15/03/09 – PASKALYA’YA HAZIRLIK DEVRESİ - 3. Pazar Günü - B
1.Okuma Çık. 20,1-17 Mezmur
18 2.Okuma 1 Kor 1,22-25 İncil Yuh. 2,13-25
İsa bize dua etmeyi öğretirken “Baba”
sözüne, hemen “mız” ekini ekleyerek “Babamız” der. Dünyada
yalnız veya Allah’ın önünde yalnız olduğumuz
sanısına bir saniye için bile bırakmak istememektedir. O tüm
insanların yaratıcısıdır, bunun için yüreğinde
tüm insanlar mevcuttur. Allah onları nasıl görür? Her şeyden
önce onları, Onun yaratıkları olarak görür. “Sen var olan her şeyi seversin ve yarattıklarını
hor görmezsin” (Sirak 11,24): bu, Kutsal Kitaptaki bir duadır. Allah
yarattıklarını sever çünkü ellerinin eseridir. İsa’yı
Rab olarak kabul ettiğimiz andan itibaren Baba, evlatları gibi bile,
sever bizi! Nitekim “kendisini kabul edip
adına iman edenlerin hepsine Allah’ın evlatları olma
hakkını verdi” (Yu 1, 12). Bizler Babamız derken, kendimizi tüm dünyanın
insanlarının temsilcileri olarak düşünebiliriz veya
yalnızca Kilisenin vaftiz edilmiş evlatlarının toplumu ima
edebiliriz. İlk durumda dua tüm insanları Yaratana yönelmiştir
ve bizler kendimizi herkesin kardeşi olarak görürüz,
karşılaştığımız kişiyi hangi dinden
olursa olsun sevmemiz gerektiğini hatırlarız. Bu şekilde
Baba’nın tüm insanlara yönelttiği sevgiyi görürüz. İkinci durumda
ise, yani sadece Kilisenin üyelerini düşündüğümüzde, Baba’nın
İsa’ya ve bize olan sevgisini görürüz ve dünyaya Mesih’in bedeninin
üyeleri ve Oğlunun tanıkları olarak
yollandığımızı hatırlarız. Bizim için
Allah’ın önünde diğer tüm insanların, hatta Baba’yı daha
tanımayanların, Onun tarafından sevildiklerini bilmeyenlerin de,
temsilcileri olduğumuzu düşünmek çok önemlidir. Aynı zamanda
kendimizi Kilisenin üyeleri olarak Allah’ın evlatları olarak görmemiz
de daha da önemlidir: böylece Onun babalığını müjdelemekle
sorumlu hissederiz, herkes sevgili Oğlu’na yakarıp Onun
vasıtasıyla kurtulsun diye, tüm insanlara İsa’yı
tanıtmaya çalışırız.
Aziz Pavlus’un mektuplarını
yazdığı dönemde Musevi dünyası ile diğer milletler
arasında derin bir bölünme vardır. Bu bölünme Allah’ı
değişik şekilde tanımadan meydana geliyordu. Museviler tek
bir Allah’ın var olduğundan emin olup, Ona iman ediyorlardı,
diğerleri ise bundan emin olmamaktan, tanımadıkları çok
ilahlardan korkuyorlardı. Museviler, halklarını koruyan,
koruyucu bir Allah tecrübe etmişlerdi; O, kendini onlara müteffik olarak
göstermiştir. Onun her şeye kadir olduğu ile övünüyorlardı
ve kendini mucizelerle göstermeye devam edeceğinden emindiler.
Putperestler ise, sadece kendi düşünce şekillerinden güç
alıyorlardı, kişiselleştirdikleri değişik
ilahlarla kendi fikirlerine ve duygularına yer veriyorlardı. Bu
sebepten birinciler kendi Allah’larından mucizeler bekliyorlardı,
diğerleri ise kendi fikirlerinden doğan felsefi düşüncelerle
kendilerini avutuyorlardı. Aziz Pavlus daha önceleri Musevi veya putperest
olan ve halen bu inançlara sahip kişilerle ilişkide olan
Hıristiyanlara şöyle diyor: “Bizler
çarmıha gerilmiş olan Mesih’i ilan ediyoruz”. Kör,
akılsız, düşünmeye kabiliyetsiz veya günahkar olarak gözükmemiz
önemli değildir. Allah’ın hikmeti insanların yüreklerinde yer
açacaktır: Allah bize büyüklüğünü, hatta şanını
gösterdi ve verdi, bunu İsa’nın haçtayken
yaşadığı sevgiyle ispatladı.
İsa
Yeruşalim tapınağına girdiğinde de haçı
düşünüyordu. İnsanların arasındaki Allah’ın
mevcudiyetinin yeri ve Onunla buluşma yeri olan gerçek
tapınağının kendisi olduğunu biliyordu: tapınak
olarak kullanılan yerin ticaret ve kar amaçlı
kullanılmasına üzülüyordu. Orası, yürekleri zenginlik ve paraya
bağlılıktan kurtaran ve Mesih’in gelişine hazırlayan
yer, işaret olmalıydı. Tersine zenginliğe ve paraya
düşkünlüğü arttıran bir yere dönüşmüştü.
İsa’nın kızgınlığını çok iyi
anlıyoruz ve ona katılıyoruz. Bizler de, paraya bağlı
olduğumuzun farkına vardığımızda kendimize
kızmalıyız. Bizler Allah’a benzer yaratıldık, hatta
oğulları olmak için yaratıldık, ama Onun öğretilerine
itaatsizlik yaparak yaşamımızı sakatlıyoruz. Kendimizi
Allah’ın evladı olarak sayıyoruz, ama biri Baba’yı bizim
davranış şeklimize göre tanımak istese, konuşma ve
yaşama tarzımıza göre Allah’ın bir sahip olarak görecektir,
veya bir spekülatör gibi düşünecektir. İlk okuma bize Allah’ın
on tavsiyesini hatırlattı; onlara itaat edersek kişisel, ailevi
ve sosyal yaşamımız, bizi Baba’dan ve insanlardan
uzaklaştıran sapmalardan korunacaktır. On emri düşünelim!
Allah’ın bize emrettiği gibi onları yaşasak ne kadar çok
acılar önlenebilirdi. O bize emirlerini iyiliğimiz için vermektedir,
sosyal çevremizin dengesini bozan sıkıntıları önlemek
içindir. Sadece altıncı emre uyarak kaç sıkıntı önlenebileceğini
bir düşünün: “Zina etme”. Kaç
evlat ebeveynlerinin karşılıklı sevgisi ve güvenli
mevcudiyetine sahip olacaktı, kaç aile hala birlik içinde olacaktı,
kaç kişi, kendi eşinin birkaç kusuruna sabretmesine rağmen,
huzurlu olacaktı, kaç çocuk ve genç sevinçli olacaktı,
yakınlarının şiddetine, tecavüzüne maruz
kalmayacaklardı! “Hırsızlık yapma” emrine de itaat
edilseydi, hepimiz daha mutlu yaşayacaktık, her yere kilit atmayacak,
her şeyi, hatta yüreğimizi saklama ihtiyacını
hissetmeyecektik!
Haça gerilmiş Mesih’i müjdeleyelim! Nasıl? İsa’nın haçının yükünü
taşımaya çağrısını kabul ederek, çünkü o yük
bugün işlediğimiz günahlardan da gelir!