İsa’nın acılı olayları,
sevgisinin doruk noktasını oluşturmakla kalmaz, aynı
zamanda da O’nun kendini "karşı çıkılacak bir
belirti" olarak gösterdiği andır!
O’nun Hayatı, özellikle de burada, insanların
hayatları için ışıktır.
Gölgelerimizin üzerlerine düşen birkaç ışık huzmesi, bizi alçaltacak günahlar ve tadını çıkaracağımız armağanlar görmemizi sağlar!
Mat
26,5: «Bayramda olmasın ki,
halk arasında kargaşalık
çıkmasın» diyorlardı.
Halkın
iyiliğini düşünüyorlardı. Herkes kalbinde bir karara
varmıştı: O’nun ölmesi gerekiyordu. Bunu,
olabildiğince temiz bir
şekilde halletmek gerekiyordu. Her şey tekrar tartışmaya
açılamazdı: bu, ağır sonuçlar doğurabilirdi, özellikle
de herkesin kendi yüreğini değiştirmesini gerektirebilirdi.
Nasıl bu kadar
ileri gidiliyor? Peder Allah sorgulanmadı. Peder'in isteği
aranmadı. Bunu kimse düşünmedi mi, yoksa kasten mi unutuldu.
Bu bilinen bir
şeydir, Peder herkesin iyiliğini düşünür ve bu kendi
arzularımıza zıt olabilir. Bunun için O’nu “rahatsız
etmeyelim” ve isteğimiz yapalım.
Allah’ı dinlemeye
koyulmak, belki başka davranışlar veya sorunlara başka
çözümler olabileceğini kabul etmek olur: kendi cahilliğimizi görmek
ve kabul etmektir. İyinin ve kötünün nerede olduğunu ben biliyorum,
veya yeteri kadar bildiğimi sanıyorum. Adam iyilik ve kötülük
ağacının meyvelerinden yemedi mi? Bu yüzden o, Allah olmadan
yapabilir. Kendi kendime yetebilirim!
Buna ikna olduğum
için, insanlar buna ikna oldukları için, en büyük haksızlıklar
doğar. İyiyi ve kötüyü tanıyan veya
tanıdıklarını sanan insanlar, kendi yollarında
ilerlerler ve bu yolda karşılaştıkları
kardeşlerine engeller koyarlar, hatta onları çarmıha germeye
kadar ileri gidebilirler.
Ve bunu, kimsenin
farkına varmadığı bir biçimde yaparlar.
Onlar, “iyi” olanı
yaptıklarını düşünürler.
Ama bu, Baba’ya itaat
değildir. Herhangi bir Allah’ı değil, Baba’yı açıkça
sorgulamadıysan, her yaptığın iyilik, bir hesap olabilir,
üzeri örtülü bir bencillik olabilir, diplomasi olabilir.
Seni dinleyeceğim
Baba, kurtarmayı seven ve isteyen kalbine kulak misafiri
olacağım. Yeni eylemler ve yeni sözler bulacağım, sana
itaat ederek, halk için kalıcı iyiliği bulacağım.
Mat 26,12: Bu hoş kokulu yağı,
beni gömülmeye hazırlamak için bedenimin üzerine boşalttı.
İsa, herkesin
yanlış yorumladığı bir olayı doğru
yorumluyor. Bir kadın, kaymaktaşından bir kap içinde çok
değerli, hoş kokulu bir yağı, O'nun başından
aşağı dökmüştü. Diğerleri, bunu savurganlık
olarak yorumlamışlardı. İsa ise, bunu peygambersel bir
eylem olarak görmüştü.
Ben ise hayret
içerisindeyim: ben de bu ortak görüşün ve zihniyetin kuvvetini
hissediyorum; para, yoksullara hizmette, yoksulluğu azaltmada çok
değerli! Fakat aynı anda, İsa aşkı uğruna,
milyonları esirgemeyen bu hareketin güzelliğini ve anlamını
da görüyorum.
Parayı,
yoksulları rahatlatmak ve zenginleştirmek olarak değerlendirmek,
insanların kurtuluşunun yoksullukla mücadele etmekten geçtiğini
düşünme tehlikesini beraberinde getirir: o zaman aldanmış olurum
ve yoksulları aldatmış olurum.
Yoksullar için de
İsa’dan başka kurtuluş yoktur; onlar için de kurtuldukları
ve kurtulacakları tek isim, Allah’ın Oğlu’nunkidir!
Bu yüzden, İsa için
'israf edilen' zenginliklere hoş bakarım. Çünkü onlar boşa
harcanmış değillerdir, insan için tek Gerçeği ve tek
Doğruyu belirtmeye yararlar. O zaman onlar, yaratılmış
oldukları nihai hedefe ulaşırlar: «O’nun için» der Aziz Yuhanna.
O zaman onlar nihayet
özgürlüğe kavuşurlar: “Yaratılışın,
yozlaşmaya olan köleliğinden kurtarılıp Allah
çocuklarının yüce özgürlüğüne kavuşturulması ümidi
vardı” (Rom 8,21). Meryem kokuyu, günah aleti olarak satın
almıştı, onu evine erkekleri çekmek için, dikkatleri üzerine
çekmek için ve arzulu gözleri üzerine çekmek için kullanacaktı,şimdi
ise koku bu esaretten kurtuluyor. Şimdi bu kokuyu,
İsa’nın bedenine dökerek, O’nun tüm insanları çekmesini
sağlayacaktır. Şimdi İsa'nın bedenine dökülmüş bu
koku İsa'ya tüm insanları çekecektir. Kokunun içinde
bulunduğu şişe kırıldı, tüm kokulu yağ
döküldü. Meryem bunu yaparak kesin kararını açıklıyor:
artık dikkatleri üzerime çekmek istemiyorum, erkeklerin beni
arzulaması için uğraşmayacağım. Artık
yüreğimdeki sevgiyi günahkarlarla paylaşmayacağım. Sadece
İsa’nın yüreğinin temizliği beni çekebilecek, sadece O’na
bakacağım. Kurtuluşa kavuşmak için herkes O'na
bakmalıdır. Fakirleri üç gün için doyurulmaktansa veya on beş
gün için giydirmektense, İsa’ya yaklaşmaları
sağlanırsa, onlara daha çok yardım edilmiş olur. İsa
ile yakınlaşırlarsa, onların yürekleri de açılır
ve İsa’nın affından ve arkadaşlığından
faydalanabilirler.
İsa Meryem’in
yaptığı hareketin bir kehanet olduğunu anlıyor.
Kendisinin daha önce söylemiş olduğu sözleri hatırlatıyor:
“Yükseltileceğim zaman herkesi kendime çekeceğim”.
O koku insanları
çekmeye başladı bile. Saat geldi, haçın zamanı geldi.
Mat 26,14: On
ikilerden biri, adı Yahuda İskariyot olanı, baş kâhinlere
gitti.
O
arayıştadır. İsa ona yetmemektedir. İsa’nın
arkadaşlığı ona yeterli gelmemektedir. İsa ise ona
güvenmişti, kendisine diğer On biri ile ilgili bir görev emanet
etmişti: topluluğun mallarını yönetmek.
İnsanlar da bu
şekilde davranırlar. Memnun olmayan birini gördüklerinde, ona
güvenirler, ona türlü görevler verirler, yerini değiştirirler, onu
tatmin etmeye çalışırlar. Fakat memnuniyetsizliği azalmaz.
