30/08/2009 - Olağan Devre - 22. Pazar Günü - B
1.Okuma Yasa 4,1-2.6-8 Mezmur 14 2.Okuma
Yakup 1,17-18.21-27 İncil Mk
7,1-8.14-15.21-23
“Sen de bağışla
suçlarımızı”. Bu acılı bir konu. Farz edelim ki suçlu ve borçluyuz. Ne kadar
borcumuz var ve kime? Ferisiler ve Herodes’in taraftarları İsa’ya
gelerek Onu denemeye kalkıştıklarında Ona, Allah’ın
halkı İbranilerin, Roma pagan imparatoruna vergi vermeleri gerekiyor
mu diye sordular. Rab hiç istifini bozmadan parayı göstermelerini istedi,
paranın üzerinde Sezar’ın resmi vardı. O zaman da onlara
şöyle dedi: “Sezar’a ait olanı
Sezar’a, Allah’a ait olanı Allah’a veriniz”. Allah’a ait olanı
Allah’a veriniz: “Yeryüzü ve içindekiler
Allah’ındır” diyen bir mezmur vardır. İnsan Onun
eseridir, “Ona benzer”
yaratıldı, çehresinde ilahi ışık parlıyor.
Allah’a yaşamımız için ve bunu dolu ve sevinçli kılan
sevgisi için borçluyuz. Yapmayı becerdiğimiz her iyiliği de Ona
borçluyuz, çünkü her becerimiz, entelektüel veya fiziksel olsun, hepsi Ondan
gelir. Eğer Allah’a kendisine ait olanı verirsek, bize pek bir
şey kalmaz. Ona her şeyden önce yüreğimizi vermeliyiz, böylece
Onu tüm gücümüzle, tüm aklımızla, tüm
varlığımızla seveceğiz. “Sen de bağışla suçlarımızı”, böylece
huzurlu, korkusuzca yaşayabileceğiz. Elbette biz bu borcu ödeyemeyiz,
bunu Allah’ın kendisi söylüyor: “Kimse
kimsenin hayatının bedelini ödeyemez, Tanrı'ya fidye veremez.
Çünkü hayatın fidyesi büyüktür”. (Mez 49,7-8). Ama sonra da şöyle devam ediyor: “Ama Tanrı beni kurtaracak”. Bunun
için Allah’ın bizi ellerine almasını ve
zayıflığımızı göz önünde tutmamasını
diliyoruz. Bu dünyadaki zenginlerin hiçbir avantajları yoktur, çünkü yaşamımızı
ödeyemeyiz, onu para ile satın alamayız. Biz, her zaman için
Allah’ın eseriyiz, Ona ait oluruz. Zenginler kendilerine yettiklerini
zannederler: bu yanılgı onları hemen hayal
kırıklığına uğratacaktır. Gerçekten de
İsa, zenginliği ‘haksız’, yani yalancı görür, çünkü
bizlerin kendimizi Allah’ın evlatları ve kardeş olarak
hissetmemizi engeller ve aldatır: hakikaten de en önemli anda, bu
dünyayı terk ettiğimizde, o bizi terk eder, bizimle gelmez ve hiçbir
borcumuzu ödeyemez!
Musa
halkı uyarıyor: Allah’ın verdiği kanunlara ne bir şey
eklemeleri ne de eksiltmeleri gerekir. Kim Allah’ın emirlerini
değiştirmek istese büyük bir gurur ve kibir günahı
işlemiş olur: bu, kendini Allah’tan iyi ve büyük görme anlamına
gelecektir. On Emirle verilen kanunlar şahsi, ailevi ve sosyal
yaşamımızı kapsarlar, tamdırlar ve başka herhangi
bir milletin kilerinden daha iyidirler. Dünyanın tüm milletleri bu on emrin
bilgeliğini, zeki oluşunu ve uzak görme kapasitesini
kıskanırlar. Kim bu kanunlara uyuyorsa gerçek bir ilaha,
insanları seven ve yürüyüşlerinde onlara eşlik eden bir Allah’a
taptığını gösterir. Bizler Musa’nın, On Emre
yaptığı övgüleri devam ettirtmekten başka bir şey
yapamayız. Emirler Allah’ın bilgeliğini ihtiva ederler ve
yansıtırlar. Bu bilgelik, On emri
yaşadığımızda hissettiğimiz huzur ve sevinçle
yansır, aynen onları yaşamayanların çektiği
acıları ve insanın kişisel ve sosyal yaşamında
kalan negatif sonuçları gördüğümüzde de belirir.
İsa,
bugünkü İncil metninde de emirlere uyma gereğinden bahseder. Emirler
ikincil kanunlara yer vermemelidirler, onlar neredeyse sadece iyi
davranış ve temizlik kurallarıdır. Bunları yapmasan
ciddi bir sorun yaşamazsın, ama On emre itaatsizlik düzeltilmez bir
zarar getirir. Yüreğimizde Tanrı kutsal korkusu, yani, Onu üzmekten
korku olmalıdır. Rab’den gelen emirler yaşam verir,
insanların ilettiği kurallardan daha çok önemlidirler! İnsan ve
tüm yaşantısı, Allah’ın emirlerine itaatsizlik meyveleri
olarak kendi yüreğinden çıkan kötü niyetleri ile harap olur. İsa
bunlardan birkaçını sıralar: “Ahlaksızlık,
hırsızlık, cinayet, zina, açgözlülük, kötülük, hile, sefahat,
kıskançlık, iftira, kibirlik ve akılsızlık”. Yüreğimize
ve etrafımıza bakalım: Allah’a karşı insanın
itaatsizliklerinin büyüklüğünü göreceğiz ve bundan
korkacağız.
Aziz Yakup
mektubunda ise bizleri Allah’ın Sözünü kabul etmeye
çağırır, böylece ona yaşamımızla
tanıklık edebileceğiz. Bu Söz bizi kurtarır, çünkü bizi
Babamız Allah’a benzer kılan sevgiyi yaşamaya ve
geliştirmeye yöneltir. Yakup gerçek dinin, somut sevgi olduğunu
söyler. Bu sevgi bizleri yardıma muhtaç olanlara, zayıf ve
korumasız olanlara dikkatli kılar, duyularımıza hakim
olmaya alıştırır. Bu saf ve cömert sevgiyi
yaşamayı becermek için “dünyanın
kötülüklerinden uzak kalmak” gerekir: gerçekten de dünya bizi Baba’dan uzaklaştırır, İsa’nın
adından ve Onun ardından olanlardan nefret eder, Allah’ın
emirlerine itaatsizliği vaaz eder. Bu dünya, kötülüğü yapar ve onu
haklı gösterir, onu kanun olarak teklif eder ve parayla destekler: bu
dünya gerçekten de insana düşman olan, acı ve ölüm getiren
şeytana boyun eğer. Biz bu
dünyada yön gösteren yıldızlar olmalıyız, güvenli bir
yürüyüş için ışık olmalıyız, bu şekilde bu dünyada değişik, yeni bir
yaşamın işareti olacağız, Allah’ın bir
armağanı, gerçeğin ışığını veren,
affın tesellisini veren ve içsel birliği yaşayan armağanlar
olacağız. Bu dünyanın
yaşamak ve ümit etmek için Allah’ın hikmetli emirlerine uyan
yaşamımızdan başka kaynağı yoktur! Dünya bizden
nefret eder, ama bize ihtiyacı var!