KUTSAL OLACAKSINIZ (Lev 20,26)
1.
Aziz Petrus Küçük
Asya’daki Hıristiyan cemaatlerine şöyle yazmaktadır: “Sizi çağıran Allah kutsal
olduğuna göre, siz de her davranışınızda kutsal olun.
Nitekim şöyle yazılmıştır: «Kutsal olun, çünkü ben
kutsalım.» Bu kelimelere benzer şeyler söyleyerek aziz Pavlus da
kutsal olmaya çağrıldığımızı
hatırlatmaktadır. Havariler Kutsal Yazılardaki sözleri tekrar
etmektedirler ve Petrus şunu belirtmektedir: “Kutsal olun, çünkü ben Tanrınız RAB kutsalım” (Lev
19,2)!
Bu yeni
yılda birkaç dakikamızı kutsallık yolunun değişik
safhalarını incelemeye ayıracağız. Kutsal olmak ne
demektir, ne gerektirir, bunu nasıl gerçekleştirebiliriz? Bir
taraftan bize “kutsalsınız” denilmektedir,
diğer taraftan ise “Kutsallaşın”
veya “Kutsal olun” denilmektedir.
Vahiy kitabında şu tavsiye dilmektedir: “Kutsal olan kutsal kalsın» (22,11).
Şimdi
kutsallığın şu iki yönü üzerinde duracağım:
bizimle bağımsız olarak gerçekleşen ve doğrudan bizim
katılımımızla gerçekleşen kutsallık. Bu konuyu
açıklamaya çalışırken, ümit ediyorum kibirlik günahı
işlemiyorum. Bu konuya girişerek, Kutsal Ruh’un size ve bana, “Allah’ın kutsalı olan”
İsa’ya yaklaşabilmemiz için yardım edeceğini ümit ediyorum.
Böylece Kilisenin dünyaya kendisini göstermesi ve insanlar arasında misyonunu
gerçekleştirmesi için gerekli yaşamımızın
kutsallığı gerçekleştireceğiz. Her şeyden önce
kutsallık sıfatının Allah’a özgü bir nitelik olduğunu
unutmayalım. Sadece Allah kutsaldır! Bunun için bu özelliğini
sadece O, kendisine ait başka kişiler ve şeyler için
kullanabilir. Sadece Allah kutsaldır, Melekler ilahilerinde seslendikleri
gibi ve Peygamber Yşaya’nın tanıklığına göre, üç
kere kutsaldır. (Yşa 6,3)
2.
“Ben Allah’ınız Rab,
kutsalım!”
Allah’ın kutsal olması ne demektir? Kutsal kelimesi birçok şekilde
anlatılmaktadır. Latince de sanctus
kullanıldığında kutsal sayılmayan tüm din
dışı şeylerden ayrı olan ve sadece ibadet için
kullanılan anlamını taşımaktadır. İbranicede
de aşağı yukarı aynı şey kastedilmektedir:
Allah’a adanmış, kutsanmış, arınmış, ibadete
kullanılmaya hazır anlamındadır. Yunancada, yani
havarilerin ve İncil yazarlarının dilinde hagios denilir ve kelimenin etimolojisine bakarsak “topraksız”
yani yeryüzünün dışında veya üzerinde olandır. Yeryüzünün
dışında olan ona ve hareketlerine bağlı değildir.
Allah kutsaldır: O değişmez, insanlar O’na itaat etmediklerinde
veya isyan ettiklerinde O’nun sevgisi azalmaz, O kin tutmaz. İsa’nın
söylediklerini işte bu şekilde anlamalıyız: “Göklerdeki Babanızın …,
güneşini hem kötülerin hem de iyilerin üzerine doğdurur.
Yağmurunu da hem doğruların hem de eğrilerin üzerine
yağdırır”. (Mt 45, 5). Böyle davranmasının sebebi
kutsal oluşu ve yeryüzünün olaylarından, insanların
davranışlarından etkilenmemesidir. Baba Allah daima babadır
ve bize daima bir babanın evladına baktığı gözlerle
bakar. Allah kutsaldır: biz bundan eminiz ve sevinç duymaktayız, O’nu
her gördüğümüzde hiç değişmemiş olduğunu görürüz. O
daima, yaratılışın iyiliğinde ve Sevgili Oğlu
İsa’nın Sözünde bize tanıtıldığı gibi
olacaktır. Bu demek ki, O, insan gibi düşünülemez, tersine insanlar
O’na benzemeye çağrılır, çünkü onlar “Allah’ın görüntüsü ve
benzerleridir”. Mükemmel insan, içinde
ilahi sevginin tamlığını taşıyandır. Bunun
için bizler Allah’ı örnek almalıyız: O’nun
kutsallığı bize de ait olmalıdır; gerçek, tam, olgun
insanlar olmak istiyorsak O’na benzemeliyiz. İnsan, kutsal olmadıkça
tam insan olmayacaktır, tamamı ile idealine kavuşmayacaktır
ve kendi gerçekleşmesine ulaşamayacaktır.
3.
Kutsal adam
içinde Tek Kutsal Olan’ın, yani Allah’ın yaşamını
taşıyan kişidir. Bu, Allah’ın Oğlundan
başkası olabilir mi? Bunun için İsa’ya “Allah’ın kutsalı” denir. İsa’da
kutsallığı görürüz, tutacak gibi oluruz ve içimize kabul ederiz,
çünkü kendi şunu söyledi: “Kim beni
kabul ediyorsa beni yollayanı kabul eder”! “Ben Peder’deyim ve sizler
Ben’desiniz, Ben de sizdeyim”. O halde bizim
kutsallığımız vaftizimizle başlar. O anda Peder,
Oğul ve Kutsal Ruh’un, yani Allah’ın sevgi yaşamına kabul
edilmiş oluyoruz. O anda Mesih’in Bedeninin, yani Kilisenin üyesi oluyoruz.
Vaftiz ile “kutsal” oluyoruz. Anlamamız veya anlamamamız önemli
değildir: Allah’ın armağanı o kadar büyük ki bebek olup
anlama yaşında olmayanlar için de bu geçerlidir.
Kutsallığı
bir madalyona benzetebiliriz. Ellerinde bir tane olduğunu düşün: onun
üç elementini inceleyebilirsin. Kullanılmış olan maddeyi ve iki
tarafına yapılmış resimleri.
Kutsallığımızın maddesi Peder Allah’ın
sevgisidir! Çünkü o bizleri yaşamına kabul etti,
yaşamını bize verdi ve bizleri kutsal Ruh’u ile
zenginleştirdi. Bu vaftiz ile oldu. Ya madalyanın iki yüzü? Bir yüzde
İsa’nın yaşamının ve ölümünün resimlerini görebiliriz.
İsa, ölümü ile kendini Peder’e eşsiz bir sevgi eylemi ile sundu.
Diğer tarafta Rabbin dirilişini görebiliriz, yani Rabbin, O’na
inananlara ve O’nunla birlik olup yeryüzünün nimetlerinden vazgeçenlere
bağışladığı yeni, sevinçli ve değerli
yaşamı görebiliriz. Bu “dirilmiş yaşam” sayesinde
zorluklar, haçlar ve zulümlere bile katlanmak için yeni bir güç elde edilir ve
sonucunda herkese karşı sevgi eylemleri göstererek iyilik meyveleri
verir.
4.
Eski zamanlarda
da Hıristiyanların azizleşmesi için yol önerenler oldu. Horev
Dağında yaşamış olan Yuhanna adındaki bir
keşişin eseri meşhurdur. O, “Cennete çıkan merdiven”
adlı eseri yazdı ve Hıristiyan yaşamını, dik ve
uzun bir merdivenin basamaklarından çıkmak gibi tasvir etti. Bunun
için o ‘Climaco’ çağırıldı: latince dilinde ‘Clımaco’
‘merdiven’ demektir. Ben böyle bir şeyi düşünemem bile, çünkü hem o
merdivende ilerlemiş olmak gerekir ve ben öyle değilim, hem de sizler,
her çeşit kutsallığın örneği ve kaynağı olan
Mesih İsa’nın sevgisinde ilerlemiş durumdasınız! Ancak
mükemmel olmayan bir şeyin de faydalı olabileceğini
düşünüyorum, bunun için size bu konuda bazı şeyler söylemek
istiyorum. Durumumuzun ne olduğunu anlamakla işe
başlayalım.
Bizler
insanız, Âdem’in mirasçılarıyız. Allah ile kendi
arasına biraz düşünce, şüphe bile koymuş olan Adem’in. O,
Allah’ın kendi hürriyetini kıskandığını
zannederek, Baba gibi sevgisinden şüphe ederek, kendisine
yaklaştırmak istemediğinden şüphe ederek öğretilerini
görmezlikten geldi. Kaç kere bizler de bu aynı şüphelere
kapılıp Allah’ın planlarına kendimizi emanet etmiyoruz.
Hatta, bazen Allah’a karşı
yargılarda da bulunmamıza sebep oluyorlar: “Allah niçin
şunu yapmıyor, niçin buna izin veriyor, yapmaması gerekirdi, bir
Allah olsaydı bunlar olmazdı…” gibi. Bu düşünceler ve
şüpheler kalbimizi O’ndan uzak tutuyor ve aklımız da artık
Baba’nın Sözünü ve hikmetini aramıyor. Belki hala “Göklerdeki
Pederimiz…” diyebiliyoruz, ama söylediğimiz sözlere önem vermiyoruz, o
zaman onlar yüreğimizi değiştiremiyor. Vaftizden beri
armağan olarak aldığımız kutsallık, bu
düşüncelerimiz yüzünden engelleniyor.
5.
Aziz Petrus “atalarımızdan
boş bir yaşayış” miras
aldığımızı yazmaktadır ve bundan “Mesih'in
değerli kanı” sayesinde kurtulduğumuzu yazmaktadır (1Pt
1,18-19). Yaşam tarzımız “boş bir
yaşayış”tır, yani boş şeyler üzerine inşa
edilmiştir, dolayısıyla hiçbir zaman bizi tatmin etmemektedir
çünkü her gün bizi hayal kırıklığına sürükler. Her
şeye anlam veren İsa’ya iman ve sevgidir, onlar saatlerimizi ve
günlerimizi değerli kılarlar. Bu gerçek olmasa niçin
yaşayalım? Mutluluklarımız kısa ve anlamsız
olurdu, sevincimiz sadece geçici bir neşe olurdu. Acılarımıza
katlanmak ise imkânsız olurdu. Niçin acı çekelim? Böyle olsa fiziksel
ve ruhsal acılarımızı yok etmek için her çareye
başvururduk, mantıksız yöntemlere yönelirdik. Sihirbaz, büyücü,
üfürükçülere danışmak mantıksız değil mi? Ama kaç kişi cüzdanlarını
bunlardan sadece boş bir umut bulmak için boşaltıyorlar.
Âdem’den bize kalan miras çok küçük ve kim bunu Allah’ın
armağanı olan Oğlu ile değiştirmek istemediyse her gün
kendini daha çok hayal kırıklığına
uğramış bulur ve umutsuzluğa yaklaşır.
Yaşamımızı etkileyen hayal
kırıklığı dünyanın acılarının
yükünü artırmamıza yol açar, çünkü birçok günahı işlememize
ve bunları haklı göstermemize sebep olur. Boş
yaşayışımızda başkalarının
varlığını ve acılarını fark etmeyi
bilemeyiz, egoizmimize kapanıp duygularımızı ve
neşemizi canlandırmak için yeni yollar ararız. Sonra da
yüzeysel, yakınımızdakilere neyin kötülük
yaptığını göremez oluruz, ayartmaları yenecek gücümüz
kalmaz ve aileleri bölebilecek ayartmalardan bile sakınamaz oluruz. Bu boş
yaşayışımıza yenilik girmeli ve insanın
yaşamına anlam verecek ilahi bir anlam kazandırmalı,
Allah’ın kutsallığı girmeli!
6.
Kutsallık
merdiveni! Bu merdiveni çıkmadan önce bir soru ile psikolojik olarak
hazırlanalım: bu merdiven, yukarı çıkan mı, yoksa
aşağıya inen mi bir merdiven? Eğer Allah’ı
yukarıda diye düşünüyorsak otomatikman kutsallık merdivenini
yukarı çıkan, kademe kademe O’na varmamızı sağlayan
bir merdiven diye düşünürüz. Ama Allah’ı hayal edeceğimize O’nu
bize gösterene bakarsak, yani Oğul İsa’ya bakarsak, o zaman
İsa’nın bizim hizmetkârımız olacak kadar çok kendini alçalttığını
görürüz; O, Ürdün nehrine kadar, ölüme kadar, haçta ölüme kadar bile kendini
alçalttı. O zaman İsa’ya götüren kutsallık merdiveni
aşağıya doğru inen bir merdivendir! İsa bize şöyle
dedi: “Alçakgönüllü ve uysal olan Ben’den
öğrenin!”. Alçakgönüllülüğü öğrenmek için
aşağıya inmeliyiz, kademe kademe alçalarak, kendimizi inkâr
edecek kadar alçalmalıyız; ancak o zaman içimizde Allah’ın saf
ve gerçek ışığı parlayacaktır.
Yukarı
çıkan ve aşağıya inen merdiven. Âdem kendi gücüne,
kararlılığına ve fikirlerine güvenerek, yükselen merdiveni
seçmek istedi. İsa ise, her gün Babasının arzularını
gerçekleştirerek, aşağıya inen merdiveni tercih etti. Âdem
nereye vardı? Allah’a varmadı, Allah’ın boyuna ulaşmak
istediyse de! O, Allah’ı kendi vicdanı önünde suçlamaya vardı,
ama bu inadı onu Allah’tan uzaklaştırdı, insanlardan, kendi
barış ve huzurundan uzaklaştırdı ve tüm
yaratılışla savaşa girdi. Yükselen merdiveni kendi
gücümüzle ve fikirlerimizle çıkamayız: o merdiveni bize sadece Allah,
kendi metotları ve kendi gücüyle aştırabilir. Yukarı
çıkan merdiven bir asansördür: biz aşağıya indikçe, asansör
bizi yukarı çıkaracaktır. Allah Oğluna, merdivenin en alt
kademesine ulaştığında en büyük şanı verdi.
