07/02/2010
- OLAĞAN DEVRE - 5.
Pazar Günü - C
1.Okuma Yeş. 6,1-2.3-8 Mezmur
137 2.Okuma 1Kor. 15,1-11 İncil Lk. 5,1-11
“Peder, dünya var olmadan önce ben senin yanındayken
sahip olduğum yücelikle şimdi beni yanında yücelt”. İsa, daha önce duasına başlarken
dilediğini tekrar ediyor: Baba’dan yüceltilmeyi diliyor ve bu
yüceltilmenin dünya yaratılmadan önce sahip olduğu şanı
anımsatmaktadır. Bu onaylama hayret verici: İsa, Baba gibi ebedi
ve ebediyen Oğul olduğunu biliyor, ilahi yaşama
katıldığını ve dolayısıyla her zamandan
ilahi sevgiyi paylaştığını biliyor. Bize bu sözler çok
gizemli gibi geliyor ve tam kavranamaz gibi. “Senin yanındayken sahip olduğum yücelik” ne olabilir ki?
Sanki İsa bundan özlemle konuşmakta! Tanrı’nın Oğlu
insani bir beden ve ruh almadan önce Baba ile çok özel bir ilişki
içersinde idi, biz bu ilişkiyi kavrayamayız, çünkü tecrübe edemeyiz.
Tanrı’nın Oğlu insani tabiatı alarak daha önceki
nesillerden miras aldığı zayıflığı ve
sınırlı olmayı tecrübe etti, günahın sonucu olan
zayıflığı da tecrübe etti: bu zayıflık yüzünden
itaati sevgiyle ve hizmeti sevgi olan Tanrı’nın
evlatlarının yaşamının gerçek anlamıyla
bağdaştırmaya zorlanıyoruz. Isa da itaat etmek için acı çekti, hatta İbranilere
mektubun dediği gibi, “Oğul
olduğu halde, çektiği acılardan söz dinlemeyi öğrendi”. İsa
kim olduğunun çok farkında: O Tanrı! Bunu, Yahudilerle
tartıştığı başka durumlarda da bildirmişti: “Size doğrusunu söyleyeyim,
İbrahim doğmadan önce ben varım”. Bunu söylediğinde Onu
taşlamak için ellerine taşlar almışlardı, söyledikleri
onlara küfür gibi gelmişti. Bu bilincin sonucu neydi? Tanrı
olduğunu bildiğinden ve Ondan geldiğini bildiğinden ve Ona
döneceği zaman yakın olduğundan İsa, eğiliyor ve
şakirtlerinin ayaklarını yıkıyor! İsa Tanrı
olduğunu biliyor, ama sevmeyi bilen ve hizmet ederek seven Tanrı
olduğunu biliyor, tamamen sevgisini bağışlamayı bir
alçalma olarak görmeyen Tanrı olduğunu biliyor.
“Dünya
var olmadan önce” İsa, sevgi
tamlığını yaşıyordu ve o zamanlarda bunu küçük ve
insanlara anlaşılır hareketlere dönüştürmesi gerekmiyordu.
İsa’nın yüceliği devamlı olarak Baba’ya dönük olması
ve Onun isteğini gerçekleştirmek arzulamasıydı: bu arzusu
Ona şunu söyletti: “Senin
isteğini yapmak üzere, ey Tanrı’ım, işte geldim”.
Bir insan Tanrı’nın sözlerini nasıl söyleyebilir?
Allah’ın Sözü saf ve mükemmel sevgidir. İnsan günahkârdır,
günahın bozduğu bir ortamda doğar ve yaşar. Eğer o
Baba’nın Sözünü telaffuz ederse bir artist veya tiyatrocu olmaz mı?
