bizleri kötü yalnızlıktan ve sonucu olan üzüntüden kurtarmasıdır. Bizim birliğimiz daima Baba’ya ve Rab İsa’ya imanımıza bağlıdır, dolayısıyla da biz Hıristiyanlar arasındaki birlik bizim sadece iyi niyetimize bağlı değil, daha çok İsa’nın bize verdiği yollarla ona bağlı olmamızdır. Bizlerin birlik kurma kapasitemiz doğrudan dirilmiş İsa olan bağa bağlı kalma yeteneğimize bağlıdır. Bu sebepten her birimiz devamlılıkla Barışma Gizemine yaklaşmadan ve ruhumuzu yukarıdan gelen Ekmekle beslemeden sağlıklı ve aziz bir Kilise olabileceğimizi zannetmeyelim. Çocuk olduğum zamanlar ebeveynlerim beni her cumartesi günü tövbe etmeye yollarlardı: şimdi, bunun bana hiç zararı dokunmadığını söyleyebilirim, tam tersine! Zamanla içimde iyiyi ve kötüyü ayırt edebilme yeteneği gelişti, aynı zamanda düşünceler ve eylemleri de seçebilme yeteneğim arttı, günahlar işleme denenmelerini ve günah ile günahkar arasında farkı görebilme kapasitem gelişti. Beni affeden İsa ile sıklıkla buluştukça Allah’ın merhametinin ne kadar büyük olduğunu anlayabiliyor, fakat aynı zamanda bunun, eylemlerimizin kötü sonuçlarını düşünmeden ‘boş ver’ diyenin yumuşaklığı olmadığını  idrak ediyordum.

 

35.

Günümüzde hiçbir ebeveyn çocuğunu her cumartesi günü tövbe etmeye yollamıyor: etrafta çok rahip yok, ama özellikle de imanlıların ruhani duygusallığı azaldı. Daha da çok söylemek isterim: azizlik arzusu azaldı. Rab İsa’yı seven ve Ona yaşamlarıyla şan veren Hıristiyanlar Onun affını almak için Onunla sık sık karşılaşmaya çalışırlar. Bunun için öldürücü günahlar işlemeyi beklemiyorlar, çünkü daima günahkar olduklarını biliyorlar ve gözükmez şekilde de olsa dünyanın günahının içimizde yuva kurduğunu bilirler. Rahibin vasıtasıyla alınan af büyük bir lütuftur; mutlu, cömert olmamızı ve Rabbimiz İsa’nın iyi bir şahitliğini yapmamızı engelleyen yükü kaldırır. Azizliğe doğru yürüyen biri Allah’ın şanına uygun bir araç ve işaret olmak ister. Bunun için içsel yaşamın tazeliğini tekrar elde etme lütfunu kabul eder. Birçok kişi şunu söyleyerek kendini haklı göstermek ister: itiraf etmek zordur! Bu sadece egoist sebeplerden dolayı itiraf yapanlar için geçerlidir, içlerinden pişmanlığı atmak veya emre uyduğunu söylemek için yapanlardır. Fakat İsa’ya ve Baba’ya bir sevgi eylemi olarak Barışma Gizemine katılanlar için zor değildir. Senin yaşamınla İsa’yı tanıtmak istiyorsan veya Allah’ın insanlara yaptığı sevgi eylemine açık olmak istiyorsan o zaman günahlarını açığa çıkarmaktan çekinmezsin, utanmayı aşarsın, rahibi seçmekte de o kadar zor olmazsın. Her ne yapıyorsak bunu sevgi için yapmaya çalışmalıyız, hiçbir zaman egoizm için değil! Dua ederken veya Allah’tan af dilerken de bu geçerlidir! Bunu faydasını biz de göreceğiz, çünkü affedileceğiz, tüm varlığımız “onarılacak”: biz her şeyi sevgi için yaparsak, her şey daha kolayımıza gelecek ve meyvesi daha bereketli olacaktır!

 

36.

