Giriş
Pazar günleri her vaazın başında kısaca “On Emir”den
bahsedip, bu kısa düşünceleri sundum. Tanrı sevgi için
insanı yarattı ve bu on söz ile onun hayatını düzenleyip
yönetmeye devam etmektedir. Bu Tanrı sözleri bilgelik ve lütuftur;
ayrıca bu sözler insanın yüreğindeki huzuru ve toplum
içerisindeki uyumu geliştiren bir armağandır. Bu sözler
unutulduğunda yada uygulanmadığında büyük sorunlar ve tüm
insanlık için yüzyıllar boyunca süren acılar doğar. Bu
yüzden Tanrı’nın bu on sözünü düşünmeye ve onlara önem vermeye
yardım etmeyi arzu etmiştim.
P. Vigilio Covi
“Tanrı
şöyle konuştu:
‘Seni Mısır’dan, köle
olduğun ülkeden çıkaran Tanrın RAB benim.
Benden başka tanrın
olmayacak.
Kendine yukarıda gökyüzünde, aşağıda yeryüzünde ya da yer altındaki sularda yaşayan herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın. Putların önünde eğilmeyecek, onlara tapmayacaksın. Çünkü ben , Tanrın RAB, kıskanç bir Tanrı’yım. Benden nefret edenin babasının işlediği suçun hesabını çocuklarından, üçüncü dördüncü kuşaklardan sorarım. Ama beni seven, buyruklarıma uyan binlerce kuşağa sevgi gösteririm.
Tanrın RAB’bin adını
boş yere ağzına almayacaksın. Çünkü RAB, adını
boş yere ağzına alanları cezasız
bırakmayacaktır.
Şabat Günü’nü kutsal sayarak
anımsa. Altı gün çalışacak, bütün işlerini
yapacaksın. Ama yedinci gün bana, Tanrın RAB’be Şabat Günü
olarak adanmıştır. O gün sen, oğlun, kızın, erkek
ve kadın kölen, hayvanların, aranızdaki yabancılar dahil,
hiçbir iş yapmayacaksınız. Çünkü ben RAB yeri göğü, denizi
ve bütün canlıları altı günde yarattım, yedinci gün
dinlendim. Bu yüzden Şabat Günü’nü kutsadım ve kutsal bir gün olarak
belirledim.
Annene babana saygı göster.
Öyle ki, Tanrın RAB’bin sana vereceği ülkede ömrün uzun olsun.
Adam öldürmeyeceksin.
Zina etmeyeceksin.
Çalmayacaksın.
Komşuna karşı yalan
yere tanıklık etmeyeceksin.
Komşunun evine,
karısına, erkek ve kadın kölesine, öküzüne, eşeğine,
hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin.’” (Çıkış 20,1-17)
1.
Bu kitapçık
aracılığıyla kolay ve kısa bir şekilde On Emri
inceleyeceğiz. Amacım, ya cemaatinizde düzenlenmiş dini
toplantılara katılmanızı, ya da, en azından, Kilisenin
Din ve Ahlak İlkelerini okuyarak, daha derin bilgi alma isteğinizi
uyandırmaktır!
Zengin bir adam İsa’ya koşup,
ebedi hayata kavuşmak için ne yapması gerektiğini
sorduğunda, Rab İsa, cevap vermeden önce, adama ilk olarak: “Tanrı’nın
emirlerini biliyorsun: ‘Adam öldürme, zina etme, hırsızlık
yapma, yalan yere tanıklık etme, kimsenin hakkını yeme,
annene babana saygı göster.“ (Mk 10,19) dedi. Olumlu cevap aldıktan sonra, İsa büyük ve
özel bir sevgiyle ona bakıp, aslında hepimizin bildiği teklifi
yaptı. Her şeyden önce Rab İsa, o adama, herkesin ve tüm
halkın yaşamını düzenleyen hikmetli Emirleri
hatırlattı. Bu Emirler, önemlidir ve bizi İsa’nın daha
derine inen sözlerini kabul edebilmeye hazırlarlar. Rab İsa bir kişiyi
ancak ve ancak, onun Tanrı’nın bu emirlerine itaat etme isteğini
yokladıktan sonra, ardından çağırır! Bu yüzden On emri
yerine getirmek, İncil’i kabul etmek için gereken
hazırlıktır. Gerçekten de, herkesi günahlarını itiraf
etmeye davet eden Vaftizci Yahya’ya itaat edenler, Mesih İsa’yı daha
kolayca kabul ettiler!
2.
Kolayca
düşünüyoruz ki, kendimizi tam doğru sayabilmek ve
vicdanımızın rahat olabilmesi için sevgi ile ilgili iki emri,
yani “Tanrın Rab’bi bütün
yüreğinle, bütün canınla ve bütün gücünle sev” ve
“Komşunu kendin kadar sev” emirlerini
yerine getirmek yeterlidir. Gerçekten de bunları yaşayan,
Tanrı’nın Hükümdarlığına yakındır! İsa
kendisi de, şunu söylemiştir: “Kutsal
Yasa'nın tümü ve peygamberlerin sözleri bu iki buyruğa dayanır”.
Ama Tanrı’yı ve komşuyu sevmek ne demektir? Onları
gerçekten seviyor muyuz? Bazen severken Tanrı’dan veya
kardeşlerimizden karşılık beklemiyor muyuz?
Yaşamımızdaki bazı konularda kendi istediğimize göre
davranmakta haklı olduğumuza o kadar emin oluyoruz ki öyle de
davranıyoruz, ama bunun, Tanrı’nın arzusu olup
olmadığını düşünüyor muyuz? Kişisel
yaşamımızın, aile ve sosyal yaşamımızın
her çeşit ilişkilerini ve durumlarını Tanrı’ya ve
kardeşlere olan sevgi ile yaşayabilmek için, bize yaşamın
en önemli yönlerini hatırlatan bir liste elbette faydalıdır.
İşte “On Emir”: Tanrı’nın ışığıyla
yaşamımızın değişik yönlerini aydınlatmak
için bir listedir. Onlar Tanrı’nın parmağı tarafından
bir taş levha üzerine yazıldılar; bu somut ifade, hiç kimse
tarafından silinemeyen bu on sözün büyüklüğünü ve önemini
belirtmektedir. Bu emirler Kutsal Kitabın birçok yerinde
karşımıza çıkarlar, ama özellikle Çıkış
Kitabında İsrail Oğullarının çölden geçişi anlatılırken
detaylı olarak aktarılmaktadır. Orada halk putları terk
etmeye ve Tanrı’sına âşık olmaya
hazırlanmalıydı. Putlar insanın, Tanrı hakkında,
kendi aklında yarattığı ve kendi yüreğini
bağladığı imajlar olabilirler: sürekli olarak egoist içgüdülerimiz
tarafından ayartılıyoruz, bu yüzden her zaman istediğimizi
yapmamıza izin verecek bir ‘tanrı-putu’ kolayca imgelemeye ve ona
kalbimizi vermeye hazırız. Bu tehlikeye karşı işte “On
Emir” (Çıkış 20, 1-17) önümüzdedir! Bunlar bizi aldatan
akıl yürütmelerimiz ve hayallerimizden bizi koruyan, hatta başka
halkları kıskandıran (Yasanın Tekrarı 4,8) hikmetli
bir öğretinin özüdür. On Emir, bize Tanrı’yı ve kardeşleri
sevmeyi öğreten ve yardım eden on konudur!
3.
On Emir, Eski
Ahitten geldiği şekilde, harfi harfine uygulanırsa,
egoizmimizden etkilenmiş şahsi fikirlere ve yorumlara fırsat
verebilir. İsa bunun farkına vardı, bu yüzden öğretiminin
bir kısmını bu hataları düzeltmeye ve On Emri gökten
üzerine inmiş olan Kutsal Ruh’un ışığında
tanıtmaya adadı. Matta İncil’inde okuduğumuz dağdaki
vaazında İsa yedi kere şöyle demiştir: “Ama ben size diyorum ki…” (Mt 5,20…) O sayfalarda “On Emri” teker
teker ele alarak İsa, onları harfi harfine değil, tersine ilk
basamak olarak almak gerektiğini bize gösterdi; yani Peder’in bize
bağışladığı sevgiyi geliştirmek için, ilk
basamakmış gibi, onlardan başlamamız gerekmektedir.
İsa, Peder’e itaatin, içimizde bir zorlama duygusu
yaratmadığını, aklımız ve yüreğimizle en
güzel ve en derin enerjilerimizi geliştirmemize yardım ettiğini
öğretmektedir. On Emri okurken bunların gerçek
açıklayıcısının İsa olduğunu ve sadece O’nun
Ruh’u ışığında onları anlayabileceğimizi ve
yaşayabileceğimizi unutmamalıyız. Bu emirler kaprisli bir
Tanrı’nın verdiği ve kendini bize zoraki kabul ettirmek isteyen
bir Tanrı’nın soğuk kuralları değildir. Onlar bizi
mutsuzluğa götüren ve diğer oğullarını acı
çektiren yollara koyulmamızı istemeyen sevgi dolu Babanın
sözleridir.
4.
Musa dua etmek
için, sessizlikte Tanrı'yla karşılaşmak için, dağa
çıktı. Orada halkın yaşamını yönetecek
kuralları aldı. O ana kadar halk sadece, her insanın
yüreğinde yazılmış yasayı izleyebiliyordu.
Yüreğin yasası, birçok noktada Tanrı'nın, taş
levhaları üzerinde yazdığı yasayla uyuşur. O zaman
neden Tanrı yazılmış bu yasayı verdi? Gerekiyor muydu?
Evet, gerekiyordu, çünkü yüreğimizin ve vicdanımızın
'söylediklerine' kolayca önem vermiyoruz, ya da onları yanlış
bir şekilde anlıyoruz. Vicdanımızı susturmak da çok
kolaydır. Çünkü bencilliğimizin önünde vicdanımız
zayıf kalır. Vicdanın sesini doğrulayan, dışardan
gelen bir söz büyük bir yardımdır, bir destektir. Ayrıca tüm
insanlar vicdanın sesini aynı zamanda ve aynı şekilde
sezmezler. Bu yüzden bir halk için, resmen ilan edilmiş bir yasa
gereklidir: bu şekilde halkın her üyesinin yaşamı
yöneltilmiş olur ve bütün üyeler birlik içerisinde buna itaat
ederler . On Emir'in her şey olmadığını da
tekrar hatırlatalım: Emirlere itaat etmek insana yetmez. Onlara itaat
edenlerin yaşamlarında hala bir boşluk kalabilir. İsa'ya
koşan zengin adam da, bu boşluğu hissediyordu. Emirleri
yaşamak sadece bir hazırlıktır: Rab ile
karşılaşmaya bir hazırlıktır. Kuşkusuz Rab,
Zakay ile ve sonra da tarihte birçokları ile olduğu gibi, emirleri
yerine getirmeyenlerle de karşılaşabilir. Fakat bilinçli olarak
Rab İsa'yla karşılaşmak isteyen, O'nun gösterdiği yol
dışında O'nunla karşılaşmaya
çalışmamalıdır. Böyle davranırsa, Tanrı'yı
sınamış olur ve kendi gururu İsa'nın
yaklaşmasına engel olur. Kral Hirodes aynı şekilde
davrandı: İsa'yı görmek istiyordu, fakat bunu, çok iyi
bildiği ama küçümsediği emirlere uymadan, yapmak istiyordu.
5.
On Emir’in sıralanması bir
giriş cümlesiyle başlar. “Seni Mısır’dan, köle olduğun
ülkeden çıkaran Tanrın RAB benim”. Genelde biz bu cümlenin
ilk bölümünü söylüyoruz ve bu yeterli olabiliyor. Tanrı “emirlerini”, daha
doğrusu, kullanılmış İbranice kelimesine göre,
“hikmetli sözlerini” vermeden önce kendini tanıtmaktadır. O
Tanrı’dır, sevgisini daha önce tecrübe ettiğimiz
Tanrı’dır. O, halkı kölelikten kurtararak onlara en büyük
armağanı yaptı, onlara özgürlüğü verdi. O halde
Tanrı’nın arzusu ve isteği de bu yöndedir. Halkın özgürlük
yolunda ilerleyebilmesi için ve daha derin bir sevince ulaşabilmesi için
onlara hikmetli tavsiyelerini vermektedir. O halde emirler gerçek bir
Tanrı’dan gelmektedir, bizi seven bir Tanrı’dan; O, firavun gibi
kendi kazançlarını düşünerek emir veren bazıları gibi
değildir. Ben senin
Tanrınım: “Ben
seninle ilgileniyorum, seni seviyorum ve gerçek iyiliğini istiyorum. Kendi
kazancım yok, tek istediğim senin iyiliğin ve senin
yaşamının doluluğuna ulaşmandır. Ben sana
özgürlüğü verdim ve asla seni hiçbir şekilde zorlamak istemem,
fakat aynı zamanda
aldatılmaman ve Mısır köleliğinden daha kötü köleliklere
düşmemen için sana kurallar veriyorum. Duyacağın bu On Söz,
Benden, sevgimden ve hikmetimden gelmektedir; Onları değersiz görme,
yok sayma, saklama, tersine onları daima yaşa, hem hiç kimsenin seni
görmediği zamanlarda, hem de sosyal yaşamda sorumluluk
taşıdığın zamanlarda, kısacası her durumda
onları yaşa... Öğretilerime olan itaatin sayesinde sosyal
yaşam mutlaka zenginleşecek ve düzelecektir”.
I.
BENDEN BAŞKA TANRIN OLMAYACAKTIR
6.
İlk emre bakalım: “Benden
başka Tanrın olmayacaktır!” Bu emir ilk emirdir, hem
sıra ile söylendiğinde ilktir, hem de önem sırasında
ilktir, diğer emirleri çeken bir zincirin ilk halkası gibidir.
Gerçekten de diğer tüm emirler güçlerini bu ilkinden alırlar. Acaba
başka bir Tanrı olmasına imkan var mıdır? Eğer
Tanrı her şeyin yaratıcısı ise başka
tanrıların olmasına imkan yoktur. Ama biz Hıristiyanların
tanıdığı Tanrı ile Müslümanların bildiği
Tanrı ve Afrika kabilelerinin korktuğu tanrıları
arasında ne büyük farklar var! O kadar ki, biz şöyle söylemek
mecburiyetinde kalıyoruz: “Sizin Tanrınız bizimki
değildir.” Yani anlatmak istediğimiz şudur: Sizin
Tanrıyı tanıdığınız şekil bizimkine
uymuyor. O zaman şu sonuca varıyoruz: insanlar farklı
tanrılara tapıyorlar. Ancak şunu düşünelim: “Tanrı ne
demektir?” Bu terim ile sağlık, yaşam,
rüyalarımızın gerçekleşmesi için ümit, mutluluk ve tüm
durumlarda başarı, güven veren ve gelecek için bize emniyet verebilen
bir şeyi yada birini düşünürüz. Bunlar için birçok “ilah”
olduğunu söyleyebiliriz. Bazen biz de, tüm güvenimizi ve umudumuzu bir
şeye sahip olmaya veya bir hedefe ulaşmaya bağlarız.
Gerçekten diyebiliriz ki, birileri için para, moda, güzellik, futbol, ev,
araba, iş,eğlence yerleri, v.s. şeyler onun ilahı,
tanrısı olabilir. “Benden
başka Tanrın olmayacaktır!”; aklımızda bu cümle sabit kalmalıdır ve Kutsal
Yazıların şu yazısından da güç alabiliriz: “Ey
dünyanın dört bucağındakiler, Bana dönün, kurtulursunuz. Çünkü
Tanrı benim, başkası yok” (Yeş 45,22).