7.
İnen merdivenin basamaklarından indikçe, Allah’a çıkan
merdivenin her an daha yükseğinde bulunuyoruz. Biz inmekle meşgulüz,
Allah ise bizi yükseltmeye, yanına yaklaştırmaya ve sonsuz
sevgisiyle kaplamaya çalışıyor. Biz vaftiz sularına
iniyoruz ve Allah’ın çocukları olduğumuzu anlıyoruz.
Şimdiden o kadar yüksekteyiz ki zaman ve uzay
sınırlarının dışındayız. Vaftiz,
Baba’nın bizi kendisine çektiği ve bizi aziz yaptığı,
kendisine ait kıldığı asansördür. İsa bizim için
vaftiz olmak istedi ve havarilerinden bütün insanları, kendi
öğrencileri olarak yetiştirip, vaftiz etmelerini kendi istedi. Vaftiz
iki kişiyi ilgilendirmektedir: vaftiz olan ve vaftiz eden. Vaftizi isteyen
kişi bu karara, yaşamında Mesih İsa’yı
kurtarıcısı olarak kabul etmek isteyerek, onun Bedeninin üyesi
olmak isteyerek, Kilisenin Baba’ya, Oğul’a ve Kutsal Ruh’a olan
imanını bildirmek isteyerek ve diğer imanlılarla birlik
içinde yaşamak isteyerek varır. Vaftiz eden ise kendi
başına değil, ama kendi içine Allah’ın yeni oğlunu
kabul eden Kilisenin vekili olarak hareket eder. Vaftizi alan Allah’ın
kendisi tarafından yaşamını değiştirip, O’na
sunmaya çağrıldığını kabul eder. Bunun için kendi
arzularını göksel gerçeklere yönelterek, buna hazırlanır ve
Kilise’ye alçakgönüllülükle itaat etmeye başlar. Vaftiz eden Allah’ın
gizeminin bir hareketini gerçekleştirdiğini bilmektedir. Vaftiz
olanın başına döktüğü suyun ve söylediği sözlerin gök
tarafından tanındıklarını bilmektedir: Allah Âdem’in
bu oğlunu kendi oğlu olarak kabul etmekte ve İsa onu kendisine,
Baba’ya hoş kurban olarak sunduğu kendi kutsal Bedenine ortak etmektedir.
Bu andan itibaren vaftiz olmuş kişi gerçekten kutsal olur. Artık
yaşamı günahı miras alan insanın yaşamı
değildir, Allah’ın lütfünü miras alan oğlun
yaşamıdır. Vaftiz olan kişi bu dünyada yaşamaya devam
edecektir ve durmadan egoizm onu tehdit edecektir, ama Allah oğlunun
kaybolmaması için başka armağanlar da hazırladı!
8.
Vaftiz olan
kişi Allah’ın Oğlu olmaktan mutludur, ama kendi
beceriksizliğinin, uygunsuzluğunun,
zayıflığının farkına varır. Bunun için
yukarı bakar ve İsa’nın söz verdiği Allah’ın Ruhunu
alır. Sadakat ve devamlılıkla Hıristiyan olmak ve
kuvvetlenmek isteyen kişiye Episkopos ellerini uzatır ve onu Kutsal
Krisma ile yağlar, böylece Kutsal Ruh’u armağanlarıyla
alır. Kutsal Ruh’u almak ilahlaşmak, Allah’ı içine
almaktır. Biz Allah oluyoruz, ama açıklaması zor olsa da,
şöyle diyebiliriz: paha biçilmez bir hazinenin değersiz ve
kırılır bir kaba koyulduğu gibi, biz içimize Allah’ı
alırız. Daima bu çift gerçeğin farkında olmalıyız:
içimizdeki hazine harika, ilahi, ama biz zayıf, kırılgan,
kolaylıkla günahkârız. Kutsal yaşam içimizde, ama devamlı
uyanık olmalıyız, kabın devrilmemesi,
kırılmaması ve hazinesini kaybetmemesi için
yorulmalıyız. İşte bu bizim imanımızla doğu
felsefeleri arasındaki farktır: onlar için insanın kendisi
Allah’ın bir parçası veya kıvılcımıdır. Biz
ise tamamen O’nu içimizde sakladığımızı biliyoruz, ama
çok zayıf bir kap olduğumuzu da unutmuyoruz! Kuvvetlendirme Gizemi
kutsallaşmamızı mühürleyen armağandır ve Allah’ın
yaşamını korumaya bağlayan sorumluluktur. Bu nasıl olacaktır?
Allah’ın yaşamı sevgidir, bu yüzden onu korumak için birlik
içersinde kalmakta ve dünyaya Baba’nın sevgisinin işaretlerini ve
eylemlerini göstermekte gayret ediyoruz. Bunun için kuvvetlendirmeyi alanlara
sadece almayı düşünen Hıristiyan olmakla kalmayıp
imanlarının şahitliğini somut eylemlerle gösteren
Hıristiyanlar olmaları isteniyor. Örneğin: Kuvvetlenmiş
kişilerin Ayine katılarak kendilerinin seveceği tecrübeler
yaşayacaklarına cemaati varlıklarıyla, dualarıyla, her
hizmete hazır olmalarıyla zenginleştirmeleri beklenir.
9.
Kutsallık
yolunda ilerliyoruz. Hıristiyan’ın Allah’ın yaşam
hazinesini içinde saklayan zayıf bir kap olduğunu gördük. Nazik
şeyler devamlı bakım ve dikkat gerektirir. İşte bunun
için Allah’ın yeni bir armağanı, düşünülemez bir
armağanı! O bizi kendi Bedeni ve dökülen Kanı ile besliyor ve
susuzluğumuzu gideriyor. Sevgisinin gizemli işaretleri “sonuna kadar”
gidiyor ve Ekmek ve Şarap olarak bizim gıdamız ve
içeceğimiz oluyorlar. Diğer imanlılarla birlik ortamı
içinde somut olarak Allah ile birliğin tecrübesini yapıyoruz. Bu
durumda Allah’ın gerçekten “benimle beraber” değil de “İmmanuel”
yani “Bizimle beraber Allah” olduğunu tecrübe ederiz. Efkaristiya,
başkalarıyla birliği besleyen Allah ile birlik olmaktır. Bu
sebepten bu gıda-armağanından sadece imanlılar cemaati olan
Kilise aracılığıyla faydalanabiliriz.
İmanlıların tümünün beslenmeye ihtiyaçları vardır,
çünkü hepsi zayıf ve günahkârdır. Kardeşlerimizin
günahlarına şaşırmıyoruz, bizi kutsal ve
kutsallaştırıcı Kiliseye bağlayan Efkaristiya
Gizeminin büyüklüğüne ve güzelliğinin önünde ise hayrette
kalıyoruz! Kutsal olmak isteyen Hıristiyan Pazar günleri
Efkaristiya’ya katılmak ve orada bulunmak için elinden geleni
yapacaktır. Bu kutlamanın güzel ve Allah’a layık olması,
daha zayıf kardeşler için hoş olması için gayret
gösterecektir. İnsanın kutsallığı her Efkaristiya’ya
katılışıyla güç kazanır, bu yüzden mümkünse her gün de
katılır. Ağzımızla küçük bir parça ekmek yeriz, ama
varlığımıza Allah’ın enerjisi gelir ve bizleri sevgi
ve bilgelik armağanına dönüştürür.
10.
Kutsallık merdiveninde inip çıkarken
zayıflığımızın gerçek olduğunu anlarız.
Her gün kötülük bizi dener ve her gün Kötünün bizi
yakaladığını ve suçlu duruma düşürdüğünü tecrübe
ederiz. Tembellik, kötü düşünceler, yanlış ve yüzeysel
hareketler, kin ve cinsel duygular, sadakatsizlik ve yalanlar,
aklımızdan geçerler ve bizi kararsız bulduklarında günaha
düşürürler. Kutsallık vazosu çatlar, kırılır veya
dökülür! Rabbimiz ne kadar büyük! İsa faydalı bir tedavi düşündü
bile! Sevgi ile kabul edilirse sadece iyileştirmekle kalmıyor
sabitliğimizi de kuvvetlendiriyor. Bu, İtiraf veya
Barıştırma Gizemidir. İsa, Baba’nın merhametini
insanlara gösterme isteğini gördü. Ve İsa insanlarla
karşılaştığında Allah’ın merhametinin nereye
dökülmesi gerektiğini gördü ve böylece büyük günahkârlarla
karşılaşmayı ret etmedi. Onların
ihtiyaçlarını ve arzularını gördü ve onları affetti.
Kilisesine de günahkârlarla karşılaşmaya devam etme
imkânını ve görevini verdi. Kiliseye kırılan vazoları
onarma, yani Allah ile arkadaşlığı tekrar kurma ve
insanlarla ilişkileri yenileme görevini verdi. Sen de İtiraf Gizemine
katıldın. Seni
iyileştiren, barıştıran, azizliğini tatmanı
sağlayan özel bir lütuf değil mi? Bu Gizemden uzak kalmak için ne
bahaneler uyduracaksın? Bunlar bahane değil, kibir, güvensizlik ve
kendine karşı kin günahlarıdır. Seni Allah’ın bir
vekilinin önünde diz çökmüş olarak görmek istemeyen, Kötüdür! Tövbeni
görmek istemiyor, İsa ile karşılaşmana dayanamıyor!
11.
Kutsallık
merdiveninde tecrübe ettiğimiz zayıflık, aynı zamanda
bedenimizin de zayıflığıdır. Bazı
doğuştan zayıflıklar, miras alınmış
güçsüzlükler, bizim veya başkalarının, isteyerek yapılan
çeşitli günahları, ilgisizlik veya dikkatsizlik, tüm bunlar
bedenimizi etkiler ve bozar. Hastalık ve kazalar bize ve bizi sevenlere,
bize bakmak zorunda olanlara acı verirler.
Kutsallığımız da bundan zarar görür mü? Bedenin
hastalıkları ve psikolojik zayıflıklarla denenmeler ve
ümitsizlikler gelir, ayartmalar güç kazanır ve duayı engellerler,
hatta bazen Allah’ın sevgisinden şüphe etmemize yol açarlar. Ama
Allah buna rağmen bizi seviyor. İsa elini uzatarak
cüzamlıyı tuttu, Baba’nın sevgisini görmeye muhtaç birçok
kişiyi iyileştirdi ve tedavi etti. Öğrencilerine de özellikle
hastalara ve sakatlara karşı ilgili olmalarını tembihledi
ve emretti. O zaman hasta olan ne yapmalı? Hasta olan sadece fiziksel
sağlığı ile değil, kendi kutsallığı ile
de ilgilenmelidir, bunun için acı veren bu durumunda İsa’yla birlikte
yaşamaya, kendi acılarını İsa’nın Haçı ve kurbanı
ile birleştirmeye çalışmalıdır. Hasta olan Kilise
sorumlularını yani rahipleri çağırması gerekiyor.
Onlardan hem ruhsal hem de fiziksel kendi iyileşmesi için dua etmelerini
ve Kutsal Yağla yağlanmayı istemelidir. Kötülük insanın
kendi veya başkasının günahından gelir, bunun için de
cemaatin duasına ve herkesin tövbe etmesine ihtiyacı vardır.
Rabbimiz hem ruhani hem de bedensel iyileşme gücünü bu duaya ve Kutsal
Yağla yağlanmaya bağladı. Hasta Hıristiyanlar bu
Gizemden çok teselli ve güç alırlar! Ve hastalık esnasında da
İsa’nın şahitleri olmakta yetenekli kılar!
12.
Allah hepimizi
kutsallığa çağırıyor ve daha önce
konuştuğumuz gibi bize bunun gerçekleşmesi için gerekli
yardımları vermektedir. Kutsallık yolu için Kilise’ye ait olmak
bir şarttır. Kilise İsa’nın, Havarileri yanına gelmeye
ve O’nunla beraber yaşamaya çağırmakla kurduğu cemaattir.
Kilise çok iyi inşa edilmiş bir binadır, iyi organize
edilmiş bir halktır ve düzenli bir bedendir. Kilise’yi oluşturan
kişilere Allah değişik armağanlar, ilahi lütuflar ve
herkese faydalı olacak görevler verdi. Gerekli görevlerden biri
havariliktir. Günümüzde bu hizmet-görevi yerine getirene de Episkopos deriz. Bu
kişi, gerekli eğitimini yaptıktan sonra ve Rabbe sadakat,
cemaate sevgi, idari yetenek gösteren imanlılar arasından halkı
imana yönelttirtmesi için seçilir. Ona
başka imanlılar da Ruhbanlık Gizemini alarak yardım
ederler: onlara rahip veya diakos denir. Diakos Episkoposa özellikle cemaatin
çeşitli fakirlik durumlarına yardımcı olur, rahip ise
imanlıların ruhani eğitimine, İncil’i vaaz etmeye ve
duayı yönetmekte, Kutsal Gizemleri vermekte yardımcı olur.
Rahiplik Gizemi Episkoposun elleri uzatması ve Kutsal Krisma ile
yağlaması vasıtasıyla gerçekleşir. Sadece ruhani ve
kültürel açıdan hazırlanmış erkeklere verilir. Episkopos
bir kişiyi bu göreve çağırmadan önce tüm Hıristiyan
cemaatinin fikrini sorar. Bu görev cemaat için gerekli bir görevdir ve bu
göreve gelenlerin dengeli olmaları, nazik olmaları, imanda güçlü,
Rabbe ve kardeşlere sevgi dolu olmaları gerekir. Bu sebepten hepimiz
bu göreve çağırılanlar için dua etmeyi bir görev bilmeliyiz,
başkalarının da bu göreve çağrılması için Allah’a
yalvarmalıyız. “Ekinlerin
sahibine işçiler yollaması için dua edin”: İsa’nın bu
daveti hepimizedir, gençler arasından Kilisenin ihtiyaçlarına cevap
verecek ve kendini tamamıyla Allah’a sunacak gençlerin
çağrılması ve bu önemli hizmet-göreve gelmesi için dua etmeliyiz
13.