Tövbe (barışma) Gizemini Efkaristiya’nın “ön odası” olarak da gerçekleştiriyoruz, yani Rabbimiz ve Kurtarıcımız ile gizemli birliğimize hazırlanmak için de yapıyoruz. Çünkü işlediğimiz günahlar için özür dilemeden Onunla birleşemeyiz. Bu sebepten Efkaristiya Gizemini katılmadan önce Barışma Gizemine katılmak normaldir. Efkaristiya İsa’nın bize bıraktığı en büyük hediyedir: büyüktür çünkü gerçekten birliği meydana getirir. Onunla birlik, Baba ile birlik ve kardeşlerle birlik! Birlik içersinde Hıristiyan’ın ve insanın sevincinin sırrı mevcuttur. Yalnızlık üzüntü meydana getirir, birlik ise sevinç, bayram havası getirir! İnsan, her insan sevinç için vardır. Birlik olmadan sevinç olmaz ve birlik samimi ve derin oldukça kutlama ve sevinç de bir o kadar gerçek ve devamlı olur. Efkaristiya, İsa ile ve dolayısıyla Baba ile, kardeşlerle birlik gizemidir. Efkaristik gıda ile beslendiğimizde, yani Komünyon yaptığımızda başkalarıyla ve imansız olanlarla da bir ilişki kurabilme kapasitemiz de gelişir.  Bilinçli ve içsel olarak yaşanan bir Komünyonla azizliğimiz, ilahileşmemiz de somutlaşır. Sonuçta azizliğimiz, Allah gibi sevgide mükemmel olmak için yoldur. O halde Efkaristiya yaşamımızın, ruhumuzun, bedenimizin gıdasıdır, sevgi kabiliyetimizi artıran gıdadır, sadece Allah ile birlik içersinde olmamıza değil, Onda şekil değiştirmemize sağlayan gıdadır. Bu gerçeği anlamaya başlayan Hıristiyan her fırsatta Efkaristiya ile beslenir. Birçok kişi bu armağanı keşfetmiştir ve bu sebepten her gün Ayine katılırlar. Bu, imanına değer verdiğini göstermenin en güzel işaretidir, imanlıyı olgunlaştıran armağandır, günleri ebediyete çeviren ve onları Allah’ın Hükümdarlığı için verimli kılan randevudur!

 

37.

Ayini kutladığımızda İsa’nın bize öğrettiği “Göklerdeki Pederimiz” duasının önemli bir yeri var. Bu en güzel duadır; neredeyse ona tek duamız diyebiliriz, çünkü diğerlerinin ona uyması şarttır. Hıristiyan için dua nedir? Niçin ve ne niyetle dua eder? Dua etmek ne zaman faydalıdır? Dualarımız gerçekleşmediği zamanlar da mı dua etmeliyiz? Dua hakkında daima soracak çok sorumuz olur: ben elbette her birine cevap verecek durumda değilim. Günahlarım dua hakkında derin ve tam şekilde konuşmamı engeller, ancak yine de birkaçına cevap vermeyi deneyeceğim. Rabbi çok seven ve Onunla derin bir birlik içersinde yaşayan eksiklerimi tamamlayabilir. Havariler, iyi birer Musevi olarak, dua etmeyi biliyorlardı: sinagogda ve evlerinde de mezmurları söylerlerdi. Ancak İsa’nın dua ettiğini gördüklerinde Ona şöyle dediler: ”Efendimiz, bize dua etmeyi öğret!”. İsa’nın dua etme şeklinin değişik olduğunu fark etmişlerdi. İsa da onlara “Göklerdeki Pederimiz” duasını öğreterek sorularını yanıtladı. O andan itibaren İsa’ya iman edenlerinin dualarının diğerlerinden, özellikle de putperestlerinkinden değişik olduğunu anladılar. O zamanki putperestlerin dili olan Grekçe duadan bahsetmeleri gerekince de Hıristiyan duasını anlatabilmek için yeni bir kelime ürettiler. İncil yazarlarının kullandığı kelime, putperestlerin duaya verdiği anlam taşımıyor yani, Allah’tan insanın kendi gücüyle elde edemediği şeyler dilemek anlamına gelmiyor. İsa için ve dolayısıyla Hıristiyanlar için dua etmek Allah’a uzanarak mevcudiyetinden haz almaktır, Ona dalarak bir bütün olmak istemektir, Onun sayesinde değişmektir. O halde Hıristiyanlar duanın onları oldukları gibi bırakmadıklarını bilmektedirler, hatta kendileri bile içlerinde değişiklik meydana gelmesini istemektedirler. Çünkü Baba’nın bilgeliğini gerçekleştirmek için yaşamını sunan İsa’nın örneğine göre büyümeyi arzuluyorlar.

