İSA DİRİLDİ, ALLELUYA
«Dünyanın sonuna dek her an sizinle
birlikteyim!» (Mat 28, 20)
İsa dirildi, alleluya! Bazı düşünceler bize İsa’yı sevmemiz gerektiğini
hatırlatır. Bunlar devamlı olarak, göklere doğru söylenen
ALLELEYA’yı tekrarlamamızı sağlarlar. ALLELEUYA, yani
RABBİ ÖVÜN! Evet Rabbi övüyoruz, çünkü O’nun merhameti sonsuzdur. O bize
bu merhametini türlü şekillerde gösterdi ve sundu. Bunu özellikle haça
gerilmiş İsa ile samimiyet içerisinde yaşarken tecrübe ederiz, O
şimdi, aramızda ve içimizde yaşar! ALLELUYA!
1. Rabbin bir meleği gökten indi ve mezara gidip
taşı bir yana yuvarlayarak üzerine oturdu (Mat 28,2)
Rabbin bir meleği!
İnsanlar kendi kuvvetlerine
güvenirler. Ben kendi ihtimallerimi ve başkalarının
ihtimallerini hesaplamaya çok alışığım; ve her
şeye bu hesaplara göre karar veririm. Ve sonra beni şüphe,
rahatsızlık, bir güçsüzlük duygusu sarar, aynen mezarın
girişini kapatan o yuvarlak kayaya yaklaşmakta olan kadınlar
gibi.
Allah’ın kendi melekleri olduğunu
unuturum. Allah’ın meleklerinin insanlardan önce
kalktıklarını ve Allah’ın istediği ve gerekli
gördüğü yerlerde harekete geçtiklerini unuturum. Allah için benim
zorluklarım, yalnız kendini bana göstermek için, her şeyi
öngördüğünü ve Peder olduğunu hatırlatmak için birer
fırsattır. Benim zorluklarım, O’nun meleklerini gönderdiği
yerlerdir. Benim çıkış yolunu bulamadığım
durumlar, Allah’ın meleklerine güvenmem gereken zamanlardır: onlar
benim Peder’in oğlu olduğumun
bilincinde olmamı sağlayacaklardır. Onların
eylemleri sayesinde, kainatı elinde tutanın sevdiği ve
izlediği bir evladı olduğumu anlayacak ve bu yüzden içimde
hayranlık ve neşe uyanacaktır.
Evet, Sen ey Allah benim Pederimsin. Ben
bunu her gün unutuyorum ve her gün Senin ilgilenmiş olduğun şey
hakkında endişeleniyorum. Sana güvenmeyi ne zaman
öğreneceğim?
Sen kadınlar için, kayanın
açılmasını sağladın... boşuna, o kaya artık
hiçbir şeyi saklamıyordu...
Peder, sen iyisin, sen şefkatlisin,
sen Peder’sin! Bırak da şöyle haykırayım: ALLELUYA!
2. Nöbetçi askerlerden bazıları kente vardı
(Mat 28,11)
İsa dirildi. Allah kendini gösterdi,
kuvvetler hareket etti. İnsanlar ise? Onlar Allah’ın eylemlerini
engelleyemezler ve bu yüzden onları gizlemeye çalışırlar.
Hiç kimse neler olup bittiğini bilmemelidir. Olup bitenler için
insanların anlayabilecekleri, Rabbin şakirtlerini zor duruma sokan
bir neden bulunur. Halkların liderleri de böyle davranırlar. Yalan
ustaları olup ruhları çürütürler.
Neden? Bunu anlamamız mümkündür. Ben
de kalbimde, Allah’ın hayatımda yaptıklarını inkar
etmem için denenmelerle karşılaşırım, hayatımdaki
olguları kendi becerilerime ve sadece insani nedenlere bağlarım,
veya bunları sadece tesadüf olarak görürüm. Allah’ın eylemlerini bu
şekilde görmek, içsel değişiklikler gerektirir, kendini tamamen
O’na emanet etmeyi gerektirir, dünyadaki şeylerden çok gökteki
şeylerle ilgilenmeyi gerektirir. Ve bunları, bağımsız
ve huzurlu bir yürekle yapmamız gerekir.
Eğer Allah’ın eylemlerini
tanırsam, O’nun hayatımın ve kurtuluşumun kahramanı
olmasını isterim, ben ise her zaman, şimdiki ve gelecek tarihimi
kontrol altında tutmaya eğilimliyim.
İsa, dirilmiş olduğunu
tanımak istiyorum. İnsanlar tarafından reddedilmiş olan
Sen, Peder tarafından kurtarıldın. Ben ne kendim için ne de
başkaları için bir şey yapabilirim: ben kendimi güvenle Sana
emanet ederim. Artık kendi istediklerimi yapmıyorum, kendi akıl
yürütmelerime göre hareket etmiyorum, beni kendime ölmeye yönlendiren Sözüne
bağlı kalıyorum, çünkü Sen, benim yeni bir
ışığa doğmamı istiyorsun, seven değil de,
sevilen olduğum bir hayat sunuyorsun.
Böylece her zaman şöyle
haykırabileceğim: Alleluya!
3. Diğerleri bunlara da inanmadılar. (Mc 16, 13)
Kadınlar bir sevgi hareketi
yapmayı denediler. Onların içsel ve dışsal karanlıkta
mezara doğru attıkları adımlar büyük bir sevginin küçük
işaretleriydiler. İsa onları ödüllendirdi. Ödül mü? Belki
hayır, belki de onlara sadece bir görev verdi. İsa kendisini
sevenlere bir görev verdi.
İki şakirdin cesaretleri
kırılmıştı ve bunun üzerine tehlikeli bir yer olan
Kudüs’ten kaçtılar. İsa onlarla karşılaştı ve
bunun hakkında düşünmelerini sağladı, onları Kutsal
Yazılarla temasa geçirdi.
Ve onlar, bedenlerinde neşeyi
hissettiler.
Diğerleri kadınları
dinlediler ve ikisinin neşeli olduklarını gördüler, fakat
kayıtsız kaldılar: haber, onların anlama kabiliyetlerini
aşıyordu.
Bende diğerlerinin bana söyledikleri
şeylere inanmamaya meyilliyim. Benim de inanabilmem için, “denemeye”,
“dokunmaya”, “görmeye” ihtiyacım var.
Ve Sen İsa, benim gururlu ve
takıntılı benliğimin bu gerekliklerine boyun
eğiyorsun. Sen yine, seninkilerin güvensizliklerine boyun
eğdiğin gibi boyun eğiyorsun ve sonunda inatçı kibirli
olmamın gereklerine İsa, Sen boyun eğiyorsun.
