22/04/07 - Paskalya Devresi – 3. Pazar Günü – C

1. okuma  Hav. Kit. 5,27-32.40    Mezmur 30 (29)

2. okuma  Vahiy  5,11-14       İncil  Yuh. 21,1-19

 

Aziz Benediktus için alçakgönüllülüğün dördüncü basamağı, “Acı çektirdiği zaman bile itaat etmek”tir. Zaten itaat etmek her zaman zordur, çünkü kendi arzumuzdan vazgeçmeye hazır olmayı gerektirir. Bu vazgeçme bazen acılı olur çünkü bizim görme ve düşünme tarzımızın mükemmel olmadığını hatta yanlış olduğunu kabullenmemizi gerektirir. İşte bundan sonraki basamak “suçlarını itiraf etmek”tir. Gerçekten de hata yaptığımızı, hatta günah işlediğimizi kabul etmek ve af dileyerek bunu başkasına söylemek, alçakgönüllülük yolunda önemli bir adımdır. Bu alçakgönüllülük başkalarındaki iyiliği görmemizi ve “her şeyle yetinmemizi” sağlar. Yetinen kibirli değildir, sanki Allah’ın iyiliğimiz için her şeyden faydalanabileceğini söylemekte, her şeyin Allah’ın elinde olduğunu kabullenmekte. Daha sonraki basamak “kendini en kötü günahkar olarak görmek” ve “her zaman kurallara ve itaate boyun eğmek”tir. Bu alçakgönüllülük başkalarını yargılamaz, hatta onları üstün görür. Bu sebepten de gelecek adımın “sadece sorulunca konuşmak” olduğu anlaşılmakta: biz kendimizi önemli görmüyoruz, gerekli değiliz. İtaat etmek ciddi bir şekilde yaşama şekli oldu, bu sebepten konuşmak için de bekliyoruz, başkaları konuşmamızı dilediklerinde konuşuyoruz. Bu davranışımız başkalarına karşı dikkatli olmamızı sağlar, onlar önemli şeyler söyleyebilirler, ilk bakışta öyle oldukları belli olmasa da. Dolayısıyla da “aptal gibi gülmeyeceğiz” ve “sakinlikle, alçakgönüllülükle ve bilgelikle konuşmayı” bileceğiz! Aziz Benediktus’a göre bunları yaparsak alçakgönüllülüğün tamlığına ulaşmış oluruz, yani “en uç derecesine kadar yüreğimizin alçakgönüllülüğüne” ulaşmış oluruz, aynen Annemiz aziz Meryem ve Allah’ın Oğlu İsa gibi!

 

"O, kurban edilmiş Kuzudur, gücü ve zenginliği, hikmeti ve kudreti, yüceliği ve övgüyü almaya layıktır!". Bu sözlerle tüm yaratıklar Rabbimiz ve Kurtarıcımız İsa’ya taparlar. Biz bu şanlı ilahiye katılarak sadece tüm insanlarla birlik olmakla kalmıyoruz, tüm yaşayanlarla birlikte kurban edilmiş Kuzu’nun kardeşlerle ve tüm dünya ile olabilecek birliğin yaşam ve sevinç kaynağı olduğunu kabulleniyoruz. İsa’nın kendini Allah’a kurban olarak sunduğu ölüm, harikulade diriliş ışığını hazırlayan gecedir. Mesih İsa canlıdır ve Allah’ın yanında oturmakta, O’nunla birlikte sevgiyle hükmetmektedir ve bunun için biz O’nu överiz, durmadan yüceltiriz ve yorulmadan yaşamımızı, düşüncelerimizi, arzularımızı, arkadaşlıklarımızı, projelerimizi ve küçük, büyük seçimlerimizi yönlendirmesini isteriz!

Petrus ve havariler çektikleri acılara, iftira ve cezalara sevinçle katlandılar, çünkü Rab’lerine yücelik ve övgü vermek istiyorlardı, insanların tehditlerine kanmayarak sevinçle şahitliklerini vermeye devam ettiler. Onlar bizim için örnek teşkil etmektedirler. İsa’ya iman etmeye karşı çok sık rastlanan düşmanlığı ve karşıtlığı gördüğümüzde onların örneği gözümüzün önüne gelmeli.

Havariler Rab’leri için acı çekmekten mutlu idiler: çünkü bu gücü ve alçakgönüllülüğü kendilerini Petrus’un cevabına bağlı hissetmelerinden ileri geldi. “Beni seviyor musun?” diye İsa’nın sorusu devamlı olarak onlara da yöneltilmiş idi. Bu soruya tek bir cevap mümkündür, ancak soru tekrar tekrar sorulduğunda bizi düşündürmeye başlar, evet demenin gereksinmelerini düşündürür ve sevgimizin gerçekten gerçek olup olmadığı hakkında şüpheye düşürür. Soru üçüncü kere için sorulduğunda daha önce ne oldu diye bize hatırlatır, sevgisiz bir şey mi yaptık, yoksa Rabbin sevgisine karşı mı geldik, diye bizi düşündürür.

İsa mutlaka sorusunu sormaya devam etmekte, biz ise cevap vermeden bekleyelim: önce niyetlerimizi yoklayalım, davranış şeklimizi değiştirelim, farkına bile varmadan bize hükmeden egoizmimizi yok edelim. Sonra sevinçle şöyle diyelim: “Evet, İsa, seni seviyorum”. Ona bunu söyleyebiliriz, ama alçakgönüllülükle söyleyelim, sevgide büyümeye ve olgunlaşmaya ihtiyacı olduğunu bilen biri gibi söyleyelim, yöneltilmeye ve eğitilmeye ihtiyacı olduğunu bilen birinin alçakgönüllülüğü ile söyleyelim. “Evet, İsa, seni seviyorum. Ama Sen bana seni gerçekten sevmem için yapmam gerekeni göster bana, bunu sadece sözlerle değil hareketlerimle gösterebileyim. Sen duygularımı düzelt, dünyanın boş şeylerine, gurura, birinci olmak isteme arzusuna sürüklenmeyeyim. Rabbim İsa, seni seviyorum, ama Sen de sevgime dikkat et ki azalmasın, zayıflamasın, tam ve devamlı olduğu kanısına kapılmayayım”.

İsa, mükemmel olmasalar da cevaplarımızdan mutlu oluyor. Onu sevdiğimizi söylediğimiz her keresinde bize inanmakta ve Kilise içinde bize bir görev vermekte. Kilise içinde kimse seyirci kalamaz. Kilise içersinde seyirci olarak kalan kardeşlerinin kusurlarına bakar, tembel olur, kimseyi, hatta İsa’yı sevmeyen birine dönüşür. İsa, Petrus’a kuzularını gütme görevini verdi, yani onları yöneltme, besleme, tehlike karşısında uyarma ve koruma, birlik içersinde tutma ve diğer kuzularla dinlendirme görevini verdi. Bize de onunla işbirliği yapma görevinden başka ne görev verebilir ki? Sen de İsa’nın seni yöneltmek için görevlendirdiği kişileri dinlemekle başla ve Rabbin sesi, senin de enerjilerini hükümdarlığı ve kutsal Kilisesi yararına harcaman için, sana da ulaşacaktır!