 

38.

Allah’ın duamızda baktığı ve değer verdiği şey, duanın doğmasına ve canlanmasına sebep olan arzudur: dua ederken dünyevi şeyler mi, senin refahını mı arzuluyorsun? Yoksa Allah’ın söz verdiklerini mi arzuluyorsun? Ona benzer olmak istiyor musun?  Allah’ın planlarını gerçekleştiren biri olmak istiyor musun? İnsanların kurtuluşu için Ona bir el vermek istiyor musun? Dünyaya sevgiyi ekmek ister misin? İsa’nın Ruhunun tüm gücüyle ve haça gerilmiş sevgisiyle kabul edilmesini, tanınmasını, sevilmesini istiyor musun? Bizim için dua etmek bizleri Allah’ın yüreğine yaklaştıran ve göksel şeyleri aramamızı sağlayan bu arzuları beslemek ve dile getirmektir. Baba dualarımızda bu arzuları görünce duamız bölünse de, dikkatimiz dağılırsa da önemli değildir. O, bizim arzumuza değer vermekte ve onu gerçekleştirmekte çünkü O da bunu arzulamaktadır. Bütün bunları İsa’nın bize öğrettiği duadan anlamaktayız. Gerçekten de Onun, bize öğrettiği sözlerle dua ettiğimizde, duamızın kalitesi çok artmakta.  Şöyle başlamamızı öğretti: “Göklerdeki Babamız!”. Bu basit sözler bizleri Allah ile doğrudan ilişkiye sokmak istemektedir. Bizleri sevgiyle, O’nu tanıyanın ve daha çok tanımak isteyenin sevgisiyle Allah’a bakmamıza sağlamaktadırlar. Allah bizler için uzak, ilgisiz biri değildir. O, yaşamımıza bizden çok değer verendir. Yaşamımız, Onun bize armağanıdır, O’nun eseridir.  “Baba” derken de Onun yaşamımızın kaynağı olduğunun altını çizeriz, Ona minnettarlık gösteririz ve Onun bizim için çok önemli olduğunu, bizim ve tüm dünya için arzularının önemli olduğunu belirtiriz. “Baba” diyerek Onu görme arzumuzu, Onun yanında kalma isteğimizi, Yüreğinin atışlarını dinlemeği arzuladığımızı, yaratılış ve insanlık için büyük planlarının gerçekleştirmeye katılmak istediğimizi belirtiriz.

 

39.

Baba’ya bakarak ve dua etmeyi öğrenerek, görüyoruz ki O “bizim” Pederimizdir! Onun babacan sevgisi, içimizde bencillik veya kıskançlık duygularının oluşmasına izin vermiyor: O, bizim Babamızdır; sevilecek başka çocukları da olan, sadece bana ait olmayan bir Babadır. O, babalığını diğerlerine göstermek için benim hayatımdan da yararlanan bir Babadır. İsa’nın bize söyletmek istediği dua bir nevi tapınma ve kardeşlik okuludur. Eğer “Baba” sözcüğünü içimizde sevgi ile söylersek, başkasının hiç bir zaman göremediğini görebilen, Onunla içten, saygılı, sevgi dolu ve güvenilir bir bağ kurabilen çocukları oluyoruz. “Göklerdeki Pederimiz” derken, ilahi yaşamının sırlarını anlayabilmek için O’na tapmaya devam ediyoruz. “Göklerdesin” demek “saklı duruyorsun” demek gibi de olsa, ayrıca “her yerdesin” anlamına da gelmektedir, ya da “sana ulaşamasak da buradasın” ve de “Seni dünyevi ihtiyaçlarımız için kullanamayız ve emredemeyiz” anlamındadır. İsa’nın bize öğrettiği duanın ilk sözleri, bize Allah ile aramızdaki ilişkinin nasıl olması gerektiğini söylemektedir: Onu tanıyan ve de Onun kalbinin ve aklının zenginliklerini keşfetmek için daha çok tanımak isteyen birinin canlı bir ilişkisi gibi olmalıdır. Dua edeceğimde, bu açıdan yoğunlaşmak isteyeceğim, Onun hayatının yani sevgisinin bir parçası olmak isteğiyle, Ona tapmaya devam edeceğim! Baba’ya bu şekilde yakınlaşmamla, hayatım Ona şan verebilsin diye kendimi Ona sunma arzum artacaktır. İşte bu, “adın yüceltilsin” cümlesinin anlamlarından biridir. Allah’ın adını yüceltecek olan ben değilim, ama ben diliyorum ki Onun babalığı tanınsın ve anlaşılsın. Adını yücelten kendisidir ve bunu – Peygamber Hezekel’in bize dediği gibi – halkı aracılığıyla yapmaktadır. Allah birlik kurarak, arındırarak ve Kutsal Ruh’unu vererek adını kutsallaştırmaktadır. Bu yüzden ben Kilise’nin birliğinde kalmam için, insanların hırsları olan putlardan kurtulmam için ve İsa’nın Havarilere üflediği Kutsal Ruh’u içimde bulundurmak için kendimi Allah’a adıyorum!