Yaşamımızda
hangi yolu seçersek seçelim, hepimiz aziz olmaya çağrılıyoruz.
Daha önce konuştuğumuz üzere aziz olmak Rabbimiz İsa ve Kilisesi
ile birlik içersinde yaşamaktır. Onunla birlik içersinde kalan
Hıristiyan, Baba’ya giden yoldadır. Bu sebepten her Hıristiyan
seçimlerini, özellikle de yaşamını etkileyecek olan önemli
seçimlerini iman kardeşleriyle ve Rabbin kutsamasıyla yapar. Rabbin
kutsamasını tüm cemaatin duası ve Allah’ın vekilinin sözü
aracılığıyla alır. Seçimden bahsederken özellikle
“aile” dediğimiz ortak yaşamı seçen Hıristiyanların
seçimini kast ediyorum. İki Hıristiyan, kadın ve erkek, bunun Allah’ın
arzusu olduğunu emin olmadan ve O’nun kutsamasını almadan
birlikte yaşamaya bile başlamazlar. Bu sebepten onlar önce
duygularını ve sevme kabiliyetlerini denerler, fakat bununla
yetinmeyip cemaatin de yardımını ve tavsiyesini isterler. Çünkü
sadece kendilerine güvenemeyeceklerini bilirler. Tecrübesi olanlara
danışırlar ve bir rahipten ruhani destek ararlar. Evlilik
yaşamının ruhani anlamını araştırırlar,
tüm halkın kurtuluş planında ailenin rolünün ne olduğunu
sorgularlar, eş olarak Allah’ın işaretleri olabilmeleri için ne
yapmaları gerektiğini öğrenirler. Ayrıca olgunlaşmak,
sevgide büyümek ve bunu çocuklarına iletebilmek için özel bir lütfe
ihtiyaçlarının var olduklarını bilerek, gerekli armağanlar
ve araçlardan faydalanmak isterler. İşte, bu imanlılar için
Evlilik Gizemi vardır. Bu gizemle Allah onların sevgisini kutsar ve
kutsallaştırır. Onların sevgisini kabul eder ve onu yeni
bir göreve dönüştürür: ölüm ayırana dek birbirinizi sevin, sevginizle
Mesih’in Kiliseyi ne kadar çok sevdiğini gösterin ve Kilisenin Rabbine
bağlılığını gösterin! Bu Söz ve kutsama ile
evliler huzur bulacaklar, duayı ve imanı paylaşmaya devam
ederlerse karşılıklı sevgide büyüyecekler ve onları
bekleyen yeni, sevinçli ve zor görevlerde ışık ve huzur
yanlarında olacaktır.
14.
Allah’ımız
biz günahkârları azizliğe götüren yolda ilerleyebilmemiz için birçok
yardım düşündü. Biz bu yardımlara “Gizem” diyoruz,
bazılarını yaşamda sadece bir defa,
başkalarını ise birçok kere alırız. Tövbe Gizemi
yaşamımızda birçok kere, hatta haftada bir veya ayda bir bile
faydalanabileceğimiz bir Gizemdir. Efkarestiya Gizemini ise her gün
alabiliriz. Bu Gizemler, Allah’ın evlatları olduğumuzu
davranışımızla çevremize gösterme arzumuzu ve
isteğimizi desteklemektedirler. Gerçekten de Allah’ın emirlerine
uymaktaki ahlaki sorumluluğumuz, mükemmel olmak isteyişimizden çok
yaşamımızın Baba’nın bilgeliğini ve
iyiliğini yansıtmak istemesidir.
İnsanlığımızın mükemmelliği arayışı
birçok dinin veya felsefenin varış noktasıdır, özellikle
doğu felsefeleri için böyledir. Kendine hâkim olma felsefesi Budistlerin
ve yogilerin, iyi eğitime dikkat edenlerin ve iç huzuru arayanların
ulaşmak istediği noktadır. Biz kendimizi bu akımlarda iyi
hissetmiyoruz. Biz yaşamımızla Allah’ımıza ve
Babamıza şan vermek istiyoruz, İsa’nın O’nu bize
tanıttığı gibi, biz de herkesin O’nu
tanımasını arzuluyoruz. Yaşamımız mükemmel olmasa
da, İsa bize her zaman ve daima Baba tarafından sevildiğimizin
güvencesini verdi. Niyetimiz içimize kapanmak değil, daha iyi ve mükemmel
olmaya çalışmak da değildir. Biz aziziz ve aziz olmak istiyoruz
çünkü davranışımızla Allah’ımıza şan vermek
istiyoruz. O’nunla ilişkimizde içimize Kutsal Ruh gelir ve bizi
değiştirerek daha iyi hatta yeni olmamızı sağlar.
15.
Niçin dürüstçe
davranalım? Bazen çok çaba gerektiriyor ve
karşılığında da minnettarsızlık buluyoruz.
Biz davranışımızla kardeşlerimize Allah’ı
göstermek isteriz. Daha doğrusu: davranışımız
Baba’nın kendini göstermesini engellememeli. Bu amacı gözümüzün
önünde tutarak dürüst, doğru ve hatasız bir yaşam kurmak için
temellerin ne olması gerektiğine bakalım. Kutsal Kitabın
birçok bölümü bize ısrarla şunu söyler: “Bilgeliğin temeli RAB korkusudur” (Mezm. 11,10)! “RAB korkusudur
bilginin temeli” (Özd. 1,7). “Bilgeliğin başı Rab korkusudur
(Bilg.1,12). “Bedeni ve ruhu lekeleyen her şeyden kendimizi
arındıralım; Allah korkusunda yaşayarak kutsallıkta
yetkinleşelim” (2Kor. 7,1). Allah korkusu hiç eksik olmamalı.
Akına karşı bir yaşam için gerekli hikmet, bilgelik, güç
ondan gelmekte. Allah korkusu ondan korkmak değildir, ama Ona o kadar
büyük bir sevgi beslemek ki Onu hiçbir surette incitmek istememek ve en ufak
arzularını bile gerçekleştirmek istemektir. Allah korkusu Kutsal
Ruh’un armağanıdır ve devamlı olarak bizim alçakgönüllülüğümüzden
ve pişmanlığımızdan beslenir. Pişmanlık
alçakgönüllülüğün ilk işaretlerindendir ve, vicdanımız bizi
büyük günahlarla suçlamazsa da, daima günahkâr olmanın, daima Allah’a
karşı borçlu olmanın bilincinden gelir. Rab’den korkmak bizi
alçakgönüllülüğe yönlendirir. Aziz Benediktus de, Rab korkusunu
alçakgönüllülüğün ilk basamağı olarak görür. Bu büyük aziz
alçakgönüllülüğü bir merdiven olarak düşündü ve on iki tane
basamağını tarif etti. Bütün bunları ilk basamak olan Rab
korkusundan geçerek tırmanabiliriz.
16.
Aziz Benediktus
ile alçakgönüllülüğün basamaklarını görmeden önce başka
büyük bir aziz olan ve kibrin on iki basamağını
tanımamıza yardım eden aziz Barnardus’a bakalım. Kibir,
alçakgönüllülüğün sadece tersi değil, aynı zamanda
şeytanın yaşamımızı ele geçirme yöntemidir. Bu
aziz kibri günlük alışık hareketlerimizde ve çok önem
vermediğimiz davranışlarda onu tanımamıza
yardımcı olmakta. Kibrin ilk basamağının “merak”
olduğunu söylemekte, yani bizi ilgilendirmeyen şeyleri aramak. Bu
kötü merak, yani başkalarının işlerine burnunu sokmak,
kibirdir çünkü görevlerimizden uzaklaşır, bizi yüzeysel kılar ve
Allah’a karşı isyan etmemizi kolaylaştırır.
İkinci basamak “hafiflik”tir, düşünmeden
konuşmaktır: söyleneni düşünmeden konuşmak,
düşüncelerimizi Allah’ın Sözü ile tartmamaktır! Biz bunun aptallık,
hikmetsizlik olduğunu söyleyebiliriz, ama aptal olan gerçektende
kibirlidir: Kullanabileceği Allah’ın hikmeti varken kendi
cahilliğini iyilik olarak göstermek ister! Üçüncü basamak, “hikmetsizlerin
neşesi”dir, der aziz Barnard. Onlar neye sevinirler? Onlar yüzeysel
şeylere sevinirler, bir anlık zevkten hoşlanırlar, yenilen
ve içilenden, spor ve para kazanmalarında olduğu gibi geçici ve
boş zaferlerden zevk alırlar, sevinçleri de gürültülü bir neşeye
dönüşür, etrafı ve zamanı gürültüye, kahkahalara ve boş
sözlere çevirir. Bir başka basamak “devamlı kendisinden
konuşmak”tır. Hikmetsizliğin, kibrin devam etmesidir. Sanki
benliğim o kadar önemli ki Allah’ın Sözünün, hikmetinin ve O’nu
dinlemek için gereken sessizliğin yerini almakta. Devamlı olarak konuşan
dinlemez, yani sevmez: başkalarının enerjilerini ve
zamanını meşgul edecek kadar önemli zanneder kendisini.
Beşinci basamak: “kendini beğenmek, kendini övmek”. “Ben” ve
“benim” sıfatını kullanmaya devam eden sadece kendisini görür ve
başkalarıyla ilgilenmez. Böyle bir kişi için Allah bile
uzaktır. Bu basmaklarda oyalanmak kolay. Biz ise onları engellemeye
çalışacağız. Böylece sağlıklı ve dikkatli
bir seçim yapabileceğiz.
17.
Aziz Bernardus
ile kibirliğimizin büyüdüğü basamakları incelemeye devam edelim.
Altıncı basamak, kendini en iyi
zannetmektir. Belki bu fikir üzerinde hiç
duraklamadığımızı zannediyoruz. Belki, ama belki de
bunun farkına varmadık. Gerçekten de bazen bizim hakkımızda
kötü konuştu diye birilerine kızıyoruz. Yüksek sesle en iyinin
bizim olduğumuzu söylemeye cesaretimiz yok, ama az daha bunu da
söyleyeceğiz! Yedinci basamak “her şeye karışmak”tır. Benim de başıma
geliyor, her durumda fikir yürütmek istiyorum, her zaman da bana
danışılmasını isterim. Diğer basamaklar ise “kendi
suçunu savunmak”tır:
alçalmak ve suçlu olduğumuzu kabul etmek o kadar zor ki, kötü intiba
yaratmamak için günahlarımıza hep bahane bulup, kendimizi aklamaya
çalışıyoruz. Bu şekilde İsa’nın
günahlarımız için öldüğünü unutuyoruz. Bazen de ikiyüzlü
davranıp başkalarının düşüncelerini etkilemek için “işlemediğimiz
bazı günahları üstlenmekteyiz”.
Bu da kibirdir, hatta kötü bir kibirdir: günahkârlar tarafından
alkışlanma peşindeyiz, kötülüklerinden böbürlenenlerin
beğenisini aramaktayız. Bunlar kendilerini dünyada önemli görebilirler,
biz de onlarla eşit olmak isteriz, böylece bizimle dalga geçmezler. Allah
tarafından beğenilmeye çalışacağımıza,
arzumuz başkalarına benzemektir. Onuncu basamak “büyüklerimize ve kardeşlerimize asilik”tir. Bu da bizi “günah işleme hürriyetine” götürür. Bu adımlarda kutsal Allah
korkusundan çok uzaktayız. Çok alçaldık, kibrin son
basamağı olan “günah işleme
alışkanlığına”
vardık. Günah işleme alışkanlığı olunca
bulunduğumuz durumun bile farkında değiliz. İsa’nın
içimizde yaşayarak getireceği azizliğe tekrar ulaşmak için
çabalamalıyız. Allah’ın, kötülüğe dayanamayan ve kibirli
bir ruhla anlaşamayan adaletini hatırlamamız gerekecektir.
18.
Aziz Bernardus
ile kibir yolunun bizi Allah’tan ne kadar uzağa götürdüğünü gördük:
daima Allah’ın azizliğinin gözükmesini engelleyen bu zehirle
savaşmamız gerekiyor. Şimdi, aziz Benediktus’in
yardımıyla alçakgönüllülük yolunun nasıl kat edildiğini
göreceğiz. Alçakgönüllülük azizliğin temeli ve ‘doğal
ortamı’dır. Avrupa’nın koruyucusu da olan aziz Benediktus,
Hıristiyan’ın alçakgönüllülüğünü ilerleyişini bir merdiven
gibi görür. Bu merdivende biz ilerledikçe aynı derecede günahtan
uzaklaşır, Baba’nın sevgisinin güzelliğine
yaklaşırız. Alçakgönüllülük İsa’nın Sözünün
gerçekleşmesidir: “Kim kendini
alçaltırsa yükselecektir”. Bize göre alçakgönüllülükte ilerlemek
aşağı inmek gibidir, ama gerçekte yükselmektir; sanki
karanlık derinliklerden ışığa ve temiz havaya
yükseliyoruz ve orada tüm gücümüzle nefes alabiliyoruz. Aziz Benediktus “Rab korkusundan” yola çıkar sonra
da “Rabbin arzularını
gerçekleştirmek” ile ilerlemeyi tavsiye eder. O halde ilk
basamağı öğrendik: Rab’den korkmak! Rabden korkmak ondan
gerçekten korkmak değildir, O’nu üzme korkusudur. O’na itaat etmemenin
bizim için kötü olduğunu elbette biliyoruz, çünkü O’nun hikmetini ve
yaşamımız gerekli gerçek iyiyi ret etmektir. O halde Rab’den
korkmak alçakgönüllülüğe doğru ilk, çekingen adımdır. Çünkü
bunda Rab sevgisiyle beraber itaatsizliğin, yaşamımızda olabilecek
kötü sonuçlarından korkumuz vardır: günümüzde biraz modası
geçmiş bir terim kullanmak gerekiyorsa Rab sevgisine cehennem korkusu
karışmakta. Bu korku da üstün gelmekte. Ama daha sonra derece derece
bu korku, Rabbin arzularını gerçekleştirmeye başlayarak,
aşılmakta. İlk önceleri bu bir mecburiyet gibidir ve tabii ki bu
davranış güzel değildir, ama bari Allah’a doğru gidilmekte
ve emirlerinin iyiliği tecrübe edilmekte. Bu şekilde de kolayca
üçüncü basamağa varılır, o da “itaati sevgiyle kabullenmektir”. Sana emir verenin seni
sevdiğini bildiğinde, ona sevgiyle itaat etmekle
başlayabilirsin. Böylece alçakgönüllülük şekil ve
tutarlılık almaya başlar.