Memnuniyetsizlik bir kalp hastalığıdır. Hiçbir zaman memnun
olmayan bir kalp, bencillik gösteren bir kalptir. Kendisi için arar, fakat
hiçbir şey onu tatmin etmez, hiçbir şey onu dolduramaz. Onu hiçbir
şey doyurmayacaktır. Bencil kalbinin dibi yoktur.
İnsanı
doyurabilen tek şey, kendini sunmaktır. Kendini, zamanını
ve emeğini sunan, kalbinden neşe
fışkırdığını görecektir. Fakat insan,
kendisi için aramaya meyillidir. Ve bu, İsa’yı bulsa dahi, ondan bir
şeyler alabilmek için onu takip eder. Onun tarafından teselli
edilmek, heyecanlanmak, kendini gösterme fırsatı bulmak, neşeye
ve rahata kavuşmak ister ve - neden olmasın? -
onurlandırılmak ister. İnsanların, İsa’ya değer
verdikleri gibi kendisine de değer
vermelerini istiyor, fakat reddedilmeyi yaşamak istemiyor. Ve bu
İsa’yı takip etme biçiminde bunları bulamazsa...
İsa’yı, ve şakirtlerini suçluyor. Olanları yayıyor,
kötü konuşuyor, ve homurdanıyor. Görevlilere başvuruyor, aramaya
gidiyor. Çehresinin hüznünü ve ben merkezci tanıklığını
her yere taşıyor. Neredeyse Yahuda gibi. O kendisi için
tasalanıyordu: “bana ne kadar vermek istiyorsunuz... ?”.
İsa’yı takip
ederek, kendisine ölmemiş, kendi hayatından vazgeçmemiş, onu
kaybetmeye hazırlanmamış, meyve vermeye hazır bir tohumun
yere düştüğü gibi onu düşmeye bırakmamıştır.
İsa’yı, onun insanların kurtuluşu için hayatını
Peder’in sevgisine sunma görevini paylaşmak için takip etmemişti.
İsa’yı takip edipte, O’ndan ve sadece O’ndan memnun olmayanlar,
İsa’ya ihanet edenler olacaklardır. İsa, sana yetmiyorsa, ve
O’nu, görevinde O’na yardım etmek için aramıyorsan, yalnızca
boş bir yüreğin tanıklığını sunacak ve
hayatın, insanların meydanlarında anıtlar hak edecek büyük şeyler
yapmış olsan da, Allah’ın hükümdarlığında
kısır sayılacaktır.
Mat 26,27: Hepiniz
bundan için, çünkü bu benim kanımdır, günahların bağışlanması
için birçokları uğruna akıtılan antlaşma
kanıdır.
Ahit, hayattaki
yükümlülükleri hatırlatan bir sözcüktür.
Müttefiklerin var
mı? Ve müttefiklerin güçlü mü? O zaman şanlısın çünkü düşmanların,
yalnız senin gücünü değil, onların da güçlerini göz önünde
bulundurmalıdırlar. Fakat, sen de, müttefiklerinin zayıf
noktalarını ve ihtiyaçlarını göz önünde
bulundurmalısın. Hayatlarınızın kaderi ortaktır.
Senin ile onlar arasında, tek bir kan gibi, bir hayat
ortaklığı vardır. Müttefikim Allah olduğu zaman, bütün
fırsatlar benimdir. Hiçbir düşman beni yenemeyecektir: güçlü bir
müttefikim vardır, her şeye hazır ve bilgedir. O’na her zaman
güvenebilirim.
O, yaratıkları
için tasalanır. Ben ise, O’nun hoşuna gitmeyen işlere
bulaşmamak için dikkat etmeliyim, aksi halde, yalnızca kendi
güçlerimle kalırım.
O herkesin müttefikidir,
bu yüzden hiç kimseye karşı çıkamam: onun desteğinden
yoksun kalırım. O’nun birçok düşmanı vardır, fakat
hiçbiri O’na dokunamaz, bu yüzden bana saldırırlar, ve ben O’ndan
uzak durursam, zaferlerini ilan ederler. O, benden hiçbir şey beklemez:
benim O’nun müttefiki olmam, O’nun işine yaramaz. Bu yüzden ittifakı
sonlandırmak için, benden hiç bir şey istemez. Bu anlaşmayı
imzalamak için kullanılan kan, kendi Oğlu’nun kanıdır!
Ben her zaman
kazanırım, fakat bu zaferi kendi hakkımla elde etmem.
İradeyi, anıları, sevgileri yaralayan, en büyük
düşmanlarım günahlarım bile müttefikim Allah tarafından
uzaklaştırılıp yenilirler. Onları İsa’nın
kanı ile yener. Benim için O’nu içmek yeterlidir. İçime gelmesi
yeterlidir. O’nun kanı antlaşmanın kanıdır: içimde
yaşam olur. İçimdeki o kan, geçerli olan tek şeydir, baki olan
tek gerçektir, hayatımın tek kaynağıdır. İçimdeki
o kan, Allah’ın bakışlarını üzerime çeker, ve
Allah’ın zenginliklerini hayatıma soktuğu kapıdır:
çünkü Allah müttefiklerinin boş ve sefil olmalarını istemez...
bu yüzden beni zenginlikleri ile, sonsuz sevgisi ile, Ruh’u ile, kurtuluş
arzusu ile, tüm insanlara ve tüm yaratıklara olan sempatisi ile doldurur.
“Hepiniz içiniz!”. Ben de her gün bu kandan içeceğim.
Mat 26,43: Şakirtlerinin yanına
döndüğünde onları uyumuş buldu.
İsa uykuya karşı değildir, dünya
yıkılıyor gibi gözükürken de sakin uykuya karşı
değildir. Kayıkta iken batma tehlikesi ile karşı
karşıya geldiklerinde o uyumuyor muydu? Ancak yaşamın
bazı anlarında birilerinin uyuması insanın
yalnızlık hissini daha da artırmaktadır. İsa birçok
kere yalnız kalmayı arzulamıştı: Peder ile özel
şeyler paylaşmak için yalnız kalmak istiyordu. Ama ele
verildiği gece arkadaşlık arıyor: onu anlayacak veya
teselli edecek bir arkadaşlık değil, duasına yardım
edecek birilerini arıyor. Aynen, zamanında, Yeşua
savaşırken, Musa kollarını havada tutabilmek için
yardım istediği gibi.
Onunkiler uyuyorlar.
Gece esnasında meydana gelenlerin yükünü İsa tek başına
taşıyor. Böylece gecenin karanlığı İsa’nın
ruhunu kapladı ve karanlık tüm düşüncelerini ve şefkatini
kararttı. Sadece ruhu sevginin ışığını
muhafaza ediyor.
İsa’nın gece
yaşadığı yalnızlık, dünyadaki görevine
katılma armağanına sahip, ona ait olanların miras
aldıkları bir durumdur.
Arkadaşlar buldun,
onlar daima yanındalar ve sana değer veriyorlar. Ancak gece denenmesi
kapını çalınca insanlardan yardım bekleme, en sadık ve
iyi olanlardan bile yardım bekleme. Uyurlar: senin
karanlığını fark edemezler. Onlar için gece kemiklerini
dinlendirecek bir lütuf zamanıdır. İsa’nın
öğrencileri, yaşamlarının bazı dönemlerinde sadece,
görmedikleri Işığa, hissetmedikleri Güce ve
duymadıkları Sevgiye güvenmelidirler.
Bu durumlarda çöl
tecrübesi şart olmaktadır. Yani Allah ile baş başa kalmaya
ve meyvelerini almaya alışmış olduğunda, O’nun
varlığından mutlu olmakla yetinirsin. Böylece de O’nun
varlığını hissetmediğinde yine de uzakta
olmadığını bilirsin.