 

40.

Allah, arzularını dikkatli bir evlat olarak dinlersem, dualarımı kabul edecektir. Bu sebepten “hükümdarlığın gelsin” ve “Senin isteğin olsun” dileğimi söylüyorum. Dünyanın Allah’ın hükümdarlığı olması için Allah İsa’yı yolladı ve kendi sevgisinin tamlığının gerçekleşmesi için İsa’nın haça çıkmasını istedi. İsa, bize kendi misyonuna katılabilme imkânını da veriyor. Bu sebepten de dua ederken Babanın hikmetiyle, insanlar arasında sevgiden gelen düzenin kurulabileceği ve sevginin hüküm süreceği Hükümdarlığın gelmesini diliyoruz.  İsa, bizim de Baba’nın isteğini gerçekleştirmemizi istiyor. Baba’nın isteği bizler ve tüm dünya için kurtuluştur. Bu yüzden İsa, kurtuluşu gözönünde tutarak bizim egoist ve maddiyatçı isteklerimizden çok daha hikmetli ve ileriye dönük olan, Onun isteğinin gerçekleşmesinin dileğimizi güçlendirmek istiyor. İsa’nın en önemli duası, kendisinin Zeytinlik Bahçesinde dile getirdiği duadır: “Baba, benim değil Senin isteğin gerçekleşsin!”. Bu dua ile İsa haçını taşımaya hazırlanıyordu. Haç her şeyden önce acı ve ölüm oldu, ama sonra bu haçtan şan ve dünyanın kurtuluşu geldi. Biz de daima Baba’nın arzularını gerçekleştirmek istiyoruz, bu kendi egomuzu öldürmek anlamına gelse de! Çünkü şundan eminiz ki sonunda Baba bizleri sevince ve şana götürecektir. Kilisenin bize örnek olarak gösterdiği azizlerin yaşamlarına baktığımızda birçok kere haçtan sevince ve şana geçişi görürüz. Biz hacı veya acıyı sevmeyiz, ama Baba’nın arzusunu severiz, bu bize acı ve sıkıntı getirse de. İsa bize dua etmeyi öğretirken her şeyden önce Allah’ın arzularını istemeyi, olma ve düşünce tarzımızı değiştirmeyi, Baba’ya doğru tüm gücümüzle ulaşmayı öğretmektedir. Böylece sonucunda bizde gerçek ve derin bir tövbe gerçekleşir!

 

41.

