23/12/2007 - NOEL BAYRAMINA HAZIRLIK DEVRESİ – 4.Pazar - A

1. Okuma  Yeş. 7,10-14 Mezmur 23 2. Okuma  Rom. 1,1-7 İncil Mat. 1,18-24

 

İmanımızı, insanı bir baba gibi seven Allah’a güvenme olarak tasvir etmeye çalıştım. İbrahim ve Meryem, harika örneklerdir; onlar imanlarını, konuşan Allah’ı dinleyerek, göstermişlerdir. Gerçekten de “dinleme” olmadan iman yoktur. Ben Allah’ımın bir Sözünü dinlediğimde ve kabul ettiğimde iman ederim. Dinlemiyorsam, iman ettiğimi de söyleyemem. Bir Hıristiyan iman ettiğinde Allah’ın Sözünü arar, sever, arzu eder ve onsuz yaşayamaz. Allah’ın Sözü, Kutsal Yazıların dediği gibi gerçekten de “adımlarıma ışık, yolumda aydınlatma” dır. Gerçek bir tövbenin ilk işareti Söze sevgidir ve her gün onunla beslenmek arzusudur. Allah’ın Sözünü umursamadan, dinlemeden, aramadan haftalarca geçiren Hıristiyan, iman ettiğini nasıl söyleyebilir? Bu kişi kendisine inanır, ya da günlerini ve yorgunluklarını başka insanların sık sık boş sözlerine dayanarak, önem vererek yaşar. O sözler onun ekmeği olurlar ve bu onu ne besler ne de doyurur. Biz gerçek imanlılar olmak isteriz ve bu sebepten Allah’ın Sözünü ararız. Allah bu Sözle bize kendisini tanıtır ve bizim Onun için ne kadar değerli olduğumuzu gösterir. Tarihimizin, Kilise tarihinin ilk yüzyıllarındaki ilk Hıristiyanlar ve çobanlar, Allah’ın kendisini belirttiği ilk olayları ve gizemleri hatırlanması kolay olması için ezberlenecek bir şekilde anlatmaya çalıştılar. Bunlar, ümitle zenginleşmiş ve sevgi ile güçlenmiş olarak Onunla birlik içinde ve aramızda barış içersinde yaşamak için gereken değişmez gerçeklerdir. Bu gerçekleri belirten bildiriyi, her Pazar günü Allah’ın Sözünü ve açıklamasını dinledikten sonra tekrar ederiz. Bu bildiriyi bütün detaylarıyla bilmemiz önemlidir, çünkü kapsadığı gerçekler vasıtasıyla gerçek imanlıları tanıyabiliriz. Bu bildiri bize nesiller boyunca “iman sembolü” olarak, yani Hristiyanların gerçek imanını tanıyabilmemiz için araç olarak, gelmiştir. Çağdaş zihniyet tarafından açık veya örtülü bir şekilde bize sunulan her gerçeği kabul etmeden önce, “iman sembolü” ile karşılaştırmamız gerekmektedir.

Bugün İsa’ya bakmamız için bize Meryem ve Yusuf yardım ediyor. İkisi de, oğulları diye çağrılacak olan doğuncaya kadar büyük sıkıntılar yaşadılar. Meryem, Allah’a “evet”  dedi, Yusuf da rüyası hakkında derin düşündükten sonra o da “evet” dedi. Ona da rüyasında, Meryem’e söylenen peygamberin Sözü tekrar edildi. Allah’a “evet” cevabını vermek kolay değildi, çünkü herkes tarafından anlayışsızlıklarla karşılaşacaklardı. Ama Yusuf ve Meryem insanların davranışlarına ve yargılarına önem vermeden, bakışlarını Allah’a çevrili tuttular. Bu yönden de onlar bizim için harikulade öğretmenlerdir. Ben her gün insanların ne düşüneceğinden etkilenmemek için savaşmak zorundayım. Tamamen Baba’nın arzusuna yönelmiş olsam: insanlar tarafından hor görülebilirdim, ama Rab güvencem olurdu. Meryem ve Yusuf İsa’nın doğumunu büyük bir sevinçle beklemektedirler, ama çevrelerindeki ortam sevinçlerini tasvip etmediğinden acı, merak, belirsizlik de yaşıyorlardı. İsa, daha doğmadan önceden beri onlar için çelişki işareti idi.

Onlar için Allah’ın Sözü, yürüyüşleri, saflıkları, gelecekleri için garanti ve emniyetti: bu aynı Sözü peygamber kendine çok güvenen ve Allah’ın işaretlerini göremeyen bir krala söylemişti. Hakikaten de Yeşaya’nın zamanında kral Akab, ilahi söze güvenmeyip, barışta yaşamak için savaş planlarından vazgeçmek istemiyordu. Bu sebepten yukarıdan bir işaret sormak da istemedi. Ancak işaret ona değil, tüm halka verilecek: peygamberin “barış prensi” diye adlandırdığı çocuk doğacak, parsla oğlak, inekle ayı, kurtla kuzunun birlikte olmasını sağlayacaktı. Meryem ile Yusuf, Allah’ın planlarının gerçekleşmesine yardım etmek için acı çekmeye hazırlar. Acı çekiyorlar ama şüphenin ve insanların yaşamlarını dolduran çekingenliğin onları yenmesine izin vermiyorlar. Allah’a cevapları bir iman eylemidir, sevinçten önce zorluğu tecrübe eden bir itaattir.

Aziz Pavlus Allah’a itaat etmeye, yani yaşamına İsa’yı kabul etmeye çağrıldığını bilmektedir. Bunu yaparak da böyle bir itaatin lütuf olduğunu, büyük armağan, yeni ve gerçek yaşam olduğunu tecrübe etti. İncil içimizde gerçek insanlığı büyütür, sevinç ve barış tamlığını verir. İnsanların arasındaki birliği kurar ve başka türlü tanımayacakları bir güç ve bir sevinç tecrübe ettirir. Bu sebepten aziz Pavlus, herkese İsa’ya imanı, hatta imana itaati bildirmeye kararlılıkla kendini adıyor: bunu kabul edenlerin kendisine şükran duyacaklarından emin, Allah’ın da kendisini mükâfatlandıracağından emindir! Çünkü her kim Rab İsa’yı kabul ederse Baba’nın şanı olur! Gerçekten de kim İsa’yı kabul ediyorsa, Kutsal Ruh’un aracılığıyla Allah’ın mabedi olur, barış ve af kaynağı, insanların karşılaşacağı yer olur! Kim İsa’yı kabul ediyorsa, Meryem ve Yusuf gibi insanlığın yeni nesli olur. O, her şeyin kolay olacağının sözünü almaz, tersine ret edilmenin acısını, psikolojik ve ahlaki sıkıntısını, ekonomik zorluğunu çekecektir, ama tüm bunları ebedi yaşam ve karşılıksız sevgi kaynağı olan İsa’ya tanıklık olarak yaşayacaktır. Sevincini kimse yok edemeyecektir!