Pederimiz

 

1

 

"Göklerdeki Pederimiz!"

[Mat 6, 9b]

 

Biz Hıristiyanlar tarafından en çok okunan dua hakkında iyice düşünmemiz gerekmektedir. Çeşitli alışkanlıklara sahip olan bizler için, Rabbin dua etme biçimini kabul etmek hiç de kolay değildir!

 

Bu yüzden, tüm zamanlar boyunca, mistikler, rahipler, İsa’nın büyük veya küçük şakirtleri, Hıristiyanların “Göklerdeki Pederimiz” duasından, bu duanın ruhundan, bir şeyler elde edebilmek için çabalamışlar, okumakta oldukları duanın bilincinde olmak istemişlerdir.

 

Bu duayı kelimesi kelimesine hiç ezberlememiş gibi, bir kez daha okumayı deneyelim.

 

Belki de Kutsal Ruh duaya daha derinlemesine girmemiz, Baba’yı daha çok sevmemiz ve İsa’nın dünyayı kurtarmasına hizmet etmemiz için bize yardım eder. 

 

                                                                                      peder Vigilio Covi

 

1, Peder

 

A.

 

İsa’nın şakirtleri, günde üç defa durup Allah’ın sözünü ve özellikle de mezmurları okuyan tüm iyi İbraniler gibi dua etmeyi biliyorlar.

Rab’leri olan İsa’nın duayı yeni bir şekilde yaşamakta olduğunu seziyorlar. O’nun topluluklardan ayrılıp, yalnız kalmak için çekildiğine sık sık şahit oluyorlar. Bunu dua etmek için yaptığını biliyorlar. Ve O kendileriyle dua ettiği zaman, sözlerinin sadece mekanik tekrarlardan oluşmadığını, dudaklarından hayat sözleri çıktığını farkına varıyorlar, sanki bu sözler ilk ve tek kez için söylenmişlerdir.

 

Öğretmen, bize dua etmeyi öğret!

Öğret! Senden öğrenmek istiyoruz!

 

Her rab, kendi sözleri ile diğerlerinin arasından sıyrılır. Her rabbin, duası kendine özgüdür, diğerlerinden farklıdır. İsa’nın havarileri de diğer grupların arasından sıyrılmak istiyorlar, “birileri” olmak istiyorlar.

Acaba hangi dua ile onlar, diğer gruplar arasından sıyrılabilirler ve aynı zamanda da aynı gruba ait oldukları belli olabilir?

 

İsa’nın havarilerinin bu sorusu güzel bir sorudur, fakat aynı zamanda da tehlikelidir.

 

Gerçekten de İsa kendine has, yeni, gerçek bir dua etme şekline sahiptir, fakat havarilerin duayı öğrenmeye çalışmalarının sebebi farklı olabilir, belki insanlarla mukayeseden, gururdan ve ayrımcı bir ruhtan kaynaklanmaktadır. Zaten onlar da taleplerini bu şekilde dile getiriyorlardı: “Sonuçta Yuhanna’da havarilerine dua etmeyi öğretmişti.”. (1)

Onlar diğerlerinin arasından sıyrılmış bir grup olmak istiyorlardı, zahmetsiz işaret ve şekillerle tanınabilecek bir grup! Hala Öğretmenlerini tanımamaktadırlar, O, diğer öğretmenlerden kendini sunmasıyla ayrılmıştır, O kendini ölüme kadar sunar!

 

İsa, havarilerinin sorusuna cevap veriyor. O, havarilerin taleplerini büyük iyimserlikle karşılıyor ve onlara tanınmak, diğerlerinin arasından sıyrılmak için yapılmamış olan bir dua öğretiyor! Onlar, bunun ruhsal gururu ve ayrılıkları buyur eden bir dua olmadığını, aksine, dua edenin kalbini dönüştüren, insanı bir bedenin bir parçası olarak Allah’ın önüne koyan bir dua olduğunu anlayacaklar. Bu dua, havarileri, birlik içinde olan ve tüm dünyanın hizmetinde olduklarının bilincinden olan kardeşler gibi, Allah’ın önüne koyar.