Arkadaşlarının imansızlığına katlandığın
gibi bana da boyun eğiyorsun ve sonunda onların
karşısında korumasız, aracısız kalıyorsun.
Sen Varlığının
neşesini, yanımda yaşamakta olduğunun güvencesini tecrübe
etmemi sağlıyorsun. Senin affın, Sözünün doğruluğunun
neşesi, günlük tecrübelerin karanlığını
aydınlatan beklenmedik bir ışık, evet bunlar, benim için
var olduğunun, benden daha canlı olduğunun, diriliş diye
adlandırdığım bir doluluğa sahip olduğunun
kanıtıdırlar.
İsa, insanlar bana Senin dirilmiş
olduğunu söylüyorlar, fakat sen bunun sonuçlarını
yaşamamı sağlıyorsun.
İsa, evet şimdi inanıyorum.
Ve bu imanla başka bir hayat
yaşıyorum, ve bu hayat şöyle haykırmaya devam ediyor:
Alleluya!
4. Size ne söylediğini anımsayın (Luk 24, 6)
Hafıza değerli bir
armağandır: geçmişi geleceğe taşır, insanlarla ve
Allah’la ilişkileri canlandırır. Fakat maalesef bazı
engeller hafızanın faydalı olmasını engellerler.
Bunlardan ilki bencilliktir: kendime dikkat
etmemi, kendi huzurumu aramamı sağlar ve böylece diğerlerini
unuturum, Allah’ı ve sözlerini unuturum, bana emanet edilmiş olan
ödevleri unuturum.
Endişeler ise diğer bir engeli
oluştururlar: bunlar bazı şeylere veya bazı duygulara
tapmaktır. Putlara dönüşen şeyler veya duygular Allah’ın ve
sevginin hafızasını silerler.
Hafızayı canlandırmak.
Kadınlar, Rab tarafından telaffuz
edilmiş olan sözlerin hafızasını canlandırmak
zorundadırlar, öyle ki yaşamakta oldukları tecrübeyi
anlayabilsinler. İsa’yı değil de, iki melek bulurlar. Bu ne
anlama gelir? Hafızaları yardımlarına koşana kadar
akılları karışıktır ve
sarsılmışlardır: O sevdiği insanlar tarafından
öldürüleceğini ve üç gün sonra dirileceğini önceden bildirmişti.
Bunu önceden söylemişti. İşte, bu yeni bir şey
değildir, Sözü gerçekleşmektedir.
O’nun her söylediği gerçektir, meydana
gelir, gerçekleşir. Önce sözler, sonra olaylar.
Böylece hazırlıksız
olmayız, kendimizi, bizi arkadan yöneten bir büyücünün ellerinde gibi
hissetmeyiz.
İsa, Sen konuştun. Ben senin
sözlerin ile yaşarım. Onları anımsadığım
zaman, senin gibi hareket ederim, ve böylece mucizelerin beni
şaşırtmazlar. Sen önceden her şeyi söyledin.
Çoğunlukla unuturum ve o zaman beni
ortak ettiğin olaylar, senin ağzından işittiklerimi
hatırlatırlar, hafızam canlanır ve senin sadakatinden
faydalanırım.
İsa, Sen gerçekçisin.
Hatırlamak istiyorum, her şeyi
hatırlamak, öyle ki tam anlamıyla yaşayayım ve Senin ile
işbirliği yapayım.
Ve yüreğim, şöyle
fısıldamaya devam edecek: Alleluya!
5. Biz O'nun olduğunu ummuştuk (Luk 24, 21)
Emayus’a doğru yürüyen iki kişi,
Allah’ın karşısında verilmiş sözlere uygun olmayan ümitler beslemiş olan bir çok
kişinin sözcüleri oldular. Allah’ın müdahalesini beklemek veya iddia
etmek benim için de çok kolaydır, bu yeryüzündeki hayatımı daha
rahat kılacaktır. Bu zamanın ve bu uzayın
dışında da bir vatanım olduğunu kolayca unuturum,
günahlarımın ve başkalarının günahları yüzünden
acı çekmemem için Allah’ın müdahale etmesini isterim. Allah,
yanımıza birini yollamayı bize bahşettiği zaman, bu
kişinin zorlukları çözmesini umarız. Ve bu kişi, benim
Allah tarafından ona armağan olarak yollandığımı
farkına varınca, bu dünyadaki yolu üzerindeki engelleri sihirli bir
dokunuş ile kaldırmam için ümit beslemeye başlar. Oysa İsa
İsrail’i Romalılardan kurtarmaz. İsa o beklentileri
gerçekleştirmez. İsa, bu dünyanın vatanımız
olduğu yanılgısını tasvip etmez. Kıt görüşlü
ve yanlış yönlendirilmiş umutlarla doluyuz. İsa, senin bize
armağan edeceğin daha başka şeyler, hazzını
alacağımız daha başka bir özgürlüğün var. Sen, dünyevi
ıstırapları ve haksızlıkları içeriden fetheden
bir yaşam şekli biliyorsun. Allah’a ait olma neşesini
yüreğime yerleştiren Sensin, tüm insanları sevebilmem için
yüreğime sevgiyi yerleştiren ve onlar için umulmamış bir
kurtuluş arzulamamı sağlayan Sensin: karanlıktan,
güvensizlikten, dünyanın şiddetinden kurtuluş.
İnsanlığın yüklerini taşımamı, onlara
katlanmamı, onları Senin ile birlikte sırtıma almamı
sağlayan Sensin, öyle ki her bir insan hafifleyebilsin ve neşe ile
tanışabilsin.
Sen bizim mutluluğumuzu, dünyanın
sağlayabildiği tek neşe görüntüsünü arzuluyorsun, fakat Sen
kalplerimiz için, ancak göklerin sunduğu ebedi neşeyi diliyorsun.
İsa, sen bizim gerçek, büyük
kurtuluşumuz için dirildin, bu kurtuluş bizi gururun ve
benciliğin hükmünden kurtarır, ve bizi sevginin hizmetine sokar. Bizi
dünyanın esaretinden kurtarıp göklere oturtur. Bu yüzden şöyle
haykırırım: Alleluya!
6. Sizi akılsızlar! (Luk 24, 25)
Büyük ihtimalle bu sözler İsa’nın
Emayus’a doğru ilerleyen iki kaçak için kullanmış olduğu
terimlerin gücünü ve ehemmiyetini ifade edememektedirler. Sizi
akılsızlar! İki yolcu Nasıra’lı İsa’nın
başına gelenler hakkında konuşuyorlardı: onun ölümü
hayatlarının bir bölümünü sonlandırmış oldu.