Bunu Yeşaya, peygamber olmaya çağrıldığında
biliyordu, Petrus da İsa yanına kayığa bindiğinde bunu
tahmin ediyordu, Pavlus da yaşamını değiştiren
İncili müjdelemek istediğinde, biliyordu. Biz ise bunu sık
sık unutuyoruz ve “ikiyüzlü” oluyoruz: Allah’ın Sözünü tekrar ederek
bizim olmayan sözleri tekrar ediyoruz, belki bir yere kadar
onayladığımız ama yaşamadığımız
gerçekleri söylüyoruz. Bizim de Yeşaya peygamber gibi
dudaklarımızın arınmasına ihtiyacımız var ve
Petrus’un da dediği gibi tüm yaşamımızın
arınmasına ihtiyacımız var. Aziz Pavlus gibi
yapacağız: alçakgönüllülükle layık
olmadığımızı kabullenelim. Herkesten önce ben bunu
söylüyorum: insan öldürmediysem de, çok yüzeysellikle
yaşadığım için büyük bir günahkârım,
kardeşlerimin acılarını görmezlikten geldim, sadece kendi
küçük anlamsız problemlerimi düşündüm. Küçük diye gördüğümüz ve
tövbe bile etmeye çalışmadığımız kaç günah
cömertliğimiz frenliyor, tanıklığımızın
sevincini durduruyor ve bizleri içimize kapanık yapıyor! Çoğu
kez küçük günahlar büyüklerden kötüdür: çünkü büyüklerden tövbe edip,
pişman oluruz, bunları düzeltmeye çalışırız.
Ayrıca büyük günahlar kardeşlerimiz tarafından da günah olarak
görülürler, dolayısıyla kimse bizi taklit etmeyecektir. Küçük
günahları ise çoğalttığımızda ve bizi
rahatsız etmediklerinde kardeşlerimizi de engelliyoruz, çünkü onlar
davranışlarımızdan etkileniyorlar. Allah’ın sözü
dudaklarımızda ‘sahte’ durabilir, sanki komedyenmişiz gibi!
Ne yapalım? Allah’ın Sözünü müjdelemekten
çekinelim mi? Hayır, katiyen. Allah yeryüzünden tamamıyla saf
insanlar bulamayacağını biliyor, gizemlerini ve düşüncelerini
dünyaya yaymamız için bizleri buldu. Her şeye rağmen bizleri
kullanmak istiyor ve bizler için merhametini ve lütfünü kullanıyor: bunu,
eğer bizi Yeşaya, Petrus ve Pavlus gibi alçakgönüllü görürse ve layık
olmayıp günahımızı kabullendiğimizde gerçekleştirecektir.
Yeşaya şöyle demişti: “Vay
başıma gelenler! Mahvoldum! Çünkü dudakları murdar bir
adamım, dudakları murdar bir halkın arasında
yaşıyorum”. Petrus ise: “Rab,
uzaklaş benden, ben günahkar bir insanım” dedi. Pavlus ise: “Allah’ın Kilisesi’ne zulmettiğim
için havari olarak anılmaya layık değilim” dedi.
İlkinin dudaklarını bir melek arındırdı, Petrus’a
İsa, ağını insanlar
arasında atma görevini verdi, yani insanları bulundukları
kötü durumdan kurtarma görevini verdi, Pavlus’a ise İncil için yorulma lütfü verildi ve havarilerden
biriymiş gibi kabul edildi. Bizler Sözü ilan etmeye halen layık
değiliz, ama alçakgönüllü oluşumuz ve kendimizi buna layık
olmadığımızı kabullenmemiz, Allah’ın, bakışlarını
bize çevirmesini ve günahkar olmamıza rağmen bizleri
kullanmasını sağlamaktadır. Bugün gerçekten de Allah bizi
alçakgönüllülüğe ve günahkar olduğumuzu tanımaya
çağırmaktadır, ama bunları her görevi terk etmemiz için
değil de, kendimizi Onun lütfüne emanet etmemiz ve Sözünün gücünü kabul
etmemiz içindir. Biz Sözünü ilan etmekte yetenekli değiliz, bunu yapmaya
da layık değiliz, ama Sözü o kadar güçlü ki her şeye rağmen
etkili olup meyve verir.