19.
Aziz Benediktus
için alçakgönüllülüğün dördüncü basamağı, “Acı çektirdiği zaman bile itaat etmek”tir. Zaten itaat
etmek her zaman zordur, çünkü kendi arzumuzdan vazgeçmeye hazır
olmayı gerektirir. Bu vazgeçme bazen acılı olur çünkü bizim
görme ve düşünme tarzımızın mükemmel
olmadığını hatta yanlış olduğunu
kabullenmemizi gerektirir. İşte bundan sonraki basamak “suçlarını itiraf etmek”tir.
Gerçekten de hata yaptığımızı, hatta günah
işlediğimizi kabul etmek ve af dileyerek bunu başkasına
söylemek, alçakgönüllülük yolunda önemli bir adımdır. Bu
alçakgönüllülük başkalarındaki iyiliği görmemizi ve “her şeyle yetinmemizi” sağlar.
Yetinen kibirli değildir, sanki Allah’ın iyiliğimiz için her
şeyden faydalanabileceğini söylemekte, her şeyin Allah’ın
elinde olduğunu kabullenmekte. Daha sonraki basamak “kendini en kötü günahkar olarak görmek” ve “her zaman kurallara ve itaate boyun eğmek”tir. Bu
alçakgönüllülük başkalarını yargılamaz, hatta onları
üstün görür. Bu sebepten de gelecek adımın “sadece sorulunca konuşmak” olduğu
anlaşılmakta: biz kendimizi önemli görmüyoruz, gerekli değiliz.
İtaat etmek ciddi bir şekilde yaşama şekli oldu, bu
sebepten konuşmak için de bekliyoruz, başkaları
konuşmamızı dilediklerinde konuşuyoruz. Bu
davranışımız başkalarına karşı dikkatli
olmamızı sağlar, onlar önemli şeyler söyleyebilirler, ilk
bakışta öyle oldukları belli olmasa da. Dolayısıyla da
“aptal gibi gülmeyeceğiz” ve “sakinlikle, alçakgönüllülükle ve bilgelikle
konuşmayı” bileceğiz! Aziz Benediktus’a göre bunları
yaparsak alçakgönüllülüğün tamlığına ulaşmış
oluruz, yani “en uç derecesine kadar
yüreğimizin alçakgönüllülüğüne” ulaşmış oluruz,
aynen Annemiz aziz Meryem ve Allah’ın Oğlu İsa gibi!
20.
Aziz Benediktus
alçakgönüllülükte ilerlemek için bize yardım etti. Biz hala kendi
kendimize niçin alçakgönüllü olmamız gerektiğini soruyoruz.
Alçakgönüllülük, İsa’nın niteliğidir. İsa bizden sadece
alçakgönüllülüğünü örnek almamızı istedi: “Ben yumuşak
huylu ve alçakgönüllüyüm: benden
öğrenin”. İsa kimseye kendisini zorla kabul ettirmedi. Herkesi
hür bıraktı, hatta Yahuda’yı bile. Küçükleri önemsedi, fakirleri
dinledi, zenginlerin kendilerini herkesin hizmetkârı olarak görmelerini
sağladı. Alçakgönüllülük Meryem’in de niteliğidir: “Hizmetkârının
alçakgönüllülüğünü gördü”. İncil okurken Meryem hakkında
söylenenlere baktığımızda İsa’nın annesinin
alçakgönüllülüğünü fark etmemeye imkân yoktur. Hatta İncil’de
Meryem’den fazla konuşulmaması kendi alçakgönüllülüğünü
gösterir. Meryem alçakgönüllü ve aynı zamanda her şeyi ondan
öğrendiğimiz Annemizdir: İsa da ondan mı öğrendi?
Meryem İsa’ya bakarak mı alçakgönüllülükte devam etti? Kim kendini Meryem’den büyük
hissedebilirdi? Ama herhalde Meryem şöyle düşündü: “Allah’ın
Oğlu mademki kendini bu kadar ufak yapıyor ve bana ihtiyaç duyuyor,
kim bilir ben günahkâr bir halkın fakir kızı olarak kendimi ne
kadar küçük yapmam gerekiyor!”. Bunları düşündükten sonra kibrimizi bırakıp
alçakgönüllülükte büyümeyi arzulamak için başka nedenlerimiz de
vardır. Biz günahkarlarız: yüreğimizde, düşüncelerimizde,
söz ve eylemlerimizde Âdem’in günahına yer verdik. Şeytanın
gururunun davranışlarımızı etkilemesine izin verdik,
kardeşlerimizin bize yardım etmesini engelledik. Günahlarımız
bari iyi bir şeye yarasın: kabaran gururumuzu söndürsün. Elbette
günahlardan iyi bir şey gelemez: kötülükten iyi doğmaz. Sadece
günahkâr olduğumuzu hatırlayarak utanalım ve
başımızı eğelim. Alçakgönüllülüğümüzün büyümesi
için kardeşlerimizin de Allah tarafından sevildiklerini
düşünmeliyiz. Allah onları bizden çok sevmez: yani
kıskanamayız; ama onları sever, bunun için onların önünde
de alçakgönüllü olmalıyız. Onlarda Allah’ın lütfü vardır. Eğer
kendimi bir kardeşten üstün görürsem, kendimi Allah’ın sevgisinin
üzerinde görmüş olurum.
21.
Allah’ın
kutsallığında yürürken ve ona katılırken,
yüreğimizde daha önce anormal diyebileceğimiz bazı
davranış ve arzuları keşfederiz. Bunlardan biri
yalnızlık arzusudur. Günümüzde yalnızlık gençlere ve
yaşlılara korkunç acılar çektiriyor gibidir ve birçok
kişiyi hasta etmektedir. Kutsallıkta yürüyen yanında, içinde,
her an Allah’ın varlığını hissetmekte. Bu güvence onu
meşgul ve mutlu tutar. Hiçbir zaman yalnız olmadığının
farkına vardığında huzurun ve sevincin artar, olgunluğun
artar. İsa, kalabalık ortasında bile yalnız olduğunu
biliyordu, çünkü kimse onu anlamıyordu ve kimse yürüyüşünü tam olarak
paylaşmıyordu. Bunun hakkında İsa şöyle dedi: “Ben yalnız değilim, çünkü Baba
benimle birlikte!” . Her kim Baba ve İsa ile birliğini ciddi
olarak yaşıyorsa, Kilise içersinde duaya ve yalnızlığa
çağrıların niçin olduğunu da anlayabilmekte. Rab bazı
erkek ve kadınları devamlı olarak O’nunla sessizlik ve yalnızlıkta
olmaya çağırır. Bu insanlar diğer Hıristiyanlar için
yalnız olduklarında zamanı değerlendirmeleri için örnek
olurlar. Boş zamanlar mutlaka yüzeysel şeylerle
doldurmamalıyız, mesela televizyon programlarının bize
sunduğu boş veya zararlı sözler ve görüntüler. Tüm
zamanını Allah ile dolduran kişilerin örneği
İsa’nın yüreğimiz için gerekli ve yeterli olduğunu
göstermekte ve birçok kişinin O’nunla yalnızlıkta olmak için
dakikalar, saatler ve günler aramaların cesaretlendirmektedir.
22.
Yalnızlık
Rabbimiz İsa’ya bağlılığımızı ve
imanımızı güçlendirmek ve Baba’nın arzusuna teslim olmak
için iyi bir ilaçtır. İmana tüm dikkatimizi vermeliyiz. O garanti
gözüyle bakabileceğimiz bir armağan değildir, evimizde veya
cebimizde taşıdığımız bir obje gibi, bir kere
elimizde olduğu için hep sahip olacağımız bir şey de
değildir. İman yüreğimizin ve aklımızın
devamlı bir eylemdir, bu eylem miktarda değil de kalitede artabilir.
Gerçekten de birçok kere imanımızın kalitesi yeterli
değildir. İmanımız böyle yetersiz olunca imanlı
olduğumuz yanılgısına kapılabiliriz, hiçbir zaman
içsel olarak olgunlaşmayız, o zaman da dirilmiş
İsa’nın şahitleri de hiç olmayız.
İmanımızın kalitesi ne zaman düşüktür? Ne zaman
Allah’tan bir şey elde etmek için Onu düşünüyorsak, o zaman imanımız
çıkarcı, egoisttir. Bunu arzularımız
gerçekleşmediğinde hissederiz: o zaman şikâyet edip, iman
etmekten neredeyse vazgeçmek üzere oluruz. Bu imanın kalitesi çok
düşüktür. Hatta buna Hıristiyan imanı bile denemez.
Hıristiyan imanı kendini Allah’ın hikmetine teslim eder, bizi
kurtaran İsa’nın haçını hep gözünün önünde tutar, Allah’ın
evlatları olarak tanınmak için de ona benzemesi gerektiğini
bilir. Allah’ın azizliğine doğru yürürken imanımız
daima güçlü, derin ve ciddi olmalıdır.
23.
Bizim
kutsallığımızın temeli imandır. İman gerçek
ve sabit olmalı, İsa’nınkine benzemeli. Eğer
imanımızı maddi ihtiyaçlarımızın yerine gelmesi
için bir sebepse veya fakirlik, hastalık,
anlayışsızlık sorunlarına çare bulmak için ise çok
kalitesiz bir imanımız var demektir. Olgun bir iman, Annemiz
Meryem’inki gibi bir imandır: Baba’nın Sözünü gerçekleştirmeye
açık bir imadır, Allah’ın hakkımızdaki
bilmediğimiz projelerine hazır olmaktır, İsa’nın
büyüklüğünü göstermek için gerekiyorsa acı çekmeye hazır bir
imandır. Meryem’in imanı Oğlununkini tam olarak
yansıtmakta! Havarilerin imanı ise uzun bir tövbe yolu kat etti:
önceleri imanları bizimki gibi hasta ve çıkarcı idi,
sonraları ise Anneninkine benzer veya eşit oldu. Meryem sadece dua
öğretmeni değil, gerçek ve mükemmel iman öğretmenidir! Kendimize
örnek olarak gösterilen kişiler olan Azizlerin imanına da
bakalım: Örneğin İsa’nın arkadaşı olan Marta
imanını şöyle olgunlaştırdı: “mucizeler
yapabilirsin” gibi düşünen bir imandan “Sen Rab’sın” demeye
ulaştı. “Yaptığına inanıyorum”dan “olduğuna
inanıyorum”a geçti. Bakışı arındı: Artık
İsa’ya bir mucize gerçekleştirmesi için bakmıyordu, sadece
O’nunla derin, canlı bir ilişki kurmak istiyordu. Bu iman kendini
şöyle belirtebilir: “Allah’ım, Kutsal Baba, sana tapıyorum ve
Sana şükrediyorum. Var olduğun için Sana teşekkür ediyorum,
Oğlunun bizim için acı çekmeye yolladığın için
teşekkür, O’nu ölülerden dirilttiğin için teşekkür: Onun
sayesinde günahlarımızı affediyorsun. Bizi İsa’ya benzer
kılan Kutsal Ruh’un için teşekkürler! İşte şimdi Oğlunla
birlikte senin arzunu gerçekleştirmek istiyorum. Benim ve
Hükümdarlığının iyiliği için yapmamı
istediklerini bana duyur. Senin arzularını gerçekleştirmem zorsa
veya acı çekmemi gerektiriyorsa, işte hazırım, zayıf
ve çekingensem de hazırım, Senden ve Ruh’undan gelen güce
güveniyorum. Teşekkürler Baba, çünkü Sen varsın, saklı olsan da
daima mevcutsun!”
24.
İmanımız
büyüdükçe ve olgunlaştıkça şekil değiştirir,
yaşamımızı ve başkalarıyla ilişkilerimizi,
duamızı değiştirir. Dua için söyleyebileceğimizi
yaşamımız ve imanımız için de söyleyebiliriz. Bizim
imanımız bizimle Allah’ın Oğlu, İsa arasındaki
ilişkidir. Öğrencileri ta baştan Onu takip etmeye
başladıklarından itibaren ve Kana’da özel şarabı
içtiklerinden beri Ona inanıyorlardı. Ama İsa kendi kişiliğinden
her bir yeni nitelik gösterdiğinde öğrencilerin imanı
değişiyordu, derinleşiyordu, olgunlaşıyordu,
dualarını ve bekleyişlerini değiştiriyordu. Özellikle
de, İsa yürüyüşünün kendisini haça götüreceğini
söylediğinde değiştiler. Çünkü artık ona iman etmek,
onları dünyevi düşünme ve hareket etme şeklinden
uzaklaştırıyordu. Öğrencilerin kendileri de daima bu
değişikliğe, bu geçişe hazır değillerdi. Bunun
bir örneğini Simon Petrus’un davranışında da görüyoruz.