Dirilişinin müjdesi, hayatlarında
yeni bir bölüm açmadı. Anlatmayı bildikleri olaylarda, Allah’ın
işaretlerini aramıyorlardı. Hatta O’nu tüm akıl
yürütmelerinin dışında bırakıyorlardı.
Akılsızlıktan beter bir
şey yoktur. Bu akılsızlık, beraberinde, Allah’ın
gücünün ve sevgisinin olağanüstü müdahalelerini tanımayı
engelleyen katı kalpliliği de getirir.
Ben bu iki arkadaşı
eleştiremem, çünkü çok sık ben de akılsız ve katı
kalpli olurum.
Herhangi bir hayal
kırıklığı ile pes ederim, herhangi küçük bir
başarısızlıkla kendimi kötü hissederim.
Akıl yürütürken, Allah’ın, benim
boşuna yapmakta olduğum her şeyin üzerinde olduğunu hesaba
katmam, kendimi O’na emanet etmem. O, eğri çizgilerin üzerine düz
yazabilir. O, her şeyi ve her olayı, hayatımı yeni yollara,
benim öngöremeyeceğim, O’na ait olan yollara doğru yönlendirmek için
kullanır.
İsa, ısrarlı
akılsızlığımdan dolayı beni azarla.
Anlamam için beni sık sık
azarlamalısın, ancak böylece Allah’ı sevenler için her
şeyin iyilik için işbirliği yaptığını
anlayacağım.
Her şeyin Kutsal Yazılarda
yazılmış olduğunu, Peder’in atacağım
adımları önceden bildiğini ve onları sevgisinin
ışık bulutuna sarmış olduğunu bana
hatırlatmaya devam edersen, beni mutsuz edecek bir şey olmayacak.
Kendimi her türlü durumda Sana teslim etmek
istiyorum.
Sen, beni her zaman neşe ile
doldurursun: Alleluya!
7. Onlarla sofrada otururken ekmeği aldı (Luk 24,
30)
Kutsal Yazıları bilen yolcu,
daveti kabul eder. Kutsal Yazıları bilmekle kalmaz, onları
şehirde olup bitenlerle ilişkilendirmeyi de bilir.
Bu şekilde görülen olaylar,
Allah’ın varlığıyla anlam kazanırlar, bu şekilde
okunan Kutsal Yazılar da, kalplere hitap ederler, onu tutuştururlar
ve doldururlar.
Yolcu yabancıdır, ama hemen
Allah’ı tanıyan ve yanında hisseden biri gibi kendini
tanıtır. Hikmetli biridir, dünyada pek rastlanmayan bir hikmete
sahiptir, sadece akla hizmet eden bir hikmet değil, özellikle yüreği
sevindiren ve onu barışa götüren bir hikmete sahiptir.
Yabancı daveti hemen kabul eder, içeri
girer ve ikisinin gösterdiği yere oturur, gecenin gölgesi gözlerinin
ışığını daha da belirgin kılar. Elleriyle
basit bir hareket yapar... basit, normal, olağan bir hareket: ekmeği
böler. Bu O’dur!
İkisi öğretmenin ellerini
görürler. Garip bir şey olmadı, ama ikisi de onları ölüme kadar
sevmiş Olanı gördüler. Bölünen ekmek onları uyandıran
ışık oldu, sevgi olan Allah ile onları tekrar ilişkiye
soktu. O, herkes için ekmeği bölen, kendini bölünmüş ekmek olarak
sunanadır.
İsa, sen ekmeği bölmeye ve benim için
Kutsal Yazıları okumaya devam ediyorsun. Hayatım, yalnız
Senin Allah sevgisinin işaretleri olarak yorumlayabileceğin olaylarla
dolu! Yanımda olup Kutsal Yazıların sözlerinde Allah’ın
bilgeliğini bana gösterdiğin için teşekkür ederim. Beni
besleyen, kardeşlerimle birleştiren, - bölünerek – Dirilmiş
Varlığını tanımama yardım eden, özel ve dolu
neşenin hazzını almamı sağlayan ekmeği elinde
tuttuğun için teşekkür ederim.
Alleluya!
8. İşte Ben'im! (Luk 24, 39)
Bence İsa, kendisine hazırlanan
karşılama karşısında şaşırır:
artık O’nu tanımamaktadırlar! Bu nasıl olur? Ve onlar
nasıl anlayabilirler? O ölüp dirilmemiş miydi?
Ve ben, bu garip anlaşılmaz, ve
tamamı ile yeni durum karşısında ne yapıyorum? Neler
düşünmem gerekiyor?
İsa dirildi. Dirilen yine O, fakat
artık eskisine benzemiyor. Ellerinde hala delikler, ayaklarında büyük
yaralar var.
Sesi şefkatli ve kararlı, sevgi
ve güven dolu. Bu işaretler karıştırılamaz: Haça
gerilmiş olan Nasıra’lı İsa.
Fakat kızarmış balık
yese de, artık önceki İsa değil. O’nun tamamı ile ve
anlaşılamaz bir şekilde farklı olması,
etrafındakileri şaşırtmaya devam ediyor.
Bana dokunun ve görün: gerçekten de benim!
Ben on birlerin şüphelerini
sürdürüyorum: gerçek mi acaba? Gerçekten de etten ve kemikten olarak
gördüğümüz O mu? Nasıl inanalım?
Yürek: gerçeği bana yalnız
yüreğim söyleyebilir. O’nun verdiği sevgi, kalbime sevgi yaymaya
devam ediyor. O’nun hazzını aldığı neşe kalbime
neşe bulaştırıyor. O’nu dolduran barış,
benliğimin her bir zerresi için barış sağlıyor.
Evet, İsa, sen gerçekten dirildin.
Karşılaştığım kişi Sensin, evet Sensin,
Nasıra’lı İsa! Kapalı kapılara, inanmayan gözlerime
rağmen seni görüyorum, seni benim ve diğerleri için var kabul
ediyorum. Kalbim aldanmaz: bana verdiğin canlı ve gerçek sevgindir,
onu tanıyorum. Sen dirildin ve şimdi hayatın, senin ile
karşılaşabilme becerimden üstündür.
Senin doluluğunun bir
kırıntısı, beni fethetmene yeter ve sana şöyle derim:
Teşekkür ederim Rabbim İsa.