 

Gerçekten de onların İsa’nın havarileri olduklarının anlaşılmasını sağlayacak olan yeni bir dua şekli değil, onların hayat biçimidir: “birbiriniz sevdiğiniz taktirde, herkes, havarilerim olduğunuzu anlayacaktır”. (2)

 

O halde duaları, kendilerini “kardeş” kılan bir davranışı kabul etmek olacaktır. Bu şekilde dua ederlerse, İsa’nın havarileri O’nun ile “bir” olacaklardır, armağan, sunuş olacaklardır. İsa gibi dua ederlerse, hayatları, O’nun ki ile “bir” olacaktır! 

İsa’nın havarileri, kardeş olabileceklerdir, birbirleri için ölebileceklerdir, birbirlerinin yüklerini taşıyabileceklerdir, şahsi menfaatlerinden, tutkularından, putlardan arınıp yaşayabileceklerdir!

 

İsa’nın duası, diğer anlardan farklı bir an değildir, fakat tüm yaşamasının gerçek anlamını ifade eder, bu, Peder ile olan ilişkisidir, bu ilişki ile beslenir.

 

O halde, İsa’dan dua etmeyi öğrenmek bir şey “yapmayı” öğrenmek değildir veya bir şeyler “söylemeyi” öğrenmek değildir, devamlı bir ilişkiyi yaşamayı öğrenmektir, bu, Peder ile olan sabit ve sadık bir ilişkidir: ve bu da tüm hayatı dönüştürür!

 

PEDER,

Bize merhamet et:

Oğlunun yüreği ile sana dua etmek istiyoruz!

Senle olan ilişkimize öğretmen olarak

O’nu bize vermiş olduğun için şükrediyoruz.

 

1) Luk 11, 1

2) Yu 13, 35

 

B.

 

“Dua ettiğiniz zaman: Peder... deyin”

İsa öğretisine, dualarının Ferisellilerinkinden ve paganlarınkinden farklı olduğunu belirterek başlıyor, yalnızca kullanılan sözler farklı değil (bunlar da farklıdır!), dua edenlerin kalpleri de, arzuları da farklıdır, hayatlarındaki amaçlar da farklıdır, Allah’ı ve kendilerini farklı biçimde tanırlar, duygularını ve düşüncelerini hareket ettiren nedenler farklıdır.

 

Ferisellilerin duaları tutku ve gurur yüklüdür. Kendilerinden, kendi dua etme ve hareket etme biçimlerinden memnundurlar. Onların duaları, insanların takdirini elde etmek için yapılmış ve yaşanmıştır. Feriselliler, insanlar arasında en iyilerin kendileri olduklarını,  günah işlemediklerini, Yasa’ya uyduklarını ve dolayısıyla Allah’ın takdirini “hak ettiklerini” zannederler! Kurallara uydukları için, şimdiden göklerin Hükümdarlığına sahip olduklarını öne sürerler. Merhamete ihtiyaçları olmadıklarını zannederler çünkü diğerleri gibi günahkâr değillerdir! Duaları da bu düşünme biçimini yansıtır. Ne şekilde mi?

Onların Allah’tan dinleyecekleri bir şey yoktur, çünkü onlar zaten her şeyi bilmektedirler! Af ve anlayış dilemek zorunda değillerdir, çünkü kurallara saygılıdırlar. O’nun önüne diğerleri ile çıkmak istemezler, çünkü onlar gibi kirlenmek istemezler.

 

Onlar gibi yapmayın ve onlar gibi dua etmeyin!

İsa havarilerini bu şekilde dua etmemeleri için uyarıyor, çünkü bu dua değildir. Bu dua etme şekli, sevgi olan Allah ile karşılaşmaz. Bu dua etme şekli, insanlar önünde iyi görünmek için, Allah’la olan ilişkiyi kullanmaktır. (1)  

 

İsa’nın havarileri, paganların duasını da örnek olarak almamalıdırlar. Onlar ne kadar dua etseler de, dualarındaki sözleri çoğalsalar da, Hıristiyanlar tarafından kıskanılmamalıdırlar. Paganlar dua ederler, hem de nasıl! Fakat sonuç olarak, onların duaları boşuna harcanmış enerji ve zamandır. “Paganlar gibi boş sözler sarf etmeyin!” İsa açık ve emindir. Bu nasıl olur?