İsa, ilk olarak acı çekeceğini, ret edileceğini ve haçta
öleceğini söylediğinde Petrus ani bir reaksiyon gösterdi. Petrus’un
imanı daha olgunlaşmamıştı, tüm yaşamı
dünyevi bir ruhla kaplanmıştı. O kadar ki İsa’ya şu
ağır ve beklenmedik sözü söyletti: “Benden uzaklaş, şeytan! Sen Allah’a göre değil,
insanlara göre düşünüyorsun”. Bunun için bizlerin sadece iman ediyorum
dememiz yeterli değildir, imanımızın nasıl
olduğunu görmeliyiz. Sonra da İsa’nın hacına uygun
olması için gereken adımı atmalıyız. Kendimize
şunu sormalıyız: “Benim acı çekmem veya
başkalarının acı çekmesi imanımı sarsıyor
mu? Her şeye rağmen imanım beni Allah’ımı sevmeme
götürüyor mu?” Cevaplar imanımızın ne şekilde olduğunu
gösterir. Eğer henüz İsa’ya benzer değilse, alçakgönüllülükle
onu isteyelim. Alçakgönüllülük şarttır. Alçakgönüllülük olmadan iman
ilerlemez, dayanamaz, değişmez.
25.
İmanımız
olgunlaştıkça meyve verir. Ümit ve sevgi de imanın meyvesidir.
Olgun bir iman moralimizin bozulmamasına sebeptir: çünkü iman, kendini
Baba’nın sevgisine emanet etmektir. “Rab çobanımdır, hiçbir
eksiğim yoktur. Karanlık yollardan gitsem de, hiçbir kötülükten
korkmam, çünkü Sen benimlesin!”. Bu mezmurun ifade ettiği ümit sade,
güçlü ve olgun bir imanın meyvesidir. Dediğimiz gibi imanın
meyvesi ümittir. Ümit, Allah’ın ilgilendiğine emin olmaktır,
sözünü tutacağını bilmektir. Azizliğimiz huzur doludur,
çünkü Allah’ın ellerinin bir babanın elinin olduğundan eminiz,
bizi daima kötülükten koruyacaktır veya zorluklarımızı,
acılarımızı Ona layık bir gelecek kurmaya
yarayacaktır, orada da bizim sevincimiz ve Onun yüceliği eşit
adımlarla ilerleyecektir. İman ve ümit birlikte ilerler, birbirlerine
ihtiyaçları vardır ve birbirlerine destek olurlar. İman
sayesinde, Allah’ın bizi hiçbir zaman terk etmeyeceğini biliriz ve
her şeyin, yenilgilerimizin de bile, iyiye yarayacağını
biliriz. Allah’ın bize söz verdiği iyilikleri sabırla beklerken
Allah olgunlaşan ve sabitleşen imanımızı güçlendirir.
İmanımız başka arzulara değil de, sadece Allah’ın
varlığından sevinme üzerine dayandığında o zaman
sevgi meyveleri vermeye başlar. Gerçek sevgi sayesinde Allah gibi
karşılık beklemeden severiz, zamanımızı,
enerjimizi, dikkatimizi karşılaştığımız tüm
kardeşlere ve kişilere veririz. İmanımız sayesinde
seven Allah ile ilişkiye gireriz ve bu sebepten imanımızdan
sabırlı, tedbirli, sadık bir sevgi doğar. Bu sevgi
insanı sevgi değil, tanrısal sevgidir: sevgimizin daima
Allah’tan ışık ve güç alması ve imanımızdan
kaynaklanması çok önemlidir!
26.
Allah
insanları çok sever. Sevgisinin büyüklüğünün işareti
Oğlu’dur. “Allah dünyayı o
kadar çok sevdi ki tek Oğlunu verdi”. Bunu İsa söyledi.
Allah’ın sevgisini görmek mi istiyoruz? İsa’ya bakalım!
Allah’ın sevgisini tatmak mı istiyoruz? İsa’yı kabul
edelim. Allah’ın sevgisine öykünmek mi istiyoruz? İsa’yı
insanlara verelim. İnsanların bekleyişlerinden etkilenmeden,
Allah’ın sevgisinin tamlığını yaşamaya
çalışmalıyız. İnsani bekleyişler bizleri ele
verebilir, kafamızı karıştırabilir, kötülüğe ve
Allah’a itaatsizliğe sürükleyebilirler. Gerçek sevgi daima “evet” demeyi
bilen davranıştır. İsa hakkında şöyle denir: “Onda daima ‘evet’ oldu”. İsa’nın
“evet”i Allah’a söylenen bir “evet”tir ve Allah azizliğine uygun
hareketler ister. Bizlerde de “evet” olmalı, ama bizler de, insanlar
tarafından istense de, “evet” i Allah’a söylemeliyiz. İnsanlara
söylenmiş bir “evet” Allah’a itaatsizlik olursa bizlere azizlik getirmez
ve kimseye yaşam ve iyilik vermez. Birçok Hıristiyan herkese evet
demek arzusundan yanılgıya düştüler. Cömert, sevgi dolu, büyük
olduklarını sanıyorlardı! Ama insanlara söylenen “evet”,
Allah’ın Sözüne ve emirlerine bir “hayır” olduğunda
yanılgı oldu. Birçok Hıristiyan daima her şeye hazır
olmalarından ve onlardan istenenin Allah’ın arzusuna uygun olup
olmadığını düşünmediklerinden hata işlediler ve
kötülüğe sürüklendiler. İsa’nın dediği gibi daima
uyanık ve “yılanlar gibi
tedbirli” olmalıyız çünkü sevgi Allah’a itaatsizlik olamaz, ve
Allah’a itaatsizlik sevgi olamaz. Bu sebepten azizlik yolunda ilerlemek
istiyorsak hep bu mantıktan geçmeliyiz: insanların arzularıyla
Allah’ın Sözünü ve Kilisenin ihtiyaçlarını
karşılaştırmalıyız.
27.
Kutsallık
yolunda ilerlerken birçok tehlike ve sorunla karşılaşabiliriz.
İyi ve pozitif gibi gördüğümüz şeyler bile tehlikeli
olabilirler: onlar arzularımıza hükmedebilir, öyle ki Allah’ın
Sözünü ve çağrısını, bize emanet ettiği görevleri,
İsa’nın mutlak önceliğini unutabiliriz. Bunlar iyi olmalarına
rağmen bir çeşit negatif çekicilik yaratabilirler. İsa ile
birleşme yolu olan kutsallık yürüyüşümüzde hiçbir şeyi,
özellikle güzel ve iyi gözüken eylemleri bile Onun önüne koymamaya
çalışmalıyız. Kilisedeki yanılgılar ve
bölünmeler, “iyi ve güzel” şeylerin İsa’nın önüne geçmesiyle
gerçekleşti. Bunlara verebileceğimiz örnekler çoktur. İncil’de
anlatılan bir örneği hatırlamak yararlı olabilir. Fakirleri
sevmek elbette güzel ve iyi, tavsiye edilebilir ve kutsal bir şeydir.
Ancak fakirleri sevmek İsa’yı sevmekten fazla önem kazanırsa, o
zaman öğrencilerin birliği ve komünyonu bozulur ve sonuç olarak
İsa’nın kendisi de inkâr edilir. İsa, fakirleri sevmenin önemini
indirgemeden, kendi kişiliğine öncelik verdi. Zaten Kendi, fakirlerin
ilk ihtiyacı, gerçek ve derin zenginliğidir. Güzel ve iyi şeyler
baştan çıkarabilir, dikkat ve sempati çekebilirler, ama
İsa’nın yerine konulurlarsa bizleri kendisinden
uzaklaştırırlar ve Kilisenin büyümesini engellerler. Eğer
güzel ve iyi şeyler İsa’nın yerini alıyorlarsa, bizim bir
kusurumuzu veya günahımızı saklıyor demektir. Yahuda
fakirleri sevdiğini zannediyordu. Ancak para sevgisine daha önem
veriyordu.
28.
Azizlik yolunda
ilerlerken bizi engelleyebilecek birçok tehlikeye dikkat etmeliyiz. İsa
kendisi başkalarını şok etmemiz gerektiğini ve
başkalarının yaptıklarından etkilenmememiz
gerektiğini söyledi. Yani Onunla
kat ettiğimiz yolda engeller bırakmamalıyız. Ayrıca O,
Baba’dan, bizim aziz olmamızı engellemek isteyen, dünyanın
düşündüğü gibi düşünmemizi isteyen, kötülükten
korumasını istedi. İsa’nın duasına güvenerek Kutsal
Ruh’un silahlarıyla korunabilir, imanı bırakma ve Allah’ın
Sözünden uzaklaşma tehlikelerinden kendimizi koruyabiliriz. Bize
Hıristiyan yaşamı için gerekli “Ruhun silahlarından”
bahseden aziz Pavlus’tur. Aziz Pavlus Efeslilere şöyle yazmakta:
“İblis'in hilelerine karşı durabilmek için Allah’ın
sağladığı bütün silahları kuşanın”. Böylece
farkına varıyoruz ki bizler Allah’ın istediği şekilde
yaşamak istememize ve kardeşlerimize hizmet etmek istememize rağmen,
uyanık ve dikkatli olmalıyız, çünkü düşman birçok gerçekten
ve olaydan faydalanarak bizi engellemek isteyebilir. Kuşanmak demek
devamlı olarak üzerimizde bizim olmayan bir şeyi
taşımaktır, bu şey bize dışarıdan gelmekte.
Allah’ın silahını sadece Allah’tan alabiliriz, elbette kötülük
yapmamıza yaramaz, düşmanın saldırılarından ve
hareketlerinden korunmamızı veya bizden uzaklaşması için
korkutmamızı sağlar. Bu bize açıkça söylenmekte: “Çünkü
savaşımız insanlara karşı değil, yönetimlere,
hükümranlıklara, bu karanlık dünyanın güçlerine, kötülüğün
göksel yerlerdeki ruhsal ordularına karşıdır”. Biz
insanlara karşı savaşmamalıyız: onlar için İsa
gibi yorgunluğumuzu ve yaşamımızı sunalım.
Uyanık ve dikkatli olup etrafımızdaki kişilere de acı
veren “ruhları” uzaklaştırmak için savaşmalıyız:
bunlar kendini beğenmişlik, gurur, para sevgisi, şehvet, egoizm,
üstünlük ve daha birçok ruhlardır.
29.
Aziz Pavlus
Hıristiyan’ın imanda sadakatli kalması ve dünyada
karşılaştığı tehlikelerden korunması için
sahip olması gereken erdemleri anlatıyor. “Böylece, belinizi gerçekle kuşatmış, göğsünüze
doğruluk zırhını takmış ve ayaklarınıza
esenlik müjdesini yayma hazırlığını giymiş olarak
yerinizde durun” (Ef. 6,14-15). İlk gereken şey “gerçek”tir.
Eğer emin olduğumuz şeylerimiz yoksa yürüyemeyiz, sanki hep
kendi kıyafetlerimize takılıyormuşuz gibi oluruz. Gerçek derken Allah’ı, Baba
Allah’ı ve Oğlu Mesih İsa’yı, bizi aydınlatan Kutsal
Ruh’u iyi tanımayı kast ediyoruz. Gerçek
aynı zamanda kendimizi Allah’ın çocukları olarak görmek ve
İsa’ya benzemeye çalışmak, sevgi olan Ruh’u taşımak
demektir. Gerçek Kiliseye
bağlı olmanın önemini ve gerekliliğini tanımak ve
onlarla birlikte Kutsal Üçlüğün yaşam birliğinin oturduğu
yer ve kendini gösterdiği yer olmaktır. Bu emin olduğumuz
konular bizleri dayanıklı ve güçlü kılar,
imanımızı belirtmekte de bizi her denenmede dayanıklı
kılar. İçimizdeki ilahi hayatı korumamızda
yardımcı diğer bir husus da “doğruluk”tur.
Aziz Pavlus onu bir zırha benzetir,
bizi huzurlu kılan bir silah gibi. Doğruluk,
Allah’ın emirlerine itaat etmektir, Onun arzularına her
şeyde uymaktır. Ona itaat ettiğimizde Allah bizleri doğru
kişiler olarak görür, yani Onun planlarına göre gelişmiş
kişiler gibi. İncil’i yayma çabası, İsa’yı ve
Allah’ı tanıtma arzusu bu dünyada hareket edebilmek için gereklidir.
Aziz Pavlus bu çabayı ayakkabıya benzetir. Ayakkabılar
askerlerin yılanlar tarafından ısırılmadan veya
taşlar veya dikenler tarafından zarar görmeden, serbestçe hareket
edip yürümesini sağlar. Baba’nın sevgisinin iyi haberini acı
çekenlere, korkanlara, materyalizm ve egoizme dalmış olanlara vermek
istiyor musun? İnsanlara karşı bu sevgiyi besliyorsan seni hiç
bir şey korkutamaz!
30.
“İmanın kalkanını daima
elinizde tutun, onunla Şeytan’ın bütün ateşli oklarını
söndürebileceksiniz”.
İman daima yanımızda olmalı ve bir kalkan gibi görünür yere
konmalı. Böylece düşmanın okları bana kötülük yapamayacak,
çünkü imanın gücü sayesinde düşmanın kötülüğü yok olur!
İmandan bahsettik, niteliğinin nasıl olması
gerektiğini söyledik. Şimdi Havari onu daima “elimizde” tutmamız
gerektiğini söylüyor: imanımıza sormadan hiçbir şey
yapamayız, hiçbir karar alamayız! Seçimlerimizde
ağırlığını koymalı, günlük
kararlarımızda yer almalıdır. Hangi mesleğini
yapacağını seçerken, ne yapacağına karar verirken,
yaşamını paylaşacak eşini seçerken, evini nerde
kuracağına karar verirken, v.s. imanınla karar ver.