7.
Benden
başka Tanrın olmayacaktır! Burada konuşan Tanrı kimdir? Bunu
ekleyebilendir: “Seni Mısır ülkesinden çıkarttım!”.
Halkı ve halkının hürriyeti ile ilgilenendir, kurtuluş
sözünü tutan ve dolayısıyla tavsiyeler verebilendir; bizi
kandırmayacak ve hayal kırıklığına
uğratmayacak olandır; emirlerinde art niyetler
olmadığına emin olduğumuz Tek O’dur. "Tanrı benim, gün gün olalı Ben O'yum” (Yeş
43,12-13). İsa’nın gelişinden sonra yaşayan ve
Tanrı’yı İsa’nın yaşamı
aracılığıyla tanıyan bizler, O’nun, bizim
ihtiyacımız olanı bilen, başımızdaki bütün
saçları sayan, dürüst olanların ve haksız olanların üzerine
güneşi doğuran ve yağmuru yağdıran, hatta yararımıza
acı çekmesi için Oğlunu yollayan bir Tanrı olduğunu
biliyoruz. Benden başka Tanrın
olmayacaktır! Biz başkasına
sığınmayacağız, hayallerimize güvenmeyeceğiz,
para, başarı, modalar, eğlencelerin yaşamımıza
yön vermelerine izin vermeyeceğiz. Bunları Tanrı bize yasaklıyor,
çünkü O bizi seviyor ve O’nun dışında mutluluğu ararsak
hayal kırıklığına
uğrayacağımızı ve acı çekeceğimizi biliyor.
Peder’in sevgisini seçeceğimiz başka şeylerle
değiştiremeyiz; O eşsizdir! Gerçek Tanrı’ya iman sorumluluk
ister, bu bazen zor olabilir. Egoizm ise kolay yoldur, ama bize sevmenin ve
sevilmenin tatminini veremez!
8.
Benden başka
Tanrın olmayacaktır! Bu cümle Yahudi başkanların
Pilatus’a dediği: “Sezar’dan
başka kralımız yoktur” cümlesini hatırlatır. Bu
şekilde onlar İsrail’in Tanrı’sına karşı
geldiler, İsa’yı inkâr ettiler ve Romalı valiye şantaj
yaptılar. Göksel Baba’ya güveneceğimize, insanlara, hatta
eşyalara ve hayvanlara güvendiğimizde
yarattığımız ilk sonuç yaşamımızdan
İsa’yı yok etmektir ve başta ailemiz olmak üzere etrafı da
yaralamış oluruz. Güvenimizi sadece Baba’ya vermeliyiz! Maalesef
Tanrı, Baba olarak görülmediği zamanlarda yanlış başka
şeylere başvururuz; o zaman sihirbazlara, büyücülere, medyumlara,
fallara, nazarlıklara, şans getiren şeylere, geleceğe
bakanlara, hatta ölülerin ruhlarını çağırmaya güvenilir.
Merakla geleceklerini önceden bilmek veya yaşamları ile ilgili önemli
karar almak için el falı baktıranlar, kahve veya başka türlü fal
baktıranlar Tanrı ile güven ilişkisini kesmiş olurlar, bu
yüzden büyük günah işlerler. Sevgi bağları kurmak için veya
düşmanlarını yok etmek için şeytanı ödemek gibi
yollara başvuranlar çok büyük günah işlerler! Büyücülük yapanlar ise,
şeytandan yardım almasalar da, başkalarının
cahilliğinden para kazanmak için faydalandıklarından onlar da
Tanrı’ya ve kardeşlerine karşı büyük günah
işlemektedirler. Kutsal Kitapta şöyle yazılıdır: “Aranızda oğlunu ya da
kızını ateşte kurban eden, falcı, büyücü,
muskacı, medyum, ruh çağıran ya da ölülerin ruhlarına
danışan kimse olmasın. Çünkü RAB bunları yapanlardan
tiksinir.” (Yasa’nın Tekrarı Kitabı 18,10-12).
9.
Benden başka Tanrın olmayacak! Birçoğumuz için bilinmeyen, ancak acı ve
ıstıraplar yaratan bir konu üzerine dikkatinizi çektim. Baba olan
Tanrı’ya iman yetersizliğinden batıl inançlara ve falcılara
danışmaya ihtiyaç duyma konusuydu. Birçok kere televizyonlarda ve
medyada falcıların veya medyumların, muskalarla, uğurlarla,
aslında gerçeklikleri ispatlanamayan sihirli yollarla mutluluk,
şans, para, sıhhat vaat ettiklerini görüyorsunuz. Tanrı,
evlatlarının bu gizli dünyaya yaklaşmalarını niçin
istememektedir? Çünkü O bizi sevmektedir ve bizim de bilmemiz gerektiği
gibi, bütün bunlar aldatmacadır, sadece insanların aldatmacası
değil, Şeytan’ın da aldatmacasıdır! Şeytan
kendine çekmek için, refah ve iyilik sözleri verir ve başlangıçta
kısa bir süre için onları yerine getirir, fakat sonra insanların
huzurlarını kaçırır, hatta içlerine
kötüyü arzulama ve gerçekleştirme isteği yaratır. Bu
şeylere ilgi duyanlar ve bunları hemen ret etmeyenler, kötü
niyetli hatta satanist gruplar tarafından kapana
kıstırılabilirler. Bu grupların amacı imanı ve
birliği yok etmektir. Bu yüzden çektiği kişilerin, hem
aileleriyle hem de Hıristiyan cemaatiyle, tüm bağlarını
koparmaya çalışırlar. Bazı yetişkinlerin
grupları; gençleri giz ve büyüğe duydukları ilgi ile kendilerine
çekerler, bu gençlerin ailelerine isyan etmelerini sağlarlar, sonra da
sığınacak kimseleri kalmayınca, onlara şantaj yaparak
kötü işler yapmaya zorlarlar. Böylece ister istemez yavaş
yavaş satanist grupların üyeleri olurlar. Gizli şeylere olan bu
kötü ilgi bazen alternatif tıp veya jimnastikten başlamaktadır:
kabahat tıp veya jimnastik değil, onlara bağlı ve ruhumuz
için zararlı bazı şeyleri ayırt etmeye
hazırlıksızlığımız ve dikkatsizliğimizdir.
Bunun için İlk Emri yerine getirmeye kararlı olmalıyız. Rabbi tüm
kalbimizle sevmeliyiz, O’nun arzularını anlayabilmek için
yardımcıları aramalıyız; bu şekilde başka
insanlar için de, O’nun sevgisinin araçları olabiliriz.
10.
Pek çok kez kendi kendime sorarım,
bir Hıristiyan ilk emre uymak için ne yapabilir? Tanrı’nın,
benim Tanrı’m ve babam olduğunu, yaşamımın ve
sevincimin kaynağı olduğunu, beni her kötülükten kurtarıp,
kendisiyle ve diğer insanlarla birlik içinde yaşamamı isteyen
olduğunu biliyorum. Bunu daima hatırlamak ayrıca günümü ve
eylemlerimi buna uygun olarak programlamak istiyorum. O’nunla dua ederek
ilişkimi canlı tutmaya çalışıyorum. İlk duam
daima şükran duası olacak. O’na, İsa
aracılığıyla bana sevgisini gösterdiği ve
düşüncelerini aktardığı için teşekkür edeceğim.
O’na şükrettikten sonra, yarattığı her şey için O’nu
öveceğim, çiçekler ve dağlar için, ama özellikle günahtan bizi
kurtardığı için O’nu öveceğim. Kalbimde af dileme arzusunu
da daima canlı tutacağım, çünkü ben de dünyanın
günahına katılıyorum, küçük ve büyük günahlarımla,
yaratılışı ve Tanrı’nın bendeki görüntüsünü
bozdum. O’nun yardımını her an diliyorum: O’nun Ruhu olmadan
hiçbir şey gerçekten iyi olamaz, gücü olmadan hiçbir şey verimli bir
birliğe yol açmayacaktır, O’nun ışığı
olmadan hikmet olmayacaktır! Zorluklarda O’nun yardımını
güvenle diliyorum; güvenle çünkü gerçekten neye ihtiyacımın
olduğunu benden iyi bildiğine eminim: O Babamdır ve beni sever.
Kendimi O’na emanet ediyorum ve O’ndan öğrenmek istiyorum, O’nun merhamet
ve sadakat, karşılık beklemeyen sevgi niteliklerinin bende de
olmasını istiyorum, O’nu görmek ve özellikle dinlemek istiyorum,
bunun için insanlara emanet ettiği “Sözü” arıyorum, sevgili Oğlu
İsa’yı arıyorum! Bütün bunların, düşüncelerimin temeli
olmasını ve her konuşmamdan gözükmesini istiyorum! Sadece
sabahları beş dakika ve akşamları on dakika
ayırmanın, Baba ile ilişkimi güçlendirmek için yeterli
olmadığını biliyorum, ama bu azıcık zamanı
ayırmaktan da kaçınmayacağım. Eğer sabah ve akşam
duasını aksatırsam, kısa bir müddet sonra beni çevreleyen
dünyanın yüzeysel düşünce tarzının beni etkileyeceğini
biliyorum! Baba’yı dinlemek ve övmek, O’na şükretmek, meditasyon
yapmak için zaman ayırdığımda hürriyetim ve huzurum
artmaktadır!
11.
İlk emri düşününce çok
sık rastlanan bir düşünce tarzına değinmem gerekiyor.
Kolaylıkla şöyle düşünüyoruz: “Tanrı elbette acı
çekmemi istemiyor! Tanrı elbette mutluluğumu istiyor! Tanrı bizi
acı çekelim diye yaratmadı!”. Bu cümlelerin doğruluğu
Kutsal Kitapta ve bizim Tanrı’yı doğru tanımamızda
tasdik bulabilir. Nitekim Tanrı’nın, mutluluğumuzu istediği
doğrudur, acı ise Tanrı’nın isteğinden değil,
şeytanın kıskançlığı yüzünden dünyaya girdi. Ama
sakın, Tanrı’nın davranma şeklini unutmayalım. O, ilk
emrin girişinde şöyle demiştir: ‘Seni Mısır’dan,
köle olduğun ülkeden çıkaran Tanrın RAB benim”. Gerçekten O, halkını Mısır ülkesinin
esaretinden ve oradaki büyük acılardan kurtardı, fakat onu “süt ve bal akan diyara” ulaştırmadan
önce, halkını korkunç çöl deneyiminden geçirtti. Halk çölde iken
elindeki her şeyi bırakmak zorunda kaldı; onun, özellikle
hayallerden, kibir ve isyandan arınması gerekiyordu. Bu arınma
da, fedakârlıklar ve zorluklar aracılığıyla
gerçekleşti. Tanrı mutluluğumuzu istiyor ve bizi buna
hazırlıyor, ancak hazırlanış devresi de acıdan
geçmeyi gerektiriyor! Aynı şekilde O, İsa’nın
acılarından ve ölümünden sonra, dirilişini hazırladı.
Daha önce dediğimiz gibi, günlük yaşamımıza girmiş
olan bazı cümleler haçı ret etmemizi doğrulamak için
kullanılmaktadırlar. Bazen evli çiftler de, fedakarlıklardan
kaçıp zor anları ret etmeyi, hatta boşanma ve sadakatsizlerini
bu cümlelerle doğrulamaya çalışırlar. Tanrı ise
acı çekmemize, kendi günahlarımızın ve sevdiğimiz
kişilerin günahlarının yükünü taşımamıza izin
verebilir. Ancak sabırdan ve sadık sevgiden sonra, acı çekmeyi
ve affetmeyi bilen sevgiden sonra, en güzel, temiz, kutsal ve
dayanıklı mutluluk gelir.
12.
İlk emir şu sözlerle devam
etmektedir: "Kendine yukarıda
gökyüzünde, aşağıda yeryüzünde ya da yeraltındaki sularda
yaşayan herhangi bir canlıya benzer put yapmayacaksın. Putların önünde eğilmeyecek,
onlara tapmayacaksın. Çünkü ben, Tanrın RAB, kıskanç bir
Tanrı'yım” (Çıkış 20,4-5). Bu yasaktan dolayı
Museviler, Müslümanlar ve Yehova Şahitleri resimleri tamamen yasak
sayarlar. Ancak biz şuna dikkat etmeliyiz: resimler, puta
dönüşmemeleri için, yani Tanrı’nın yerine konulmamaları
için yasaklanmıştı. Çünkü Tanrı’nın yerine
konulurlarsa, insan Tanrı’nın arzusunu yerine getirmez ve gerçek
hayattan mahrum olur. Fakat yapılan resimler puta dönüştürülmüyorsa,
yapılmaları yasak değildir. Ayrıca Tanrı’nın Oğlu
beden alınca, O’nda Tanrı görüldü, tutulur oldu ve işitildi! Biz
biliyoruz ki, İsa’da Baba’nın gerçek görüntüsünü, “görünmez Tanrı’nın görüntüsü”nü
görmüş oluruz (Kol 1,15)! İsa’nın insanlığı
görülebildi, bunun için de İsa’nın yaşamının belirli
anlarını gösteren ve birbirimizi sevme emrine yönelten bazı
resimler, elbette bu yasaklara girmez. Tehlikeli olan imajlar, resimler
değil, Tanrı’nın niteliklerini bozan fikirlerdir. Bunlar
egoizmimize göre düşüncelerimizle ve zevklerimizle kafamızda
“resmettiğimiz” yanlış imajlardır. Zaten
Tanrı’nın, İsa aracılığıyla kendisini
tanıtmasını kabul etmeyen herkes, Yehova Şahitleri olsun,
Müslüman olsun, Budist olsun, herhangi başka bir dine ait olursa olsun,
göz önünde Tanrı’nın, gerçeğe uymayan bu yanlış
imajlarını tutar.
O halde Tanrı’nın bu emrini,
şöyle algılamalıyız: Tanrı’nın sana verdiği
görüntüsünü kabul et, O’nu kendisini tanıttığı gibi
tanı, O'nun istediği gibi O’na tap ve arzularını
gerçekleştir ve O’nu, yolladığı Oğlu İsa’nın
sesi aracılığıyla dinle! Bu emre uymak için de,
devamlı olarak Tanrı’nın Sözünü dinlemek gerekir, öyle ki
çehresi, kalbinin bizim için duyduğu derin arzuları,
yaşamımızın temeli olsunlar ve bizi çevreleyen dünyayı
herkes için bir bayrama çevirsinler!
II.
TANRI’NIN RAB'BİN ADINI BOŞ YERE AĞZINA ALMAYACAKSIN
13.
Kutsal Kitapta ikinci emir şöyle
der: "Tanrın Rab’bin
adını boş yere ağzına almayacaksın. Çünkü Rab,
adını boş yere ağzına alanları cezasız
bırakmayacaktır” (Çıkış 20,7). Bu söz
Tanrı’nın adıyla ilgilidir. Ad nedir? Bir kişiyi başkalarının
arasından ayırmamızı ve tanımamızı
sağlayan terimdir. Tanrı’mızı, insanların
taptığı diğer sayısız tanrılardan
ayırmak için kullandığımız söz hangisidir?