Kalbim canlı olduğunu hisseder ve
zihnim kalbimin nedenlerine yenik düşer. Sen gerçekten dirildin.
Bu yüzden şöyle demekten vazgeçmem:
Alleluya!
9. Sevinçten hâlâ inanamıyorlardı (Luk 24, 41)
Birkaç zaman için, Aziz Luka’nın
yazarken yanılmış olabileceğini düşündüm. Eğer
şakirtler neşe ile doldularsa, bu haça gerilmiş olan Rabbin
tekrar aralarına döndüğüne inandıklarını gösteriyordu!
O halde, bu İncil yazarı nasıl oluyor da hala
inanmadıklarını söylüyordu?
İnanmak tam olarak nedir? Sorun
buradadır: büyük sevinç belki de her zaman iman işareti
değildir.
Şakirtler Öğretmenlerinin
varlığını gerçek saydılar: o yine onlarla idi. Onlar
mutludurlar: fakat kabusları sona ermiş olduğu için mutludurlar,
hayal kırıklığı sona ermiştir, İsa’nın
varlığından faydalanmaya devam edebileceklerdi.
Bu mutlulukları – herhalde – ben
merkezciliğin bencil bir meyvesiydi. Bu mutlulukları iman
işareti değil, hayranlık, tatmin, ve zaferdi.
Gerçek iman farklıdır. Gerçek
iman, kalbin, kendini sunmaya, emanet etmeye götüren hareketidir. Ben, İsa
ile birlikte ölmek için kendimi sunduğum zaman, Sözüne itaat ettiğim
zaman, kendi duygularımı O’nunkiler ile değiştirdiğim
zaman, etrafımda olup bitenlere tepki göstermeyip, Peder’in kalbindeki
sevgiye bağlı olarak hareket ettiğim zaman, evet, işte o
zaman İsa’ya inanmış olurum. Benim bu ölmem de sevinç
kaynağı olur, fakat hayranlık uyandıracak bir sevinç
değil, aksine derin, huzurlu, kalıcı bir sevinç! Sevincimin
kaynağı göktedir, Rabbi dahi görsem, sevincimin kaynağı
gözlerimin gördüğü şeylerde değil de gökyüzündedir!
İsa, sen iyi ve
anlayışlısın. Sen şakirtlerinin yüzeysel
arzularını dahi tatmin edersin ve böylece onları senin derin
arzuların ile karşılaşmaya hazırlamış
olursun.
Sen, saf bir sevgi eylemi olarak kendimi
Sana sunmam için beni yönlendiriyorsun, fakat yoksulluğumdan dolayı
da bana acıyorsun ve bazen teselli arayışlarımı da
tatmin ediyorsun. Bu şefkatin, içimde günden güne daha güçlü olan bir
imanın doğmasını sağlıyor ve Sende büyümeye karar
veriyorum, Sen ki Allah’ın Azizisin!
Sen benim ilahimsin: Alleluya!
10. Günahların bağışlanması için
tövbe çağrısı O'nun adıyla duyurulacak (Luk 24, 47)
İsa’nın yeni
varlığının meyvesi, Emayus yolcularının
beklediklerinden tamamen değişikti. Onlar İsrail’in
Romalıların egemenliğinden kurtulacağını ümit
ediyorlardı, ancak O, tüm insanları, ortak düşmanları olan
Kötülükten kurtarıyor. İnsanın hükmünden kurtulan insan, bu
sefer kendi de kendinden daha fakir olanlara hükmedebilir veya baskı
altında tutabilir.
Tövbe eden ve günahından arınan
insan bir kutsama olur. Dirilmiş İsa’nın varlığı,
yeni ve sabit varlığı, bu amacı güder: insanı tövbe
etmeye götürmek ve ona Peder’in affını vermek. Dirilmiş, tüm
dünyayı alçakgönüllülük yoluna koymak ister. O, alçakgönüllülüğü ile
denenmeleri yendi, bir insan kalbinin sevgi için karşılaşabileceği
her türlü engeli aştı. O, Allah’ın varlığı
anlamına gelen sevgiyi kaybetmeme pahasına başarısız
gibi görünmekten çekinmedi ve Allah onun ölümü yenmesini sağladı.
Şimdi O’nun ölüler arasından dirilişinin bildirilmesi ile
insanlar Allah’a evet demeye ikna edileceklerdir, kendi Oğlunu verecek
kadar çok sevdiği günahkarlar, gururlarını çiğneyecek,
merhamet dilemek için diz çökeceklerdir.
Ölümün ve dirilişin ile, insanlık
için yeni bir hareket başlattın, teşekkür ederiz: Peder’e
dönüş hareketi, Seni üstün tutan ve sevgiye kaide olan alçakgönüllülük hareketi.
Yüreğimin sevgisi, alçakgönüllülük olmadan boştur ve alçakgönüllülük
bana afla, Sana yönelmeye devam etmemle ve hayatımın yönetimini Sana
bırakmamla gelir.
İsa sen beni kurtardın ve
kurtarmaya devam ediyorsun. Sana teşekkür ediyorum ve bu ilahinin tüm
dünyada yankılanmasını sağlıyorum: Alleluia!
11. Ben de Pederimin vaat ettiğini size
göndereceğim (Luk 24, 49)
Peder ve oğul, bizim için beraber
hareket ederler. Yeni bir varlığın gelişi için Peder söz
verir ve Oğul bunu gerçekleştirir.
“Yollayacağım...”. Ve havariler
gelecek olan Yeni’yi beklemeye başlarlar! Ve biz mutlak yeniliğin
Peder tarafından söz verildiği için Oğul tarafından
yollanmış olan Kutsal Ruh olduğunu biliyoruz: O, insanın
yoksulluğunda Allah’ın varlığıdır. Dirilmiş
İsa, artık Peder’in vermiş olduğu sözleri, Kutsal Ruh’u
kendisine ait olanların üzerine yollayarak gerçekleştirebilir.
“Üzerinize yollayacağım!”.
İsa’nın öğrencileri insanlıkta yeni bir giysi, yeni bir
kişilik, yeni bir görev kazanırlar: onlar Allah’ın Ruh’unun
taşıyıcıları olacaklardır. Bunun için
onların dünyadaki varlıkları önemli olacaktır,
Allah’ın Ruh’unun barınağı olacaklardır, Allah’ın
Ruh’unun etrafı aydınlattığı, etrafa dağıldığı
ve yayıldığı fener olacaklardır. Bütün ortamlara,
yerlere, durumlara dağılmış İsa’nın
öğrencilerinin yaşamı ne kadar değerlidir. Onlar
yaptıkları iş veya insani yardım için değerli
değillerdir; onlar insanlık için gerçekleştirdikleri mucizeler
için değerlidirler. Onlardan saklı bir şekilde Kutsal Ruh
yayıldığı için, değerlidirler!