Basit. Paganlar “Allah’ın çehresini” aramıyorlar (2), sadece O’ndan bir şeyler elde etmeye çalışıyorlar. Allah’ı sevmiyorlar, onlar “bir şey ile” ilgilenmektedirler! Birçok sözcük kullanıyorlar (3) çünkü dualarının dinlenmesini ve yerine getirilmesini istiyorlar. Kendi varlıklarında ve kendi mutluluklarında eksik olan şeyin ne olduğunu bildiklerini zannediyorlar. Her şeye kadir olan Allah’tan bunu elde etmek için her şeyi yapıyorlar! Dileyerek, müdahale etmesi için O’nu ikna etmeye çalışıyorlar. Sözler yeterli gelmezse, O’na kurbanlar adıyorlar.

Baal tanrısının paganlarına, İlyas Peygamber şöyle diyordu: “Bağırın, yüksek sesle bağırın! Çünkü elbet o bir tanrıdır. Belki dalgındır, belki meşguldür, belki de yolculuktadır! Yahut uyuyordur da uyandırmak gerekir!" (4)

Antik çağın filozofları, stoikler olsun, epikurallar olsun, dua etmenin gereksiz olduğu sonucuna varmışlardı. Tamamen de haksız sayılmazlar: bu şekilde okunan bir dua gereksizdir, hayatımız üzerinde hiçbir iz bırakmaz, varlığımızı daha iyi kılmaz.   

Bencil olan, bu şekilde dua ederek, bencil kalır. Şiddet kullanan, bu dua ile her zaman baskı uygulamaya devam eder. Hırsız olan, saf olmayan, aynı kalmaya devam eder. Cimri olan, daha cimri olma tehlikesiyle karşılaşır.  

 

Paganın duası, Allah’a karşı bir tür güven içerir, fakat bu çıkarcı bir güvendir. Dua edenin kalbi kapalı kalır, kendi üzerine ve kendi “ihtiyaçları” üzerine eğilir. Allah’tan bir şey elde etmek için dua eden pagan, Allah’ın ondan bir şey talep edip etmediğini düşünmek için bir an bile durmaz: dinlemez! Allah’ın bakışı ile karşılaşmak için bile durmaz, böylece Çehresinin ışığından faydalanamaz!

Açıktır ki, İsa’nın bize önereceği farklı bir dua vardır!

 

Rab İsa, bana dua etmeyi öğret! Bana, her zaman seven Peder’in kalbine girmeme yardımcı olacak bir dua armağan et!

Peder, seni seviyorum, seni dinliyorum: kalbime konuş, çünkü Sana benzemek istiyorum!

 

1) Mat 6, 5

2) Mez 27, 8

3) Mat 6, 7

4) 1 Kr 18, 27

 

C.

 

İsa, havarilerinin, dua ederlerken her türlü endişeden uzak olmalarını istiyor. O, endişelerin, biriyle özel olarak görüşmeye engel olabileceğini biliyor, çünkü endişeler, zihni ve yüreği meşgul ederler. Sahip olacağımız en basit endişeler bile, Allah’ın Çehresini “görmemizi” engellerler, O’nun ile buluşmamızı ve O’nu kusursuzca sevmemizi engellerler.

Henüz bize duayı öğretmeden bile İsa, endişelerden sıyrılmamızı, daha doğrusu endişe ruhundan sıyrılmamızı istiyor. Önünde dua etmeye koyulduğumuz o Allah, Peder’dir! O neye ihtiyacımız olabileceğini biliyor. O, bizi sevdiği için, tüm ihtiyaçlarımızı zaten biliyor!

Bu yüzden, benim kalbim, O’nun ile karşılaşma neşesi ile doludur. O’nun ile ilgileneceğim. O zaten benim ile ilgileniyor.

Bu yüzden kendi “ben”imi duanın dışında bırakırım, aksi halde kalbimin kapıları O’nun için açılmaz.

 

“Siz onları daha talep etmeden, Pederiniz neye ihtiyaç duyduğunuzu bilir”. Bu yüzden benim kendi gerekliklerimi düşünmem gereksizdir!

Artık, Allah’ımın Pederim olduğunu bildiğim için, endişelenmem, duam tamamen yeni olur: hayranlıkla bakmaya ve dinlemeye başlayabileceğim ve bunu içsel huzur ile yapacağım. Allah ile buluşmamdan herhangi bir “fayda” elde edeceğim, yeni bir şey ile karşılaşacağım diye endişelenmem. Maddiyat, fikir, güç veya yetenekçe zenginleşmek için endişelenmem. İnsanlar tarafından daha fazla takdir edilmek için endişelenmem...