Acı ve
ağlayış zamanları bu yalnızlıkta seni
olgunlaştırır. Arkadaşlara güvenmemeyi ve onlara
dayanmamayı öğrenirsin. Düşman güçlerle savaşırken,
onları uykuda bırakacaksın ve onlar için de düşmanı
yeneceksin.
Mat 26,52: Kılıcını yerine
koy.
Kendi davranışların sonuçlarını önceden
düşünmelisin. Özellikle de uzun vadeli ve ruhani sonuçlarını
düşünmelisin. Genelde kısa vadeli
ve bedenimizi etkileyen sonuçlara bakarız.
Petrus korumak ve korunmak istiyordu. Bu kimseye yasaklanamaz, hatta kendi
yaşamını korumak herkesin çok kutsal vazifesidir!
O zaman niçin kılıcını kılıfına koy,
emri gelmektedir?
İsa, Petrus’un halen göremediğini görüyor. İsa, Petrus’un
yanına ruhani düşmanların yaklaştığını
görmektedir, bu düşmanlar o kadar güçlüdür ki kılıçla
yenilemezler, hatta kılıç onları çekmektedir. Sonra, İsa bu
davranışın gelecekte ve yüzyıllar boyunca
yaratacağı sonuçları da görmektedir. İsa yeni
Öğretmendir, ve başka hiç bir öğretmenin öğretmeyi hayal
etmeyeceği bir şey öğretmektedir: düşmanları sevmeyi
öğrenmek, onları sevmek! Sevginin ilk işareti onlarla
silahsız karşılaşmaktır. Kazanmaktan veya kaybetmekten
önce, kılıfına dönen o kılıç,
Hıristiyanların kaybetmedikleri ve kaybetmeyecekleri, bir derstir.
Korunmak mı? Niçin? Eğer İsa için sevginin en büyük denenmesinin
zamanı geldi ise onlar için de bu saat gelecektir. Mesih İsa’nın
bedeninin canlı bir üyesi olduğunu unuttuğum zamanlar,
korunuyorum. İsa’nın bedeni eziliyor ve çehresi kayboluyor, çünkü O,
kötülüğün zincirini kırmak istiyor, kötülüğü iyilikle yenmek istiyor.
Bunu unuttuğum zaman, kendimi korumak istiyorum: o zaman da
düşmanlığı arttıran kapı açılıyor,
tehlike artıyor, çünkü bu durum kalbi sarsar ve Sevgi olan Allah’a olan
benzerliğini yok eder.
Kendimi korumakla
Baba’ya olan güvenim azalır. İsterse, O beni koruyabilir. Birçok
melek ordusu O'na itaat etmek için hazır beklemektedir. Kendimi korumakla,
yargılama ve mahkum etme, belki de kin ruhuna az veya çok yer
bırakırım, bazen de düşman olarak gördüğüme karşı
intikam alma isteğim de doğabilir. Kendimi korumakla insanları
düşmanım olarak görürüm, ve insanın tek
düşmanının onu Baba’nın kalbinden ayırmaya
çalışanın olduğunu unuturum. Kılıcın bu
düşmana karşı gücü yoktur, tek gücü olan sevgidir. Sevginin en
büyük gücü de bedende veya onurumda yaralandığım zaman ortaya
çıkabilir. Kılıcı tekrar kılıfına koy, çünkü
kılıç yüreklerin kapısını kapatır ve o zaman
artık oğul olamazsın, sevmeni engeller. Aziz Pavlus’un
dediği gibi, gerekiyorsa Ruh’un kılıcını al, o da
Allah’ın Sözüdür: etrafında kin hüküm sürerken, o seni sevgide kalmak
için aydınlatacaktır.
Mat 26,63: İsa susmaya devam etti.
Söz armağanına
sahibim. Yani kendimi birçok yolla anlatabiliyorum. Dil hareket ediyor, ve
hareket ederek yaşamdan birçok hareketler çıkarıyor, bunlar
konuşmayı canlı ve sanatsal kılıyor, öyle ki
geçmişin birçok tecrübesini, korkusunu ve umudunu tekrar
yaşatıyor. Sözlerle beraber bakışları ve dikkatleri
üzerine çeken korkular ve yargılar, kızgınlık ve hayretler,
iyilik ve merhamet, şüphe ve şakalar, iman ve
imansızlıklar, kin ve hoşgörü çıkar. Söz
armağanına sahibim. Ama bu hür bir armağan değildir: iyi ve
kötü birçok ruha bağlıdır ve kalbin içersinde
başkalarına geçmek için beklemektedirler. Sözlerin çıkmasını
beklemektedirler. Biri, dilin, kılıçtan fazla öldürdüğünü
boşuna yazmamıştı. Aziz Yakup da dilin öldürücü bir zehir
olduğunu halen günümüzde de hatırlatmaktadır. İsa ise her
sözün bir ödül veya bir ceza aldığını söyler.
Söz armağanına
sahibim. Bunun hür bir armağan olmasını isterdim, sadece
hürriyeti belirten ve onu alana hürriyet veren bir armağan
olmasını isterdim. Bu hiç gerçekleşebilecek mi? Allah için hiç
bir şey imkansız değildir.
İsa
konuşmayı biliyor. O, Sözdür. O, etkiyle söylenen tek Sözdür,
Baba’nın dünyada söylediği ve Baba’ya hürce dönen tek Sözdür.
İsa Sözdür.
Ama İsa susuyordu!
İsa’nın söylediği sözler Baba’nın yüreğine
koyduğu sevgi duygusunu dışarı çıkaran, merhamet ve
af, sabır ve alçakgönüllülük araçlardır. Ama önünde onları kabul
eden bir yürek yoksa, İsa susar. Sözler ne işe yarar? Eğer
Kayafa’nın yüreği duygularla dolu ise, ve bunlardan vazgeçmek
istemiyorsa, İsa’nın Sözleri, Allah’ın armağanını
boşa kullanmak olacaktır, yola dökülen bir su veya taşlar ve
dikenler üzerine dikilen tohumlar gibi olacaktır. İsa susuyordu. Ama
O’nun sessizliği Allah’ın sessizliği değildi! O, o anda da,
susarak da, sevgi, uysallık ve güç sözü olmaya devam etmektedir. Bu güç
bencilliği yener, öç alma duygusunu reddeder, aynı zamanda bu güç
yürekte Baba’nın insanlara karşı olan sevgisini, tüm güçler
karşı geldiği zaman bile, muhafaza eder.
Söz armağanına
sahibim. Sessiz olacağım ve susacağım: İsa, Sen
konuşmamı isteyeceğin zaman, Senin söylemek istediğini
söyleyeceğim.
Sessizlik içersindeyim,
öyle ki Sen içime duygularını ve huzurunu dökebilesin.
Dudaklarımdan dökülen kelimeler yalnız Seni belirteceklerdir.
Mat 26,72: O adamı tanımıyorum.
Gerçekten de doğru
idi, Petrus o adamı tanımıyordu.
Yalan söyleyerek Petrus,
büyük bir gerçeği söylemiş oldu. O henüz İsa’yı
tanımıyordu. Evet, yüzeysel olarak tanıyordu, onu görmüş ve
ona dokunmuştu, onu dinlemiş ve onu sevmişti. Fakat henüz,
kalbine girmemişti. Petrus, dışarıda kalmış,
kendini beğenip kendi kaderi için tasalanmıştı: bu yüzden,
böylece konuşması gerekiyordu; söyledikleri uygundu. Petrus
İsa’yı tanımıyordu.