İsa’dan önce “İbrahim’in,
İshak’ın ve Yakup’un Tanrısı” denirdi, İsa’dan
sonra ise, “Rabbimiz İsa Mesih’in
Tanrısı ve Babası” diye çağrılır. Biz
Tanrı’yı daima insan isimleri aracılığıyla,
dünyada yaşamış somut kişilerin isimleri
aracılığıyla belirtiriz, böylece boş hayaller
arkasında koşmayız. Tanrı bir fikir değildir,
tanınabilen biridir! İbrahim O’na iman etti ve O’na itaat etti, bunun
için de yaşamı Tanrı tarafından ve Tanrı’nın ona
yönelttiği Söz tarafından şekillendirildi. İsa bize, aynen
kendisinin de dua ederken veya halkı eğitirken yaptığı
gibi, Tanrı’ya “Peder”, yani “Baba” diye hitap etmeyi öğretti. O’nun
ismini boş yere ağza almak ne demektir? “Boşuna”,
bir hiç yerine söylemektir. Hiç, var olmayandır. Kutsal
Kitaba göre de var olmayanlar, putlardır! O halde Tanrı’ya bir
putmuş gibi davranmayacaksın! Yani O’nu, önemsiz bir şey gibi, yaşamının
bir kenarına koymayacaksın, O’nun, senin iyi ve kötü her
istediğini yapmana izin vereceğini düşünmeyeceksin!
14.
İsmi telaffuz etmek, birinin
mevcudiyetini istemektir, birini çağırmaktır. Peder’in
mevcudiyetini istemek, bizi yaratanın mevcudiyetini istemektir. O’nun
mevcudiyeti Oğlunu kurban olarak verecek kadar bizi sevenin, O’nun
şanını paylaşmamızı isteyenin mevcudiyetidir!
Sadece “Peder” adı değil, O’nun tüm niteliklerini belirten
sözler, İsa’nın adı ve unvanları ve azizlerinkiler sevgi ve
saygıyla kullanılmalıdırlar. Bunları boş,
gereksiz, değersiz, yersiz konuşmalarda, yalan ve boş
şahitlikler için, kibir ve kendini beğenmişliği desteklemek
için veya kendini övmek için kullanmak, şakalar veya fıkralarda
kullanmak gerçekten hakaret ve saygısızlıktır. Daha kötüsü,
küfürdür; küfür etmenin, yani Tanrı’ya ve armağanlarına
karşı hakaretli konuşmanın öldürücü günah olduğunu
söylemeye gerek yoktur: bunu yapmak Tanrı’nın ve insanların
düşmanı Şeytanın sesine uymaktır, sesini
duyurmaktır! Küfür etmek öyle büyük bir günahtır ki, hiç bir dinde
insanların bunu yapabileceği düşünülemiyor: ama maalesef bu
günah, Hırıstiyanlar arasında yaygın oldu, çünkü onlar,
Tanrı’nın incinmeyip öç almadığını, O’nun
merhametli ve iyi olduğunu bilerek, O’ndan korkmuyorlar. Gerçekten bu,
büyük bir ayıptır! Elbette Tanrı incinmiyor, çünkü O’na hiçbir
küfür dokunamaz, hatta O, küfür eden insanlara acır, çünkü artık
onlar bütünüyle Şeytan’a bağlı olup, onun emrindedirler.
Kutsal Kitap’ta ve İncil’de
küfürden bahsedilince daha çok Tanrı’ya Şeytanın işlerini
veya Şeytan’a Tanrı’nın işlerini yüklemektir. Bu yüzden
insanların işlediği kötülüklerin suçunu Tanrı’nın
üstüne atmaktan sakınalım! Bunun için İsa, kendisini
Şeytanın işlerini yapmakla suçlayanların ve insanı
mahvetmek için geldiğini söyleyenlerin af edilmeyeceğini
söylemektedir. Nitekim tek Kurtarıcıyı seni mahvetmekle
suçlarsan, kurtuluşu istemek için kime yöneleceksin?
15.
Biz ikinci emre, Babamız olan
Tanrı'mızı övmeye ve yüceltmeye bir davet olarak,
bakıyoruz! O'nu seviyoruz, bu yüzden O'nunla seve seve konuşuyoruz ve
fırsatımız olunca seve seve O'ndan konuşuyoruz. Herkese
O'nun iyiliğini ve merhametini, Sözü'nün gerçeğini ve sadakatini
tanıtmayı arzu ediyoruz! O’nun sevmekte ve affetmekte yeteneksiz, ya
da bilgisiz ve tedbirsizmiş gibi, O'na ne yapması gerektiğini
öğretmiyoruz, hatta bunu düşünemiyoruz bile. Tersine her iyi ve güzel
olay için O'na şükrediyoruz, aynı zamanda da O'na güvenerek bize
acı vereni de kabul ediyoruz ve O'ndan gelen yardımı bekliyoruz.
Mezmurlar Rabbi övmek için ve her olayda O'nun kurtaran, arındıran,
yenileyen, düzelten, teselli eden, olgunlaştıran müdahalesini görmek
için bize büyük yardımcı oluyorlar! O'nun hakkında konuşmak
için en güzel ifadeleri arayalım, fakat Onunkilerden daha güzel sözler
bulabilir miyiz? Bunun için övgü ve şükranlarımızı ifade
etmek için, Kutsal Yazıların bize
bağışladığı sözleri kullanalım! "Rabbe
övgüler sunun! Ne güzel, ne hoş Tanrı'mızı ilahilerle
övmek! O'na övgü yaraşır" (Mez 147). Azizlerden ve özellikle Meryem Ana'dan örnek alabiliriz:
"Canım Rabbi yüceltir ve ruhum Kurtarıcım Tanrı'da
kıvanç bulur. Güçlü Tanrı benim için yüce işler yaptı.
O'nun adı kutsaldır"! Eğer Kilise'nin
hazırladığı Övgü Duasını kullanarak dua edersek,
her gün, Rabbin Sözü olan Mezmurlarla dua etmiş oluruz; bu şekilde
Rabbi överken, gitgide O'nu daha çok tanıyacağız ve ruhsal
yaşamımız da olgunlaşacaktır!
III.
TANRI’NIN GÜNLERİNİ KUTSAL SAYARAK KUTLA
16.
"Şabat Günü'nü kutsal sayarak
anımsa. Altı gün çalışacak, bütün işlerini
yapacaksın. Ama yedinci gün bana, Tanrın Rabbe Şabat Günü olarak
adanmıştır. O gün sen, oğlun, kızın, erkek ve
kadın kölen, hayvanların, aranızdaki yabancılar dahil,
hiçbir iş yapmayacaksın. Çünkü ben, RAB, yeri göğü, denizi ve
bütün canlıları altı günde yarattım, yedinci gün dinlendim.
Bu yüzden Şabat Günü'nü kutsadım ve kutsal bir gün olarak
belirledim." (Çıkış
20,8-11). Bu üçüncü emirdir. Kutsal Kitap’ta birçok ayrıntı ile
anlatılır, Kilisenin Öğretisinde ise daha kolayca
ezberlenmesi için böyle özetlendi: Tanrı’nın günlerini kutsal sayarak
kutla! İsrail halkının bu emre itaat etmesi çok önemli oldu:
yaşadığı ağır zorluklar ve sayısız
ayartmalara rağmen, yüz yıllar boyunca bu itaat halkı koruyup, yok
olmamasını sağladı. Şabat Günü'nü kutlama emri bir
peygamberlikti: nitekim Şabat Günü ümitle dolu bir gündü, Mesih'in
gelişini ve kurtuluşunu beklemekti! Biz Mesih'i, Şabat Gününden
sonraki günde, yani O’nun ölülerden dirildiği günde, İsa'da
tanıyıp, kabul ettik. Bu yüzden Şabat gününün peygamberliği
artık gerçekleşti. Şimdi bizim için Şabat günü 'Rabbin
Günü'ne, yani Pazar gününe hazırlıktır. Rabbin Günü'nü, sadece
kazanç kaynağı olan işlerinden ve dolayısıyla dünyevi
kaygılardan uzak kalarak değil de, daha çok İsa'nın ölümünü
ve dirilişini anımsayarak kutluyoruz! Ayrıca bu günde
ailelerimizde ve Hıristiyan cemaatlerimizde Rabbin en büyük
öğretişini, yani karşılıklı sevgiyi daha derin
bir şekilde yaşamak istiyoruz.
17.
Tanrı’nın
günlerini kutsal sayarak kutla! İmanın her ifadesine anlam veren,
İsa’dır, çünkü düğünü kutlayan Damat O’dur ve şakirtlerini
bu sevincine katılmaya davet etmektedir. İsa’yı göz önünde
tutarak oruç ve sevinç bambaşka bir anlam kazanır (Mk 2,19-20); günler de
O’ndan değer kazanır, çünkü O, Şabat Günü’nün Rabbidir (Mk 2,26). O, muhafaza edilsin diye yeni
tulumlar gerektiren yeni
şaraptır (Mk 2,22): Pazar günü, Hıristiyanların
İsa’ya olan sevgilerini ve sevinçlerini muhafaza eden yeni tulumdur! Biz
bu kutsal günü kutlamak istiyoruz. Pazar günü diğer günlerden
değişik, farklı, “ayrılmış” bir gündür. Biz de bu
günde Tanrı’nın kendi adının
kutsallığını gösterirken yaptığını
yapıyoruz (Hez 36,23ss): İsa’nın etrafında toplanıyoruz, zamanı ve
düşüncelerimizi para kazanma hırsından ve egoizmimizi besleyen
her açgözlülükten arındırıyoruz; içimizde, taş
yüreklerimizi etten yüreklere çeviren yeni Ruh’un, Kutsal Ruh’un
gelişini sağlayan başka şeyler yapıyoruz. Bu günü
kutlamayan, Tanrı’nın babalığını inkâr etmekte,
O’ndan uzaklaşıp kendisini en gerçek sevinçlerden mahrum etmekte ve
kendi yaşamını mahvetmektedir. Tanrı’nın diğer
evlatlarıyla toplanmayan, aklını ve bedenini egoizmin
arzularından arındırmayan, Kutsal Ruh’u almak için hiçbir
şey yapmayan (ne dua, ne ayine katılma, ne de Söz’ü dinleme),
Rabbimiz İsa’nın dirilişinin gününü kutsal saymayıp,
kutlamıyordur ve ‘ölümün efendisi’ olan günaha boyun eğmektedir.
Efkaristiya’ya ve diğer dualara katılmak, fakirlere ve muhtaç
olanlara yardımcı olmak, kendi ailesinin birliğini korumakla
ilgilenmek, cemaati geliştirmeye çalışmak, Pazar günlerini
kutsal sayarak kutlayan bir Hıristiyan’ın tipik
davranışlarıdır.
18.
Pazar günü İsa’nın, Son
Akşam Yemeğinin yapıldığı yerde
toplanmış şakirtlerine gelip ortalarında durduğu ilk
ve sekizinci gündür.
İsa kendi mevcudiyeti ile
buluşmalarını kutsadı, cumartesinden sonraki günü kutsal
kılıp, kendisiyle buluşmaya adadı! Pazar gününde
dinlenerek, iş ağırlığından uzaklaşarak,
iman kardeşlerimizle birlikte buluşarak, şimdiden, hedefimiz
olan cennetin mutluluğunu birazcık tatmaya başlıyoruz.
Pazar günü sevinç günüdür! Bu gün, egoizme ve yüzeyselliğe
değil, Tanrı’ya adanmış bir gündür. Pazar günü,
yaşamımızda Peder’in sevgisi, Kutsal Ruh’un birliği ve
Mesih İsa’nın haçının hikmeti parlamalıdır! Bu
günde sadece kendini düşünen, sadece eğlenmek isteyen, bu günü
kutlamıyor, tersine bu günün anlamını yok ediyor, bu günü
‘boşaltıyor’ ve git gide onu en usandırıcı güne
çeviriyor. Kilise iki bin yıllık hikmetiyle biz imanlılara, hem
işlerden uzaklaşmak, hem de Efkaristiya Ayinine katılmanın
hayatımız için çok önemli olduğunu durmadan söylemektedir.
Hatta, bunu yapmayanların ağır bir suç işlemiş
olduğunu hatırlatmaktadır. Nitekim böyle davranan
Hıristiyan kısa bir zamanda, Hıristiyan olmanın ne demek
olduğunu anlamayacak hale gelecek, yavaş yavaş cemaatten
uzaklaşacak ve İncil'e olan bağını kaybedecek. Sen
gerçekten Rabbin Günü'nü kutlamak istiyor musun? O zaman aktif bir
şekilde Efkaristiya Ayinine katıl, bu günde yardıma muhtaç
insanlarla ilgilen, yalnız yaşayanlar için biraz zaman harca,
eğlendirici ve dinlendirici faaliyetler aracılığıyla
(fakat sadece bunlarla değil!) ailenin ve cemaatinin birliğini
güçlendir, özellikle de kendi din eğitimin ve duan için zaman
ayırmaya çalış. Maalesef günümüzde ticaret dünyası
insanları ve aileleri, pazar günlerini büyük alış veriş
merkezlerinde gezerek, gerekli ve gereksiz alış veriş yaparak,
geçirmeye özendiriyor. Sonuç olarak çok insan bu günde çalışmaya
mecbur oluyor ve daha da kötüsü, aileler bu günün değerini unutarak,
yüzeysel bir şekilde yaşamaya teşvik ediliyorlar. Bu yüzden ben
seni, iş günlerinde alış veriş yapmaya davet ediyorum;
satıcıların da, Rabbin gününü tadıp kutlayabilmelerine
yardımcı ol! O zaman İbraniler'e mektubun yazarının
tavsiyesine göre davranmış oluyorsun: "Sevgide, iyi
işlerde birbirimizi nasıl isteklendireceğimizi akıldan
çıkarmayalım. Bazılarının
alıştıkları gibi, ruhsal
toplantılarımızı bırakmayalım. Bunun yerine Son
Gün'ün yaklaştığını gördükçe birbirimizi
yüreklendirelim." (10,24...).
19.
Annene
babana saygı göster. Öyle ki, Tanrın Rab’bin sana vereceği
ülkede ömrün uzun olsun.
Dördüncü emir, insanlara
karşı sorumluluklarımızı hatırlatan ilk emirdir.
Tanrı’nın Sözünün de karşımıza
çıkarttığı ilk insanlar ebeveynlerimizdir. Tanrı
yanımızda ilk önce bize yaşamı verenleri görür, onlar O’nun
sevgisinin ve her şeye kadir oluşunun araçlarıdır. Niçin
onlara saygı duymalıyız? Çünkü Tanrı bize yaşam vermek
için onların sevgisinden faydalandı. Onlara saygımızı
nasıl gösterelim? Biz de onlar için Tanrı’nın sevgisinin
araçları olalım! Bu emir, “Annene ve babana itaat et” dememektedir.