Sabahları kalkarken, evden çıkarken, birine rastlarken,
çocuklarınla ve kardeşlerinle konuşurken, daima
imanını göz önünde tut: o zaman başın yukarıda ve güvenle yürüyebileceksin. “Kurtuluş miğferini de...
alın”: Kuşanmamız gereken Allah’ın
silahlarının arasında “kurtuluş” da var! Aziz Pavlus
bununla neyi anlatmak istemekte? Mektuplarının başka
bölümlerinden anladığımızla kurtuluşun, dünyanın
etkilerinden hür olma, olduğunu anlıyoruz. Bu dünya
Hıristiyan’ı korkutmaya çalışmakta, çünkü onun İsa’dan
ve Kilise’den uzaklaşmasını istemekte. Bunu alay, hor görme,
dışlama, tehdit ve zulümle sağlamaya
çalışmaktadır. Bu
durumların etkisi altında kalmamak ve bu şekilde bunların
imanımızı zayıflatması ve etkilemesine izin vermemek,
işte bu, “kurtuluş” olur! Buna ulaşabilmenin yolu İsa’ya
ait olduğumuzu ve Kilisesini sevdiğimizi açıkça belirtmektir. “İnsan yürekten iman etmekle
aklanır, imanını ağzıyla açıklamakla da kurtulur
(Rom. 10, 10). Kurtuluş
kafamızı koruyan miğferdir: güven veren bir silah,
ağır darbeler alınan yerlere de girmek için cesaret veren
bir kuşamdır.
31.
“Ruh’un kılıcını, yani
Allah’ın Sözünü alın!” (Ef.6,17). Sonunda aziz Pavlus, birçok korunma silahından
sonra düşmanı korkutacak ve ilerlememizi sağlayacak bir silah
öneriyor. Bu özel bir silah: Ruh’un
kılıcı olarak benzetilen Allah’ın Sözü!
Hıristiyan’da Allah’ın Sözü olmazsa, putperestten nasıl
ayırt edilir? Bende Allah’ın Sözü olmasa insanların sözlerinin
etkisinde olurdum, güvenli bir yön izleyemez, hiçbir güvencem olmazdı ve
herkesten ve her şeyden korkardım. Allah’ın Sözü sayesinde bir
kimliğim var, seçtiğim pozisyonlarda sabitim, seçimlerimde daima
alçak gönüllükle kararlıyım, gelecek hakkında şüphelerim
yok. Allah’ın Sözü beni hikmetiyle destekler, kimse Onu aşamaz.
Allah’ın Sözü yüreğimde ve dudaklarımda olunca ben sakinim.
Allah’ın gücü beni cesaretli kılar ve sadece kendimi korumaya
değil başkalarını da korumaya hazır kılar.
Allah’ın Sözü büyük bir zenginliktir. Daima Allah’ın Sözüne
bağlı kalmaya çalışacağım, tüm
adımlarımı ondan uzaklaşmadan atmak istiyorum.
Allah’ın Sözüne uyduğum zamandan beri verdiği ve dikkatimi çeken
ilk meyvesi içimde daha sık dua etme isteğinin
doğmasıdır, hatta bu Sözden kaynaklanır. Bunun içindir ki
aziz Pavlus sonraki ayette şöyle devam eder: “Her türlü dua ve yalvarışla, devamlı olarak Ruh’un
yönetiminde dua edinç Bu amaçla, bütün kutsallar için yalvarışta
bulunarak tam bir adanmışlıkla uyanık durun.” (Ef. 6,18). Dua Hıristiyan’ın nefesidir, ama
bundan daha ileride konuşacağız.
32.
Aziz Pavlus’un
yardımıyla imanımızı ve azizliğimizi, bizi
çevreleyen ve yüreğimizi meşgul eden birçok düşmandan korumak
için ihtiyacımız olan bazı yöntemleri düşündük.
Hatırlamamız gereken bir şey vardır: kardeşlerin
yardımına ihtiyacımız var. Rabbimiz İsa, bizi
kurtarmaya geldiğinde öğrencilerinin kendisiyle birlikte fakat
aynı zamanda aralarında da birlik içersinde kalmalarını
istedi. Allah’ın çocuklarının, birbirlerinden ayrı olarak,
Allah ile sadece kişisel bir ilişkide imanlarını
yaşamalarını istemedi. O bizleri birleştirdi, böylece
Kutsal Ruh’un bize verdiği değişik armağanlarla
birbirimizin yardımlaşmasını sağladı. Birlik
içersinde ve cemaat içersinde yaşadığımızda gerçekten
kişiliğimiz gerçekleşir. Kutsal Ruh bir birlik ruhudur, Allah da
herkesin babasıdır, İsa ise, cemaatçe alınan ekmek ve
şarap işaretleri altında kendini veren tek Rab’dir, Efkaristiya
sayesinde Onunla ve aramızda birlik oluruz. Aynı şekilde Ona
iman eden herkes, vaftizle yeni imanlı yaşamına başlar ve
vaftiz, Kilise tarafından verilir! Vaftiz olanın bir vaftiz
babası veya annesi vardır, yani ilk adımlarda ona yardım
edecek bir kişi olur, sonra da ona yaşam boyunca
karşılaşabileceği değişik durumlarda imanı
nasıl yaşayacağını gösterir, Hıristiyan
cemaatinde faal üye olma örneğini de gösterir. Hıristiyan,
İsa’ya iman etmekte, sevmekte ve takip etmekte yalnız
olmadığını bilmeli, bunu sadece bilmesi de yeterli
değildir, tecrübe de etmelidir. Bu sadece çocuklar için geçerli
değildir, tüm yaşlar için önemlidir! Sende Kutsal Ruh varsa,
diğer imanlılarla birlik içersinde imanını yaşa.
Eğer diğerleriyle birlik içersinde yaşamıyorsan, bu, Kutsal
Ruh’a sahip olmadığını gösterir, O senden
uzaklaşmış veya sen Onu üzmüşün, demektir.
33.
Mutlaka açık
havada bir ateş görmüşündür: odun parçaları
yığılır, birbirlerine yakın olurlar ve yanarken güzel
bir alev meydana getirirler. Eğer bu odunlardan biri diğerlerinden
ayrılırsa söner, ışık ve ısı meydana
getirmek için işbirliği yapmaz. Eğer ta baştan odunlar
birbirlerinden ayrı tutulurlarsa ateş bile meydana gelmez. Bu
Hıristiyanlar arasında birliğin ne kadar gerekli olduğunu
göstermek için küçük bir örnektir. Onlar sadece düşünce olarak değil
somut bir şekilde birlik içinde olmalıdırlar. İsa,
öğrencilerinin arasında birlik olması için Babasına
ısrarla duada bulundu, aynı zamanda öğrencilerine de Ona
sıkı sıkı bağlı kalmalarını tembihledi,
aynen dalların bağa bağlı oldukları gibi. Böylece
aralarında insani değil ilahi bir bağ kalacaktır.
Azizliğimiz ancak diğer imanlılarla birlik içersinde isek büyür.
Bu sebepten azizliğimizin küçük ve sık kardeşlik anlarına
ihtiyacı var, o esnada karşılıklı sevgiyi,
karşılıklı affı, sabretmeyi ve
yardımlaşmayı tecrübe edebiliriz. Hepimiz ruhani ve duygusal
engeller ve kusurlar taşırız. Bu sebepten
başkalarının olmaları istediğimiz şekilde
olmadıkları için (rahip de bunlara dahil) cemaatimizden
ayrılmamalıyız. Zaten sen de olman gerektiği gibi
değilsin: başkaları senin kusurlarına sabrediyor, senin
kabullenmediğin veya bilmediğin kusurlarına dahil. Sonuna dek
sevgiyi yaşamadıktan sonra İsa’nın kardeşlerini sen
nasıl yargılarsın? Aldığın
kutsallığı muhafaza etmek ve büyütmek istemez misin? Cemaatinin
aktif bir üyesi ol, sadece birkaç hizmeti “yapmış olmak” için
değil de cemaatin duasını canlı kılmak, Sözü dinlemeyi
günlük hale getirmek ve sevgisini görünür şekilde kılmak için aktif
ol.
34.
Papa XVI.
Benedikt Brezilya’da iken şöyle dedi: “Allah’a imanımız bize
neyi kazandırır? İlk cevap budur: bize bir aile verir,
Allah’ın, Katolik Kilisesindeki evrensel ailesini! İman bizleri
“egomuzdan” kurtarır, çünkü birliğe götürür: Allah ile
karşılaşma kardeşlerle de bir
karşılaşmadır, bir araya gelmek için bir çağrı,
bir birlik eylemi, başkalarına karşı bir sorumluluktur”.
Bizlerin Kilise oluşumuz Allah’ın ona iman edenlere
armağanıdır. Kilise
içersinde yaşamımız Allah’ın bizleri kötü
yalnızlıktan ve sonucu olan üzüntüden kurtarmasıdır. Bizim
birliğimiz daima Baba’ya ve Rab İsa’ya imanımıza
bağlıdır, dolayısıyla da biz Hıristiyanlar
arasındaki birlik bizim sadece iyi niyetimize bağlı değil,
daha çok İsa’nın bize verdiği yollarla ona bağlı
olmamızdır. Bizlerin birlik kurma kapasitemiz doğrudan dirilmiş
İsa olan bağa bağlı kalma yeteneğimize
bağlıdır. Bu sebepten her birimiz devamlılıkla
Barışma Gizemine yaklaşmadan ve ruhumuzu yukarıdan gelen
Ekmekle beslemeden sağlıklı ve aziz bir Kilise
olabileceğimizi zannetmeyelim. Çocuk olduğum zamanlar ebeveynlerim
beni her cumartesi günü tövbe etmeye yollarlardı: şimdi, bunun bana
hiç zararı dokunmadığını söyleyebilirim, tam tersine!
Zamanla içimde iyiyi ve kötüyü ayırt edebilme yeteneği gelişti,
aynı zamanda düşünceler ve eylemleri de seçebilme yeteneğim
arttı, günahlar işleme denenmelerini ve günah ile günahkar
arasında farkı görebilme kapasitem gelişti. Beni affeden
İsa ile sıklıkla buluştukça Allah’ın merhametinin ne
kadar büyük olduğunu anlayabiliyor, fakat aynı zamanda bunun,
eylemlerimizin kötü sonuçlarını düşünmeden ‘boş ver’
diyenin yumuşaklığı olmadığını idrak ediyordum.
35.
Günümüzde hiçbir
ebeveyn çocuğunu her cumartesi günü tövbe etmeye yollamıyor: etrafta
çok rahip yok, ama özellikle de imanlıların ruhani
duygusallığı azaldı. Daha da çok söylemek isterim: azizlik
arzusu azaldı. Rab İsa’yı seven ve Ona yaşamlarıyla
şan veren Hıristiyanlar Onun affını almak için Onunla
sık sık karşılaşmaya çalışırlar. Bunun
için öldürücü günahlar işlemeyi beklemiyorlar, çünkü daima günahkar
olduklarını biliyorlar ve gözükmez şekilde de olsa dünyanın
günahının içimizde yuva kurduğunu bilirler. Rahibin
vasıtasıyla alınan af büyük bir lütuftur; mutlu, cömert
olmamızı ve Rabbimiz İsa’nın iyi bir şahitliğini
yapmamızı engelleyen yükü kaldırır. Azizliğe
doğru yürüyen biri Allah’ın şanına uygun bir araç ve
işaret olmak ister. Bunun için içsel yaşamın tazeliğini
tekrar elde etme lütfunu kabul eder. Birçok kişi şunu söyleyerek
kendini haklı göstermek ister: itiraf etmek zordur! Bu sadece egoist
sebeplerden dolayı itiraf yapanlar için geçerlidir, içlerinden pişmanlığı
atmak veya emre uyduğunu söylemek için yapanlardır. Fakat İsa’ya
ve Baba’ya bir sevgi eylemi olarak Barışma Gizemine katılanlar
için zor değildir. Senin yaşamınla İsa’yı
tanıtmak istiyorsan veya Allah’ın insanlara yaptığı
sevgi eylemine açık olmak istiyorsan o zaman günahlarını
açığa çıkarmaktan çekinmezsin, utanmayı aşarsın,
rahibi seçmekte de o kadar zor olmazsın. Her ne yapıyorsak bunu sevgi
için yapmaya çalışmalıyız, hiçbir zaman egoizm için
değil! Dua ederken veya Allah’tan af dilerken de bu geçerlidir! Bunu
faydasını biz de göreceğiz, çünkü affedileceğiz, tüm
varlığımız “onarılacak”: biz her şeyi sevgi için
yaparsak, her şey daha kolayımıza gelecek ve meyvesi daha
bereketli olacaktır!
36.
Tövbe
(barışma) Gizemini Efkaristiya’nın “ön odası” olarak da
gerçekleştiriyoruz, yani Rabbimiz ve Kurtarıcımız ile
gizemli birliğimize hazırlanmak için de yapıyoruz. Çünkü
işlediğimiz günahlar için özür dilemeden Onunla birleşemeyiz. Bu
sebepten Efkaristiya Gizemini katılmadan önce Barışma Gizemine
katılmak normaldir. Efkaristiya İsa’nın bize bıraktığı
en büyük hediyedir: büyüktür çünkü gerçekten birliği meydana getirir.
Onunla birlik, Baba ile birlik ve kardeşlerle birlik! Birlik içersinde
Hıristiyan’ın ve insanın sevincinin sırrı mevcuttur.
Yalnızlık üzüntü meydana getirir, birlik ise sevinç, bayram
havası getirir! İnsan, her insan sevinç için vardır. Birlik
olmadan sevinç olmaz ve birlik samimi ve derin oldukça kutlama ve sevinç de bir
o kadar gerçek ve devamlı olur. Efkaristiya, İsa ile ve
dolayısıyla Baba ile, kardeşlerle birlik gizemidir. Efkaristik
gıda ile beslendiğimizde, yani Komünyon
yaptığımızda başkalarıyla ve imansız
olanlarla da bir ilişki kurabilme kapasitemiz de gelişir. Bilinçli ve içsel olarak yaşanan bir
Komünyonla azizliğimiz, ilahileşmemiz de somutlaşır.
Sonuçta azizliğimiz, Allah gibi sevgide mükemmel olmak için yoldur. O
halde Efkaristiya yaşamımızın, ruhumuzun, bedenimizin
gıdasıdır, sevgi kabiliyetimizi artıran gıdadır,
sadece Allah ile birlik içersinde olmamıza değil, Onda şekil
değiştirmemize sağlayan gıdadır. Bu gerçeği
anlamaya başlayan Hıristiyan her fırsatta Efkaristiya ile
beslenir. Birçok kişi bu armağanı keşfetmiştir ve bu
sebepten her gün Ayine katılırlar. Bu, imanına değer
verdiğini göstermenin en güzel işaretidir, imanlıyı
olgunlaştıran armağandır, günleri ebediyete çeviren ve
onları Allah’ın Hükümdarlığı için verimli kılan
randevudur!