Bizi Peder’e doğru yönelttikten sonra, İsa duamızda kendimizi ve ihtiyaçlarımızı düşünmemize izin veriyor. Biz her gün ekmeği, hayat için gerekli olan şeyleri düşünüyoruz ve de çok sık bunları temin etmekte zorlanıyoruz. İsa, “İsteyiniz ve size verilecektir”, demişti bir kez öğrencilerine. Kendi duasında, günlük ekmeğimizi istememizi sağlıyor. Biz içgüdüsel olarak, bedenimizi doyuran, ihtiyacımız olabilecek her şeyi düşünüyoruz. İsa bu şeyleri mi düşünüyordu? O, “Babanız siz istemeden önce ihtiyacınız olabilecek her şeyi biliyor” dememiş miydi? İsa bize “Günlük ekmeğimizi bugün de bize ver” dedirtiyor: «bize», «bizim ekmeğimizi». Bu «biz» kimdir? İsa’nın duasını söyleyenler, Onun etrafında toplanmış öğrencileridir. Bu yüzden, «biz» Kilise’dir. Dünyada durmadan İsa’nın şahidi olabilmek için, her zaman birlik, etkili ve yardımsever olmak için Kilise’nin ihtiyacı olan ekmek nedir? İmanla istediğimiz günlük ekmeğimiz, birliği besleyen, karşılıklı sevgi ve barış için güç veren ekmeğimiz Efkaristiya’dır ve Efkaristiya’dan gelen Kutsal Ruh’tur. «Biz»’im için ekmek istediğimizde sadece midemizin açlığını düşünmüyoruz, ama acı çeken dünyanın sevgi açlığını düşünüyoruz. Bu açlık Kilise tarafından doyurulabilir, eğer bu gerçekten İsa’ya bağlı, imanda bütün ve üyeleri arasında birlik olan bir Kilise ise. Günlük ekmeğimizi bugün de bize ver! Birliğin artması için de günahların yok olması ve etkisini kaybetmesi gerekir. Kilise’yi bölen, dengesiz kılan ve dünyaya umut verme yeteneğini yitirten ve Kurtarıcıya çekme becerisini kaybettiren, günahlardır. Bu yüzden duaya, günahlarımızın affını dileyerek devam edelim. Allah merhamet doludur ve bağışlayıcıdır, ama biz alçakgönüllü olmazsak bizi affetmesine izin vermeyiz. İşte bu yüzden, günahkâr olduğumuzu ve O’nun merhametine ihtiyacımız olduğunu bilelim. Tüm yüreğimizle O’nun affını istememizin işareti, bizim de denenme sırasına mağlup olmuş ve bize sevgisiz davranmış olan kardeşlerimize merhamet göstermemizdir. Kendimizi övmeden ve alçakgönüllülükle bunu da Baba’ya söyleyelim: kardeşlerimizin günahları belki bizim onlara yardım etmediğimizin işareti değil midir? Onların günahları için de biz af diliyoruz.

 

42.

Baba’dan af diledikten sonra İsa, bir daha günah işlememek için O’ndan yardım istememizi arzuluyor. Çünkü bizler zayıf ve dayanıksızız. Kötünün ve kötü düşüncelerin gücü büyüktür. Havva’nın günaha teşvik edildiğinde nasıl yenildiğini biliyoruz, aynen çölde olan halkın, daha sonra büyük krallar olan Davut ve Süleyman’ın da, hatta şakirtlerin de günaha nasıl yenildiklerini biliyoruz. Baba’nın bizi işlemekten korumasını istediğimiz günahlar bizleri O’nun sevgisinden ayırmak isteyen günahlardır. Aynı zamanda bizleri birbirimizden ayırmak ve Kilisenin birliğini bozmak isteyen ayartmalardır. Bu sebepten dua ederken sadece kendimi düşünerek günahtan korunmamı değil, Allah’ın bütün Ailesini günahtan koruması için yalvarıyorum. Ayartmalar Allah’tan gelmez, çünkü O, bizim kötülüğümüzü istemez. Bizi “günah işlemekten koru” derken bizi günaha teşvik edenin O olduğunu ima etmek istemiyoruz. O bazen sadakatimizi dener veya sevgimizi gösterebilmemiz için ve Sözüne itaatimizi ispatlamamız için bazı durumlarda bulunmamıza izin verir. Ama bu durumları ayartmalara, kötülüğü güzel göstermeye, itaatsizlik ve asiliğe çeviren, düşmanımızdır. Bunlara şaşırmamalıyız ve cesaretimizi kaybetmemeliyiz: çünkü azizlik yolundayız ve bunu mükemmelleştirmek için denenmemiz gerekir. Varış noktasına doğru yaklaştıkça da Allah’ın düşmanı ve bizim düşmanımız arzuladığımız noktaya varmamızı engellemek için elinden geleni yapacaktır. Bu sebepten hem kendimiz için hem de kardeşlerimiz için hep uyanık olmalıyız. Eğer Rab bize bilgelik ve iyiyi kötüden ayırma kapasitesini veriyorsa tüm cemaatimiz ve bölgemizde yaşayan Kilise için de uyanık olacağız. Birçok kere Rab, bazı düşüncelerin, davranışların veya sözlerin ayartma olduğunu herkese göstermek için, birinin sözü veya örneğinden faydalanmaktadır.