Benim “ben”im, kendinden hürse, kendini sunabilecek, sevebilecek, Allah’ın güzelliğinden haz alabilecek, O’nun arzularını dinleyip, onları uygulamaya hazır olacaktır.

İsa’nın duaya başlamadan önce Allah’a sadece Allah demediğini fark ediyoruz (Bu herkesin kendince bir anlam verebileceği genel bir ifade değildir). İsa, O’na Peder diyor: İncil yazarlarından ve şakirtlerden biliyoruz ki İsa, çocukların ebeveynlerine seslenmek için kullandıkları eski dil olan, Aramakça bir terimi kullanmıştır: “abba”, bugün “baba” veya “babacığım” dermiş gibi!

İşte İsa, havarilerin söylemelerini istediği duaya bu kelime ile başlıyor “Baba”!

Kendini bu şekilde ifade etmek çocuk olmaktır! (1)

 

Bu şekilde dua etmeye başlayan Hıristiyan küçülür. Bir çocuk gibi, şefkatli ve tatlı olur.

Allah tarafından tanındığını bilen İsa da böyle yapar. Bir baba, daha oğlu vicdan sahibi olmadan, kendi varlığı hakkında düşünmeye başlamadan onu tanır. Bunun anlamı baba sevgisinin sırrındadır! İsa hiç bir zaman kendisini tanımaya çalışmaz çünkü O’nun için Allah’la karşılaşmak yeterlidir, O’nun ile baba-oğul ilişkisi kurması yeterlidir.

Bu ilişki kendini gösterdiği ve geliştiği zaman, varolma neşesi vardır ve her şey güzel ve derin bir anlam kazanır! İnsan Allah’a “baba” diyerek kendini tamamen somutlaştırır, çünkü devamlı hayat veren tarafından sevildiğini kabul etmiş olur!

 

Rab İsa, bana Allah’ın gerçek yüzünü gösterdiğin için teşekkür ederim: sen O’nu babammış gibi şefkatle sevmemi sağlıyorsun! Sevildiğimden, izlendiğimden, korunduğumdan, beklendiğimden emin oluyorum!

Sana teşekkür ediyorum.

Ve sana da teşekkür ediyorum Baba, gerçekten Babam olduğun için! Kendimi sana emanet ediyorum, sana güveniyorum, gerçek oğlun İsa ile sana geliyorum!

 

1) Mat 18, 3

 

D.

 

Havarilere kendi duasını öğretmeden evvel İsa, onlara kendi Allah bilgisini sunuyor: O, Allah’ı bir “baba” olarak tanıtıyor.

Allah bilgisi farklı olduğu zaman aynı dua farklı anlamlara gelebilir, farklı etkiler yaratabilir.

Bu yüzden İsa havarilere Allah’ın adını açıklamaya çalışıyor (1), kendilerinin Allah tarafından sevildiklerini ve istendiklerini söylüyor. Onları söz ve eylemlerle ikna ediyor: Allah insanların dostudur, onların sahibi olmaya çalışmaz, kendi çıkarlarını gözetmez, sadece yüreklere sevgi dağıtmak ister. (2)

 

İnsanlar İsa’nın verdiği bu “dersi” kabul etmek için zorlanırlar, çünkü onlar kalplerine kıskanç, öç almak isteyen, cezalandıran, affetmeyen bir Allah resmi çizmişlerdir. Adem Allah’tan şüphe etmeye başladığından beri, bu güvensizlik insanoğluna işlemiştir. Ve insanın işlediği her günah bu yanlış düşünceyi uyandırır ve besler.

İnsanın Pederi gerçek bir baba olarak görebilmesi için, İsa’nın tüm bilgeliği ve sabrı, Ürdün nehrinde alçaltılması, içine şeytan işlemiş olan adama (günahlarından dolayı Allah tarafından cezalandırılmış olarak görülen) yaptıkları, ölümü, Dirilişi ve de Ruh’unu armağan etmesi gerekmektedir!

 

Allah’ı “baba” olarak kabul ettiğim zaman, İsa’nın dua etme şekline girmiş olurum. Sadece o zaman İsa’nın duasını anlayabilir ve onu eksiksiz olarak görürüm! O zaman bu dua, beni Allah’ın hayatına, yani kalbine sokan yol, basamak veya kapı olur. O zaman dua algılanamasa da varlığımı dönüştürür. O zaman dua gereksiz olmaktan çıkar, boşuna harcanmış zaman ve güç olmaz.