Çünkü anne ve babalar da insandır ve onlarda egoizmin veya dünyanın
kötülüklerine boyun eğebilirler. Tanrı yersiz ve yanlış
eğilimlere itaat etmemizi istemiyor, bunlar anne ve babalardan gelseler
bile. O halde anne babamıza nasıl saygı göstermeliyiz? Bunu
öğrenmek için İsa’nın Sözüne ve örneğine bakalım: onun
da sevecek ve saygı gösterecek ebeveynleri oldu. Çocukken, din
öğretmenlerini dinlemek için üç gün Yeruşalim’deki Mabette kaldığında
da onlara saygı gösterdi. Onlara acı çektirerek de olsa, kendisinin
onların malı olmadığını ve Tanrı’nın
çağrısına sadık kalması gerektiğini
açıklayarak anne ve babasına saygı duydu. Sonra yıllarca
onların yanında kalıp, onlara itaat ederek, Baba’nın
çağrısına cevap vermek için hazırlanarak onlara saygı
gösterdi. Annesine, her şeyden önce onun fiziksel anneliğinin
değil de, Tanrı’nın Sözüne itaat etmesinin önemli olduğunu
söyleyince annesine büyük saygı göstermiş oldu. Sonunda
haçtayken de, annesine havarisini sevmesinin yeni görevini verdiğinde ve
annesini havariye emanet ettiğinde, annesine çok büyük bir saygı
gösterdi.
20.
Dördüncü emir sadece evlatların ebeveynlerle olan
ilişkisi ile değil, ama ilk önce ebeveynlerin, evlatlarına sonra
da evlatların, kardeşlerine, akrabalarına ve bütün
eğitimcilerine olan sevgisi ile ilgilidir. Bu sevgi emredilmez, çünkü
içgüdüseldir, doğal olarak insan yüreğinde bulunur. Ancak bu sevgi
de, ayartmalardan özgür değildir: kendi menfaati ve hırsları
önünde, ya da başkalarının günahları ve eksiklikleri önünde
azalıp, yok olabilir. Bu yüzden Tanrı’nın emri bize
yardımcı oluyor. Tanrı, maddi
çıkarın veya kişisel gururun, ya da herhangi başka bir
şeyin, doğal olarak içimizde doğan bu sevgiyi yok etmesini, onun
üstüne gelmesini istemez. Çünkü ebeveynlere ve akrabalara olan bu doğal
sevgi Tanrı’nın eseridir ve onu geliştirip,
korumalıyız; hatta onu sadece içgüdüsel bir sevgiden istenilmiş
ve karar verilmiş bir sevgiye, Tanrı’nın nankör halkına
olan sevgisinin olduğu gibi, sadık bir sevgiye dönüştürmeliyiz.
Kutsal Yazılarda yazıldığı gibi, “aklı
başında değilse de”, anne ve babana saygı göstermek,
yaşamımızın ‘sağlıklı’ olduğunun
işaretidir. Tıpkı son hedefimizi daima göz önünde tutmamız
gerektiği gibi, aynen nereden geldiğimizi de hatırlamamız
gerekir. Çocukken, ebeveynlerimize itaat etmekle onlara saygı gösteririz,
büyükken Tanrı’ya itaat etmekle onlara saygı gösteririz! Hikmet ve
iman ile, iyilik ve dengeli sevgi ile dolu olgunluğumuz bize yaşam
verenleri onurlandırır. Tanrı’dan uzak yaşayan, yönünü
şaşıran ve hiçbir prensibe değer vermeden yaşayanlar,
ebeveynlerinin şereflerini lekeler. Onlar, maalesef sık sık
olduğu gibi, ölecek kadar üzülürler.
21.
Anne babana saygı göster! Tanrı’nın ailemizle ilgilendiğini gösteren bu emir
sayesinde ebeveynler çocuklarına tam bir şekilde hayat vermeye
teşvik ediliyor. Hıristiyan anne babalar, sadece dünyaya evlat
getirmekle yetinmiyor, çocuklarının büyümesi ile, eğitimleri
ile, yiyecekleriyle, sağlıklarıyla ve özellikle inançları
ile de ilgileniyorlar. Öyle ki, imanları zayıf ve ‘hasta’
olmasın, tersine hem günlük hem de büyük yaşam kararlarında
etkili olsun. Ebeveynler evlatlarına ebedi yaşamı bağışlayan diri ve gerçek Ekmeği de sağlamak istiyor. Dolayısıyla onlarla beraber dua
ediyorlar ve evlatlarının, küçükken itibaren Tanrı’nın
yakınlığını hissedebilmelerine
çalışıyorlar. Evlatlar, kendi kardeşlerini ve diğer
akrabalarını sevmek için ebeveynleriyle işbirliği
yapmalıdır. Aynı şekilde aile olarak, yardıma
ihtiyacı olan yaşlı veya diğer akrabalarına el uzatmalıdır.
Akrabalık ilk cemaattir, doğal bir cemaattir, şimdilik Kilisede
ve sonunda Azizlerin ebedi cemaatinde yaşanan birlik sevincinin ufak bir
tecrübesi gibidir. Bu birlik bize neşe verir, aynı zamanda bizim için
bir görevdir. Öyle ki, akrabalarımız arasındaki ilişkimizi
kutsal ve sağlıklı tutalım. Zayıf ve
güçsüz olanlarımız imanda güç bulsunlar ve ailelerinin himayesinde
Göksel Baba’mızın sevgisini hissetsinler!
V.
ÖLDÜRME
22.
Öldürme! Beşinci
emir kısacık, ama düşüncelerimize ve kalbimize çok
bağlıdır ve onların içlerine çok derine gidiyor!
Tanrı, yaptığını bozmamıza izin vermiyor: O,
insanı yaratmak için tüm sevgisini kullandı, ona yaşam verdi,
onu işbirlikçisi, hatta kendisine benzer kıldı ve bizim O’nun
yarattığı değerli eseri yok etmemizi kabul edemez! Hiç
kimsenin Tanrı’nın eseri olan yaşamını yok etme! Bu
emri harfi harfine alırsak, onu küçültmüş oluyoruz, çünkü Tanrı,
sadece fiziksel olarak öldürmemizin yasak olduğunu ima etmemektedir.
İsa Tanrı’nın sözlerini daha dikkatli dinleyip
anlamamızı öğretmişti. “Atalarımıza, ‘Adam
öldürme. Öldüren, yargılanmayı hak edecek' denildiğini duydunuz.
Ama ben size diyorum ki, kardeşine karşı öfkelenen her kişi
yargılanmayı hak edecek. Kim kardeşine
aşağılayıcı bir söz söylerse, Yüksek Kurul'un
yargısını hak edecek. Kim kardeşine ahmak derse, cehennem
ateşini hak edecek” (Mt 5,21-22). Kimsenin yaşamına ne
fiziksel olarak, ne psikolojik olarak ne de ruhani olarak zarar verme!
Eğer bir kardeşine karşı ret veya hor görme sözleri
kullanıyorsan, öldürmeye başlamış oluyorsun. Eğer
birine kızıyorsan, onun kişiliğine, sana ait herhangi bir
şeyden veya projeden daha az değer veriyorsun demektir. İsa
başkalarının yaşamına zarar vermemeni buyurmakla
kalmıyor, yaşamlarına hizmet etmeni istiyor. Hatta, “Kendini
başkalarının hizmetkarı yaparak, herkese yaşam ver!
Küçük veya büyük, herkesin yaşamı daha iyi olsun diye kendini ver!”
diyor sana. “Aranızda büyük olmak isteyen,
diğerlerinin hizmetkârı olsun” (Mt 20,26s). Ancak maalesef bizler kendi üzerimize eğiliyoruz ve
başkalarının, sadece egoizmimizi tatmin etmelerini bekliyoruz.
Bu şekilde, öldürdüğümüzün farkında bile değiliz!
23.
Öldürme! Dünyada varolan
çeşitli kültürler bu konuda da birbirlerinden farklıdır, çünkü
her kültür insan hayatına farklı bir değer vermektedir.
İncil’in mesajının ulaşmadığı, hem ilk hem
de modern çağların ulusları, insan hayatına
sınırlı bir değer verirler: kolayca hem bebekleri hem de
yaşlıları, hem akrabaları hem de yabancıları, hem
‘suçlu’ hem de suçsuz insanları öldürürler! Biz Hıristiyanlar, iki
bin yıl boyunca Kutsal Ruh’un aydınlattığı zihniyeti
benimsettiğimiz için insan hayatını son derecede kutsal olarak
saymaktayız. İnsan hayatı, anne karnındaki
başlangıcından itibaren kendi doğal sonuna kadar
kutsaldır, çünkü Tanrı’nın armağanıdır, sahip
çıkabileceğimiz değil, tersine hizmet yapmamız gereken bir
gerçektir; her insan hayatının önünde kendimizi Tanrı’nın
hizmetkârları ve işbirlikçileri hissetmeliyiz. Bu yüzden bizim için,
kürtajı önermek ve gerçekleştirmek, kaza geçirilmiş insanın
yardımına koşmamak, kendine bakamayan sakat insanla
ilgilenmemek, bir hastayı yalnız bırakmak, çok ağır
bir günahtır. Mesela Avrupa’da bütün vatandaşların
vicdanlarının Hıristiyan prensiplerine bağlı
olduğu zamanlarda, toplum yasaları insan hayatının
değerini benimsiyordu. Fakat Hıristiyan inancına olan bu
bağlar kopunca, önemsiz ve bencil menfaatler bu önemli yasaları
değiştirmeye başladı, mesela kürtaj konusunda. Ayrıca
şimdi, bilinçli veya bilinçsizce ölümü isteyen hasta ve yaşlıların
öldürülmesine izin verme eğilimi, var bile. Ancak biz, Tanrı’nın
“öldürme” emrinin, insani yasalardan değil, Tanrı’nın
ağzından geldiğini bilmekteyiz! Bundan dolayı insan
hayatına, kendi başlangıcından doğal sonuna kadar,
saygı göstermeye devam ediyoruz: nitekim insan acısının da,
sayılamaz bir değer taşıdığını
biliyoruz: Tanrı, kurtuluş projeleri için onu da kullanır!
24.
Öldürme! Tanrı’nın
bu Sözüne itaat ederek ve bu emri, İsa gibi pozitif bir
ışıkta okuyarak, tüm ölüm düşüncelerimizi, yaşam
düşüncelerine çevirmek istiyoruz. İlk önce başkaları
hakkında kötü düşünmekten vazgeçelim, şüphelerimizi
uzaklaştıralım, herkesin kurtulmasını
arzulayalım, hatta cinayet ve haksızlıklar yaparak
başkalarına büyük acılar yaratanların da, kurtulmasını
arzulayalım. İsa ile birlikte yüreğimizde şunu tekrar
edelim: “Babam, onları affet, çünkü
ne yaptıklarını bilmiyorlar!”. Sadece bizi
selamlayanları sevmekle kalmayalım, bize karşı kötülük
yapmak isteyenleri de sevelim. Bizi sevenleri sevelim, ama bizi
aldatanları da sevelim: aksi halde sevgi olan Tanrı’nın
şahitleri nasıl olabiliriz? Bize tatlılıkla
konuşanları sevelim, ama kibir ve saygısızlık ile
konuşanları da sevelim: biz birileri ve ötekileri için de Göksel
Baba’nın işaretleri olmak istiyoruz! Bize iyilik yapanları
sevelim, ama bizi evimizden veya hürriyetimizden mahrum etmek isteyerek bizi
mahkemeye sürükleyenleri de sevelim: Tanrı’nın lütfu ile onlar ve
başkaları için Rabbin Sözünün ve ebedi yaşamın
değerinin şahitleri olacağız! Yüreklerinde kötülük
taşıyanlar kesinlikle ilk olarak kendileri acı
çekiyorlar, Baba’nın sevgisinin ‘müjde’sini tatmaları ve onun
araçları olabilmeleri için Kutsal Ruh’a yalvaralım. Bana şöyle
diyebilirsiniz: ‘Her şeyi bu şekilde algılamak, böylece
düşünüp davranmak için aziz olmak gerekir!’ Zaten biz aziziz! Biz
bedenimizde ve ruhumuzda Tanrı’nın kutsallığını
taşıyoruz: bunu niçin göstermeyelim?
25.
Öldürme! Maalesef
bazen birileri yaşamlarına son verirler. Bu çok ağır bir
günahtır: sanki Tanrı’ya bizi yaratmakla kötü bir şey
yaptığını söylemektir. Biz yaşamımızla,
istediğimizi yapmaya hakkımız yoktur, çünkü
yaşamımız Baba’ya şan vermemiz ve Oğlu
İsa’yı onurlandırmamız için verilmiştir. Yine de
kendilerini öldürenleri yargılamayalım: biz hangi kötü güçlerin
etkisi altında kaldıklarını bilemeyiz, ayartmaların ne
kadar güçlü olduğunu, psikolojik hastalıkların ne kadar
ağır olduğunu bilemeyiz ve onlara dayanmanın
zorluklarını, zayıflıklarını tahmin edemeyiz.
Kabahati kimseye atmayalım: tersine Tanrı’nın bu aşırı
hareketi yapmış olanları af etmesi için dua edelim. Ama
söylemeliyiz ki, intihar büyük bir günahtır, hem Tanrı’ya hem
de kardeşlere yapılmış bir hakarettir. Bunu özellikle
gençlere söylemeliyiz. Bir intihar, akrabalara, tanıdıklara,
arkadaşlara, cemaate çok büyük bir acı verir! Bir intihardan sonra
etrafta hissedilen rahatsızlık, kendiliğinden konuşur:
intiharın ne kadar büyük bir günah olduğunu göstermektedir. Bu
günahı işlemek isteyen birini duyarsak, ona yardım etmek için
her imkânı kullanmalıyız: sadece onunla ilgilenmek ve
insancıl bir şekilde ona yardım etmek yeterli değildir,
onun dua etmesi için yardımcı olmalıyız, takdis istemesini
sağlamalıyız, belki de rahibe gidip şeytan çıkarma
duasını istemesini önermeliyiz. Çünkü intihar etme arzusu elbette
şeytandan gelir, şeytan şiddetli baskılar ve sabit
fikirlerle insanın kalbini köle edebilir.
“Öldürme” emri bizi sevmeye çağırır,
Tanrı’nın şu diğer emrini tüm boyutlarında
yaşamaya çağırır: “Komşunu
kendin kadar seveceksin!”. Unutmayalım
ki, her insan “komşu”muzdur! Hem acı çeken hem de
mutlu olan komşumuzu, özellikle onun İsa ile
karşılaşmasını sağlayarak, sevmiş oluruz.
Çünkü İsa, gerçek kurtarıcıdır; yaşamın en derin
anlamlarını tanıtan tek kişi de, O’dur.
Yaşamımıza sevinç verir ve bizi bekleyen Baba ile
buluşmamızı sağlar.
26.
Mesih İsa’nın ardından
giden, sadece “öldürmeme”kle yetinmiyor! İsa’yı izleyen,
başkalarının kendisine nasıl davranmalarını
istiyorsa, başkalarına öyle davranıyor! Kilise tarihine
bakarsak, Kilise’nin, yani bizden önce yaşanmış iman kardeşlerimizin,
insan hayatının her alanında durmadan ve tamamen kendini
vererek, güçsüz olanlara ve acı çekenlere yardım etmeye
uğraştığını görüyoruz.
Dışlanmış ve hasta olanlara, öksüzlere ve eğitimsiz
olanlara,... hayata ve hayatın gelişmesine hizmet edenler
arasında Papalar ve Episkoposları, din grupları ve rahipleri,
Hıristiyan krallar ve devlet adamlarını ve her ortamdan gelen
erkek ve kadınları görüyoruz. Hastanelerin, yetimhanelerin, huzur
evlerinin, üniversitelerin, meslek okullarının, işçi
derneklerinin, kooperatiflerin ve insan hayatının gelişmesine
hizmet eden birçok başka girişimlerin
başlatıcılarının çoğu Hıristiyanlardır.