37.
Ayini
kutladığımızda İsa’nın bize öğrettiği
“Göklerdeki Pederimiz” duasının önemli bir yeri var. Bu en güzel
duadır; neredeyse ona tek duamız diyebiliriz, çünkü diğerlerinin
ona uyması şarttır. Hıristiyan için dua nedir? Niçin ve ne
niyetle dua eder? Dua etmek ne zaman faydalıdır? Dualarımız
gerçekleşmediği zamanlar da mı dua etmeliyiz? Dua hakkında
daima soracak çok sorumuz olur: ben elbette her birine cevap verecek durumda değilim.
Günahlarım dua hakkında derin ve tam şekilde konuşmamı
engeller, ancak yine de birkaçına cevap vermeyi deneyeceğim. Rabbi
çok seven ve Onunla derin bir birlik içersinde yaşayan eksiklerimi
tamamlayabilir. Havariler, iyi birer Musevi olarak, dua etmeyi
biliyorlardı: sinagogda ve evlerinde de mezmurları söylerlerdi. Ancak
İsa’nın dua ettiğini gördüklerinde Ona şöyle dediler: ”Efendimiz, bize dua etmeyi öğret!”.
İsa’nın dua etme şeklinin değişik olduğunu fark
etmişlerdi. İsa da onlara “Göklerdeki Pederimiz” duasını
öğreterek sorularını yanıtladı. O andan itibaren
İsa’ya iman edenlerinin dualarının diğerlerinden, özellikle
de putperestlerinkinden değişik olduğunu anladılar. O zamanki
putperestlerin dili olan Grekçe duadan bahsetmeleri gerekince de Hıristiyan
duasını anlatabilmek için yeni bir kelime ürettiler. İncil
yazarlarının kullandığı kelime, putperestlerin duaya
verdiği anlam taşımıyor yani, Allah’tan insanın kendi
gücüyle elde edemediği şeyler dilemek anlamına gelmiyor.
İsa için ve dolayısıyla Hıristiyanlar için dua etmek
Allah’a uzanarak mevcudiyetinden haz almaktır, Ona dalarak bir bütün olmak
istemektir, Onun sayesinde değişmektir. O halde Hıristiyanlar
duanın onları oldukları gibi bırakmadıklarını
bilmektedirler, hatta kendileri bile içlerinde değişiklik meydana
gelmesini istemektedirler. Çünkü Baba’nın bilgeliğini
gerçekleştirmek için yaşamını sunan İsa’nın
örneğine göre büyümeyi arzuluyorlar.
38.
Allah’ın
duamızda baktığı ve değer verdiği şey,
duanın doğmasına ve canlanmasına sebep olan arzudur: dua
ederken dünyevi şeyler mi, senin refahını mı arzuluyorsun?
Yoksa Allah’ın söz verdiklerini mi arzuluyorsun? Ona benzer olmak istiyor
musun? Allah’ın
planlarını gerçekleştiren biri olmak istiyor musun?
İnsanların kurtuluşu için Ona bir el vermek istiyor musun?
Dünyaya sevgiyi ekmek ister misin? İsa’nın Ruhunun tüm gücüyle ve
haça gerilmiş sevgisiyle kabul edilmesini, tanınmasını,
sevilmesini istiyor musun? Bizim için dua etmek bizleri Allah’ın
yüreğine yaklaştıran ve göksel
şeyleri aramamızı sağlayan bu arzuları beslemek ve
dile getirmektir. Baba dualarımızda bu arzuları görünce
duamız bölünse de, dikkatimiz dağılırsa da önemli
değildir. O, bizim arzumuza değer vermekte ve onu
gerçekleştirmekte çünkü O da bunu arzulamaktadır. Bütün bunları
İsa’nın bize öğrettiği duadan anlamaktayız. Gerçekten
de Onun, bize öğrettiği sözlerle dua ettiğimizde,
duamızın kalitesi çok artmakta.
Şöyle başlamamızı öğretti: “Göklerdeki
Babamız!”. Bu basit sözler bizleri Allah ile doğrudan ilişkiye
sokmak istemektedir. Bizleri sevgiyle, O’nu tanıyanın ve daha çok
tanımak isteyenin sevgisiyle Allah’a bakmamıza
sağlamaktadırlar. Allah bizler için uzak, ilgisiz biri değildir.
O, yaşamımıza bizden çok değer verendir. Yaşamımız,
Onun bize armağanıdır, O’nun eseridir. “Baba” derken de Onun yaşamımızın
kaynağı olduğunun altını çizeriz, Ona
minnettarlık gösteririz ve Onun bizim için çok önemli olduğunu, bizim
ve tüm dünya için arzularının önemli olduğunu belirtiriz. “Baba”
diyerek Onu görme arzumuzu, Onun yanında kalma isteğimizi, Yüreğinin
atışlarını dinlemeği
arzuladığımızı, yaratılış ve
insanlık için büyük planlarının gerçekleştirmeye
katılmak istediğimizi belirtiriz.
39.
Baba’ya bakarak
ve dua etmeyi öğrenerek, görüyoruz ki O “bizim” Pederimizdir! Onun babacan
sevgisi, içimizde bencillik veya kıskançlık duygularının
oluşmasına izin vermiyor: O, bizim Babamızdır; sevilecek
başka çocukları da olan, sadece bana ait olmayan bir Babadır. O,
babalığını diğerlerine göstermek
için benim hayatımdan da yararlanan bir Babadır. İsa’nın
bize söyletmek istediği dua bir nevi tapınma ve kardeşlik
okuludur. Eğer “Baba” sözcüğünü içimizde sevgi ile söylersek,
başkasının hiç bir zaman göremediğini görebilen, Onunla içten, saygılı, sevgi dolu ve
güvenilir bir bağ kurabilen çocukları oluyoruz. “Göklerdeki
Pederimiz” derken, ilahi yaşamının sırlarını
anlayabilmek için O’na tapmaya devam ediyoruz. “Göklerdesin” demek “saklı
duruyorsun” demek gibi de olsa, ayrıca “her yerdesin” anlamına da
gelmektedir, ya da “sana ulaşamasak da buradasın” ve de “Seni dünyevi
ihtiyaçlarımız için kullanamayız ve emredemeyiz”
anlamındadır. İsa’nın bize öğrettiği duanın
ilk sözleri, bize Allah ile aramızdaki ilişkinin nasıl
olması gerektiğini söylemektedir: Onu tanıyan ve de Onun
kalbinin ve aklının zenginliklerini keşfetmek için daha çok
tanımak isteyen birinin canlı bir ilişkisi gibi
olmalıdır. Dua edeceğimde, bu açıdan yoğunlaşmak
isteyeceğim, Onun hayatının yani sevgisinin bir parçası
olmak isteğiyle, Ona tapmaya devam edeceğim! Baba’ya bu şekilde
yakınlaşmamla, hayatım Ona şan verebilsin diye kendimi Ona
sunma arzum artacaktır. İşte bu, “adın yüceltilsin”
cümlesinin anlamlarından biridir. Allah’ın adını yüceltecek
olan ben değilim, ama ben diliyorum ki Onun babalığı tanınsın
ve anlaşılsın. Adını yücelten kendisidir ve bunu – Peygamber
Hezekel’in bize dediği gibi – halkı aracılığıyla
yapmaktadır. Allah birlik kurarak, arındırarak ve Kutsal Ruh’unu
vererek adını kutsallaştırmaktadır. Bu yüzden ben
Kilise’nin birliğinde kalmam için, insanların hırsları olan
putlardan kurtulmam için ve İsa’nın Havarilere üflediği Kutsal
Ruh’u içimde bulundurmak için kendimi Allah’a adıyorum!
40.
Allah,
arzularını dikkatli bir evlat olarak dinlersem, dualarımı
kabul edecektir. Bu sebepten “hükümdarlığın gelsin” ve “Senin
isteğin olsun” dileğimi söylüyorum. Dünyanın Allah’ın
hükümdarlığı olması için Allah İsa’yı
yolladı ve kendi sevgisinin tamlığının
gerçekleşmesi için İsa’nın haça çıkmasını istedi.
İsa, bize kendi misyonuna katılabilme imkânını da veriyor.
Bu sebepten de dua ederken Babanın hikmetiyle, insanlar arasında
sevgiden gelen düzenin kurulabileceği ve sevginin hüküm süreceği
Hükümdarlığın gelmesini diliyoruz. İsa, bizim de Baba’nın isteğini gerçekleştirmemizi
istiyor. Baba’nın isteği bizler ve tüm dünya için kurtuluştur.
Bu yüzden İsa, kurtuluşu gözönünde tutarak bizim egoist ve
maddiyatçı isteklerimizden çok daha hikmetli ve ileriye dönük olan, Onun
isteğinin gerçekleşmesinin dileğimizi güçlendirmek istiyor.
İsa’nın en önemli duası, kendisinin Zeytinlik Bahçesinde dile
getirdiği duadır: “Baba, benim
değil Senin isteğin gerçekleşsin!”. Bu dua ile İsa
haçını taşımaya hazırlanıyordu. Haç her
şeyden önce acı ve ölüm oldu, ama sonra bu haçtan şan ve
dünyanın kurtuluşu geldi. Biz de daima Baba’nın
arzularını gerçekleştirmek istiyoruz, bu kendi egomuzu öldürmek
anlamına gelse de! Çünkü şundan eminiz ki sonunda Baba bizleri
sevince ve şana götürecektir. Kilisenin bize örnek olarak gösterdiği
azizlerin yaşamlarına baktığımızda birçok kere
haçtan sevince ve şana geçişi görürüz. Biz hacı veya
acıyı sevmeyiz, ama Baba’nın arzusunu severiz, bu bize acı
ve sıkıntı getirse de. İsa bize dua etmeyi öğretirken
her şeyden önce Allah’ın arzularını istemeyi, olma ve
düşünce tarzımızı değiştirmeyi, Baba’ya
doğru tüm gücümüzle ulaşmayı öğretmektedir. Böylece
sonucunda bizde gerçek ve derin bir tövbe gerçekleşir!
41.
Bizi Peder’e
doğru yönelttikten sonra, İsa duamızda kendimizi ve
ihtiyaçlarımızı düşünmemize izin veriyor. Biz her gün
ekmeği, hayat için gerekli olan şeyleri düşünüyoruz ve de çok
sık bunları temin etmekte zorlanıyoruz. İsa, “İsteyiniz
ve size verilecektir”, demişti bir kez öğrencilerine. Kendi
duasında, günlük ekmeğimizi istememizi sağlıyor. Biz
içgüdüsel olarak, bedenimizi doyuran, ihtiyacımız olabilecek her
şeyi düşünüyoruz. İsa bu şeyleri mi düşünüyordu? O, “Babanız
siz istemeden önce ihtiyacınız olabilecek her şeyi biliyor”
dememiş miydi? İsa bize “Günlük ekmeğimizi bugün de bize ver”
dedirtiyor: «bize», «bizim ekmeğimizi». Bu «biz» kimdir?
İsa’nın duasını söyleyenler, Onun etrafında
toplanmış öğrencileridir. Bu yüzden, «biz» Kilise’dir.
Dünyada durmadan İsa’nın şahidi olabilmek için, her zaman
birlik, etkili ve yardımsever olmak için Kilise’nin ihtiyacı olan
ekmek nedir? İmanla istediğimiz günlük ekmeğimiz, birliği
besleyen, karşılıklı sevgi ve barış için güç
veren ekmeğimiz Efkaristiya’dır ve Efkaristiya’dan gelen Kutsal
Ruh’tur. «Biz»’im için ekmek istediğimizde sadece midemizin
açlığını düşünmüyoruz, ama acı çeken
dünyanın sevgi açlığını düşünüyoruz. Bu
açlık Kilise tarafından doyurulabilir, eğer bu gerçekten
İsa’ya bağlı, imanda bütün ve üyeleri arasında birlik olan
bir Kilise ise. Günlük ekmeğimizi
bugün de bize ver! Birliğin artması için de günahların yok
olması ve etkisini kaybetmesi gerekir. Kilise’yi bölen, dengesiz
kılan ve dünyaya umut verme yeteneğini yitirten ve
Kurtarıcıya çekme becerisini kaybettiren, günahlardır. Bu yüzden
duaya, günahlarımızın affını dileyerek devam edelim.
Allah merhamet doludur ve bağışlayıcıdır, ama biz
alçakgönüllü olmazsak bizi affetmesine izin
vermeyiz. İşte bu yüzden, günahkâr olduğumuzu ve O’nun
merhametine ihtiyacımız olduğunu bilelim. Tüm yüreğimizle
O’nun affını istememizin işareti, bizim de denenme
sırasına mağlup olmuş ve bize sevgisiz davranmış
olan kardeşlerimize merhamet göstermemizdir. Kendimizi övmeden ve
alçakgönüllülükle bunu da Baba’ya söyleyelim: kardeşlerimizin
günahları belki bizim onlara yardım etmediğimizin işareti
değil midir? Onların günahları için de biz af diliyoruz.
42.
Baba’dan af
diledikten sonra İsa, bir daha günah işlememek için O’ndan yardım
istememizi arzuluyor. Çünkü bizler zayıf ve dayanıksızız.
Kötünün ve kötü düşüncelerin gücü büyüktür. Havva’nın günaha
teşvik edildiğinde nasıl yenildiğini biliyoruz, aynen çölde
olan halkın, daha sonra büyük krallar olan Davut ve Süleyman’ın da,
hatta şakirtlerin de günaha nasıl yenildiklerini biliyoruz.
Baba’nın bizi işlemekten korumasını istediğimiz
günahlar bizleri O’nun sevgisinden ayırmak isteyen günahlardır.