Dünyanın herhangi bir köşesindeki
sessiz ve saklı varlıkları bir güvencedir ve ilahi
varlığın bulunduğu yerlerdir, onlar faydalı,
sıhhatli enerjisinin araçlarıdır.
Efendimiz İsa, Kutsal Ruh’un için
teşekkürler! Sana yakın ve Sana sadık olmak istiyorum,
devamlı olarak Senin olmak istiyorum, böylece Peder’in armağanı
beni saracak ve yaşamım dünyaya faydalı olacaktır.
Hiç bir zaman tatsız bir tuz
olmayayım, Allah’ın Ruh’u olmayan bir insan olmayayım. Beni,
herhangi bir işi gerçekleştiremez veya konuşamaz kıl, ama Ruh’unu
benden esirgeme ki yaşamım senin gözlerinde ve insanların
yüreğinde değerli olsun.
Böylece herkes birlikte şu ilahiyi
söyleyebilecektir: Alleluya!
12. Öteki şakirt Petrus'tan daha hızlı
koşar (Yu 20, 4)
İkisi koşuyorlar. Tam olmayan bir
haber aldılar. Esasında haber tamdı, ama yüreklerinde ve
akıllarında sakin bir yer bulamıyordu. Anlamak için
koşuyorlar. Bekleyiş içersinde oldukları için koşuyorlar.
Ne beklediklerini bilmemektedirler ama bir şeylerin
olacağını hissetmekteler.
Allah’ın Mesih’i, İsa’nın
ölmesinin nasıl mümkün olduğunu anlamamışlardı, bu
anlaşılmaz durum onları bekleyişte tutmaktadır.
Koşuyorlar. Biri ötekinden daha hızlı koşuyor. Hepimiz
aynı değiliz, hepimiz aynı anda varmıyoruz. Aynı yöne
doğru koşan, aynı olayları bekleyen tek bir yüreğimiz
olsa da kapasitelerimiz değişiktir.
Öteki havarinin ilk
vardığını, durduğunu, Petrus’u beklediğini ve
onun arkasından mezara girdiğini görmek hoşuma gidiyor. Bu bir
sevgi, bir nezaket, bir itaat ve iman eylemidir. Kendini başkasının
önüne koymayı, kardeşine ikinci yeri vermeyi, kendi kendine karar
vermeyi doğrulayabilecek kadar tehlikeli haber, veya olağanüstü bir
yenilik yoktur. Öteki havari daha hızlıdır, ama Petrus’a yol
verir.
Ben de kardeşime karşı bu
kadar dikkatli olabilsem. Sevgiye bu kadar hazır olmak, imana da
hazır olmaktır: o “gördü ve inandı”: koşu bitti, şimdi
dinlenebilir. Kim sevgi eylemleri yaparsa iman armağanını
alır, iman eden de yorucu bekleyişten vazgeçer ve huzuru tatmaya
başlar.
İsa, Sen dostlarının
koştuğunu görürsün ve onlara seni görmeden inanma imkanını
verirsin. Ben de saklı varlığın karşısında
eğilirim, orada tüm bekleyişlerim huzur bulurlar, ve tüm
koşuşturmalarım sessizliğinde sakinleşirler.
Yanımda koşmakta olan kardeşimi seveceğim, bana
ulaşmasına izin vereceğim ve ona ulaşıp onun ile
birlikte şöyle diyeceğiz: «Alleluya».
13. Kadın, niçin ağlıyorsun? Kimi
arıyorsun? (Yu 20, 15)
Her gözyaşının kendi
mantığı vardır. Meryem ağlama sebebini çok iyi
biliyor. Rabbi öldü ve dahası cesedi artık yok. Meryem’in
aklında iki ciddi soru beliriyor, belki de hafif bir azarlamaya
benziyorlar. Meryem’i sorgulayan yeni tanıdığı bir
yabancı. Neden ağlıyorsun? Sevgiden kaynaklanan bir soru.
“Ağlama sebebi nedir?” Elbette
İsa Meryem’i hayatın derin boyutlarına getirmek istiyor. Bu soru
yeni bir hikmet ifade ediyor.
Eğer ben ölümü kabul ettiysem, neden
sen buna ağlıyorsun? Eğer beni seviyorsan benim
yaptıklarımı yap, benim ölümümü kabul et, ben kendi hayatımı
adadığım gibi sen de benim hayatımı Peder’e ada.
Eğer ben son ana kadar sevdiysem hem de hayatımı verecek kadar
sevdiysem, sevinmen ve benim
sadakatimden haz alman gerekmez miydi? Benim nefretler üzerindeki zaferimden ve
Rabbin isteğinden farklı isteklerimi bastırmamdan gurur duyman
gerekmez miydi?
“Kimi aramaktasın?” Sana teselli
verecek bir şeyler arıyorsun ve benim senden beklediklerimin yerine,
benim için yapmak istediklerini yapamadın diye mi üzülüyorsun?
Senin azarlamaların bile tatlı,
İsa.
Sık sık bana yönelmekte
haklısın. Üzüntülerim dünyevi ve bedensel yaşamımın
kendini göstermesidir. Bu yaşam senin Haç’ını kabul etmemiş
ve senin kendini adadığın gibi kendini adamaya devam
etmemiştir. İsa, seni daha büyük bir dikkatle izleyeceğim. Senin
başına gelmiş olan ağlanacak bir kötülük değildir, ama
senin ne şekilde yaşadığın incelenmeli ve seni taklit
ederek yaşayıp senin hayatını paylaşmalıyız:
Tutku ve Haç.
Ve şöyle haykıracağım:
Alleluya!
14. Size esenlik olsun! (Yu 20, 19-20)
Bu sözlerle İsa, korku ve
pişmanlık içinde toplanmış olan havarilerinin
karşısına çıkıyor. Ve bu sözleri pek çok kez tekrar
ediyor öyle ki bu sözler yüreklerine işlesin ve zihinlerinden silinmesin.
Bunlar bir armağanı belirten sözlerdir.