Günümüzde de uyuşturucu bağımlıları ile mücadele
merkezleri, zor durumlarda bulunan annelerin çocuk düşürmemelerine
yardım eden Hayata Yardımcı Merkezleri ve insan
hayatını destekleyen sayısız başka kurumlar Kilise’nin
eserleridir, ve kesinlikle İncil’e olan itaatten doğdular. Bu
şekilde, bizim için kendisini feda eden İsa’nın sevgisinin
ışığıyla okunmuş beşinci emir toplumda ve
dünyada meyve veriyor!
Biz,
hayatımızın, her seviyede ve alanda bir hizmet ve bir
armağan olması için, kültürel ve ruhsal eğitimimize özen
göstererek de bu emri yerine getiriyoruz. Yaşamımızı,
Tanrı’yla işbirliği yapmaya bir çağrı olarak
saydığımız sürece, bu emre itaat ediyoruz. Baba’nın
sevgisi ile işbirliği yapmam gerekiyor diyen kritere göre küçük ve
büyük kararları alarak onu yerine getirmiş oluyoruz. Kendine
doğru değer vermekten kaçınma: zar zor geçinme, aksine senin
yaşamını Baba Tanrı’nın sevgisinin aracı ve
uzatması kıl! Senin, Mesih’in Bedeni’nin üyesi olduğunu hiç
unutma: bu, hem kendi hayatına, hem de bütün insanların hayatına
daima olumluca değer biçmene yardımcı olacaktır! Bütün
insanlar için Rab İsa hayatını verdi!
Beşinci emir
hakkında daha başka tartışılacak zor, trajik ve hassas
konular var: savaş, kendini savunma hakki, ölüm cezası. Bu durumlarda
insana olan sevgimiz sert ve dramatik bir şekilde sınanır.
İncil’i dinlemede ve Mesih İsa’nın sevgisinde
olgunlaşıp, kendimizi Kutsal Ruh’a açıyorsak, bu durumları,
Tanrı’nın babalığına tanıklık etmemizin
fırsatları olarak, görebileceğiz.
VI.
ZİNA İŞLEME
27.
“Zina işleme”. Bu altıncı emirdir. Tanrı büyümemize saygı gösterir:
her şeyden önce ebeveynlerimize saygı duymamızı ister,
çünkü çocuktan beri onların sevgisiyle çevriliyiz. Daha sonra aile
dışındaki yakınlarımızla ve toplumla
ilişkiye gireriz: beşinci emir, bu ilişkilerimizi sevgi ile
yaşamaya çağırır! Altıncı emir ile ise daha sonra
başlayan dönem hakkında bir söz söyler. Ergenlik ve gençlik
yılları ile yeni arzular başlar, yeni bir aile kurmaya götüren
ilişkiler ve duygular doğar. Bu aşamada fiziksel, psikolojik,
ruhani güçler işbirliği içindedirler: her biri, Tanrı’dan
aldığımız sevgi gibi, gerçek ve saf bir sevgi
göstermelidirler, böylece de yaşamımız mükemmeliyete
ulaşabilir. Cinsel enerji sevginin emrinde olduğunda
mutluluğumuza katkıda bulunur, ancak sadece sevgimizin değil de,
Baba’nın bütün yaratıklarına olan sevgisinin emrinde
olmalıdır. Tersine cinsel enerji sadece zevki bulmak için bencilce
kullanıldıklarında düzensizlik, fiziksel ve psikolojik
hastalıklar, acılar yaratırlar ve bunlar kişiyi ve tüm
toplumu zayıflatırlar. Bedenimizin cinsel arzuları diğer
cinsten bir kişi ile sabit bir ilişkiyi kurma arzusundan önce
doğarlar, fakat bu arzu ile birlikte gelişmelidir. Bu ilişki,
ömür boyu sürecek bir karşılıklı desteğe,
karşılıklı bir tamamlamaya yöneliktir. Bu şekilde
gençler kendilerine ait bir aile kurmaya başlarlar: buna arzu ve ciddiyet
ile hazırlanırlar ve bunu gerçekleştirmek için en iyi
enerjilerini kullanırlar. Hıristiyan cemaati onlara tavsiyeler vererek
yardım etmeye çalışır. Bu tavsiyeler sadece tecrübeden
değil de, duadan ve Tanrı’nın Sözünü dinlemeden gelmelidir!
Bu emrin
kapsadığı konular çoktur: olgun bir sevgiye eğitmek,
evliliğe hazırlamak, evlilikte karı koca ilişkisi, cinsel
yaşamın yanlış yönelmeleri, yani mastürbasyon, evlilik
dışı ilişkiler, zina, boşanma, cinsel sapmalar,
ırza geçmek, homoseksüellik, pornografi, pedofili, fahişelik. Bu
yanlış davranışlar büyük üzüntülerin kaynağı
olur.
28.
Altıncı emri kapsayan birçok konuya
değindim. Günümüzde bu konulara değinmeyi gerektirmektedir:
etrafımızı saran dünya, vicdanları sarsan ve yönlerini
şaşırtabilecek birçok cinsel sapmalar ve bozukluklarla doludur.
Daha zayıf ve eğitimsiz olanları düzensiz düşüncelere ve
davranışlara itmektedir, ayrıca saygısız, terbiyesiz,
başkalarına acı çektirmeye korkmayan kişiler
yetiştirmektedir. Yaşlılarımız cinsiyet konusunda çok
saygılı, hatta aşırı utanç duygusunda
yetiştirildiler. Günümüzde ise tam zıt bir eğitim görülmektedir;
şimdiki aşırılıklar namus duygusu eksikliğindendir.
Sağlıklı bir denge uzak gibi görülmektedir, çünkü dünyamız
Tanrı’yı dinlemek istememektedir.
Tanrı’nın insanı
yaratırken, “erkek ve dişi” yarattığını
hatırlamalıyız. O halde kadın ve erkek arasındaki
cinsel farklılık ve cinsel çekicilik Tanrı tarafından
istenmiş bir projedir. Tanrı, insanı öyle bir şekilde
düşünmüştür ki, kendini tamamlaması için diğer cinsin
yardımına ihtiyaç duymaktadır. Onu, bu şekilde yaratarak, alçakgönüllülük
yoluna yöneltmiştir ve onu, sevmeye ve başkalarının sevgisini
kabul etmeye kabiliyetli kılmıştır. Sevmekte ve sevilmeyi
kabul etmekte yetenekli olmasında insan Tanrı’ya benzer, hatta
Tanrı’nın yaratma gücüne katılabilir, yani Tanrı’yla
yaşam vermede işbirliği yapabilir. Bunun için cinsiyet
çok kıymetli ve son derecede kutsal bir armağandır.
İnsanların cinsiyetini yaralayan veya saptıran her şey
Tanrı’yı yaralar. Yaşamın bu yönü ile dalga geçen
fıkralar da küfür sayılabilirler!
29.
İnsan yaşamının her
alanında olduğu gibi, cinsel alanda da denenme, hatta ayartılma
imkanı var. Birçok kere büyüklerin hatası yüzünden çocuklar, cinsiyet
hakkında bilmek istediklerini soramazlar; o zaman sorularının
cevaplarını yanlış yerlerde ararlar: orada cinsiyetin
güzelliğini ve potansiyelliğini göremez, sadece yüzeysel, eksik ve hatalı
cevaplar bulurlar. Böylece şeytan onlarda aradığı
elverişli toprağı bulur ve gençleri Tanrı’nın
ışığından uzak bir yere sürükler: kolay ve sorumsuz
yolu seçtirir, cinsiyeti sadece zevk kaynağı ve cinsel organları
zevk aracı olarak gören yolu seçtirir. Böylece bedenin ve hayal gücünün
zevkini artıracak yollar aranır, mastürbasyona ve kolay cinsel
ilişkilere girilir. Bu ayartmalara düşenler, yüreklerini ve
akıllarını bozarlar: artık karşılıksız
bir sevgi için kendilerini vermeye çalışmayacaklar, hatta bunu
kolayca yapamayacaklar, kendilerini en derin ve en hür sevinçlerden mahrum
edecekler ve başkalarıyla huzurlu bir birliktelikten uzak
kalacaklardır. Böylece yavaş yavaş, yaşamın sadece
kendi zevkini aramaktan ibaret olduğu düşüncesi yayılır.
Yapılacak bir evlilik de, sadece zevk almak olarak görülecektir, eşe
sadakat ve evliliğin çözülmez bir bağ olduğu fikirleri
olmayacaktır. Bu çerçevede aile planlaması yüzeysel olacaktır ve
bu amaca ulaşmak için tüm teknik metotlar geçerli sayılacaktır.
Bunlar eşler arası ahengi bozsa da, veya hamilelik ilk anlarında
durdurulsa, yani kurtaja neden olsalar da, uygun bir yol gibi görülecektir .
30.
Aziz Pavlus İncil hakkında konuşurken,
bunun Tanrı’nın büyük bir kargaşa içersinde yaşayan ve
kendine acılar yaşatan insanlığa, yolladığı
bir merhamet mesajı olduğunu söyler. Romalılara Mektubu’nun
başında putperestler hakkında konuşurken şöyle der: “Bu yüzden Tanrı, birbirlerinin
bedenlerini aşağılasınlar diye, onları yüreklerinin
tutkuları içinde ahlaksızlığa terk etti. Onlar
Tanrı’yla ilgili gerçeğin yerine yalanı koydular.
Yaradan'ın yerine yaratığa tapıp kulluk ettiler. Oysa
Tanrı sonsuza dek övülmeye layıktır. Amin. İşte
böylece Tanrı onları utanç verici tutkulara teslim etti. Onların
kadınları bile doğal ilişkiler yerine doğal
olmayanları yeğlediler. Aynı şekilde erkekler de
kadınla doğal ilişkilerini bırakıp birbirlerine
karşı şehvetle yanıp tutuştular. Erkekler erkeklerle
utanç verici ilişkilere girdiler ve kendi bedenlerinde
sapıklıklarına yaraşan karşılığı
aldılar. Tanrı’yı tanımakta yarar görmedikleri için
Tanrı onları yararsız düşüncelere,
yakışıksız davranışlara terk etti. Her türlü
haksızlık, kötülük, açgözlülük ve kinle doldular. Kıskançlık,
öldürme hırsı, çekişme, hile ve kötü niyetle doludurlar.
Dedikoducu, yerici Tanrı’dan nefret eden, küstah, kibirli, övüngen,
kötülük üreten, ana baba sözü dinlemeyen, anlayışsız, sözünde
durmaz, sevgiden yoksun ve acımasız insanlardır. Böyle
davrananların ölümü hak ettiğine ilişkin Tanrı’nın
buyruğunu bildikleri halde, bunları yalnız yapmakla kalmaz,
yapanları da onaylarlar” (Rom
1,24-32). Havari bize, cinsel
sapıklıkların, insanları huzurlu bir birliktelik yaşamaktan
uzaklaştırdığını ve yönlerini
şaşırttığını söylemektedir: bunlar,
Tanrı’ya iman etmek istemeyenler için büyük bir ceza gibi görünmektedir.
Ailemizi ve toplumu birçok kötülükten iyileştirmek istiyor muyuz? O halde
fertlerini içgüdülere hakim olmaya, iffete, ahlaka ve “özdenetim”e yönlendirmeliyiz.
31.
Tanrı’nın Sözü
açıktır: Aziz Pavlus’un da Romalılara mektubunda
yazdığı gibi, Tanrı tarafından kınanan cinsel
sapıklıklar çok ağır günahlardır. Bu günahlar
kendilerine ve başkalarına acı verirler ve bozukluklar meydana
getirirler. Eski Ahit’te, Sodom şehrinin yıkılmasıyla
insanlara, eşcinsel davranışın ciddi bir günah olduğu
açıklanmıştı. Bu günah tüm toplumu bozar (Yar 19)! Ancak
Tanrı’nın Sözü, her türlü ahlaksızlığın,
iffetsizliğin de kötü bir şey olduğunu söylemektedir.
Ahlaksızlıkların içersinde gençlerin sadece zevk için
kurdukları cinsel ilişkiler de dahildir. İşte Aziz
Pavlus’un öğrettikleri: “Aranızda
fuhuş, pislik ya da açgözlülük anılmasın bile. Kutsallara
yaraşmaz bu. Aranızda açık saçıklık, budalaca
konuşmalar, bayağı şakalar da olmasın. Bunlar size
yakışmaz. Bunun yerine şükredin. Şunu kesinlikle bilin ki,
fuhuş yapanın, pisliğe düşkün olanın ya da putperest
demek olan açgözlü kişinin, Mesih'in ve Tanrı’nın ülkesinde
mirası yoktur” (Ef 5,3-5). Gençlerin yaptıkları cinsel
tecrübeler niçin günahtır? Çünkü bu tecrübeler sevgi ifadeleri değil,
sevmeye hazırlamazlar, sevgiye yöneltmezler, hatta yaşamın, bir
zevk arayışı olduğu düşüncesini yaratır.
Kendilerini tutmaya alışmayan gençler sağlam bir aile kurmakta
yetenekli olamazlar; kursalar da, bunun sorumluluğunu üstlenemeyecekler;
egoist kalıp dengesiz olacaklardır. Kolayca zina işleyecekler,
yoksa yaşamın amacını görmeyip, ümitsizliğe
kapılacaklardır.
32.
Bir erkek ile bir kadın arasındaki sevgi,
sadece sabit ve devamlı olduğunda ve eşlerin birbirlerine ömür
boyunca devam edeceğini garantilediklerinde, doluluğuna
erişmiş olur ve gerçek bir memnuniyet verir. Bu ortam,
çocukların yetişmesi ve huzur içersinde büyümeleri için de, uygun ve
gerekli ortamdır. Eşlerden birinin, eşinden başka biriyle
gireceği cinsel ilişki veya evli olmayan birinin, evli biriyle gireceği
cinsel ilişki, zinadır. Eski Ahit’te olduğu gibi, Yeni Ahit’te
de, bu çok büyük bir günahtır: Tanrı’nın kutsamasını
görmezlikten gelmek ve hor görmektir. “İsa
onlara şöyle cevap verdi: «Musa, yüreklerinizin
katılığından ötürü karılarınızı
boşamanıza izin verdi; ancak, başlangıçta böyle
değildi. Ben size diyorum ki, her kim karısını, zina haline
son verme dışında başka bir nedenle boşarsa ve bir
başkası ile evlenirse, zina etmiş olur. Boşanmış
kadınla evlenen de zina etmiş olur»”. (Mt 19,8-9). Zina
ağır günahtır, sadece ilgili olanlara yarattığı
acı için değil, tüm toplum içerisinde yarattığı
dengesizlik için öyledir. Yarattığı kötü etkilerin vadesi
uzundur ve tahmin edilememektedirler. Zina işlemekten boşanmalar
doğar, boşanmalardan da, evlat acıları ve çocuk ile
gençlerin güvensizlikleri doğar. Çocuk yoksa da, kötülüğün
ağırlığı aynı derecededir, çünkü bu
davranış gençlerin sadakatsizlik kararlarını
kolaylaştıran ve gençlerin, yaşam boyunca sabit ilişkiler
kurmalarını engelleyen bir düşünme tarzı yaratmaktadır.