 

43.

İsa’nın bize öğrettiği duanın son yakarışı bizi alçakgönüllü kılmak ve kendimizi tamamıyla Baba’ya emanet etmemiz içindir. “Kötülükten kurtar!” Bu yakarış acı dolu, sanki onu öldürmek isteyenin elinde ve tek başına kurtulamamakta. Şeytanın bizi yakaladığı doğru: af dilediğimiz günah bunun kanıtı, hatta ayartmaların üzerimizdeki gücü de kanıtıdır. Hıristiyanların arasında olan ve Kiliseye inanırlığını bozmuş olan bölünmeler de bunun kanıtıdır. Şahsi kişilerin işlediği günahlar ve tüm halkın birlikte işlediği günahlar, mesela kürtajın kanunen kabul görmesi ve her çeşit cinsel ilişkinin kabul gördüğü ortamlar, Pazar günün iş gününe dönüştürülmesi, hepsi kötülüğün üzerimizdeki etkisini göstermekte. Aziz Petrus’un ilk mektubunda kullandığı örnekler anlam doludur: “Ayık ve uyanık olun. Düşmanınız İblis, yutacak birini arayarak kükreyen aslan gibi dolaşıyor. Dünyanın her yerindeki kardeşlerinizin aynı acıları çektiğini bilerek imanda sarsılmadan İblis'e karşı direnin” (5,8-9). Aslan bizi yakaladı, onun pençelerinden bizi kim kurtarabilir? Baba’ya seslenelim. Sadece O, sevgi gücü ve İsa’nın bakışı ile kurtarabilir. Onun kurtarıcı gücü olmasa biz kaybolurduk. Baba’dan bizi kötülükten kurtarmasını dilerken bizim şikâyetlerimize ve gözyaşlarımıza bakmadan bizi tehlikeden uzaklaştırmak için gücünü kullanmasını istiyoruz. Bu duayı yapabilmek için alçakgönüllü olmalıyız, zayıflığımızın ve beceriksizliğimizin farkında olmalıyız, aynı zamanda da kendimize sahte acımayla kandırmamaya kararlı olmalıyız.  Baba’nın eylemi bir cerrahınkine benzetilebilir, çünkü o da hastasının yakınmalarına bakmadan ona acı veren şeyi yırtıp atabilir, bu ona kanama meydana getirse bile. Bizleri kötülükten kurtar, böylece kutsallık yolunda yürüyüşümüze devam edebileceğiz!

 

44.

