25/07/2010 - Olağan Devre - 17. Pazar Günü - C

 

 

1. Okuma Yaratılış 18,20-21.23-32 Mezmur 137 2. Okuma  Kol 2,12-14 İncil Lk 11,1-13

 

“Baba, senin bende olduğun ve benim sende olduğum gibi, onlar da bizde bir olsunlar. Dünya da beni senin gönderdiğine iman etsin”. “Olduğum gibi” dendiğinde “mademki” anlamına da gelebilmektedir. İsa’nın Baba ile olan birliği, şakirtlerin de aralarında tek bir şey olmaları için sebeptir. Eğer Baba ile Oğul tek bir şeyse, yeryüzündeki insanların da bu aynı yaşam tarzını gerçekleştirmelerinden daha iyi bir şey yoktur. İsa işte Baba’ya bu birlik için dua etti: insanlar bunu tek başlarına beceremezler, çünkü onlarda gerçek birliğe ulaşmalarını engelleyen bölücü günah mevcuttur. Her şeyden önce onların arınmaları gerekmektedir, sadece para değil, iş, hürriyet bağımlılığından ve her türlü putperestlikten kurtulmaları gerekmektedir. Mademki Baba ve Oğul birbirlerinin içindeler, birbirlerini dinlemekte, güven vermekte ve hizmet etmekte yarışırlar ve aralarında hiçbir kıskançlık yoktur, aynen İsa’nın şakirtleri de böyle olmalıdır. Onlar Tanrı’nın yaşam tarzına kavuşacaklar ve dünyada O’nun ışığının parlamasına sebep olacaklardır. Dolayısıyla da dünya iman edecektir, İsa’nın “Yol, Hakikat ve Yaşam” olduğuna, dünyevi bir insan olmayıp, armağan olarak bizim için Baba’dan geldiğine iman edecektir. Buna iman edenler da diğer imanlılarla birlik içersinde olacaklar ve Kilise böylece büyüyecektir. Eğer Kilisede imanlıların sayısı azalıyorsa sebebi Kiliseyi ayıran bölünmelerdir. İncil’in misyonerleri olmanın en güzel yolu diğer imanlılarla birliği arzulamak ve aramaktır. İsa’nın Babasına yönlendirdiği ve yönlendirmeye devam ettiği dua çok gerekli ve aktüeldir. Ona bizler de sesimizi eklemek istiyoruz ve ısrarla tek bir şey olmayı dilemeliyiz, Baba ile Oğul’un arasındaki birlik içersinde tek bir şey olmak! İsa gerçekten de şunu söylüyor: “Onlar da bizde bir olsunlar”. Bizde demesi çok önemlidir. Böylece yalan yanlış ve sonuçta zararlı birlik arayışları içersinde olmayacağız. Baba ve Oğul ile birlik olmadıkça insanlarla gerçek ve devamlı sürecek birlik olamaz. İlk olarak aranılacak ve teklif edilecek şey, İsa ve Baba ile devamlılıkla beslenen derin bir içsel yaşamdır. O da Kutsal Ruh’un armağanıdır, fakat aynı zamanda imanlının her günkü çabasının meyvesidir.

 

Yaratılış Kitabından okuduğumuz metin Kutsal Kitabın en güzel sayfalarından biridir. Sanki insanın Tanrı ile yaşadığı birçok ‘mücadelenin’ bir tanesinin anlatımıdır. İnsan kendini akıllı, iyi, merhametli ve hatta Tanrı’dan iyi zanneder. Tanrı’yı tanımayan insan kendini böyle sanabilir. Bu, çok kişinin – aramızda bile - düşünme şekli değil midir? Bizler de Tanrı’yı yargılamaya ve Onun dünyada ne yapması gerektiğini söylemeye kalkarız. İbrahim de Tanrı’yı, yani meleklerini, büyük bir cömertlikle misafir etti, o kadar büyük ki, Rab’be tavsiyelerini, hikmetini sunup ve dünyanın problemlerine çare göstermek kendi hakkı ve ödevi olduğunu sanıyordu. İbrahim bizi temsil etmektedir. İbrahim gibi bizler de geç olunca Tanrı’nın merhametinin, sevgisinin büyüklüğünü ve insani olaylar için daha geniş ve derin vizyonlu olduğunu anlıyoruz.

İbrahim Tanrı’ya, şehirde elli dürüst kişi bulunursa, bu şehri yaptığı sayısız günahlardan affetmek için yeterli olduğunu söylemek cüretinde bulunuyor. Tanrı’nın yüreğinde de aynı merhametli düşüncenin olduğunu fark edince, pazarlığı düşürüyor: kırk beş kişi, kırık, otuz, yirmi derken on kişiye düşürüyor. İbrahim pazarlığını bu sayıyla sona erdiriyor. Tanrı ise  sayıyı daha çok indiriyor ve, yedinci teklif olarak, bire varıyor. Ama kurtarılacak şehirde o tek kişi bile yoktu..., Tanrı kendisi onu yolladı. Tanrı sevgi yarışında kazandı, çok kazandı! İnsan bunu kabullenmeli; Tanrı kadar ve Tanrı gibi insan sevmeyi bilmez.

O halde insanın duası bir pazarlık değil, bir güvenme, kendini güvenle ve kararlılıkla Baba’nın ellerine teslim etmek, olmalıdır. Baba’ya, isteğinin gerçekleşmesinin gerekli olduğunu söylemeliyiz , çünkü bizim bakış açımız sınırlıdır. Ondan ekmeğini dilemek gerekir, çünkü bizimki Onunki kadar katiyen doyurmaz ve dünyadaki yaşamımızın gerektirdiği gücü veremez. Baba’dan affını da dilemek gerekir çünkü biz de onu etrafımızdakilere vermeliyiz; O’nun bizi korumasını da dilemeliyiz çünkü tek başımıza kötü denenmelerden ve bizi günaha teşvik eden düşmandan kendimizi korumaya beceremiyoruz. Her şeyden önce O’nu Baba diye çağırmalıyız, çünkü bu isim sayesinde yüreğimiz ümit etmeye, aklımız ve ellerimiz sevmeye başlayabilir. O’na Baba diye çağırıyoruz çünkü yaşamımız Onun ellerindedir ve Onun ellerinde onu bırakmak istiyoruz; aynı zamanda, Babamızın bizi, Onun gibi sevebilen, Onun bütün diğer evlatlarını - sevgiye muhtaç kardeşlerimiz olarak - kucaklayan evlatları olarak tanımasını istiyoruz.