“Skandal”, yani kötü bir düşünce tarzını yaratarak, gençlerin ve
zayıf karakterlilerin günah işlemesini kolaylaştıran bir
davranış, daima çok ağır bir günahtır: İsa, günah
işleyerek kötü örnek olanlar ve dolayısıyla tüm cemaatin iman
yaşamı kalitesini azaltanlar için çok ağır
konuşmuştur (Mt 18,6-9; Mk 9,42-47)! Biz elbette zina
işleyenleri mahkum etmek istemiyoruz, ama aynı zamanda
yaptıklarının ağırlığını
bilmezlikten gelemiyoruz. İsa’nın zinada yakalanan kadına
davrandığı gibi davranmak istiyoruz: “Ben de seni yargılamıyorum, git,
artık bundan sonra günah işleme!” (Yh 8,11).
33.
Gençlerde yeni moda, evlenmeden önce
“sevgilerini” “deneme” ihtiyacını duymalarıdır. Bu sebepten
evlenmeden önce bir müddet birlikte yaşamaya başlarlar. Aslında
denenen, “sevgi” değildir, duygular veya, daha doğrusu, egoizmlerdir;
bu iki egoizm uyuşur mu diye deneme yapılır! Duygusal hisler
ve egoizm (biri ötekinin kendisini yeterince tatmin edip etmediğine bakmak
ister!) sevginin olgunlaşmasını sağlamaz: evleneceklerinde,
ve şayet evlenirlerse de, çoğu kez halen birbirlerini sunmayı
öğrenmiş değillerdir. Kim evlenmeden önce partneri ile
yaşamayı karar verirse ya da kabul ederse, belirsizlik, güvensizlik,
gerginlik içersinde kalacaktır, çünkü her an büyük bir kolaylıkla terk
edilebileceğini bilmektedir. Bu belirsizlikten etkilenir ve kabul etmek
istemese de, şantaja maruz kalıyormuş gibi olur: “Partnerimin
hoşuna gitmeliyim, yoksa beni terk eder”! Böylece de huzuru ve
barışı yok. Sık sık bu huzursuz durum evlendikten
sonra da acı çektirmeye devam eder. Bu modaya uyan gençler, sevgi
kapasitelerini zor olarak olgunlaştırırlar. “Geleneksel” nişanlılık devresinde ise
çiftler, uzun zaman için birbirlerini ararlar, arzularlar ve zorlukla da olsa
beklemeye alışırlar. Bu sayede sebatlı olmaya
alışırlar ve en önemlisi, gerçekten sevgi için birbirlerini
sunma kapasitelerini artırırlar. ‘Denemede’ bu alışma, bu
gelişme yoktur.
Ne kadar birbirlerini dinlemeyi,
birbirlerine itaat etmeyi ve ortak kararlar almayı bilirler? Sevgi bu
yönlerle de kanıtlanır, ayrıca gelişmesi için ve kendini
gösterebilmesi için uzun zamana ihtiyacı vardır. Biz
Hıristiyanlar olarak ruhani yöne de önem vermekteyiz. Ruhani yönden,
evlenmeden birlikte yaşamak, yaşam temelini, Tanrı’nın ve
Kilisenin kutsaması olmadan, hatta iman kardeşlerinin hiçbir takdisi
ve birliği olmadan, atmak demektir. Evlilik Gizemi üzerinde kurulmayan
aile sadece kendi gücüne güvenebilir ve elbette, Tanrı’nın
kutsamasına ve lütfüne dayanmıyorsa, gerçek gücü az olacaktır.
Eğer bu kutsama bilinçli bir şekilde reddediliyorsa, beraber
yaşama temelinde kibir ve günah bile vardır.
Genç Hıristiyan ise,
yaşamın bu alanında da ters istikamette gitmesi gerektiğini
bilir. Yıllarca birlikte yaşayacağı kişiyle tamamen
birlik içinde olabilmek için, kendisi gibi inanan biriyle bir aile kurmaya
çalışacaktır: nişanlılık devresinden itibaren bu
iman birliğini tadabilecektir. Nişanlık dönemini, Rab’be güvenip
itaat ederek, cinsel arzularına hükmederek ve Kiliseyle birlik içersinde
olarak, yaşayacaktır. Hıristiyan, eşine cennettin
kapısına kadar eşlik etmesi gerektiğini bilmektedir: bu
yürüyüşe yanlış yola koyularak başlayamaz ve
başlamamalı!
Aziz Pavlus aile
yaşamını sabit bir kararın gelişmesi olarak görür.
Evlenen Hıristiyan, evlilikte Rab’be olan sevgisini ve sadakatini
yaşar. Evlilik Rab’bin bir çağrısı olarak görünür, böylece
Tanrı’nın sevgisinin ve merhametinin göstergesi olur. Kocanın,
karısına beslediği sevgi İsa’nın Kiliseye
beslediği sevgiyi gösterir: İsa “Kilise için kendini feda etti”
(Ef 5,21-33). Aynı zamanda Kilisenin cevabı kadının,
kocasına özgürce ve şefkatlice bağımlı olmasında
gösterilmiş olur. İsa’nın Kilise ile olan ayrılmaz
bağı, karı-koca arasındaki ayrılmaz bağda somut
ve görünür olur. Onlar tutku, ya da duygular ya da bir sosyal sözleşme tarafından
birleştirilmiş değillerdir; onlar birbirlerine bağlı
ve sadakatlidirler çünkü onlarda İsa’yla olan birlik ve Kilise’ye aitlik
var olup gelişir. Evlilik, Rab’be hizmet etme kararının günden
güne somut ve görünür olduğu yerdir, Tanrı’nın mevcudiyetinin ve
kutsallığının parladığı bir dağ
gibidir!
34.
Tüm Hıristiyanlar gibi ben de 2006
futbol şampiyonası dolayısıyla, taraftarların
“ihtiyaçları” için Almanya’ya beş bin fahişe “ithal”
edildiği haberine hayret ettim. Bu sayının çoğunun de fahişelik
yapmaya zorlandığını duydum. Bu konu hakkında Aziz
Pavlus’un dediklerini dinleyelim: “Bedenlerinizin
Mesih'in üyeleri olduğunu bilmiyor musunuz? Mesih'in üyelerini alıp
bir fahişenin üyeleri mi yapayım? Asla! Fahişeyle
birleşenin, onunla tek bir beden olduğunu bilmiyor musunuz? Çünkü
«İkisi tek bir beden olacaklar» deniyor. Oysa Rab'le birleşen
kişi, O'nunla tek bir ruh olur. Cinsel ahlaksızlıktan
kaçın. İnsanın işlediği tüm diğer günahlar
bedenin dışındadır, ama cinsel ahlaksızlıkta
bulunan, kendi bedenine karşı günah işler. Bedeninizin,
Tanrı’dan aldığınız ve içinizde olan Kutsal Ruh'un
tapınağı olduğunu bilmiyor musunuz? Siz kendinize ait
değilsiniz”. (1Kor 6,15-19). Kendi bedenini satmak veya bir
fahişenin bedenini kullanmak büyük bir günahtır, çünkü kişiyi mal
olarak kullanmaktadır; sevgi eylemi yoktur. Bu hareketi yapan evli ise
aynı zamanda zina da işler. Ayrıca suiistimal edilen kişi
bunu yapmaya zorlanıyorsa, fakir ülkelerin kadınlarını
yalancı vaatler ve şantajlarla köle eden tüccarların çok
ağır suçlarına ortak olunur. Ayrıca çocukları
suiistimal etmenin ve aile fertleri arasında cinsel ilişkilerin büyük
günah olduğunu açıklamaya gerek bile yok; bunu herkes anlayabilir.
Kendi bedenini veya başkasınınkini cinsel zevk için kullanmak,
kendini sunmak olan gerçek sevgiye aykırıdır. Beden bu sevgi
için yaratıldı!
Bir diğer konuyu da dile getirmem
gerektiğini düşünüyorum. Bir kişinin, özellikle de bir gencin,
bir takım sapık cinsel düşünceye yönelimli olması, bu
kişinin sapık olduğu anlamına gelmez ve kendisini öyle
görmesi de doğru değildir. Birini hatırlıyorum ki, bunun
homoseksüelliğe eğilimi vardı. O artık kendini homoseksüel
olarak görüyordu. Ona bunun sadece bir ayartma olduğunu söylediğimde
yüreği büyük bir yükten kurtulmuş oldu. Eğer bir insanın
intihar düşünceleri varsa, o artık intihar etmiş biri
değildir! Bu düşünceler, her ne kadar tehlikeli olursa da,
aslında sadece şeytandan gelen ayartmalardır. Bu yüzden
bunları yenmeyi öğrenmek için iman kardeşlerinden yardım
dilemek gerekir.
35.
“Herkes evliliğe saygı
göstersin. Evlilik yatağı günahla lekelenmesin. Çünkü Tanrı
cinsel ahlaksızlıkta bulunan ve zina edenleri yargılayacak”. (İbr
13,4). Ne kadar çok Hıristiyan,
cinsel yönü de kapsayan Tanrı’nın Sözü’nü sevgi ile
yaşamışlardır! Örnek olarak alabileceğimiz birçok
insan vardır. Cinsel yaşamlarını, hayranlık
uyandıracak bir sevginin kaynağı ve aracı olarak
kullanmış birçok kadın ve erkeği unutmak istemiyoruz.
Birçok şehidi hatırlayalım, bekâretlerini korumak için ölümü
tercih edenler: Luçiya, Agnes, Çeçilya, Maria Goretti ve değişik yer
ve zamanlarda yaşamış daha birçokları! Ne kadar çok evli
çift de evlilik çağrılarını kahramanca bir sadakatle
yaşadılar: Kaşya’lı Rita, Giovanna dö Şantal, Gianna
Beretta Molla v.s… Kaç evli çift başka çocuklara sahip olamayacaklarından
veya eşinin rahatsızlığına ve
hastalığına saygı göstermek için evliliklerini, cinsel
ilişki olmadan, huzur ve sevinçle yaşamaktadırlar. Birçoğu
da, doğal doğum kontrolü hakkında bilgiler edinip sadece bu
metodu seçmektedirler. Ne kadar çok aziz ve azize sevgi enerjilerini fakirlere,
muhtaçlara, ufaklara, hastalara, ölüm döşeğinde olanlara,
cüzzamlılara adayarak yaşamışlardır. Birçok
Hıristiyan, onları duaya ve terk edilmiş kardeşlere hizmet
etmelerine çağıran İsa’ya tüm sevme yeteneklerini sunmak için
evlenmekten vazgeçiyorlar! Etrafımızdaki en güzel, en dikkatli ve
cömert, en güvenilir kişiler, cinsel arzularına hükmetmeyi bilen ve
sevgilerini itaatte ve hizmette Rab’be sunmuş olanlardır. Birçok
kardeşimiz kendine hakim olan neşeli yaşamlarıyla bizim
cinselliğimize saygı duymamıza cesaret vermektedirler ve onu
iffet ve cömertlikle Tanrı’nın kutsaması altında
yaşamamıza yardım etmektedirler.
İçimizden şunu sormak gelir: bu çok
bozulmuş dünyada yaşayan gençlerimiz ve çocuklarımız,
vicdanlarının ve yaşam
alışkanlıklarının bozulmamaları için ne
yapabilirler? Mezmur yazarı bile zamanında kendine bu aynı
soruyu soruyordu: “Genç insan yolunu
nasıl temiz tutar? Senin sözünü tutmakla!” (Mez 119,9). Onun
verdiği cevap günümüzde de geçerlidir! Gençleri Tanrı’nın
Sözü’ne yaklaştıralım, onlar da çamur ortasında bile
olsalar, güzel ve kokulu çiçekler gibi büyüyeceklerdir! Tanrı’nın
Sözü, bu dünyada iffetli ve dengeli yaşayabilmek için, gereken güç ve
ışıktır: işte tek yol, işte sır! Rab’bin
Sözü’nü aramak ve sevmek Azizlerin tavsiyesidir, çünkü Söz, bize tanrısal
yaşamını tanıtıp ulaştıran
Tanrı’nın armağanıdır!
VII.
HIRSIZLIK YAPMA
36.
Yedinci emir, “hırsızlık
yapma” o kadar açık ki, fazla açıklamaya ihtiyaç yoktur. Tüm
insanlar hırsızlık yapmanın kaçınılması
gereken bir kötülük olduğunu bilmektedir: nitekim hırsızlık
yapan, yaptığı hareketi saklı tutmaya
çalışır, çaldığı şey ufak olsa bile. Hırsızlık yapma! Bu emir
“şey”lerle olan ilişkimize değinir, fakat “şey”lerle olan
ilişkimiz insanlarla ve kendimizle olan ilişkimizi de gösterir!
Hırsızlık, para veya bir şey, gözümüzde kişilerden ve
iç huzurumuzdan önemli olduğunda gerçekleşir. Başkalarına
ait olanı veya geçinmelerini sağlayan bir şeyi ele geçirme
arzusu mutlaka bir ayartmadır. Bir şeye veya paraya sahip olma arzusu
başkalarını hor görmemize ve onlara zarar vermemize yol açar.
Bunun için Aziz Pavlus şöyle yazmıştır: “Her türlü kötülüğün bir kökü de para
sevgisidir. Bazıları zengin olma hevesiyle imandan saptılar ve
kendi kendilerine çok acı çektirdiler” (1Tm 6,10). Zengin olma arzusu
kendi imanını inkâr etmeye bile götürür! Bu açgözlülük bir çeşit
putperestliktir, çünkü parayı veya zenginliği Tanrı’nın
yerine koyar. Para sadece çalındığı zaman değil,
özellikle yüreğimizdeki imanı çaldığında çok tehlikeli
olur. Sıkça gözlenen bir olay şudur: dulların, emekliliklerini
kaybetmemek için, evlenmemeleri ve evlilik dışı ilişki
yaşamalarıdır. Bu şekilde para imanın yerini
alır, onlar için para Tanrı’nın, yaşamlarını
kutsamasından ve Kutsal Gizemlere katılma imkanından önemlidir.
37.
Hırsızlık
yapmanın birçok yolu vardır: dükkânlardan gizlice eşyalar alarak
çantasına atanlar gibi; doğrudan başkasının
malını çalanlar vardır; sahte tartılar kullanan veya
fiyatları normal bir kardan fazla arttıranlar vardır; borç para
vererek tefecilik yapanlar vardır; kamuya ait eşyalara zarar verenler
vardır ve kendisi için çalışanlara doğru, layık
olduğu maaşı vermeyenler vardır; işverenini aldatarak
işini yapmayanlar, zamanını boşa harcayanlar,
zamanını ve parasını ailesine, cemaatine
ayıracağına bunları kötü alışanlıklara
harcayanlar vardır. Bütün hırsızlık durumlarını
sıralamaya imkân yoktur, çünkü başkasının veya kendi
malını dürüst olmayan şekilde kullanmanın bin bir yolu
vardır. Güvenerek danışılan avukat veya muhasebecinin veya
başka sosyal derneklerin dürüst olmaması daha da ağır bir
günahtır. Geleceği gördüğünü söyleyen sihirbazların ve
medyumların, zor durumda kalmış olan cahil insanları
aldatarak ve onların acılarından faydalanarak, para
kazanmaları çifte günahtır. Bizler de, bazen bilmeden veya bunu
önleyemeden, hırsızlık suçu işliyoruz: örneğin
uluslararası şirketler, bankalara
yatırdığımız paralarımız sayesinde
kullandığımız malları üretmek için hammaddeyi fakir
ülkelerden almaktadırlar. Bunlar çoğu kez fakir ülkelere haklarını
vermeden çok düşük fiyatlarla alışveriş
yapmaktadırlar. Bu hırsızlıklar tüm bir ülkeyi
fakirleştirip köleleştirebilir. Biz her gün kahve veya çay içeriz,
çikolata ve egzotik meyveler yeriz, pamuklu elbiseleri giyeriz, altın
zincir veya pırlantalı ziynetler kullanırız. Ama
düşünmüyoruz ki, bu malları ucuz bir fiyata alabilmemiz için, birçok
kişi insanlık dışı bir şekilde yaşamaya
mahkûm edilir. İşte o kişilere haksızlık
yapıyoruz! Onların fakirliğinden ve bunun getirdiği
sonuçlardan biz sorumluyuz; isyanlarından doğan şiddetten dahi.
