OLAĞAN DEVRE (29. Pazar Günü) – B –
İlk Okuma Yşa
53,2-3.10-11 Mezmur 32/33
İkinci Okuma İbr
4,14-16 İncil Mar. 10,35-45
Dünya Misyonerler Günü
Yalan yere yemin etmek gerçekten büyük bir günahtır. Bunu hele
mahkemede yapan ve dolayısıyla bir masum suçsuz yere zarar görür veya
yargılanırsa çok büyük bir günah işler. Yemin etmek kabul edilen
veya red edilen bir bildiriye Allah’ı şahit olarak
çağırmaktır. Hiçbir yemin insana saygınlık getirmez:
kendisinin güvene layık olmadığını gösterir. İsa
bize şunu öğretir: “Başınızın
üzerine de ant içmeyin. Çünkü saçınızın tek telini ak ya da kara
edemezsiniz. Evet'iniz evet, `hayır'ınız hayır olsun.
Bundan fazlası Şeytan'dan geliyordur” (Mat. 5, 36-37).
İsa, Pilatus’un “Gerçek nedir?” sorusuna cevap verecek zamanı olmadı. Ama
havarilerine bunu söylemişti bile: “Ben
gerçek’im” ! Çünkü O, kimsenin görmediği ne de görebileceği
Allah’ı, bize tanıtıyor: İsa’yı görerek Peder’i
tanıyoruz! Peder’i tanımak, insanlara hangi sevgiyle bakmamız
gerektiğini bilmektir, tüm zamanı İsa’nın dirilişi
ışığında okumaktır, tüm olayları da
ebediyete girişimizi hazırlayan olaylar olarak görmektir. İsa
gerçek’tir: gerçekten de O, Allah’ın saklı sevgisinin, her olayda ve
insanda saklı sevgisinin, belirmesidir. Gerçeği de sadece Oğluna
sevgiyle bakan Peder’in bakışlarından öğrenebiliriz ve Aziz
Pavlus’un dediği gibi haçtan geçen sevgisi sayesinde bunu
başkalarına gösterebiliriz: “Sevgiyle
gerçeğe uyarak bedenin başı olan Mesih'e doğru her yönden
büyüyeceğiz” (Ef 4,15)! O halde: “Yalan
yere şahitlik yapmayın” cümlesi, Allah’ın İsa’nın
merhameti ve sadakatli babalığını gösteren şeyler
yapmaya ve söylemeye bizi sorumlu kılar. Bunun için her bildiğimizi
daima açıklamaya meraklı olmayalım, sadece sevginin müsaade
ettiğini ve daima sevgi, anlayış, kutsama belirterek söylemeyi
seçelim. Bu aile içersinde, sosyal yaşamımızda, sır
gerektiren görevlerde, hatta medyalarda bile geçerlidir. Gazetelere, dergilere,
internete yazanlar, radyo ve televizyonda konuşanlar, her çeşit
insanın karşılıklı anlayışına,
birliğine hizmet etmelidir. Bu ortamda da söylenen yalanlar insana ve
Allah’a saygısızlıktır, ancak ayrılık, kavga,
savaş doğuracak gerçekleri söylemek, yüzeysel duygu veya düşünce
tarzı yaratmak, ahlaksız haberler yaymak da hatalıdır.
Sağlıklı bir denge zordur! Medyada çalışanlar Kutsal
Ruh tarafından aydınlanmaları ve O’ndan hikmet ve
ışık alabilmek için çok dua etmelidirler.
İbranilere mektup bunu söyleyerek bize
cesaret vermektedir ve Allah’a güvenmemizi önermektedir: “Merhamete ermek ve gerektiğinde bize yardım edecek olan
lütfe kavuşmak için, lütufkâr Allah'a cesaret ve güvenle
yaklaşalım”. Bizim günahkâr durumumuza O, duyarsız
değildir, tersine yaşamımızı tüm acılarıyla
O da paylaştı ve bu şekilde bize destek oldu.
İsa’nın acı çekmesi,
zayıflık değildir, sempatimizi kazanmak için ve tam güvenimizi
elde etmek için fırsattı. Biz günahımız sebebiyle acı
çekiyoruz, İsa ise günahsız olmasına rağmen bizim
günahların yükünü üzerine aldı: bunun için bizim layık
olduğumuz cezaların çoğunu, O, omuzları üzerine yüklendi.
Bunun için şimdi biz O’na dikkatle ve arkadaşlık
duygularıyla bakıyoruz. O’nun acıları bizi
şaşırtmıyor, bizi O’ndan uzaklaştırmıyor,
tersine bizi O’nu daha da çok sevmeye itiyor.
İsa, insanları kurtarmak ve Peder’inin
arzusunu gerçekleştirmek için kendini ölüme sunması gerektiğini
Kutsal Yazılardan biliyordu. Zebede’nin iki oğlu arzularını
belirttiklerinde, İsa onların Mesih’in gerçek vazifesini
unuttuklarını veya hiç anlamadıklarını, hemen
anladı. Onlar Rabbin yanına oturmanın, Herodes’in yanına
oturmak gibi bir onur ve emir koltuğu anlamına geldiğini
zannediyorlardı. Allah’ın hükümdarlığını dünyevi
bir hükümdarlık gibi görüyorlardı. İsa, onların kendisinin
yanında olmak arzularından hoşnut, ancak O’nun yanında bulunmanın
dünyevi arzular ve rüyalar anlamına geldiğini sanmaları O’nu
üzmektedir. Havarilerin tümü böyle düşünürdü, biz de aynen
düşünmekteyiz. Rabbin on ikilere verdiği cevap büyük bir
armağandır. Bizim devlet başkanlarını
kıskanmamız veya taklit etmemiz Allah’ın arzusu değildir:
onlar kendi çıkarlarını düşünürler, onlar emir vermeyi ve
zenginleşmeyi severler. Biz ise, Allah’ın evlatları olmak
istiyorsak, O’nun şanını arzulamalıyız. Allah
sevdiği için büyüktür, küçük ve zayıflarla ilgilenir ve hepimizin kardeş
olmasını ister. Yaşamımız bir armağan
olduğunda, gerçek iyiye hizmet ettiğimizde ve ebedi yaşamı
aradığımızda biz de büyük olacağız. Allah’ın
Oğlunu taklit edeceğiz: O, emir veren yerlerden kaçındı ve
herkesi günahın cezasından kurtarmak için kendini sundu. Biz,
Kilisesinin üyeleri olarak yaşamımızı herkesin
kurtuluşu için sunmaya devam ediyoruz: böylece her insana, özellikle de
sevildiklerini bilmeyenlere, Peder’in sevgisini göstermek olan O’nun misyonuna
katılıyoruz.