İsa’yı
tanıyabilmek için, başka gözlerle bakması, Baba’nın gözleri
ile bakması gerekiyordu. O hala, etten gözlerle bakıyor, sadece
savunmak için, insanlar tarafından yüceltilmek için, acılardan uzak
kalmak için gerekenleri görebiliyordu. Bu yüzden, İsa’yı çok az
tanıyordu, hatta hiç tanımıyordu. Onu henüz, Allah’ın
Oğlu olarak görmemişti. Onu bu şekilde görmüş olsaydı,
kaderini paylaşmaktan korkmayacaktı, aynen sağında
çarmıha gerilmiş olan haydudun korkmadığı gibi.
Petrus, onu Allah’ın Oğlu olarak görmüş olsaydı, ayak
izlerini takip etmek, onun yolunda ilerlemek, ve O’nun ile aynı
tecrübelere ortak olmak isteyecekti.
İsa’yı
tanımak, kendi varlığımızın, kendi
hayatımızın değişmesidir. Yüreğinin,
yüreğimize işlemesine izin vermektir, Baba ile olan itaat
ilişkisini yaşamaktır, kendi davamızı “adilce
yargılayana” emanet etmektir, kendimizi, bir çobanın kuzuları
gibi O’nun rehberliğine bırakmamızdır. Petrus bunları
öğrenmiş ve Hıristiyanlara yazmıştır. O korkunç
gece o, İsa’yı tanımıyordu. Henüz O’na ait değildi:
kendini kendi hayatının sahibi sayıyordu, henüz
hayatını Baba'nın bekçiliğine ve bilgeliğine
bırakmamıştı. Hala kendine güveniyor ve böylece “Oğlu”
tanımıyordu. Onu tanımak, aynı göreve ortak olmakla,
aynı itaati paylaşmakla gelir.
Aynı Peder’in
oğlu olmaya karar verdiğim zaman, Oğlu tanımaya
başlayabilirim! O zamana kadar, O’nu tanımadığımı
söylemem gerekir. Söylediklerini ve yaptıklarını bilmem, ne de,
O'nun beni sevip yanında tuttuğu ve görevlendirdiği için, O'na
değer vermem ve O'nu sevmem yeterli değildir. O'nun gibi, yalnızlık
acısı çektiğim zaman, günahkarlar için kurtuluş arzusunu
paylaştığım zaman, Peder’e: “benim değil, senin
isteğin olsun” dediğim zaman, acı şarap kupasından bir
şey içtiğim zaman, O’nu tanımaya başlarım ve o zaman
bunu kimseye söylemekten çekinmem: hatta, artık bunu söylememe gerek
kalmaz, çünkü herkes bunu, bir tepeye kurulmuş olan bir şehir kadar
iyi görecektir. Saklanması mümkün değildir, düşman
saldırılarının şiddetinden bile saklanamaz.
Mat 27,11: Sen Yahudilerin Kralı
mısın?
Kim bilir, Pilatus,
İsa’nın muhtemel bir cevabı karşısında ne
yapacaktı. İsa’nın ona evet veya hayır demesi, ne
İsa’nın kaderinde ne de valinin yüreğinde bir şey
değiştirmeyecekti. Fakat bu soru, İsa’nın zihninde birçok
hatırayı canlandırabilir. Bir gün, Yahudiler onu kral ilan etmek
için arıyorlardı. O ise bunu istemiyordu... Bir gün bir kadın,
sağında ve solunda, oğulları için bir yer istemişti.
Bir başka gün, biri ona yeryüzünün tüm hükümdarlıklarını sunmuştu. İsa’nın
kulakları, “Kral” sözcüğünü, başka zaman da işitmişlerdi,
fakat bu sözcük hep, üstünlük, himaye, şeytana tapma, şiddet ve güç
kullanma gibi anlamlar taşıyordu. Bunlar Oğul’a, herkesin
Peder’inin Oğlu olarak kalmak isteyene uygun yaklaşımlar
değildiler.
Bu anlamları ile bu
sözcük, korku, kıyas ifade ediyor, asilerin kanlarının ve diz
çöken yalakaların dünyadan teneffüs edecekleri tozun kokusunu
çağrıştırıyordu. İsa, insanı hiçbir zaman
esir kılmak istemedi, ona özgürlüğünü vermek için geldi.
Hiçbir zaman kral olmaya
çalışmadı. Fakat, hiçbir zaman da birinin, O’nun bilgeliği
doğrultusunda yaşamasına karşı çıkmadı,
kimseyi O’na kral imiş gibi itaat etmekten uzaklaştırmadı!
İsa, kendini kral
olarak zorla kabul ettirmez, fakat insan O’nu, kendi kralı olarak
seçebilir, O'na hizmet etmeyi seçebilir.
Bu yüzden İsa,
Pilatus’a basitçe şöyle cevap verdi: “Söylediğin gibidir” (yada
"Bunu sen söyledin"). İsa’nın kraliyet mertebesini Pilatus
kendi veriyordu. Pilatus’un ağzından çıkan kelime, kalbinden
gelse idi, gerçek olacaktı, ve o zaman, vali ve devlet adamı olan o,
O’na itaat edecekti.
Başka kelimeler de,
bu kelime ile aynı kaderi paylaşırlar. Bazı
Hıristiyanlar, hatta, şahsen ben, şöyle derim: Sen benim
çobanımsın! O zaman, yorucu yollardan beni geçirirse, neden
şikayet ediyorum? Diyorum ki: Sen benim ekmeğimsin. O halde, neden,
insanların sözleri ile de beslenmeyi arıyorum? Diyorum ki: İsa
kurtarıcıdır. O zaman nasıl oluyor da savunmaya
çalışıyorum? Diyorum ki: Sen nursun. O halde nasıl oluyor
da olayları Kendi tarafından nasıl gördüğünü yalnız
O’na sormuyorum? Diyorum ki: Sen sevgisin. Nasıl oluyor da o zaman bana
acı çektiren birine karşı şiddet kullanmak istiyorum?
Diyorum ki: Sen yolumsun. O zaman neden kenarda kalıp, özlemle
etrafıma ve geriye bakıyorum?
Ve diyorum ki: sen
kralımızsın. Bunu söyleyen benim. Isa yalnız,
hizmetkarım ve dostum olduğunu söylüyor. O'nun kralım
olduğunu söyleyen benim. O zaman: sana itaat etmek istiyorum, senin
emirlerini aramak istiyorum. Eserin için bana
güvenebilirsin. Sen kralsın: bunu ben söylüyorum.
Mat 27,17: Sizin için kimi salıvereyim
istersiniz, Barabas'ı mı, Mesih denilen İsa'yı mı?
Şüphelerimiz
olduğu zaman sorular sorarız! İyi, bu alçakgönüllülük
işaretidir. Ancak yanlış kişileri sorgulamak da
akılsızlık işaretidir. Onlar bizleri kendi
arzularını gerçekleştirmeye çalışacaklardır ve
bunun hikmetli olmadığını biliyoruz. Pilatus’un
başına gelenler, günümüzde de oluyor ve olayın kahramanları
bizleriz!
Pilatus ne yaptı?
İsa’yı kendisine getirmelerinin sebebinin kıskançlık
olduğunu biliyordu. Kıskançlık bir yüreğin sahibiyse, bilinir,
o yürek körleşmiştir. O yüreği sorgularsam, cevaplayan
kıskançlıktır. Pilatus, kıskanç yürekleri sorgulama
hatasını yaptı, bu yürekler muhakemede adaletli ve sağ
duyuda hikmetli değildiler. Kıskançlığın
cevabında da hürriyete yer yoktur: zorlama ve şantaja dönüşür.