Bu haksızlıkların bir kısmını da olsa engellemek
için etik çalışan bankalar ve yardım kuruluşları
çalışmaya başlamıştır. Ayrıca Kilise,
misyonerleri veya Caritas aracılığıyla, daima bu ülkeler
için ufak veya büyük projeler üretmektedir. Bu kuruluşlara
yapacağımız yardımlarla biraz da olsa adaleti
sağlayabiliriz.
38.
Hırsızlık yapan bir
kişinin Tanrı ile ve insanlarla barışmak istiyorsa elbette
çaldığını iade etmesi gerekir. İncil bize
Zakay’ın örneğini vermektedir: Zakay İsa ile
karşılaştıktan sonra kendini mutlu ve gerçekten ‘zengin’
hisseder; artık onun yüreği huzur bulur. O zaman, daha önce
çaldığı kişilere dört
katını iade eder, hatta
sadece bunu yapmakla kalmaz, zenginliklerinin yarısını da fakirlere
dağıtır. İşte İsa’nın evimize ve
yüreğimize gelmesinin meyvesi şu olmalıdır: O bizi
zenginlik hırsından kurtarır, sevincin, zengin olmaktan
geldiğine inanmaktan kurtarır, yaşamımızın tek
zenginliği olan sevgiyi arttırmamızı öğretir! Kim
hırsızlık yapıyorsa veya yüreğinde zenginleşme
hırsı taşıyorsa, henüz İsa’ya
kavuşmamıştır. Kendini imanlı ilan ediyorsa ve
zenginlikler hayal ediyorsa, kendi kendini aldatmaktadır: imanı hasta
ve zayıftır, boşunadır, ufacık bir denenme
karşısında yok olacaktır. “Hırsızlık eden artık hırsızlık
etmesin. Tersine, kendi elleriyle iyi olanı yaparak emek versin; böylece
ihtiyacı olanla paylaşacak bir şeyi olsun!”. (Ef 4,28).
Hıristiyan çalışarak, sadece kendi ailesi için değil de,
fakirler ve hakları verilmeyen fakir ülkelerin yararına da kazandığını
bilmektedir. Bunun için Hıristiyan kişi genç yaşından
itibaren mesleğini seçerken, egoizmle sadece kendi faydasını
düşünmemelidir, birçok kişiye faydalı olacak bir iş seçimi
konusunda ona yardım edilmelidir. Mesih İsa’ya iman eden bizler,
Kudüs’teki ilk Kilisenin örneğini aklımızda tutalım.
İlk Kilisenin üyeleri kazançları ve mallarını havarilere
veriyorlardı, bunlar da herkese ihtiyacına göre
dağıtılıyordu, böylece cemaatte yoksul olan yoktu.
Kilisede, aramızda, gururla ve örneklerini izleme arzusuyla
bakabildiğimiz kişiler daima vardır: bunlar, Assisi’li aziz
Fransua ve daha birçok Aziz gibi, fakirliği seçerek ve İsa’ya olan
sevgileri için abartısız, örnek bir yaşam sürerek, toplumu
Kutsal Ruh ile zenginleştiriyorlar.
39.
İsa ekinci masalını anlatırken
şunu söylüyordu: “zenginliğin
aldatıcılığı sözü boğar ve ürün vermesini
engeller” (Mt 13,22). Bunun için İsa O’nun ardından gitmek
isteyenlere, her şeyi bırakmalarını, satmalarını
ve elde ettiklerini fakirlere dağıtmalarını tavsiye etti.
Başka bir gün ise şunu dedi: “Dünyanın
aldatıcı servetini kendinize dost edinmek için kullanın ki, bu
servet yok olunca sizi sonsuza dek kalacak konutlara kabul etsinler (Lk
16,9). Lazar gibi gökyüzüne kabul edilecek fakirler, cömertliğimizden
faydalandıkları için, bizim için şefaatte bulunacak
arkadaşlar olacaklardır. Herkes İsa’nın zenginlik
hakkında söylediklerini kabul etmiyordu: “Parayı seven Ferisiler bütün bu sözleri duyunca İsa'yla alay
etmeye başladılar. O da onlara şöyle dedi: «Siz insanlar önünde
kendinizi temize çıkarıyorsunuz, ama Tanrı yüreğinizi
biliyor. İnsanların gururlandıkları ne varsa, Tanrı’ya
iğrenç gelir” (Lk 16,14). Bunun için zengin olmak tehlikeli olabilir,
imanımızı bile engelleyebilir. İşkariot
Yahuda’nın mahvolmasının sebebi de budur: “Yahuda gitti, baş kâhinler ve tapınak
koruyucularının komutanlarıyla İsa'yı nasıl ele
verebileceğini görüştü. Onlar buna sevindiler ve kendisine para
vermeye razı oldular” (Lk 22,4-5).
Görüyoruz ki, birçok millette zenginliğin
artması o halklardan birçok kişinin, imanlarını terk
etmesinin sebebi oldu. Bir mezmur şöyle der: “Zenginlikte yaşayan anlayışsızdır, ölüp giden
hayvanlar gibidir”. Sirak
Kitabı ise şöyle der:
“Çok sayıda kişi kar elde etmek için günaha girmiştir;
varlıklı olmak umudunu taşıyan kişi acımasız
olmalıdır. İki taşın arasındaki oynak yere bir
tahta çivi sokulur, aynı biçimde alıp satma işlemine günah
takılır” (27,1-2). Bizim şeylerle ve para ile ilişkimiz
daima bir mayınlı tarla gibidir: ne kadar dikkatli ve
hazırlıklı olsak da, hiç yetmez. Ayrıca kim Şeytana
itaat ederek zenginleştiyse ona borçlu kalır! Bu zenginlikler,
oğullara ve torunlara geçtiği zaman bile, Şeytanın
onların yaşamlarına karışıp, egemen
olacaktır. Zenginliğin çekiciliğine kapılmamak için imana
ve Tanrı’nın Sözüne sıkı sıkı bağlı
kalmalıyız. İsa daima saklı hazinedir, elde etmeye
çalışmamız gereken tek değerli incidir, çünkü
kimsenin bizden alamayacağı sevinci veren tek O’dur.
40.
“Komşuna
karşı yalan yere tanıklık etmeyeceksin” (Çıkış
20,16). Hepimiz çocuklara, yalan söylememeyi öğretiriz. Hıristiyan
kültüründe yalan söyleyen bir çocuk, yalanları ufak da olsa, sevimsiz
olur, ona güvenilemez. Genelde bir çocuğun yalanları çok zararlı
değildir, ama büyüdükçe güvenilmez bir genç olur. Yalancıya kimse
güvenmez, sonucunda da ahenkli bir birliğin sevincinden mahrum kalır.
Bunun için her yalan günahtır, çünkü kendi adının
saygınlığından başka tüm ilişkileri, ailevi veya
sosyal ilişkileri bozar. Yalanlar, özellikle başkalarına zarar
verdiğinde de, büyük günahlardır. Başkaları ile ilgili
sahte ve kötü haberler yaymak iftiradır ve büyük bir sevgi
eksikliğidir. Dolayısıyla büyük bir günahtır. “Bunun için yalanı üzerinizden
sıyırıp atın. Her biriniz komşusuyla gerçeği
konuşsun. Çünkü hepimiz aynı bedenin üyeleriyiz” (Ef 4,25). “Birbirinize yalan söylemeyin. Çünkü eski
yaradılışı kötü alışkanlıklarıyla
birlikte üzerinizden çıkarıp attınız, eksiksiz bilgiye
erişmek üzere Yaratıcısının benzeyişinde
tazelenen yeni yaradılışı giyindiniz” (Kol 3,9-10).
Ayrıca şu deyim hala geçerlidir: “Yalancının mumu
yatsıya kadar yanar”. Yani kimse yalanını uzun süre saklayamaz:
er geç Tanrı’nın çocuğu olma
saygınlığını ve onurunu kaybedecek. İsa’nın şakirdi
Kutsal Ruh’u aldığını bilir, bunun için de
Tanrı’nın yapmayacağını o da yapmak istemez. Gerçekten
de Kutsal Ruh “gerçeklik ruhudur”,
bunu İsa birçok kere söyledi (Yh 14,16). Yalan söyleyen bir
Hıristiyan, inandığı Tanrı’yı da yalancı
kılar. Halbuki Tanrı kimseye yalan söylemez ve kimseyi kandırmak
istemez!
41.
Yalan yere yemin etmek gerçekten büyük bir günahtır.
Bunu hele mahkemede yapan kişi, ve dolayısıyla bir masum
haksız yere zarar görür veya mahkum edilirse, çok büyük bir günah
işler. Yemin etmek tasdik veya inkar edilen bir bildiriye Tanrı’yı
şahit olarak çağırmaktır. Hiçbir yemin insana
saygınlık getirmez: kendisinin güvene layık
olmadığını gösterir. İsa bize şunu öğretir: “Başınızın üzerine de
ant içmeyin. Çünkü saçınızın tek telini ak ya da kara
edemezsiniz. Evet'iniz evet, `hayır'ınız hayır olsun.
Bundan fazlası Şeytan'dan gelir” (Mt 5,36-37).
İsa’nın, Pilatus’un “Gerçek nedir” sorusuna cevap verecek
zamanı olmadı. Ama daha önce Havarilerine bunu söylemişti bile: “Gerçek Ben’im” (Yh 14,6)! Çünkü O,
kimsenin görmediği ne de görebileceği Tanrı’yı, bize
tanıtıyor: İsa’yı görerek Baba’yı tanıyoruz!
Baba’yı tanımak, insanlara hangi sevgiyle bakmamız
gerektiğini de bilmektir, ayrıca tüm zamanı İsa’nın
dirilişinin ışığında okumaktır, tüm olayları
da ebediyete girişimizi hazırlayan olaylar olarak görmektir. İsa
Gerçek’tir: gerçekten de O, Tanrı’nın saklı sevgisinin, her
olayda ve her insanda mevcut ve saklı sevgisinin, belirmesidir.
Gerçeği de sadece Oğlu’na sevgiyle bakan Baba’nın
bakışlarından öğrenebiliriz ve Aziz Pavlus’un dediği
gibi, haçtan geçen sevgisi sayesinde gerçeği başkalarına
gösterebiliriz: “Sevgiyle gerçeğe
uyarak bedenin başı olan Mesih'e doğru her yönden
büyüyeceğiz” (Ef 4,15)! O halde: “Yalan
yere tanıklık etme” emri, İsa’nın, hayatında
gösterdiği Tanrı’nın babalığının merhametini
ve sadakatini gösteren şeyler yapmaya ve söylemeye bizi sorumlu
kılar. Bunun için gerçeği söylemek her bildiğimizi daima ve
herkese bildirmek değildir, sadece sevginin müsaade ettiğini ve
sevgi, anlayış, barışı destekleyip belirteni söylemek
demektir. Bu, aile içersinde, sosyal yaşamımızda, sır
gerektiren görevlerde, hatta medyada da, göz ününde tutulmalıdır.
Gazetelerde, dergilerde, internette yazanlar, radyo ve televizyonda
konuşanlar, her çeşit ortamdan gelen insanın
karşılıklı anlayışına, birliğine hizmet
etmelidir. Her söylenen yalan insana ve Tanrı’ya
saygısızlıktır, ancak ayrılık, kavga, savaş
doğuracak, yüzeysel duygu veya ahlaksız düşünce tarzı
yaratacak gerçek haberleri yaymak da, büyük bir saygısızlıktır.
Sağlıklı bir denge zordur! Medyada çalışanlar Kutsal
Ruh tarafından aydınlanmaları ve O’ndan hikmet ve
ışık alabilmek için çok dua etmelidirler! Dua
aracılığıyla gerçekten“barış sağlayanlar”
olabilirler.
42.
Aile ilişkileri için samimi ve gerçekçi olmak çok
önemlidir: karı, koca arasına yalancılık girerse
“Tanrı’nın birleştirdiği” arasında bölünme olur. Bu
ilişkide hiç yalancılık olmamalı: bu konuda dikkatli olan,
yabancı kişilere karşı duygu ve ilişkilerden de uzak
kalmaya uyanık olur, çünkü bu duygular aileyi yıkar. Eşler
arasında karanlık köşeler olmamalıdır: her şey
ışık altında olmalıdır, her birinin para
kullanımı dahi açık olmalıdır. Birçok aile,
eşlerden birinin yaptığı masrafları ve kazançları
veya ekonomik ve finansal seçimlerini sakladığından,
yıkılmaktadır. Ailenin iyi geleceği ve birliği için
eşlerin bu konuda da alçakgönüllülükle ve huzurla birbirlerinden hiçbir
şey saklamamaları gerekir.
Bir başka yalan şekli daha
vardır. Bunu pek az kişi fark edip pişman olur, sadece
evlatlarının imandan veya kilise yaşamından
uzaklaştıklarını gören ebeveynler pişman olurlar. Bu
yalan imanın gizemlerine karşı cahil olmaktır, iman etmenin
nedenini soranlara uygun bir yanıt veremeyen yüzeysel Hıristiyanlar
olmaktır. Bu yüzeysellik sebebinden Tanrı’mızın sevgisinin
ciddiyetinin ve de İsa’nın ölülerden dirilişinin gerçeğinin
şahitleri olmamaktayız. Bu en büyük yalandır, çünkü
yaşamımızı Tanrı’nın Hükümdarlığı
için faydasız, hatta kardeşlerimizin kurtuluşu için zararlı
kılmaktadır, çünkü onların, Kurtarıcı’ya
yaklaşmalarına engel olmaktadır. Hele ailede, iş yerinde
veya başka ortamlarda tek Hıristiyansak bizim yalancı
şahitliğimiz daha da çok kötüdür. Biz dünyanın
ışığıyız, ışık da “tahıl
ölçeğinin ya da yatağın altına” konulmaz ki! Biz
başkalarının inançlarına saygı duyuyoruz diye
İsa’yı saklı tutamayız ki! Onların yanılgıya
düşmelerini istemiyoruz. İmanımızda güçlü olup sevgiyle
Gerçek’te yaşayabilmemiz için çok dua etmeliyiz ve diğer
imanlılarla birlik içinde kalmalıyız. İsa dünyaya “gerçeğe
tanıklık etmek için” geldiğini söyledi. Biz
İsa’nın bu zor görevine katılmak istiyoruz! Zor, ama gerçek
mutluluk kaynağı olan bir görevdir!
IX.
BAŞKASININ KARISINA GÖZ DİKME
43.