Evet, “Size esenlik olsun!” ne bir temenni
ne de bir selam ifadesidir, bir armağanın müjdesidir. Gerçekten de O bu
sözleri söylerken yeni bir hayatı ve yeni ödevleri ileten hareketler de
yapıyordu. O ellerini ve böğrünü gösteriyor: sonuna kadar sevmek için
kabul ettiğimiz yaraları hala bedeninde mevcutlar: ona ait olanlara
karşı olan sevgisi artık kesin ve kalıcıdır.
O’nun sevgisi her zaman üzerlerine akacak, O’nun zaferi her zaman neşe
kaynağı olacaktır! O şöyle diyerek devam ediyor: “Peder’in
beni yolladığı gibi bende sizi yolluyorum!”. Görevini kendisine
ait olanlara devrediyor. Ve sonra nefesini onların üzerlerine üflüyor:
“Kutsal Ruh’u alın. Kimin günahlarını
bağışlarsanız...”.
Böylece İsa, barışı
tamamlar! Barış şu anlama gelir: benim haz
aldığım şeylerden sen de haz al. Zenginliğime ortak
ol, hayatımla yaşa. İsa’nın kendisine ait olanlara söylemiş
olduğu en güzel söz şu olmuştur: barış! Sevgi
hayatının armağanı! İsa, - Aziz Pavlus’un yazmış olduğu gibi –
barışın ta kendisidir: O bizim barışımızdır!
İsa, Allah’ın armağanıdır, Peder’in kalbindeki
neşedir, bizim de hazzını almamızı istediği
Allah’ın zenginliğidir.
İsa, sen benim
barışımsın! Benim ile diğerleri arasında
kurulabilecek tek derin birlik Sensin, Senin sevgindir. Sadece Sende kurulan
birlik güvenlidir, kalıcıdır, ve insani becerileri aşar!
İsa, bizim barışımız gerçekten ve sadece Sensin. Sana
tapıyorum, Pederle ve insanlarla bir olmak için Seni
karşılıyorum!
Ve böylece sana bu ilahiyi söylerim:
Alleluya!
15. O'nun ellerinde çivilerin izini görmedikçe... (Yu 20, 25)
Kim şaşırıyor? Tabii ki
ben değil. Tomas, seni herkes anladı ve bir insan ordusu seni onayladı.
Sadece gözlerimle ve ellerimle
algılayabileceğim şeylere inanıyorum. Bu da demek oluyor ki
sadece kendime inanıyorum, kendi algılarıma, kendi hislerime,
yalnız kendi benliğime inanıyorum. Bu da demek oluyor ki Allah
bensiz hiçbir şey yapamaz, bana bağlı olmak zorundadır. Ve
bu da demek oluyor ki ben gururlu ve kibirliyim, kalbim kapalı, kendimi
sevilmeye bırakamıyorum ve de sevemiyorum.
Tomas, benim de söyleyeceğim şeyi
söyledi, çünkü ben de böyle kapalı ve gururluyum. Farklı
olsaydım, bu zaten bir mucize, Allah’ın bir armağanı
olurdu.
“Benliğim” her şeyden önce
geliyor. Bazen bunun farkına bile varmıyorum, özellikle de ben buna
hiç karşı koymuyorum. Böylece de bana katlanmak mecburiyetinde
kalanlar için acı sebebi oluyorum, benim yüzümden alçaltmalara ve hor
görülmelere maruz kalıyorlar. Benle konuşurlarken artık
kendilerini serbest hissetmeyecekler, bana karşı güven
duymayacaklardır. Artık onlar için bir yük oluyorum, sevince engel
oluyorum, gökyüzlerinde bulut oluyorum.
Tomas, on arkadaşına ne kadar çok
acı çektirdin. Uzun bir hafta boyunca onlar için bir fren, bir diken, bir
işkence oldun. Her şeye sebep “belirgin” olan şeye
“benliğinin” boyun eğmemesidir: evet, Tomas on kişideki
değişikliği görüyordu: onları bir mutluluk bulutu
kaplamıştı, ama Tomas bunu kabullenmek istemiyordu.
İnatçıydı, kendi bencilliğine kapanmıştı.
İsa, Sen sadece ölümü yenmekle
kalmayıp yüreğimi kapatan inatçı gururumu da yenmelisin. Daima
sabırlı olmalısın ve bana merhamet etmelisin, aynen Tomas’a
davrandığın gibi.
Kim bilir sırf kendimi düşünerek
ve farkına varmadan kaç kere Seni bekletiyorum, kardeşlerime acı
çektiriyorum ve gururumla tüm Kilise’yi etkiliyorum.
İsa, gel bu sert yüreğimi
kır, böylece şu ilahiyi sevinçle söyleyebileyim: “Alleluya!”.
16. Rabbim ve Allah’ım! (Yu 20, 28)
İsa’nın önünde diz çöken Tomas
inatçılığından utandı, yüreğinin sertliğini
yendi, layık olmadığını kabul etti: dizleri yere çöktü
ve şöyle dedi: “Rabbim ve Allah’ım!”.
İmansızlıktan, imana
geçiş ani, beklenmedik! Ne olduğunun farkına varacak zaman yok.
Sadece akılda meydana gelen bir değişiklik değildir,
değişiklik tüm varlığını kapsar ve dizlerinin
çökmesini sağlar.
İman! Allah’ın bir
armağanıdır. Büyük bir armağandır, çünkü insanı
tamamıyla değiştirir, varlığını başka
bir kademeye yükseltir.
İman armağanını alan ve
kabul eden, güvendiği ve dayandığı her şeyden kurtulur
ve kendini, beşikteymiş gibi tatlılıkla sallayan bir
denizde gibi hisseder. O da kendine bu değişikliği
açıklayamaz; tek bildiği artık her şeyi kendi
yönlendirmediği, yanlış yapma ve yanılma riskiyle her
şeye kendi karar vermediğidir, artık başkası onunla
ilgilenmektedir.
İmanlı olan kendini emanet
edebilir, ruhunu ve bedenini dinlendirebilir, kendini O’na bırakabilir,
O’nun kolları evreni taşırlar. İman büyük bir
armağandır! Sevgiyi keşfetmemi, istenildiğimi,
sevildiğimi, refakat edildiğimi, kabul edildiğimi anlamamı
sağlar! Yaratan olarak tanıdığım Allah’a şöyle
dememi sağlar: işte buradayım, beni yönlendirmeni istiyorum,
beşiğimi sallamanı istiyorum, Sende kaybolmak istiyorum.
İnanmak büyük bir
barıştır! Kendisine iman sunulan kişi, kalbinde yeni bir
hayat bulur.