Pilatus, sorgulandığında kendini önemli gören
kıskançlığın büyük gücüne boyun eğmek durumunda
kaldı.
Pilatus’un
akılsızlığının, maalesef halen günümüzde de
kurbanları vardır. Ben bile, rahip olarak, kısa zaman öncesine
kadar fazla ciddi sayılamayacak bazı gazetelerin veya
mecmuaların röportajlarına önem veriyordum. Röportajlar sokaktaki
insanlara ayırım yapılmadan yapılıyordu ve şöyle
soruluyordu: Rahibin nasıl olmasını istersiniz? Ne
yapmasını istersiniz? Bazı kişiler Rabbin sesini dinleyerek
cevap veriyorlardı, çoğu ise... sadece kendi bencilliğine ve
arzularına göre cevap veriyorlardı. Sonuçlar O’ndan çok uzağa
götürüyordu. Benim rahip olarak yaptığım hatalar, birçok
Hıristiyan’a da yansır, ve davranışları için
halkın fikrini sorarlar, politik partilerin ve ekonomistlerin
fikirlerinden ve ideolojilerinden etkilenirler, mecmua ve televizyonu elinde
tutanların fikirlerine kulak asarlar, paraya veya başka putlara
tapanlara danışırlar. Böyle davranan Hıristiyanlar,
kısa bir müddet sonra kendilerini Allah’ın hikmetinden uzak bulurlar
ve sesleri “Barabas” diye bağıran halkın sesine
karışır.
Bu hatalar yüzünden,
birçok gençlik grupları, diskoları, gençlik toplantılarına
tercih etmektedirler, mahalli sinemalarda, film salonlarına şiddet ve
cinsiyet içeren filimler girdi, Kiliselerde ayinler aşırı
kısaltıldı, vaazlar yüzeysel olmaya başladı,
Hıristiyanların evlerinde her çeşit ateist televizyon
kanalı ve dergiler girdi, Allah’ın oğullarına
yakışmayan, sosyal yaşamda vergi
kaçakçılığı, tatillerde abartılı harcamalar göze
çarpıyor, iş yerlerinde korkunç bir aç gözlülük, ve pazar günlerinde
Baba’dan uzaklaştıran eğlenceler görüyoruz. Artık
kalabalığı değil de yukarıdan gelen Ruh’u sorgulama
vakti geldi. O zaman sesimiz berraklığıyla ayrıcalık
kazanacak ve İsa’nın ışığına sahip olacaktır.
Mat 27,24: Ellerini yıkadı.
Başka bir
çıkış yolu görmüyordu. Pilatus, kendini kurtarmak istiyorsa
halkın isteğine boyun eğmesi gerekiyor. Ellerini
yıkıyor. Ondan bekledikleri de buydu: İsa’ya istediklerini
yapabilmek, herkesin gözünde O’nu iğrenç kılmak, O’nu yok edilecek
insanların arasına koymak.
Ellerini
yıkadı. Sanki, siz yapın, sizin yaptığınızla
benim ilgim yok, dermiş gibi, yaptı: sadece beni rahat
bırakın, diyormuş gibi. Pilatus, İsa’nın ne ölümü ne
de kırbaçlanmayı hak etmediğini biliyordu. Bunu biliyordu ve
İsa’nın başka şeyler hak ettiğinden de emindi.
Ellerini su ile yıkadı, ama yine de kana bulanmış buldu.
Elbette, o bağıran halkın kötülüğünden o sorumlu
değildi, ancak o kötülüğün İsa’ya sahip olmasından sorumlu.
Günümüzün
Pilatus’ları ellerini yıkamaya devam ediyorlar. Ama
yıkadıktan sonra da elleri temiz değiller! Pilatus’un ruhu
başkalarının üzerinde sorumluluk taşıyan kişileri
denemeye devam etmektedir. Sadece devlet yönetiminde olanları değil,
küçük veya büyük bürokrasi dairelerinde, iş yerlerinde, otel
odalarında, okullarda, hastanelerde, yollarda: her yerde ellerini
yıkayan insanlar vardır. Bu, kirli ellere sahip olduklarını
göstermektedir!
Hatta bu yöntem
ailelerde de yerleşmeye başladı: bazı ebeveynler
çocuklarının kendilerini mahvetmelerine göz yummaktadırlar, yani
ellerini yıkamaktalar.
Herkes ellerini
yıkadığına göre temiz bir dünyada mı
yaşıyoruz? Sorumluluklarımızı, görevlerimizi
gerçekleştirmemiz gerektiğine inanıyorum.
Yaşamımız, boş bir zaman değildir. Allah’ın her
birimize emanet ettiği görevi gerçekleştirmek için kullanmamız
gereken bir zamandır. Eğer insanların önünde ellerimizi
yıkarsak, bunu elbette Allah’ın önünde yapamayız: O bana kendi
Sevgisi ile sevmek, kendi Oğluna itaat etmek, hikmetli yaşayarak
karanlıklarda düşen kardeşleri aydınlatmak görevini verdi.
Peder Allah’ın bana
verdiği çeşitli görevlerin hesabını sadece O’na
vereceğim ve o beni mükafatlandıracaktır. Hareketli
kalabalığın sesleri dikkatimi dağıtmayacaktır.
İsa’yı kurtarmak istiyorum: birçok kişi sadece imanla
yaşanamayacağını, ayakların yere basması
gerektiğini, İncil’e, onların yorumlarına göre
abartılmış ve fazla talep edici olduğu için itaat edilemeyeceğini
söylerlerse de, bunlardan etkilenip İsa’yı hayatımdan
uzaklaştırmak istemiyorum. İsa’yı kurtarmak istiyorum. Bana
karşı bağıracaklar, ama önemli değil!
Gerçek Hayat ölemez!
Mat 27,29: Dikenlerden
bir taç örüp başına koydular, sağ eline de bir kamış
tutturdular.
Artık İsa,
dalga konusu olmuştur. Askerler emirleri yerine getirmek için para
alıyorlardı. Alışkanlığın
sıkıcılığı neşe ile yenilir, ve neşe
ölmesi gerekenin, öç almayacak olanın, artık kimsenin yardım
etmeyeceği kişinin sırtından elde edilebilir. Ve böylece hayal gücü şekillenir.
Krallık tacı ve asası: hükümdarlık işaretleri: batan
bir taç, vuran bir kamış, acı veren işaretler. Fakat her
türlü sorumluluğunu satmış olan insan, eğlenir.
Kalbimizde, işkence
çektirilen, itip kakılan, alay konusu olan bu Adam’a karşı
merhamet duyguları belirir. Fakat O hala en uyanık ve en
varolandır. O hala, etrafını sarmış olan yüreklere
karşı hassastır. Barbarca davranan bu adamlara dahi acıyor.
Onlarda bir zerre insanlık dahi kalmamıştı. İçsel boşlukları
gözlerinden belli oluyordu. Onlar, imparatora sadece güçlerini
satmamışlardı, aynı zamanda kalplerinin
kapılarını da her türlü ruha karşı savunmasız
bırakmışlardı. Şimdi eğlenmeye ve alay etmeye
teşvik eden ruh mu var? Öyleyse eğlenip alay edelim. Şimdi dalga
geçmeye çeken bir ruh mu var? Öyleyse dalga geçelim, gülelim. Şimdi
sertlik ruhu mu var? O halde sert olalım! Şimdi cinsel
ahlaksızlık işlemeye sürükleyen bir ruh mu var? Ona göre
davranalım! Bayraklar, rüzgarın yönüne göre hareket ederler;
aynı şekilde insanlar ruhların yönlerine göre hareket ederler.