İsa’nın öğrettiği dua “Kötülükten kurtar” isteği ile sona erer, bu düşmanımız şeytanın tüm tehditleri ve baştan çıkarmaları, ayartmaları ve şiddetinden kurtar, anlamına gelir. Artık kendimizi hür olarak Baba’ya teslim edebiliriz ve tekrardan şöyle diyebiliriz: “Göklerdeki Pederimiz…”! Bu duayı on, yirmi, otuz kere de tekrar etsek her defasında “Peder” diye seslenişimiz değişik bir tonlamada olur, çünkü her defasında Onunla evlat ilişkimiz büyüyor, olgunlaşıyor ve yeni boyutlar kazanıyor! Ona yaklaşırken, İbranilere Mektup’un yazarının dediği gibi olmuyor: “Sizler, dokunulabilen ve alev alev yanan dağa, karanlığa, koyu karanlık ve kasırgaya, gürleyen çağrı borusuna ve Tanrısal sözleri ileten sese yaklaşmış değilsiniz”. Gerçekten de Allah’tan korkmuyoruz, çünkü O’nun bize zarar veren hiç bir şeyi arzu etmediğini biliyoruz. O bizi seviyor, anne gibi şefkatli bir babadır ve peygamber Hoşea’nın dediği gibi: “Onları insancıl iplerle, sevgi bağlarıyla kendime çektim; Boyunduruklarını kaldıran biri oldum, eğilip yiyeceklerini verdim”. Biz devamlı olarak Onun bakışının altında olduğumuzu biliyoruz. O bizleri yanında arzuluyor, aynen masaldaki mirasını alıp uzaklara giden oğlunu bekleyen ve büyük oğlu ile sevincini paylaşmak isteyen baba gibi. Baba’ya yaklaşarak “sizler bir bayram şenliği içinde adları göklerde yazılmış ilk doğanların topluluğuna yaklaştığınızı”  bilirsiniz. Bizim azizliğimiz sevinçli bir azizliktir, hatırlarsanız bunu aziz Yuhanna Bosko çocuklarına da tavsiye ederdi. Azizler Filippo Neri ve Sales’li Fransua’da bunu gösterdiler. İmanlının yaşamında sevinç eksilmemelidir: bu sevinç İsa’nın bizi kurtardığının bir şahitliğidir, Allah’ın iyiliğini ve babalığını ciddiye alışımızın işaretidir, sayesinde de İncil’i başkalarına hoş göstermek için bir fırsattır. Sevinçli oluşumuz Kutsal Ruh’un içimizde oluşunun meyvesidir: bu mevcudiyetini beslemeliyiz, aynen bir bitkiyi besleyip meyve vermesini beklediğimiz gibi. Bütün gün dünyevi haberleri arıyorsak yoruluruz ve moralimiz bozulur, bunları hemen Allah’ın merhametine emanet etmiyorsak da bizleri sarsacak, ezeceklerdir. Günahın işaretlerini ve sonuçlarını taşıyan bu dünyada yaşamamıza rağmen bakışlarımızı yükseltmeliyiz ve Baba’nın ve İsa’nın sevgisinin ve bilgeliğinin işaretleri olan ışığı ve sevinci dünyaya vermeliyiz. Bunu Kutsal Ruh sayesinde yapabiliriz!

 

45.

Bizim azizlik yolunda yürüyüşümüz hiç sona ermez. Düşündüğümüzde de büyük şeyleri düşünmeyip özel olayları beklememeliyiz, ne de mucizevî sonuçlar ve olağanüstü durumlar aramalıyız! Allah bizi ufak yarattı ve gücümüze uygun günler verdi. Bu basit ve birbirine benzer günler içersinde Allah’ın kutsallığını taşıyoruz! Küçük hareketlerle ve küçük itaatlerle Baba’nın güzelliğini ve Oğul’un sevgisini gösteren yaşamımızı inşa ederiz. Büyük azizler bile tamamıyla Allah’a sunulmuş özel bir yaşamın örneğini, birbirine benzer ve monoton gibi gözüken günlerde, veriyorlar. Onlar bu günleri monoton yaşamamışlar, çünkü her anını bir sevgi sunuşu olarak değerlendirdiler. Bunu herkes yapabilir, ben de! Her anımızı bir sevgi sunumu yapmak ev işlerini yapan, çocuk bakan, ofiste çalışan hanıma, arabasını veya kamyonunu kullanan adama,  kalem veya çapayı tutan, bilgisayar ile veya kahvede çalışan adama da mümkün. Her anını bir sevgi sunumu yapmak çocuğa, arkadaşlarıyla gezen gence, yalnızlıkta kendisine ziyaret edeni bekleyen yaşlıya mümkün, herkese mümkün! Bazı kişiler bu sevgi eylemlerini tanımlandırmak için onlara “günlük şehitlik” adını kullanırlar, çünkü Allah sevgisiyle renklendirilmiş bu küçük dakikalar aracılığıyla Baba’nın ve Rabbimiz İsa’nın şahitliğini yapabiliyoruz. Kusurlarından vazgeçmeyen yanımızdaki kişilere bu küçük sevgi eylemleriyle sabrediyoruz, böylece gökten gelen lütfü dünyaya naklediyoruz! Arzuladığımız azizlik budur, herkese saklıdır ama çok kişi için meyve verir!

 

46.