Rabbim ve
Allah’ım! İsa, sen bugün karşımdasın ve
kollarını tamamen açıp bağrındaki yaraları
gösteriyorsun, böylece bana göstermek istiyorsun ki her kim kendini Peder’e
emanet ederse, O’na ve Sana inanırsa, ölse de yaşayacaktır!
Bu yüzden bu ilahiye
devam etmeme izin ver: Alleluya!
17. Biz de seninle geliyoruz (Yu 21, 3)
Yine gölde, ağlar
elde. Bu Petrus’un girişimi, fakat diğer altısı da bunu
kabul ediyor, destekliyor ve yerine getiriyorlar. Kim bilir o gece kürek
çekmenin ne anlamı vardı! Geçmiş yıllara duyulan özlem mi?
Zaman kaybetmek mi? Açlıklarını dindirmek için bir gereklilik
mi? Bilmiyoruz. Bir şey olası görünüyor: O
çağrılmamıştı.
Bu İsa olmadan
açılmaktı. İzni olmadan, O’ndan bu görevi almadan hareket etmeyi
denemekti. Hep beraber çaba sarf edip, bir şeylere ulaşamamaktı.
Sanki görünmez olan bir el, tüm balıkları güvenli bir yere
toplamıştı o gece.
Yedi
arkadaşın sarf ettikleri çabalar karşılıksız
kalır.
Bazen yine böyle olur.
Ben de bunu yaşarım. Çalışıyorum ve
çalıştırıyorum, terliyorum ve terletiyorum, fakat
yapılan işin zamanlarını ve biçimlerini bana söyleyen O
değilse, her şey erir, ve bir sabun köpüğü gibi yok olur.
Kilise’nin ve hayatımın Rabbi
İsa’dır. Tek dünyanın Rabbi O’dur. Balıkları
yakalayabilecek olan gerçek ağları, O elinde tutar. Çabalamam
boşunadır. Öncelikle sesini işitmeli, elinin işaretini
beklemeliyim. Öncelikle ayaklarının dibine oturmalı, ve
dinlemeliyim. Yapmak istediğimi, O’nun için bile yapmak istesem sonuç
vermeyecektir. O’nun bana yapmamı söylediği şey ise, her
şeye rağmen beklenmedik meyveler verecektir.
İsa, Sen olmadan Sana ait olanlar
bile... hiçbir sonuç alamazlar. Sen olmadan ne kadar çabalarsak
çabalayalım, sadece balıkları güldürebiliriz!
Sana itaat etmek için vermiş
olduğum sözü yenilemek istiyorum, senin talimatlarını beklemek,
vereceğim her karar, yapacağım her hareket için senden
ışık dilemek istiyorum.
Sen her gün bizimle olacağına söz
verdin, bu yüzden bu sözümü yerine getirmek, isteğin doğrultusunda
Sana iş ve dinlenme sunabilmek için umutluyum.
Bana arzularını göster, öyle ki
kalbimden ve birçoklarının kalbinden yeni bir “alleluya!” yükselsin.
18. Göle atladı (Yu 21, 7)
Su ıslak... fakat Petrus
endişelenmiyor. Biri ona, kumsaldaki ormancının Rab
olabileceğini fısıldamıştır. Onu artık
hiçbir şey durduramaz. Rab mi? Engellere takılmadan koşmaya
başlıyor. Ve işte Petrus, dirilmiş İsa’nın
yanına varıyor. O’nu tanıyamamıştı. Acaba gözleri
mi kapatılmıştı? O’nu tanıyabilen gözler hangileridir?
Sevginin, saf ve menfaatsiz sevginin gözleridir.
İsa’nın sevdiği şakirt,
İsa’yı menfaatsiz olarak seven şakirtti, kendisini yüceltmeye
çalışmıyordu, kötü bir duruma düşmekten korkmuyordu,
başarısızlığı ve ıstırapları ile
bağdaştırılmaktan çekinmiyordu. Saf sevgi ile seven bu
kalp, kimsenin şüphelenmediği zaman bile İsa’yı
tanıyabilir.
O halde sevgi, tanır.
Ve sevgi dinler. Her şeye rağmen
bu şekilde sevmek isteyen Petrus, arkadaşını dinler, ve
körü körüne ona güvenir.
“Baş” olan Petrus, diğer
şakirdi dinlemek, onu üssüymüş gibi ciddiye almak hoşuma
gidiyor.
Sevgi karar verir. Petrus’un dürtülmeye
ihtiyacı yoktur. Sevgi, henüz
kanıtlanmamış olsa da – veya tamamen bulunmamış olsa
da – karar vermeye yetkindir. Petrus’un kararı, kendisini gruptan
ayırır ve İsa’ya yaklaştırır. İşte,
şimdi nefes nefese, öğretmeninin yanındadır.
İsa, Sana olan sevgim, Petrus’unki
kadar ispatlanmış değildir.
Senin için deli veya kaçık gibi
yargılanmayı kabul edecek kadar kararlı veya hazır olup
olmayacağımı bilemiyorum. Ancak Seni sevenlerinin
göstereceği yerde daima görebilmek istiyorum.
Ve Sen, gülümsemen ve iyiliğinle,
ılık kalbimden Sana layık olan dürüst bir sevgi
fışkırtacaksın!
O zaman kimse şöyle
haykırmamı engelleyemeyecektir: Alleluya!
19. Beni bunlardan daha çok seviyor musun? (Yu 21, 15)
Petrus’un elbisesinden hala sular
damlıyor. Bu damlaların her biri Petrus’un Rabbini sevdiğini
söylüyorlar. Sözlere gerek yoktur. Halbuki beklenmeyen soruyu soran
Öğretmenin ta kendisidir. Bu soruya her zaman, sözlere gerek kalmadan,
olaylarla cevap vermiş olmayı isteriz.
“Beni bunlardan daha çok seviyor musun?”.
Bu tam bana uygun bir soru. Şimdi önemli olan Petrus’un cevabı
değil, benim cevabımdır. Soru tekrar edilir, şimdi daha
yoğun, daha ısrarlıdır. Cevap, zihne ve kalbe iyice
yerleşmeli, kök salmalıdır. Evet İsa, seni seviyorum. Her
yaptığımı Senin için yapmak istiyorum, insanlar için
değil, kendim için de değil. Senin bende yaşamanı istiyorum
öyle ki şöyle diyebileyim: artık yaşayan ben değilim, bende
yaşayan Sensin!
İsa’nın Petrus’a vermiş
olduğu hangi sevgidir? Ben O’na dilediği sevgiyi vermek istiyorum,
kendi hayal ettiğim sevgiyi değil. Hatta anlıyorum ki İsa,
Petrus’tan diğerlerinden çok sevgi diliyor: sevgiyi sınırlandırmamalıyım.