Hür ve güçlü olan, onları yenen ve onlardan etkilenmeyen tek adam
İsa’dır.
Ona bakarak gerçek
özgürlüğü görürüm. Kalbi Baba'ya yönelmiş ve sevmek için özgür olarak
kalır, öyle ki onun için ağlayanlara şöyle diyecektir: benim
için değil, kendiniz için ağlayın! İnsan, canlı ve
sağlıklı olmasına karşın, rağmen, eğer
kalbi tüm ruhlara açık olursa, acınacak zavallı bir
adamdır, eğer kalbinde Hayat canlı değilse, bir ölü
gibidir.
İnsan içinde,
Hayat’a sahipse, hiçbir şeyden etkilenmez. Hatta, halkın alay konusu
olabilir, onunla dalga geçilebilir, ölünceye kadar dövülebilir, kötü diller
tarafından alçaltılabilir: buna rağmen o, düşmanları
olarak davranan insanları zavallı, muhtaç, büyük bir sevgiye aç
olarak görür. Onları sorumsuz kılan ilgisizlikten, boşluktan,
her dolanan ruhun etkisinde kalan ve en çok bağıranın kölesi
olmaktan uyandıracak büyük bir sevgiye ihtiyaçları vardır.
İsa’nın
Hayatı’na sahip olanlar, hiçbir şeyden korkmazlar, çünkü onlara, alay
etmek için dikenli taçta ta takılsa, onlar ruhsal durumlarına hakim
olabilirler.
Mat 27,26: ... İsa'yı
kamçılattıktan sonra ...
Böyle kazara
söylenmiş gibi sözler ile, Matta bize, Pilatus’un kararını,
bazı askerlerin yorgunluğunu, İsa’nın bir saat boyunca
çektiği korkunç acıları iletir. Çocukları
okşamış olan, doğuştan kör olanın gözlerini
tutmuş olan, Yair’in kızını tekrar ayağa
kaldıran, kalabalığa ekmek dağıtmış olan o
eller, şimdi bağlıdır. Baba'nın
varlığını ve gücünü taşımış olan vücudu
çıplaktır: askerler onu görebilmekte ve ellerinden geçen diğer
vücutlar gibi istedikleri gibi tutabilmektedirler. Diğerleri gibi,
mızrak darbeleri yüzünden kanamaktadır.
İsa’nın
yüreği: biz İsa’nın yüreğini görmek istiyoruz. Her bir
mızrak darbesi, yüreğinde yankılanmaktadır. Derisini ve
etini yırtan her bir darbe, bazı insanların ve onun hakkında
hiç bir şey bilmeyen askerlerin şiddetli gücünden
kaynaklanmaktadır: tek bildikleri, ölüme mahkum edildiği idi.
İsa, iki
kırbaç darbesi arasındaki birkaç saniye içinde, kapalı gözler
ile, yalnızca peygamberlerin söylemiş olduğu sözleri
hatırlayabilmektedir: “cezalandırılmış, Allah
tarafından vurulmuş ve alçaltılmış”. “Senin ellerin
Baba, insanlar tarafından ödenmiş olan bu adamların nefret dolu
ve vicdansız ellerinden yararlanırlar. Bu darbeleri ben, onlardan
alırım, fakat onları Sen’den geliyorlarmış gibi
karşılarım. Bu darbeler, vücudumu cezalandırırlar:
kötü bir şey yapmadı, sadece günahkarların vücutlarına
dokundu, onların kendisine dokunmasına izin verdi; bu kırbaç
darbeleri, ruhu alçaltırlar: Sen’den asla ayrılmadı, fakat zina
işleyen kadına ve hayduda karşı şefkat hissetti,
Samiriyelilere ve paganlara gülümsedi ve onlara şefkat
dağıttı. Bu ve bir sonraki darbeyi, ve bir sonrakini, senden
geliyorlarmış gibi karşılamak istiyorum. Baba, Sen nedenini biliyorsun! Sen hangi
iyiliği görmen gerektiğini, bu askerler ve başka evlatların
için hangi kurtuluşun kaynağı olduğunu iyi bilirsin. Sen
bilirsin. Senin şimdiden her şeyi bildiğini biliyorum. Kendimi
Sana emanet ediyorum. Sana güvenenler hayal kırıklığına
uğramaz. Senin İsteğini kabul ettiğimde ve bu acı
kupadan içtiğimde, Sana güveniyorum”.
İsa’yı
kırbaçladıktan sonra... Pilatus ne olduğunu bilmiyordu.
İsa’nın kalbinde ne olduğunu kimse bilmiyordu. İnsanlar
tarafından alçaltılmış olanın kalbinde neler
olduğunu kimse bilemez. İnsanların batan kırbaçlarından
savunmayı bilmeyen ve istemeyenin kalbinde neler olduğunu kim
bilebilir? Hangi yüksek mertebedeki, alçak mertebedekinin
alçaltılmış, anlaşılmamış ve
dinlenmemiş kalbinde neler olduğunu tahmin edebilir?
Pilatus bilmiyor. Sen
Peder, biliyorsun. Senden hiçbir şey kaçmaz.
Mat 27,32: Simun adında Kireneli bir adama
rastladılar, ve İsa'nın çarmıhını ona zorla
taşıttılar.
Şikayet etmeden
kendi hacını taşımak büyük bir zahmettir ve kalbin sahip
olabileceği tüm imanı gerektirir. Başkasının
hacını taşımak, daha zordur. Bunun için bunu yapmaya
“zorlanmıştı”. Kireneli Simun için zor olmuş olmalı.
Mahkum edilmişi yapmak. Mahkum, kendi istemiş olsaydı... fakat
hayır, yalnızca tarlada çalıştıktan sonra oradan
geçtiği için, askerler tarafından zorlanmıştı.
Simun birkaç gün sonra
sevinecekti, ve Dirilmiş olanın hacını
taşıdığı ve Allah’ın Oğlu’na yardım
ettiği için gurur duyacaktı. Fakat şimdi öfkeli, ve bir an evvel
kaçmak istiyor.
Bu benim
başıma da geldi. Herkesin başına da gelebilir. Herkes
yapmak istemediği zor ve ağır bir görevi yapmaya zorlanabilir.
Sonucunun şanlı, ve bir neşe kaynağı
olacağını bilmezsin, ve bu yüzden, bir gün, bir hafta, mümkün
ise daha da fazla isyan edersin. Aynen silahlı bir askerin eli gibi,
soğuk ve adaletsiz bir zorbanın eline benzeyen bir el, seni zorlar,
ve reddedemezsin. Sonra, belki de çok zaman sonra, o elin bir bilgelik ve daha
büyük olamayacak bir Sevgi tarafından yönlendirilmiş olduğunu
öğreneceksin. Aynen bağcı elinin keskin bir makas ile bağın
dalarını budadığı gibi. Meyve verdiği zaman,
nedeni anlaşılacak, ve bağcının yeteneği ve
kararları övülecektir. Zalim sayılma tehlikesine rağmen,
sevgisini bu şekilde göstermiştir.
Kim bilir, Kireneli
Simun, nasıl davranmıştı, kim bilir o mahkumun
dirildiğini öğrendiğinde kalbinde neler hissetmişti!