 

Allah’ı abba/baba olarak gördüğüm zaman O’na ulaşmaya çalışanın ben olmadığımı anlarım, bana ulaşmaya çalışan O’dur; O’nu seven ben değilimdir, beni seven O’dur.(3)

 

Onu “baba” gördüğüm zaman, uzak, ulaşılmaz olduğunu düşünmem; ona bir şeyler söyleyebilmek için endişelenmem, aksine O’ndan haz almaya başlarım. O’nu “baba” olarak görürsem, sesini duyduğuma, sözlerini işittiğime sevinirim.

 

O, bana ismimle basitçe seslenecek, veya bana güven veren, beni teselli eden sözler söyleyecek, veya bir şeyler için zahmete girmemi isteyecektir...; O babadır, O’nu dikkatle dinlerim, O’na neşe ile itaat ederim. Hayatım O’ndan fışkırmaya devam eder.

Mezmur (4)’teki cümlenin doğru olduğunu anlıyorum: “Bana konuşmazsan, ben çukura düşmüş birine benzerim!”. Allah’ımın sözü, bir Baba’nın eseridir, O’ndan fışkırıp bana ulaşan ve beni ayakta tutan hayattır. Söz ile “baba” İsa, bizi Allah ile olan ilişkisi ile tanıştırır!

Sözde filozofların bize vermek istedikleri Allah bilgisinden ne kadar da farklıdır! Onlar Allah’ın resmini, insanın tecrübelerinden doğan fikirlerle çizmeye çalışırlar. Fakat bütün bu tecrübelere, bencillik ve maddiyatçılık günahları damgalarını vurmuşlardır. Bunlarla çizilen Allah’ın çehresi neşe sunmaz, güvene ve alçakgönüllülüğe götürmez, bizi sadece kendimizi büyütmeye ve kendi şanımızı aramaya iter.

İsa, seviliyor olmanın, benim babam olmak isteyen bir Peder tarafından seviliyor olmamın hazzını almamı sağlar. İsa ile dua ederek, kendimi, varolmamı ve mutlu olmamı isteyenin karşısında buluyorum.

 

Rab İsa, Baba’ya hayranlıkla bakmayı, O’nu sevmeyi ve O’nu dinlemeyi senden öğrenmek istiyorum: beni yalnız Sen, O’nun ile gerçek ilişkiye sokarsın, öyle ki O’nun ile gerçekten karşılaşırım! Sen, Baba’nın bana yönelttiği sözleri dinleyebilmem için kulaklarımı açarsın!

 

1) Yu 14, 7; 8, 19; 17, 6.26

2) Luk 15, 11ss

3) 1 Yu 4, 10

4) 28,1

 

E.

 

Benim de duam olması gereken İsa’nın duasının ilk kelimesi, bir mertebe sıfatı değildir, olabilecek en güzel ve en gerçek sıfat değildir.

Bu ilk kelime, yüreğim ve zihnim için bir darbedir, bir sevgi ilişkisi için beklenmedik bir şekilde açılmalarıdır. 

“Baba!”

Sevmeyen veya sadece kendisini ve kendi şanını seven, Allah’a yönelmek için başka sözcükler kullanacaktır.

Bu kelime, sevgi ile telaffuz edildiğinde gerçektir. Sevmeyen, bu kelimeyi kendine mal ederek söyleyemez.

“Baba” demek o gururun ve bireyselciliğin çökmesini sağlar. Bu bireyselcilik doğuştan veya kültürümüzden veya kendimiz oluşturduğumuz vicdanımızdan kaynaklanıyor olabilir.

“Baba” terimi herhangi yabancı birinin ismi değildir, bir dışa açılmadır, kendi bağımlılığını tanımaktır, hatta müteşekkir olmaktır.

Allah’a “Baba” demek şöyle demek gibidir: “ben, Sen istiyorsun diye varolduğumu biliyorum, beni sevdiğini biliyorum, hayatım, sevginin meyvesidir; ben Sen’le varım, sensiz yaşamam!”