Benim sevgim – alçakgönüllülükle – kendimi tamamen sunmaya kadar varabilir.
Diğerlerinin O’nu nasıl sevdiklerine bakarsam, sevginin yönünü
görürüm, miktarını göremem! Hiç bir zaman şöyle dememem
gerekecek: bu kadarı yeterlidir! Aynı zamanda da İsa, Peder’in
ona olan sevgisinin aynısını benden almayı hak ediyor.
İsa’nın ilk iki soruda kullandığı terim, O’nun bu
arzusunu çağrıştırıyor: Peder’in kendisi sevdiği
sevgi ile şakirtleri tarafından sevilmek! Her şeyi ve tüm güveni
sunan bir sevgidir! İsa’yı bu şekilde sevebilmek isterim. Ve
üçüncü kez İsa şöyle der: beni seviyor musun? Benim için dost
sevgisine sahip misin? Yanımda durup benle aynı yöne bakmak, yolumu
yürümek, ödevimde benim ile işbirliği yapmak istiyor musun? İsa,
seni sevmek istiyorum, senin dostluğundan faydalanmak için değil,
kendimi daha iyi hissetmek için de değil, Sana yolunda refakat etmek için,
Peder’in sevgisinin işareti olmak için!
Ve bu sevgi pahalıya mal oluyorsa,
şöyle bağıran azizlerin sesleri ile sevineceğim: Alleluya!
20. Koyunlarımı otlat (Yu 21, 17)
İsa’yı sevenler için kaybedecek
zaman yoktur. Onlar, körü körüne beslenmeyi arayan insanlarla dolu dünya için
çok değerlidirler. Yalnız İsa’yı sevenler doymuş
olmanın hazzını alırlar, yalnız onlar su kaynaklarını
ve bereketli otlakları işaret edebilirler. Bu yüzden, Rab kendi,
Petrus’a şöyle der: kuzularımı otlat. Onlara çobanlık et,
onları yeşil otlaklara ve taze sulara güt, onlar bana güvenirler.
İsa’yı sevenlerin kendilerini
mutlu kılmaya vakitleri yoktur... kendilerini düşünecek vakitleri
yoktur. İsa’yı düşündükleri, dinledikleri, O’nu
sorguladıkları ve sevgilerini tekrar ettikleri vakitten
çalmaları gerekecektir. Tüm bunları bir kurtuluş işareti,
dünyanın karanlığına ışık, yeşil otlakları
gösteren bir işaret parmağı, yorgunluk ve tehlike dönemlerinde
ise, dayanılacak bir asa olmak için yapacaklardır.
İsa’yı sevenler sevgi görevleri
alırlar.
Bir şeyin altını çizmek
isterim, İsa Petrus’a kendisini anlayıp
anlamadığını veya kuzularını sevip
sevmediğini sormamıştır. Sadece İsa’yı sevenler,
O’nun Hükümdarlığında görevler edinebilecektir, O’nu
incelemiş ve okumuş olanlar değil, insanları sevenler
değil!
İsa’yı tanıyanlar, hayal
kırıklığına uğratmayan otlaklarının
yolunu ve yenileyen kaynağın yerini bilirler: İsa’yı
sevenler.
Pek çok kez bunun farkına vardım,
bazen kandırıldığım zaman, bazen her arzuyu tatmin
eden besine yöneldiğim zaman.
İsa, kardeşlerimi kendimi
doymuş hissettiğim yere götürmek istiyorum, onları Sana getirmek
istiyorum. Kurtaran Sen, ve yalnız Sensin, tek Çoban Sensin, tek Ekmek
Sensin, canlı su Sensin, neşe şarabı Sensin. Otlatmamı
istediklerini Sana getireceğim.
O zaman, neşeli bir sesler korosu
şöyle işitilmesini sağlayacaktır: Alleluya!
21. Sen ardımdan gel! (Yu 21, 22)
Petrus endişelidir. Fakat
endişesi, kurtuluş endişesi değil, sadece kendisini
kaplayan meraklı ve kıskanç bir ruh halidir. Bu Allah’ın
Hükümdarlığı için çok gereksiz bir yaklaşımdır.
Bu düşünce tehlikeli değil, gereksizdir. Ve Allah’ın
Hükümdarlığında gereksiz olan, gerekli olan şeylerin yerini
alır. Lezzetsiz tuz, gerçek tuzun yerini alır!
İsa farkına varıyor, ve
Petrus’u savunuyor. “Sen ardımdan gel”.
Üç yıl evvel Petrus, bu sözleri
işitmişti ve bunları ciddiye almıştı. Şimdi
bu sözler yine ona yöneltiliyor. Neden?
İsa’yı takip etmek, geçmişi
ilgilendiren bir olgu değildir. Olup bitmiş bir olgu değildir.
İsa’yı takip etmek sadece ayaklarımızı değil, tüm
varlığımızı etkileyen bir eylemdir! İsa’yı
takip etmek demek O’nun düşüncelerini, yapma biçimini, olma biçimini,
niyetlerini, kendisini sunmasını takip etmek demektir.
Her gün bizim ile birlikte olan,
dirilmiş İsa, bana şöyle demeye devam ediyor: Sen ardımdan
gel.
Sen beni gözetirsin,
adımlarımın üzerine küçük adımlar atarsın. Kendini
diğerleri ile kıyaslama, sadece benimle kıyasla. Sen beni takip
et. Sen benim ardımdan geliyorsun: benim diğerlerinden dilediklerimle
vakit kaybetmeye hakkın yoktur. Sen, benim senden dilediklerimi yap,
kalbini benim ile doldur.
Petrus, İsa’nın dirilişinin,
kendi eğitiminin sonunun geldiği anlamını
taşımadığını anlıyor. O, bitmeyecek bir
okula gittiği için memnun. O’nunki bitmeyecek olan kalıcı bir
eğitimdir.
Öğretmeni dirilmiş olsa da, hala
karşısında tek Öğretmen olarak durmaktadır.
İsa, beni affet. Bazen boş ve
gereksiz düşüncelere kapılıyorum. Gereksiz sözlerle,
değerli vaktimi harcıyorum. Özür dilerim.
Senin ardından gelmek istiyorum,
Senden öğrenmek istiyorum. Zihnimi ve kalbimi her gün şekillendirmeni
istiyorum, öyle ki ebediyen Senin ile şu ilahiyi söyleyebileyim: Alleluya!