Uzun haftalar boyunca azizlik hakkında konuştum, ama pek bir şey gerçekleştirdiğimi sanmıyorum. Sanki baştan başlamam gerekiyor: hatta ilk önce bunları kendim gerçekleştirmeye çalışmalıyım. Rabbin Ruhunun bana ilham verdiği şeylerden birkaçını gerçekleştirsem, çok daha fazlasını anlatabilirdim! Ben sizlerden, İsa’yı sevmek ve annesi Meryem ve tüm azizlerle birlikte Onu yüceltmek isteyen sizlerden örnek almayı umuyorum. Birbirimize, Rabbe küçük itaat örnekleri, Baba’ya kendimizi emanet etme, kardeşlerimize ilgi gösterme örnekleri vererek büyüyebilir, Allah’ın istediği ruhani birliği inşa edebiliriz. O, bu birliğe tüm insanları çağırmak ister, özellikle de sevgisini tanımayanları, böylece Onun güzelliğini görüp, Onunla beslensinler ve yaşamın gerçeğinin O olduğunu keşfetsinler. Onun birliğine geçici de olsa dâhil olmuş olanlar, sevgisi ile aydınlanarak İsa’ya varabileceklerdir. İsa onları kendisine âşık edecek ve sevinçle dolduracaktır! Onların sevinci de bizimkini arttıracak: zaten biz Rab ile olmaktan mutluyuz, ama imanımızın ve günlük yorgunluğumuzun İsa’yı başkalarıyla buluşturmaya yaradığını gördüğümüzde daha da mutlu oluyoruz. Bazen İsa’yı seven ve Onun için yaşayan kişilerden yardım almamız faydalı hatta gereklidir. Birçok aziz ve ruhani babalar-rehberler, aynen Tobit’in oğlu Tobias’a dediği gibi, bize örnek verecek kişiler aramalıyız: yeryüzündeki Rabbe doğru yolculuğunda sana rehberlik edecek “Seninle yolculuk yapacak güvenilir bir adam bul” (Tb 5,3). Bir kişiden Allah’ın Sözünü aramak veya yaşamımızdan O’nun ne istediği anlamamız için yardım istemek bir alçakgönüllülük eylemidir, bundan sevinç de duyarız: Allah’a itaat etmek için bir kişiyle birlik içinde olmak bize büyük huzur verir, bazen de zor durumları atlatabilmek için cesaret ve güç verir.  

 

47.

Tobit’in Kitabından bir tavsiye daha, hatta bir emir alıyoruz: “Tüm insanlara Allah’ın eylemlerini tanıtın, ne kadar doğru olduğunu söyleyin ve Ona şükretmeyi unutmayın!”. Allah’a şükretmek doğru ve gereklidir. Her iyiliği Ondan alırız, her deneme ve acı anını azizleşmemiz, insani ve ruhani olarak büyümemiz için bir yola da çeviren de O’dur. O her tersliği bir lütuf anına çevirir ve her şeyin terslik olacağına, diğer olaylara hazırlık ve armağan olmasını sağlar. Teşekkür hiçbir zaman yüreğimizden ve dudaklarımızdan eksik olmamalı. Allah’a teşekkür diyelim, insanlara teşekkür diyelim! Teşekkür bizlerin sevimli olmasını sağlar ve sevecenlik bizleri Allah’a yaklaştırır. Teşekkür, İsa’nın daima yüreğinde taşıdığı bir sözdü ve zor anlarda bunu gösterdi: bunu, aç olan kalabalık önünde, sağır dilsiz önünde ve arkadaşı Lazar’ın mezarının önünde de gördük (Yuh. 11,41). Allah’a teşekkür demek O’na şöyle demek gibidir: “Var olduğuna mutluyum!”. Bir anne de oğlunun ziyaretlerinde ona böyle demesinden hoşlanır, oğlu ondan sadece para istemek için veya ona hediye getirmek için gelse, o kadar mutlu olmazdı. Mutlaka Allah da O’na şöyle dediğimde daha mutlu olur: “Teşekkür, Senden mutluyum! Var olduğuna mutluyum!” O zaman O da duygulanır ve üzerime sevincini ve Ruhunu yollar! Allah’ın Ruhu ile beslenmiş olarak azizliği ile aydınlanmış yolunu takip etmeye devam ederim ve bu yol dik ve uzun olduğu için yorucu olduğunda yine şükretmeye devam edeceğim: “Rabbim var olduğun için teşekkürler! Amin, alleluya!”.