O’na “baba” demek barış içinde olmaktır: herhangi bir şey beni korkuttuğu ve ürküttüğü zaman, bu kelime sayesinde yüreğimde güven ve cesaret bulurum. Babasına elini veren veya onun kucağına atlayan çocuk gibi olurum: artık korkmam!

Allah’a “baba” demek, kendi yerini, kendi kimliğini bulmaktır; ben bir şey olmak isteyen biri gibi yaşamam, ben sevilen ve sevgiye karşılık verebilen biri olurum.

Ben beni ezelden beri sevene cevap verdiğim zaman “biri” olurum; benim büyüklüğüm, beni sevenin büyüklüğüdür, ben kendimi ona sunarım!

Baba’nın sevgisine cevap vermezsem, bir hiç olurum!

Göklere bakarak “baba” dediğim zaman, bireyselciliğimin gururunu, büyük olma hayallerimi yıkmış olurum. İşte o zaman Allah’ın gizemlerini alabilirim, bunlar sevgi, alçakgönüllülük, sadelik ve şefkat gizemleridir. Allah kendi varlığını sadece çocuklara gösterir, O çocuklarla birlik içinde olur. (1)

Allah’a “baba” dediğim zaman, tüm dünyevi çıkarlarım, tüm kalelerim, tüm arzularım yok olurlar. Şöyle der gibi olurum: bana arzularını göster, ben de onları gerçekleştirmek istiyorum, senle işbirliği yapmak istiyorum, senin yaptıklarını yapmak istiyorum.

Çocuk da annesinin yaptığını yapmaktan memnundur, babasına, büyüklerin yaptıkları işlerde yardım etmekten memnundur!

Allah artık bir rakip değil, en yakın sırdaştır; beni sınırlayan değil, benim için yeni fırsatlar yaratandır!

Allah’a “baba” dediğim zaman, O’na olan sevgim saklı kalmaz!

 

İsa’nın şakirtlerinin duasının bu ilk kelimesi, kalplerdeki sevginin dışa vurmasını sağlar: bu çok bağlayıcı bir kelimedir! Onları dinleyen, onların birbirlerini sevdiklerini, kalplerinin boş olmadığını, sevildiklerinin bilincinde olduklarını ve bundan dolayı da memnun olduklarını anlar. Bu ilk kelime onları kurtuluşun tanıkları yapar! Onlar farkına varmazlar, fakat bu iki heceyi “baba”, “abba”, telaffuz etmek için harcadıkları sevgi, onları görünmez olanın tanıkları yapar; onları her dinleyen Allah’ı “görmeye” başlar, bizi seven Birinin var olduğuna ikna olur!

 

İyi ve büyük Peder,  bende sana “baba” demek istiyorum!

Sen babamsın, beni seviyorsun, var olmamı, doğmamı sen istedin, Oğlun olan kelam vasıtası ile senin iyiliğin tarafından yaratılmış olan bu dünyada var olmamı sen istedin!

 

Sen benim ile ilgilenirsin ve ben senin yaptıklarını yapmak, sesini dinlemek ve bir işaretinde koşmak için kendimi sana sunuyorum, çünkü bu işaretler sevenin işaretleridirler!

Baba!

 

1) Mat 11, 25-27

 

F.

 

İsa bu şekilde dua etti.

O tüm dualarına “Baba” sözcüğü ile başlar, “baba”! (1) O bu sözcüğü bizim de söylememizi istiyor, sevgisinin bizim kalbimize de doğmasını istiyor.

Bize bu sözcüğü armağan ederek o her şeyden önce, bizi çok bağlayıcı bir duruma sokmuş oluyor.

Kim bu şekilde dua ederse artık soğuk ve olağan değildir. Güzel sözler söyleme kabiliyetine sahip olduğu değil, Sevgi ile bir sevgi ilişkisi içerisinde olduğu gözlenir, Sevgi çocuktur, oğuldur!

Bu şekilde, evlat olma ruhunu içimize kabul etmeye yöneliriz.

 

Biz Allah’ın karşısında, itaatkâr bir ruh hali içerisinde olamaya mehilliyiz, aynen hizmetkârlar veya köleler gibi, bakışlarımızı aşağı çeviririz ve alçaltılmış gözlerle bakarız. İsa bizi ayağa kaldırmak istiyor, saygınlığımızın farkına varmamızı ve Allah’ın bize, hürriyetimize ve şahsımıza olan saygısını görmemizi istiyor.