Bilmiyoruz. Fakat buna benzer durumlar yaşadığım zaman,
kalbimde neler olduğunu biliyorum. Ve de biliyorum ki – şimdi –
artık hiç bir şeye isyan etmek istemiyorum: çünkü beni kurtuluşa
götürebilecek bir “mecburiyete” karşı isyan edebilirim. Kendimi
mecbur hissettiğim durumları, imanla ve huzur ile yaşayabilirim:
sonra, üç gün sonra, bu, şan nedeni olacaktır. Bu yüzden, Aziz
Pavlus’un da öğrettiği gibi, önceden biliyorum ki “her şey
Allah’ı sevenlerin yararına olabilir”.
Engellerden kaynaklanan,
en sıradan, küçük mecburiyetler, insanların kötülüğünden
kaynaklanan, büyük mecburiyetler, Baba'nın bilgeliğine ve sevgisine
kendimi emanet etmemem için bana yardım ederler. Baba, Simun için şan
öngörmüştü: bu yüzden, ona, İsa’nın hacını
taşımayı bahşetmişti.
Mat 27,38: İsa'yla
birlikte, biri sağında öbürü solunda olmak üzere iki haydut da haça
gerildi.
Onlar Yakup’un ve
Yuhanna’nın yerinde idiler, daha doğrusu, onların olmak
istedikleri yerde. Ama bunun için onlara izin verilmedi. İsa’nın
sağında ve solunda ise iki hırsız vardır.
Kimse şanslı
olduklarını söylemiyor, halbuki onlar, Allah’ın Oğlu ile
aynı kaderi paylaşıyorlar. Belki onlar buna layık
değillerdi, çünkü onlar ölümü hak ediyorlardı. Onlar gerçekten de
günahkardılar. Hayduttular. Kimse onların ölümü için üzülmüyor, kimse
onları kurtarmak istemiyor. İkisinin de vicdanlarında büyük
yükleri var, onları ayıran bir şey yok. Halbuki aralarında
ne büyük bir fark vardır! İkisi de kötü, ikisi de korkulacak bir
geçmişe sahip, ikisi de ölmek üzere: oysa, bir şey onları
tamamen ayırmakta. Bu nedir? Üçüncüye karşı, yani İsa’ya
karşı olan bakış acılarıdır. İsa’ya
bakış açıları onları o kadar farklı kılar ki,
tanınamaz duruma gelirler. Biri İsa’ya alay ve öfke ile bakar: bu
alçaltıcı bakışı karşısında, kanlı
geçmişi bile bir tüy kadar hafif kalmaktadır. Diğeri ise
İsa’ya hayranlıkla, sevgi ile bakmaktadır. Bu
bakışı, çehresini aydınlatmaktadır. Kanlı
geçmişi, karın güneşte eridiği gibi kaybolmaktadır.
Onlar
insanlığın en kötü adamlarından, sadece ikisi, fakat tümünü
temsil etmektedirler.
Kötülük ve günah, her
insanın az veya çok taşıdığı, ağır
yüklerdir, bunlar görünür veya görünmez. Onları ayıran bir şey
yoktur. Sonuçta farklı bir şeye sahip değillerdir. Onları iki
zıt dünyaya ait kılan, gözleridir. İsa’ya sevgi ile bakan,
kendini İsa’ya sevgi ile bakan diğer insanlarla birlik içerisinde
bulur, İsa’ya olan sevgisinden, yeni bir kardeşliğin, bütün
kötülüklerini ve günahlarını örtüp iptal eden içsel bir
aklanmanın doğmakta olduğunu hisseder.
İsa’ya alay ve
nefret ile bakan kendini umutsuz bir şekilde bulur, içsel olarak
ıstırap çeker, yaşayamaz ve yakınlarına sevgi sunamaz
olur, dostluk sözcüğünü, İsa’ya ve ona ait olanlara karşı
olan ortak nefreti belirtmek için kullanmaya başlar. Dünyalar iki tanedir.
İsa haçta da olsa O’ndan hoşlanan dünya: bu, Baba'nın
dünyasıdır. Diğerleri gibi günahkar olan birçok insan, orada
ikamet eder, herkesle aynı acıları çeker, fakat sevgi ve itaat
dolu bakışlarla İsa’ya bakarlar.
Acıya
karşı isyan edenler, günahla elde edilmiş kendi ıstırapları
reddedenler, işte bu dünya, İsa ile alay edip, O’nu hor görür.
Golgota tepesinde bu iki
dünya mevcuttur. Orada, hangi dünyaya ait olmak istediğimizi seçebiliriz.
Mat 27,45: Bütün ülkenin üzerine karanlık
çöktü.
Aydınlık yok
olmuştur. “Dünyanın gerçek ışığı” ölmekte
iken, “gölgesi” de yok olmalıdır. Işık gibi
yaratılmış gerçekler, tek gerçeğin gölgesidirler. Bu tek
gerçek de, Aziz Pavlus’un öğrettiği gibi, Mesih’tir.
Gerçek yok
olduğunda gölge de yok olur. Aynen artık Rabbe doğru bakmamaya
karar veren insanın gözünden, ışık ve neşenin
kaybolduğu gibi.
Karanlık olur.
İnsanlık
tarihinin, Allah sevgisi tarihinin en önemli anıdır. Sevginin
yeryüzünde en güçlü ve en yoğun olduğu andır. Sevgi olan
Allah’ın, nefret edilen ve ölüme mahkum edilmiş olan bir insanın
kalbinde en var olduğu andır.
Fakat Allah yeryüzüne
gelip, harekete geçtiği zaman, insan göremez, bu yüzden “karanlık”
olur.
Allah gece vakti
harekete geçer.
Allah saklanmak istemez.
Fakat insan O’nu ancak geçtikten sonra görebilir, aynen tepede Horev
dağında İlyas’a belirtilmiş olduğu gibi.
Allah hareket halinde
olduğu zaman, insan hiçbir şey görmez: gözleri sadece geçici
şeylere, bedensel gerçeklere, yüzeysel olanı görmeye
alışıktır. Allah’ın eylemleri ve
varlığı insanların gözlerini, güneş gibi kör eder.
Bu yüzden Allah,
insanların gecesinde hareket eder: onun ile rüyada buluşur,
karanlıkta mücadele eder, insanlar uyurken, vücut alıp, insan olarak
dünyaya gelir.
Allah, insanların
görmedikleri ve duymadıkları zaman hareket eder, insanlar hareket
etmedikleri zaman: O’nun eylemleri şüphe kaldırmamalı,
insanlarınkilerle karışmamalıdır. Bu yüzden O, gece
harekete geçer. Gece, Allah’ın eylemlerine ve Varlığına
refakat etmeye alışıktır. Bu yüzden, Baba'nın Sevgisi
ve Oğul’un itaati bir araya geldiğinde, çıkagelir.
Gece, Allah’ın
sırlarını, harikalarının gerçekleşmesini
insanlardan saklar. İnsan, gerçekleşmesini görmediğinden,
onlarla karşılaşınca şaşıracaktır!
İnsan, Allah’ın harikalarını gerçekleşmiş olarak
bulacaktır, aynen kadınların mezarın girişindeki
taşı kaldırılmış olarak buldukları gibi.
Ve böyle meydana gelmeye
devam edecektir. Arada bir, Allah’ın oğlu için karanlık olur.
Bazen onun için karanlık uygun görülür.
Kabul etmek mi? Mücadele
etmek mi? Allah’ın hareket etme zamanıdır.
