01/02/2004
- OLAĞAN DEVRE - 4.
PAZAR - C YILI
Birinci okuma Yeremya 1,4-5. 17-19
Mezmur 70
Peygamberler,
'peygamber' idiler, çünkü Mesih'in, Rab İsa'nın gelişini ilan
ediyorlardı. Bunu, sözler vasıtasıyla yapıyorlardı;
fakat Kutsal Ruh onları, hayatları aracılığıyla
da, bunu yapmakta yetenekli kılıyordu.
Bugün, kendisinin hangi şekilde peygamber olmaya
çağırıldığını anlatan Yeremya'yı
dinleyelim. Allah ona, onun doğmasından önce varolan büyük sevgisini
göstererek, hitap etti. Allah onu seçip, meshetti. Peygamber, Allah'ın
ilgisinin konusudur: o zaman insanlardan onun korkması mümkün olur mu?
Eğer Allah onunla beraber ise, insanlar ona, çok yetkili olurlarsa bile,
ne zarar verebilir? Rab, "Seni kurtarmak için seninleyim"
deyip, onu temin ediyor.
Yeremya'nın, kendisine verilen görevden kaçmak için,
nedeni ve özrü yoktur! Kuşkusuz peygamberlik edeceğinde, yani
Allah'ın sözlerini ileteceği zaman, yaşamı tehlikeye girecekti,
çünkü dünyanın büyükleri ona savaş açacaklardı: nitekim onlar
azarlamaları duymak istemiyorlardı. Kendilerinin 'her şeye
kadir' olmalarını, Allah'ın, fakirlere ve mütevazilere
karşı, hakikate ve adalete karşı beslediği sevgiyi
önemsemeden, işlerine gelen her türlü şeyleri yapabileceklerini
sanıyorlardı. Onlar, zenginlik ve büyüklük susuzlukları
yüzünden, Allah'ın yargılarını ilan edenleri susturmaya
çalışıyorlardı: peygamberler, onlar için düşman gibi idi.
Ancak böyle davrananlar, sadece zengin ve büyük insanlar değil, zenginlik
ve ünü düşleyen fakir insanlar da olabilir.
Bu günkü İncil bizi Nasıra'ya götürmektedir.
Orada büyük olasılıkla hükmedenler ve yetkili kişiler yoktu,
sadece fakir ve basit olan İsa'nın tanıdıkları
vardı. Fakat, orta hallerine rağmen, büyüklük hayalleri peşinden
koşmayı, hak iddia etmeyi biliyorlardı. Madem ki, İsa
Kafernahum'da ve başka şehirlerde mucizeleri yaptı, onların
da, İsanın tanıdıkları olarak, onun mucizelerinden
yararlanma hakkı olduklarını sanıyorlardı! Fakat
diğer yerlerde İsa tarafından iyileştirilmiş insanlar
gibi davranmıyorlar: alçakgönüllü değiller, İsa'ya iman
etmiyorlar. İsa bunun farkındadır ve bunu söylüyor. Az önce
İsa onların önünde Kutsal Yazıları okumuştu ve
bunların, Kendisi hakkında konuştuklarını açıkça
söylemişti: O'nun yaptığı mucizeleri Kutsal
Yazılar'ın ışığında yorumlayıp, O'nun,
beklenmiş Mesih olduğunu anlamalıydılar! Halbuki O'nu, o
ana kadar yaptıkları gibi, sadece Yusuf'un oğlu olarak, görmeye
devam ediyorlardı.
İsa, Nasıralı 'arkadaş'larına,
yeni bir adım atmaları için, her şeyi Allah'ın gözleriyle
görmeleri için, kendi çıkarı arayan akıl yürütmeleri
değiştirmeleri için, yardım etmek istemektedir. Mesih İsa,
Peder Allah'tan gelir, O'nun tarafından gönderildi. Bu yüzden İsayı
seven ve Kendisine iman eden her insan - putperest olsa da - Peder Allah'a
itaat etmektedir. Daha evvel peygamberler de, İsrail'in
Allah'ının evrensel sevgisini tanıttılar: İlyas, Sayda
bölgesinde, putperest dul bir kadın için büyük bir mucize yaptı,
Elişa da, kendisine gelen putperest ve yabancı bir cüzamlı
iyileştirdi. Bu örnekler aracılığıyla İsa,
mucizelerin, 'otomatik' olarak, gerçekleşmediklerini, O'nun
tanıdıkları olmaya yetmediğini, Allah'ın önünde hiç
kimsenin 'kredisi' olmadığını, öğretmek istiyor.
Mucizeler, bir mesajı anlayabildiğimiz işaretlerdir:
bunları yapan, kimdir? Bir üfürükçü mü, bir büyücü mü? Ya da Allah'ın
gönderdiği Olan mı, ve bundan dolayı dinlememiz ve itaat etmemiz
gereken Olan mı? Gerçek mucize, Allah'ın belirtmesini ciddiye alan ve
Mesih İsa'ya güvenen kişinin yüreğinde gerçekleşiyor! Sonra
da, İsa'ya olan iman, İsa'nın söylediği gibi,
dağların yerini bile değiştirecek! Mucizeleri yapan, bu
iman olacak!
İsa'nın hemşehrileri bunu
anlamıyorlar. İsa'yı, aralarından biri olarak, görüp,
onların çıkarları için O'nun 'yetkisi'ni kullanmasını
istemektedirler. Onlar Allah'ın, herkesi seven Allah olduğunu ve
sevgisinin, yalnızca karşılık beklemeden sevenler
tarafından görülebildiğini anlayamıyorlar. İsa bu karşılıksız
sevgiye hemşehrilerinin yüreklerini yöneltmek istiyor, fakat başka
yerde bunu yapmaya mecbur kalıyor, çünkü "hiçbir peygamber
kendi ülkesinde kabul edilemez".
Bu karşılıksız sevgi, ikinci
okumanın konusudur. Aziz Pavlus, Allah'ın Hıristiyanlara çok
ruhsal armağanlar bağışladığını söylemektedir.
Aynı zamanda da, bunların, bir birlik kaynağı yerine,
kıskançlık ve bölünme nedeni olabilmelerinden korkuyor. Şeytan
durmadan çalışır ve Allah'ın armağanlarını
bile Allah'a karşı kullanmaya çalışmaktadır! Bunun
için Pavlus İsa'nın verdiği yeni buyruğu hatırlayarak,
Hıristiyanların, karşılıksız sevgiyi, en üstün ve
en arzu edilmesi gereken armağan olarak, görmeye çağırıyor.
Nitekim bütün ruhsal armağanlar, gerçekten Allah'ın
Hükümdarlığına tanıklık edebilmeleri için, bu sevgide
'hareket etmeliler'! Eğer imanlılarda bu sevgi olmazsa, bütün iyi
yetenekleri ve armağanları boş, anlamsız ve değersiz
olacaktı. Karşılıksız sevgi iman tarafından
destekleniyor; iman da, Sevgi olan Allah'a iman etmek olduğundan dolayı,
bizi sevmeye götürüyor ve hayatımızı Allah'ın hayatı
ile birleştiriyor! Böylece yaşamımız, sevgi sayesinde,
gerçek Allah'ın peygamberliği ve belirtmesi oluyor!
Hepimiz, Hıristiyan olarak, peygamberiz ve sevinçle
böyle olmak istiyoruz; dünyanın açgözlülüklerinin ve
boşluklarının etkisinden kaçarak, yaşamımız
aracılığıyla, Allah'ın sadık ve
karşılıksız Sevgi olduğunu söylemekteyiz!