 

“Baba” diyerek evlat ruhunu, Kutsal Ruh’u, hayatımıza kabul etmiş oluruz: kalplerimizde “abba” diye bağıran odur. Kutsal Ruh’un ta kendisidir, Allah’ın Ruh’u dur, Baba ile yakın ilişkiye girmemizi, O’na güvenmemizi sağlayan odur. Biz de evlatları olarak, bize güvendiği için haz alırız. Allah korkusu artık yoktur, insan olmaktan çok, “Allah’ın evlatları” olduğumuz içim seviniriz! (2)

İsa’nın bize “öğrettiği” dua bu yüzden, yeni bir yaklaşımdır, daha önce insan kalbinde hiç var olmamıştır!

Adem, Allah’ın sevgisinden şüphe etmeyi kabul edeli O’na Baba diyememiştir.

Adem, ve onun ile birlikte ve onun gibi her insan, ilk baş kaldırmadan sonra, Allah ile yakın ilişkiden uzaklaşmıştır.

Şimdi, - yeni Adem - İsa ile birlikte “Baba” diyerek gerçeğe ve ışığa geri döneriz, gerçek Allah’ın nasıl olduğunu görürüz, O bizi sever ve bize değer verir! Artık gördüğümüz bir “allah” değil, bir “baba”dır!

“Abba” terimi, sadece bir “ad” değil, çok daha fazlasıdır! Bu adı telaffuz ederek, bir ilişkiye, karşılıklı bir sevgi eylemine dalarız.

 

Tanrısal bir ismi telaffuz etmek, bizim için sahip olma, neredeyse bir denklik ilişkisine girme –üstünlük dememek için- anlamına gelir; bunu, bu ismi “bilmeyenlere” karşı doğacak olan bir gurur ve yargı ilişkisi de takip edebilir. Bu yüzden Allah’ın ismi insan için saklı kalır ve insan bu ismi kolayca telaffuz edemeyeceğini anlar.

Hatta Allah kendi, tek olduğu için, tanınabilmesi için bir isme ihtiyaç duyar!

Putlar tarafından denenen insanın, yaşayan Allah’la dilsiz putları ayırt etmeye ihtiyacı vardır!

Allah’ın ismini telaffuz edebileceğini zanneden insan, büyü boyutuna girer ve kendine, diğer insanlara hükmettiği bir dünya kurar: sevgiden çıkar, gerçek Allah’tan uzaklaşır!

 

“Abba” demek ise, kendi aitliğini ve bağlılığını göstermektir, şöyle demek gibidir: “Kimin olduğumu biliyorum, yalnız olmadığımı biliyorum, öksüz olmadığımı biliyorum, kucaklandığımı ve sevildiğimi biliyorum! Biliyorum ki biri – Allah’ın kendisi – kendisini hayatımdan sorumlu kıldı; hayatıma anlam ve değer veren O’dur. Ben bugün ve yarın, her ne olursa olsun, güvendeyim, çünkü Sen varsın! Sana güveniyorum!”

 

Sen de dua ederken, “baba” sözcüğünü tekrarlamayı dene!

Ve birine Allah’tan bahsettiğin zaman “baba” terimini kullan.

Ve bir dostla, kız arkadaşınla veya çocukların ve karınla dua ediyorsan, yüksek sesle “Rab, Allah...” de, hatta “Peder” ve “baba” de: Allah’ın tanığı olduğunun farkına varacaksın ve daha alçakgönüllü, kendinden daha emin olacaksın, ve birlikte dua ettiğin kişilerle aranda daha ciddi ve daha samimi bir ilişki doğacaktır!

 

“Baba”, işte buradayım, oğlunum. Babam olduğun için, Allah’ım sen olduğun için sana teşekkür ediyorum. Bana niyetlerini ve harekete geçme yöntemlerini göster, çünkü seninle işbirliği yapmak istiyorum!

İşte buradayım!

“Annesi tarafından emzirilen bir çocuk gibi rahat ve huzurluyum,

Ruh’um emzirilen bir çocuk gibi.” (3)

 

1) Mat 11, 25-27; Mar 14, 36; Yu 11, 41; 12, 28; 17, 1.5.11.21.24.25

2) Rom 8, 15; Gal 4, 6-7

3) Mez 131, 2

 

>>>>>>>>>