Bütün bunlara hayranlıkla
bakmak, iman tecrübesinin bize tavsiye ettiğidir. Görmeyen imanlı
yürek, güvenle bekler, çünkü Sevgi olan Allah’ın hareket etme biçimlerini
bilir: imanın güveni ve etin ıstırabı, umudun içinde
karışırlar.
Mat 27,46: Eli, Eli, lemà sabactàni?
Öğleden sonra gelen
beklenmeyen gece karanlığı sadece gerçeklerin rengini yok
etmekle kalmıyor İsa’nın ruhuna da giriyor. O artık
Baba’yı görememektedir. Dua gecelerinde O’na bakmaya
alışmıştı, normal günlerde işaretlerini izlerdi,
harika yaratışın eylemlerini hayranlıkla izlerdi, ve sadece
kuşlara bakarak insanlara olan somut ve sadık sevgisini
görebiliyordu. Yüreğinin gözleri Baba’ya karşı dikkatli idi, ama
şimdi gece idi: artık O’nu görememektedir. Böylece, Allah ile
yaşamaya alışkın bir çok insanın içsel
savaşını anlatan mezmur yazarının
bağırmasını anlıyor, bu insanlar yaşamı
ilahi varlığın işareti olarak görmeye
alışıktırlar ve aniden yaşamın yok olduğunu
fark ediyorlar, yaptıkları iyiliklerin ve katlandıkları
yorgunlukların bekledikleri meyveyi vermediğini fark ediyorlar.
İsa bu bağrışmayı anlıyor, içinde
taşıyor: Allah’ım, Allah’ım, niçin? Niçin artık
yoksun? Niçin Sana ait olan benim için gücünü kullanmıyorsun? Bana
saldıran kötülük güçleri tarafından niye yeniliyorsun?
İsa herkesin
dememek için, birçok kişinin tecrübe ettiği, ümitsizliğin en
şiddetlisini yaşamaktadır. Evet, yaşamımın birçok
anında ben de bu kelimeleri kullandım: Allah artık benim için
bir şey yapmıyordu. Sanki bana karşı hareket ediyordu.
Artık O’nu göremiyordum.
Ama İsa,
görmediği o Allah’a sesleniyor. O’nu görmese ve dinlemese de O’na
bağırıyor. Evet, Baba İsa’yı görmeye ve dinlemeye
devam ediyor.
Hatta, İsa’ya
birkaç saat önce kendisinin söylediklerini hatırlatabiliriz: Ben ve Baba
tek bir şeyiz! İsa, sen Baba’yı göremiyorsun, çünkü O’nun ile
tek bir şeysin. Sen O’nun ile o kadar birlik içindesin ki, O’nun içine o
kadar dalmış vaziyettesin ki, O’nu göremiyorsun. Sen şimdi Sevgi
oldun, Sen şimdi Baba’nın dünya için Sevgisisin. Sen O’nu,
uzaklaştığı için değil, Sen O’nun ile Sevgi birliğinin
doluluğuna ulaştığın için, göremiyorsun. Şimdi
senin itaatin, Ruhunu O’nunkiyle birleştirmeye kadar vardı, ve
artık iki sevgi, Seninki ve Babanınki yok, artık tek bir Sevgi
var.
Keşke Allah’ın
arzusunu gerçekleştirdikten sonra, “Allah tarafından terk
edildiğini” hisseden herkese, bunu söyleyebilseydim! Teselli ve
ışık göremediğimiz en zor itaat zamanlarında
Allah’ın içimize gelerek, bizi, ödül beklemeyen saf sevgiye
dönüştürerek kendisine benzer kıldığını bilmek
büyük bir teselli kaynağıdır.
Baba, ruhumu senin
ellerine teslim ediyorum.
Mat 27, 54: İsa'yı bekleyen
yüzbaşı ve beraberindeki askerler, «Bu gerçekten Allah’ın
Oğluydu!» dediler.
İnsanlar,
artık geç olduğunu düşünüyorlar! Artık geç! Ama elbette
İsa’nın haçının yansıttığı
yaşamın bu değildir. O bunun için geldi, insanların,
günahkarların Allah’ın varlığını, sevgisini fark
etmeleri, ve O’na bakarak aydınlanmaları için geldi. İsa,
Oğul olarak sevgisini tamamlamadan önce, İsa, Oğul sevgisini bu
dereceye kadar yaşamadan önce insanlar bunun ancak bir bölümünü fark
edebilirlerdi. Sadece şimdi ise imanın mükemmelliğine
ulaşabilirler, şimdi ki O, yaşamını verdi, şimdi
ki O, yaşamını tamamıyla Baba’ya emanet etti.
Yüzbaşı ve
ondan önce sadece haydut, nefret tarafından öldürülmüş İsa’ya
bakarak Allah’ı ilk fark edendir.
İsa’ya bakarak,
bağrışma ve gürültüler, karanlık ve kin tarafından
saklanmış tek bir sevginin Varlığını
yüzbaşı fark eder. İnsan dalgalarının eline teslim
olarak, kendisini Baba’ya sunan Oğul sevgisidir. Yaşamın
içlerinde olmadığını, yüreklerinin boş olduğunu
fark etmeleri ve gerçek sevginin nerede olduğunu görebilmeleri ve
aramaları için insanların ellerine yok etme becerisini bırakan
Baba sevgisidir. İsa’nın cesedine bakan yüzbaşı hayretle
ağzını açar ve tek bir kelimeyle hem hatasını,
yanlışlığını itiraf eder hem de Allah'ın
Gerçekliğini söyler.
Tohum yeni ölmüştür
ve biz hemen meyvelerini görüyoruz. Askerlerin kendileri, yüreklerinde yeni bir
hayat bulurlar: Oğlun hayatı. “Oğla sahip olan hayata sahip
olur”.
Onlar O’nu
tanıyorlar, ve kendi geçmişlerinden, henüz yapmış
oldukları eylemden, şimdiye kadar hikmet olarak saydıkları
kendi hatalarından, kendi imansızlıklarından kopuyorlar.
Geç mi? Hayır:
şimdi tam zamanı gelmiştir. Işığın,
gerçeğin, imanın, kurtuluşun zamanı, sadece
İsa’nın ölümü ile gelmiştir.
Yüzbaşının
geç farkına vardığını söylemek, Allah’ın
planlarını iyi tanımamak olur, İsa’nın kurban
edilmesini faydasız yada gereksiz saymak olur. Aksine: teşekkürler,
dememiz gerekir! İsa’ya öldüğü için teşekkür etmemiz gerekir:
insanlara hayat ondan gelir, lütuf bize ölümü sayesinde ulaşır!
Şöyle dememiz
gerekir: Nihayet İsa öldü! Böylece Ruh’u içimize akabilir, Peder’e olan
evlat sevgisi gözlerimizi değiştirebilir ve ellerimizi
kardeşlere sevgiye doğru yönlendirebilir.
İsa, ölümün için
sana teşekkür ederiz: şimdi sevebilmem için, Peder’in
mutluluğunu tadabilmem için, içlerimize Ruh’unu katarak yaşamak için
kalbimizi ve vücudumuzu yönetebilirsin!
Gerçekten de
Allah’ın Oğlu Sen’sin! Şimdi yenilgilerimi, ölümümü
kullanabilirsin, öyle ki başkaları da Peder’in
varlığını farkına varabilsinler ve Sen’in ile dostluk
içinde yeni bir hayata kavuşsunlar!
Nihil obstat: Mons. Ruggero Franceschini archiep., İzmir, 2 Mart 2007