Aynı zamanda bizleri birbirimizden ayırmak ve Kilisenin
birliğini bozmak isteyen ayartmalardır. Bu sebepten dua ederken
sadece kendimi düşünerek günahtan korunmamı değil, Allah’ın
bütün Ailesini günahtan koruması için yalvarıyorum. Ayartmalar
Allah’tan gelmez, çünkü O, bizim kötülüğümüzü istemez. Bizi “günah
işlemekten koru” derken bizi günaha teşvik edenin O olduğunu ima
etmek istemiyoruz. O bazen sadakatimizi dener veya sevgimizi gösterebilmemiz
için ve Sözüne itaatimizi ispatlamamız için bazı durumlarda
bulunmamıza izin verir. Ama bu durumları ayartmalara, kötülüğü
güzel göstermeye, itaatsizlik ve asiliğe çeviren,
düşmanımızdır. Bunlara
şaşırmamalıyız ve cesaretimizi kaybetmemeliyiz: çünkü
azizlik yolundayız ve bunu mükemmelleştirmek için denenmemiz gerekir.
Varış noktasına doğru yaklaştıkça da
Allah’ın düşmanı ve bizim düşmanımız
arzuladığımız noktaya varmamızı engellemek için
elinden geleni yapacaktır. Bu sebepten hem kendimiz için hem de
kardeşlerimiz için hep uyanık olmalıyız. Eğer Rab bize
bilgelik ve iyiyi kötüden ayırma kapasitesini veriyorsa tüm cemaatimiz ve
bölgemizde yaşayan Kilise için de uyanık olacağız. Birçok
kere Rab, bazı düşüncelerin, davranışların veya
sözlerin ayartma olduğunu herkese göstermek için, birinin sözü veya
örneğinden faydalanmaktadır.
43.
İsa’nın
bize öğrettiği duanın son yakarışı bizi
alçakgönüllü kılmak ve kendimizi tamamıyla Baba’ya emanet etmemiz
içindir. “Kötülükten kurtar!” Bu
yakarış acı dolu, sanki onu öldürmek isteyenin elinde ve tek
başına kurtulamamakta. Şeytanın bizi
yakaladığı doğru: af dilediğimiz günah bunun
kanıtı, hatta ayartmaların üzerimizdeki gücü de
kanıtıdır. Hıristiyanların arasında olan ve
Kiliseye inanırlığını bozmuş olan bölünmeler de
bunun kanıtıdır. Şahsi kişilerin işlediği
günahlar ve tüm halkın birlikte işlediği günahlar, mesela
kürtajın kanunen kabul görmesi ve her çeşit cinsel ilişkinin
kabul gördüğü ortamlar, Pazar günün iş gününe dönüştürülmesi,
hepsi kötülüğün üzerimizdeki etkisini göstermekte. Aziz Petrus’un ilk
mektubunda kullandığı örnekler anlam doludur: “Ayık ve uyanık olun.
Düşmanınız İblis, yutacak birini arayarak kükreyen aslan
gibi dolaşıyor. Dünyanın her yerindeki kardeşlerinizin
aynı acıları çektiğini bilerek imanda sarsılmadan
İblis'e karşı direnin” (5,8-9). Aslan bizi yakaladı,
onun pençelerinden bizi kim kurtarabilir? Baba’ya seslenelim. Sadece O, sevgi
gücü ve İsa’nın bakışı ile kurtarabilir. Onun
kurtarıcı gücü olmasa biz kaybolurduk. Baba’dan bizi kötülükten
kurtarmasını dilerken bizim şikâyetlerimize ve
gözyaşlarımıza bakmadan bizi tehlikeden uzaklaştırmak
için gücünü kullanmasını istiyoruz. Bu duayı yapabilmek için
alçakgönüllü olmalıyız, zayıflığımızın
ve beceriksizliğimizin farkında olmalıyız, aynı
zamanda da kendimize sahte acımayla kandırmamaya kararlı
olmalıyız. Baba’nın
eylemi bir cerrahınkine benzetilebilir, çünkü o da hastasının
yakınmalarına bakmadan ona acı veren şeyi yırtıp
atabilir, bu ona kanama meydana getirse bile. Bizleri kötülükten kurtar, böylece kutsallık yolunda yürüyüşümüze
devam edebileceğiz!
44.
İsa’nın
öğrettiği dua “Kötülükten kurtar” isteği ile sona erer, bu
düşmanımız şeytanın tüm tehditleri ve baştan
çıkarmaları, ayartmaları ve şiddetinden kurtar,
anlamına gelir. Artık kendimizi hür olarak Baba’ya teslim edebiliriz
ve tekrardan şöyle diyebiliriz: “Göklerdeki
Pederimiz…”! Bu duayı on, yirmi, otuz kere de tekrar etsek her
defasında “Peder” diye
seslenişimiz değişik bir tonlamada olur, çünkü her
defasında Onunla evlat ilişkimiz büyüyor, olgunlaşıyor ve
yeni boyutlar kazanıyor! Ona yaklaşırken, İbranilere
Mektup’un yazarının dediği gibi olmuyor: “Sizler, dokunulabilen ve alev alev yanan dağa,
karanlığa, koyu karanlık ve kasırgaya, gürleyen
çağrı borusuna ve Tanrısal sözleri ileten sese
yaklaşmış değilsiniz”. Gerçekten de Allah’tan
korkmuyoruz, çünkü O’nun bize zarar veren hiç bir şeyi arzu
etmediğini biliyoruz. O bizi seviyor, anne gibi şefkatli bir
babadır ve peygamber Hoşea’nın dediği gibi: “Onları insancıl iplerle, sevgi
bağlarıyla kendime çektim; Boyunduruklarını kaldıran
biri oldum, eğilip yiyeceklerini verdim”. Biz devamlı olarak Onun
bakışının altında olduğumuzu biliyoruz. O bizleri
yanında arzuluyor, aynen masaldaki mirasını alıp uzaklara
giden oğlunu bekleyen ve büyük oğlu ile sevincini paylaşmak
isteyen baba gibi. Baba’ya yaklaşarak “sizler
bir bayram şenliği içinde adları göklerde
yazılmış ilk doğanların topluluğuna
yaklaştığınızı” bilirsiniz. Bizim azizliğimiz sevinçli bir azizliktir,
hatırlarsanız bunu aziz Yuhanna Bosko çocuklarına da tavsiye
ederdi. Azizler Filippo Neri ve Sales’li Fransua’da bunu gösterdiler. İmanlının
yaşamında sevinç eksilmemelidir: bu sevinç İsa’nın bizi kurtardığının
bir şahitliğidir, Allah’ın iyiliğini ve
babalığını ciddiye alışımızın
işaretidir, sayesinde de İncil’i başkalarına hoş
göstermek için bir fırsattır. Sevinçli oluşumuz Kutsal Ruh’un
içimizde oluşunun meyvesidir: bu mevcudiyetini beslemeliyiz, aynen bir
bitkiyi besleyip meyve vermesini beklediğimiz gibi. Bütün gün dünyevi
haberleri arıyorsak yoruluruz ve moralimiz bozulur, bunları hemen
Allah’ın merhametine emanet etmiyorsak da bizleri sarsacak, ezeceklerdir.
Günahın işaretlerini ve sonuçlarını taşıyan bu
dünyada yaşamamıza rağmen bakışlarımızı
yükseltmeliyiz ve Baba’nın ve İsa’nın sevgisinin ve
bilgeliğinin işaretleri olan ışığı ve
sevinci dünyaya vermeliyiz. Bunu Kutsal Ruh sayesinde yapabiliriz!
45.
Bizim azizlik yolunda yürüyüşümüz hiç sona ermez.
Düşündüğümüzde de büyük şeyleri düşünmeyip özel
olayları beklememeliyiz, ne de mucizevî sonuçlar ve olağanüstü
durumlar aramalıyız! Allah bizi ufak yarattı ve gücümüze uygun
günler verdi. Bu basit ve birbirine benzer günler içersinde Allah’ın
kutsallığını taşıyoruz! Küçük hareketlerle ve
küçük itaatlerle Baba’nın güzelliğini ve Oğul’un sevgisini
gösteren yaşamımızı inşa ederiz. Büyük azizler bile
tamamıyla Allah’a sunulmuş özel bir yaşamın örneğini,
birbirine benzer ve monoton gibi gözüken günlerde, veriyorlar. Onlar bu günleri
monoton yaşamamışlar, çünkü her anını bir sevgi
sunuşu olarak değerlendirdiler. Bunu herkes yapabilir, ben de! Her
anımızı bir sevgi sunumu yapmak ev işlerini yapan, çocuk bakan,
ofiste çalışan hanıma, arabasını veya kamyonunu kullanan
adama, kalem veya çapayı tutan,
bilgisayar ile veya kahvede çalışan adama da mümkün. Her
anını bir sevgi sunumu yapmak çocuğa, arkadaşlarıyla
gezen gence, yalnızlıkta kendisine ziyaret edeni bekleyen
yaşlıya mümkün, herkese mümkün! Bazı kişiler bu sevgi
eylemlerini tanımlandırmak için onlara “günlük şehitlik”
adını kullanırlar, çünkü Allah sevgisiyle renklendirilmiş
bu küçük dakikalar aracılığıyla Baba’nın ve Rabbimiz
İsa’nın şahitliğini yapabiliyoruz. Kusurlarından
vazgeçmeyen yanımızdaki kişilere bu küçük sevgi eylemleriyle
sabrediyoruz, böylece gökten gelen lütfü dünyaya naklediyoruz!
Arzuladığımız azizlik budur, herkese saklıdır ama
çok kişi için meyve verir!
46.
Uzun haftalar
boyunca azizlik hakkında konuştum, ama pek bir şey
gerçekleştirdiğimi sanmıyorum. Sanki baştan başlamam
gerekiyor: hatta ilk önce bunları kendim gerçekleştirmeye
çalışmalıyım. Rabbin Ruhunun bana ilham verdiği
şeylerden birkaçını gerçekleştirsem, çok daha
fazlasını anlatabilirdim! Ben sizlerden, İsa’yı sevmek ve
annesi Meryem ve tüm azizlerle birlikte Onu yüceltmek isteyen sizlerden örnek
almayı umuyorum. Birbirimize, Rabbe küçük itaat örnekleri, Baba’ya
kendimizi emanet etme, kardeşlerimize ilgi gösterme örnekleri vererek
büyüyebilir, Allah’ın istediği ruhani birliği inşa edebiliriz.
O, bu birliğe tüm insanları çağırmak ister, özellikle de
sevgisini tanımayanları, böylece Onun güzelliğini görüp, Onunla
beslensinler ve yaşamın gerçeğinin O olduğunu
keşfetsinler. Onun birliğine geçici de olsa dâhil olmuş olanlar,
sevgisi ile aydınlanarak İsa’ya varabileceklerdir. İsa
onları kendisine âşık edecek ve sevinçle dolduracaktır!
Onların sevinci de bizimkini arttıracak: zaten biz Rab ile olmaktan
mutluyuz, ama imanımızın ve günlük yorgunluğumuzun
İsa’yı başkalarıyla buluşturmaya yaradığını
gördüğümüzde daha da mutlu oluyoruz. Bazen İsa’yı seven ve Onun
için yaşayan kişilerden yardım almamız faydalı hatta
gereklidir. Birçok aziz ve ruhani babalar-rehberler, aynen Tobit’in oğlu
Tobias’a dediği gibi, bize örnek verecek kişiler
aramalıyız: yeryüzündeki Rabbe doğru yolculuğunda sana
rehberlik edecek “Seninle yolculuk
yapacak güvenilir bir adam bul” (Tb 5,3). Bir kişiden Allah’ın
Sözünü aramak veya yaşamımızdan O’nun ne istediği
anlamamız için yardım istemek bir alçakgönüllülük eylemidir, bundan
sevinç de duyarız: Allah’a itaat etmek için bir kişiyle birlik içinde
olmak bize büyük huzur verir, bazen de zor durumları atlatabilmek için
cesaret ve güç verir.
47.
Tobit’in
Kitabından bir tavsiye daha, hatta bir emir alıyoruz: “Tüm insanlara Allah’ın eylemlerini
tanıtın, ne kadar doğru olduğunu söyleyin ve Ona
şükretmeyi unutmayın!”. Allah’a şükretmek doğru ve
gereklidir. Her iyiliği Ondan alırız, her deneme ve acı
anını azizleşmemiz, insani ve ruhani olarak büyümemiz için bir
yola da çeviren de O’dur. O her tersliği bir lütuf anına çevirir ve
her şeyin terslik olacağına, diğer olaylara
hazırlık ve armağan olmasını sağlar.
Teşekkür hiçbir zaman yüreğimizden ve dudaklarımızdan eksik
olmamalı. Allah’a teşekkür diyelim, insanlara teşekkür diyelim!
Teşekkür bizlerin sevimli olmasını sağlar ve sevecenlik
bizleri Allah’a yaklaştırır. Teşekkür, İsa’nın
daima yüreğinde taşıdığı bir sözdü ve zor anlarda
bunu gösterdi: bunu, aç olan kalabalık önünde, sağır dilsiz
önünde ve arkadaşı Lazar’ın mezarının önünde de gördük
(Yuh. 11,41). Allah’a teşekkür demek O’na şöyle demek gibidir: “Var
olduğuna mutluyum!”. Bir anne de oğlunun ziyaretlerinde ona böyle
demesinden hoşlanır, oğlu ondan sadece para istemek için veya
ona hediye getirmek için gelse, o kadar mutlu olmazdı. Mutlaka Allah da
O’na şöyle dediğimde daha mutlu olur: “Teşekkür, Senden
mutluyum! Var olduğuna mutluyum!” O zaman O da duygulanır ve üzerime
sevincini ve Ruhunu yollar! Allah’ın Ruhu ile beslenmiş olarak
azizliği ile aydınlanmış yolunu takip etmeye devam ederim
ve bu yol dik ve uzun olduğu için yorucu olduğunda yine
şükretmeye devam edeceğim: “Rabbim var olduğun için
teşekkürler! Amin, alleluya!”.