İsa: “Ama ben size diyorum ki, bir kadına şehvetle bakan her adam,
zaten yüreğinde o kadınla zina etmiştir” (Mt 5,28) dediği zaman “Başkasının
karısına göz dikme” emrini düşünüyordu. Hepimizin birçok
arzusu vardır, bunlar az çok güçlüdür, eylemlerimize yön ve anlam verirler
ve bizi projeler yapmaya iterler. Ancak tüm arzularımız
sağlıklı ve aziz değildir! Her şeye rağmen boyun
eğmemiz gereken ve bizi mutlaka mutluluğa götürecek istekler
değildir. Biz ayırt etmeliyiz. Arzularımız bazen
ayartmalardır, bazen Tanrı’nın bize teklif ettiği yoldan
bizi uzaklaştırabilirler, onları takip etmemiz sonucu
yaşamımızı hatta başkalarının
yaşamını da bozabilir. Biz aralarından doğru olanları
seçip takip etmeliyiz, diğerlerinden ise vazgeçmeliyiz. Peki bunu
nasıl ayırt edebiliriz? Bu seçimi Tanrı’nın Sözü ve
Kilisenin öğretisi ışığında yapmalıyız.
Bu konuda bizi tanıyan ve bizim için dua eden ruhani rehberimizin ya da
bir rahibin yardımını isteyebiliriz. Bir arzumu
gerçekleştirmeden önce, göksel Baba’ma ve kurtarıcım İsa’ya
danışıyorum! Seçim yapmamız gereken arzularımız
arasında duygusal yönümüzü ilgilendirenler de çok önemlidir. Kime kalbimi
açabilirim? Kime duygularımı ve arzularımı açıklayabilirim?
Biliyoruz ki, kalbimizi başkasına açmak bizi duygusal bir bağa
götürebilir, hele o kişi bize sempatik geliyorsa. Bunun için evli olana
samimiyetle kalbimi açmıyorum, kalbimi ona bağlama riskinden ve onun beni
arzulaması riskinden kaçınmak için. Evli olan çok dikkatli
olmalıdır, “Tanrı’nın birleştirdiğini
ayırmamaya” dikkat edecektir. Kilisede ve ailemizde yaşamaya
çağrıldığımız misyona sadık kalabilmek için,
yüreğimizi gözetim altında tutarak, arzularımıza da
hükmetmeyi öğrenmeliyiz.
X. BAŞKASININ MALLARINA GÖZ DİKME
44.
Komşunun evine,
kölesine, öküzüne, eşeğine, hiçbir şeyine göz dikmeyeceksin! Onuncu emir
Rabbin ve havarilerin birçok öğretisini ve tavsiyesini özetlemektedir.
Zenginlik arzusu yaşamımızın birçok kararını ve
eylemini etkilemektedir, aynen başka bir kadını ve erkeği
arzulamak olduğu gibi. Zenginlik arzusu başkalarının
zenginliğini kıskanmamızı sağlar ve düşüncesiz
davranmamıza yol açar: hırsızlık, kandırma, aldatma,
yalan, cinayet v.s. gibi. Tanrı’nın arzularına göre yönlendirilmeyen
arzular ne kadar çok kötülük getirir! Arzularımızın bizi
sürüklememesi için daima içsel duygularımızı kontrol
altında tutmalıyız, öyle ki, Tanrı’nın arzusu
doğrultusunda O’nun isteği ve sevgisi tarafından
yönlendiriliriz. Başkalarının sahip olduğu şeyler, çok
zengin olsalar dahi, bunları birçokları için sevgi aracı olarak
kullanmaları için onlara emanet edilmiştir. Eğer onlar bu
zenginliklerini kendi zevkleri, eğlenceleri için kullanıyorlarsa
hikmetli davranmıyorlar demektir ve yargılanacaklardır.
Aynı şekilde bizler de, bize emanet edileni, fakirler için sevgi
aracı olarak ve insanlar arasında birlik kurmak için
kullanmalıyız. Eğer tüm zenginlikleri bu gözle görmeyi bilsek,
onları artık arzulamayacağız ve yüreğimiz sevmek için
hür ve saf kalacaktır. Yüreğimizde zenginlik arzusu varsa
başkalarına, kardeşlerini sevenin gözüyle değil, rakip
gözüyle bakacağız. Tanrı’nın hikmeti bizi önceden
uyarıyor: “Başkasının
parasıyla evini yapmak, tabutun için taş toplamaya benzer” (Sirak 21,8) der ve şöyle davranmamızı önerir: “Varlığınız artsa bile,
ona gönül bağlamayın” (Mez 62,11). Başka
bir yazı ise şöyle söylemektedir: “Zenginliği
seven hiçbir zaman paraya ve zenginliğe doymaz, zenginliğinin
faydasını da göremez” (Vaiz 5,9).
45.
“...göz dikme”! Arzulama! Son iki emir yüreğimizin en şahsi kısmını
ilgilendirir ve bizi nazik, ince bir ayırt etmeye çağırır.
Benim arzularım nelerdir? Yüreğimin hazinesi nerede? Arzusuz
yaşayamam; hareketlerime ve davranışıma hamle yaptıran
ve teselli, ümit ve güç veren onlardır. O zaman Tanrı’nın
arzularını benimseyeyim; Tanrı’nın arzuları, benim
arzularım olacaktır. “Mesih'le
birlikte dirildiğinize göre, gökteki değerlerin ardından gidin” (Kol 3,1), diyor bize aziz Pavlus.
Şöyle de ekliyor: “Herkesle
barış içinde yaşamak ve kutsal olmak için gayret edin”
(İbr 12,14). Arzularımız şunlar olsun: tüm insanlarla
barış içinde yaşamak ve Kutsal Ruh’u yaşamımıza
kabul etmek! En derin arzularımız duaya dönüşür. Ve elbette
Hıristiyan’ın duası Rabbimiz İsa’nın bize
öğrettiği duada, yani “Göklerdeki Pederimiz” duasında
özetlenmektedir. Tanrı’yı övmeyi arzu ediyorum, O’nun isteğini
bilmek ve gerçekleştirmek, Hükümdarlığının
inşasına yardım etmeyi arzu ediyorum. O’nun “ekmeğini”,
yani söz verilen ve beni sevgide Baba’ya benzer kılan Kutsal Ruh’u
arzuluyorum. O’nun affını kendim için ve kardeşlerim için
arzuluyorum, böylece her evde ve her yerde gerçek barış
olacaktır. Kötülük ve şeytanın her insandan uzak
olmasını arzu ediyorum ve bunun için ısrarla dua ediyorum.
Baba’nın hikmetini diliyorum, böylece uyum ve sevgi yolunda
ilerleyeceğim ve kardeşlerime de yardımcı
olacağım. Baba vaftiz anında beni Oğlu İsa’yla
birleştirdiğinde, beni kutsallık yoluna yöneltti ve eğer
O’nun beni çağırdığı bu yolda yürümeyi arzu
etmiyorsam, O’nun emirlerini de gerçekten yerine getirmiş olduğumu
düşünemiyorum.
GÜNAH VE BÜYÜK GÜNAH
Bir grup insan
yola çıkar. Dağın üzerinde yaşayan en yakın
arkadaşları ile karşılaşmak isterler. Yol uzun ve
yorucudur, kenarları işaretlerle doludur. İşaretlere dikkat
etmek gereklidir. Çünkü birçok yol ayrımı bulunmaktadır.
Eğer başka yollara girerlerse hedefe yaklaşmak yerine ondan
uzaklaşırlar. Doğru yönü kaybetmemek lazım!
Grup yola
çıkar ve sevinçle ilerler. Fakat birisi hoşuna giden bir sesten ötürü
dikkatini kaybetmiş olup ya da beklenmedik bir gürültüden korkup
takılıp düşer. Hiçbir şey, soyulmuş bir dizin
acısından daha ağır değildir. Tek başına
ayağa kalkar ve yola koyulur. Bazen kenarda yürümekte ihtiyatsızlık
ederek başka birisi dengesini kaybeder ve dik bayırdan kayıp
düşer. Dikenler yaban otları ve sivri taşlar batar ve kendisini
yaralarlar, ama başkalarının yardımı sayesinde yeniden
uçurumdan kurtulabilir. Kendisi zaman kaybetti, arkadaşlarına da
kaybettirdi. Dalgın olduğu için bir diğeri düşüp, bir
dirsek veya bir bacağın kırılmasına neden olur.
Tanrı’ya şükür: Kendisine yardım eden arkadaşları
vardır. Kendisini de, çantasını da taşırlar.
Gerektiğinden daha fazla çaba sarf etmek zorunda kalırlar. Diğerlerinden
daha hızlı ilerleyerek bazıları yanlış yola
girerler. Grup farkına vardığı zaman onları aramak ve
çağırmak için çok zaman kaybeder. Fakat onlar çağrılara
rağmen inatla o yanlış yol üzerinde ilerlemeye devam ederler.
Çiziksiz ve kırık bacak olmaksızın hızlı
hızlı yürürler, ama arkadaşının
yaşadığı ve onları beklediği yere
ulaşamayacaklardır. Yürümeye devam edecekler mi? Nereye doğru?
Aradıkları sevinç onlardan git gide uzaklaşmaktadır.
Bu seyahat
nedendir? Günahın ne olduğunu anlamak içindir. Günah şudur:
yanlış bir yönde gidiyorum ve bunun için hiçbir zaman hedefe
ulaşamayacağım.
Zaman kaybeder
dizlerini yaralarsın? Bu da günahtır, fakat ağır bir günah
değildir, çünkü sen yolda kaldın, kaybolmadın, Baba ile
karşılaşmak için diğerleri ile birlikte yola devam
edebilirsin!
Kendine ve
başkalarına acılar yaratıp zaman kaybettirir misin?
Karşılaşmayı yavaşlatıp, kendini isteyerek yola
devam etme arzunu kaybetme tehlikesine koyar mısın? O zaman bu
ağır Günahtır.
Grubun
çağrılarına kulak asmadan tek başına yanlış
yolda ilerler misin? Senin kibrinden ve inadından kaynaklanan eylemler
ölümcül günahtır, çünkü Kiliseden uzaklaştıkça kendini, sonsuz
sevgisiyle seni Bekleyen’le asla karşılaşmayacak duruma
sokarsın.
AYRICA...
Eğer
zehirli bir mantar toplar ve yersen, seni zehirleyecek, her ne kadar sen onun
yenilebilir olduğunu düşünmüş olsan da! Her günah, yani
Tanrı’nın yaşamımız için olan bilgeliğini
izlememek, hemen veya daha ilerde yerine acı ve ölüm sonuçları
bırakır. Hatta günah işleyen, yaptığının,
günah olduğunu bilmese de.
“Kardeşler, eğer biri suç işlerken yakalanırsa, Ruh’a uyan sizler, böyle birini yumuşak ruhla yola getirin. Siz de ayartılmamak için kendinizi kollayın. Birbirinizin yüklerini taşıyın, böylece Mesih’in yasasını yerine getirirsiniz”. (Gal 6,1-2)
VİCDAN YOKLAMASI İÇİN
TEKLİF
Şunlar
günahtır;
1-
Herhangi
birini Peder Tanrı’dan üstün görmek.
Tanrı’dan
çok, insanları dikkatle dinlemek.
Tanrı’yı
ihtiyaçlarımızın ve arzularımızın hizmetkârı
gibi görmek.
Tanrı’yı
kötü ve çıkarcı bir patron gibi görmek.
Tanrı Sözünü
bir kenara itmek ve aramamak.
Tanrı’ya
güvenmeksizin dua etmek ya da dua etmemek veya sadece birşeyler istemek
için dua etmek.
Tek
başına, ya da aile veya Hıristiyan cemaati içinde dua ederken
görünmekten utanmak.
Dua edenlerle alay
etmek
Evlatlarını
veya başkalarını duadan ya da İncil’i dinlemekten
alıkoymak.
Tanrı’nın
isteğine karşı isyan etmek
Tanrı’ya
kendi geleceğini emanet etmemek, ancak onu ortaya çıkarmaya
çalışmak için kart falı ve kristal küre bakanlara, astrolojiye,
medyumlara, ölülerin ruhlarına, ruh çağırma toplantılarına
baş vurmak. Bu, tehlikelidir ve büyük günahtır.
Büyü
aracılığı ile kendi hayatını ve
başkasının hayatını karıştırmak.
Başkalarını
kendine bağlamak için ya da hasta etmek için veyahut da öldürmek yada
iyileştirmek için büyücülere ya da falcılara başvurmak. Bu,
Şeytandan yardım dilemek demektir. O da, karşılık
olarak çok şey isteyecektir.
Sanki Tanrı
yokmuş gibi ve konuşma kapasitesine sahip değilmiş gibi
yaşamak.
Sürekli
geçmişe ağlamak ve özlem duyarak yaşamak.
Öfkelenmek.
Yürekte kibirli
ve gururlu düşünceler taşımak, ya da bunları üstünlük
taslayan bir tutum ve bir davranışla göstermek.
İnsanlara
(örneğin Sai Baba), bitki, hayvan ve nesnelere tapmak.
Muska ya da
nazarlık taşımak.
Başka
dinlere, sapık gruplara, alternatif inanç hareketlerine girmek.
Gizli derneklere
ve topluluklara üye olmak, başka bir imanın dille ikrarını
yapmak, şaka da olsa.
Hıristiyan
inancını inkar etmek.
“Ne mutlu o insana ki zevkini ancak Rab’bin Yasası’ndan alır ve
gece gündüz onun üzerinde derin derin düşünür”. (Mez 1,1)
2-
Küfür yani sövüp
sayarak hakaret dolu sözlerle Tanrı’ya karşı çıkmak.(Bu,
şeytani günahın ağırlığını anlamak için
buyruğa bile gerek yoktur).
Başımıza
gelen kötülüğün veya insanların günahlarının suçunu
Tanrı’ya yüklemek, O’na itaat etmekte yeteneksizliğimizle O’nu
suçlamak.
Tanrı
yanlış yaptı, böyle yapmak gerekiyordu, Tanrı adil
değil vs gibi eleştiriler söylemek.
Tanrı’nın
adını boş şeyler için ağza almak, fıkra anlatmak
ve zevzeklik yapmak için kullanmak.
Tanrı’nın
adını kendi çıkarları için ya da büyülü bir sözmüş
gibi kullanmak, kendini büyük göstermek veya sevdirmek için kullanmak.
Hiçbir zaman
Tanrı’yı övmemek, hatta O’nun görünen iyilikleri için O’na minnettar
olmamak.
“Rab’be
övgüler sunun, çünkü Rab iyidir. Adını ilahilerle övün”. (Mez 135,3)
3- Pazar günleri ve
bayramlarda
Çalışmak
zorunda olmasa da çalışmak.
Sadece
eğlenmeyi düşünmek.
Efkaristiya
Ayinine gitmemek.
Efkaristiya
Ayinine isteksizce gitmek, iş birliği yapmak için çaba sarf etmemek;
Ayine sanki bir gösteriye katılır gibi katılmak.
Ailesine ilgi
göstermemek.
Yalnız
insanlarla, hasta ve acı içinde olanlarla ilgilenmemek.
Komünyonü mundar
bir şekilde almak, yani büyük günahları çıkarmayı ihmal
ederek ya da Evlilik Gizemini reddedip beraber yaşayarak, aynı suçu
işlemeye devam ederek Efkaristiya’yı almak.
“Bazılarının alıştığı gibi, bir
araya gelmekten vazgeçmeyelim” (İbr 10,25)
4- Genç olan evlatlar
için şunlar günahtır;
Ebeveynlerine
sormaksızın kendi kafalarına göre davranmak, özellikle de
onlarla beraber yaşıyorlarsa.
Onlarla
ilgilenmemek.
Onlardan para
veya miras iddia etmek, veya kendisine hizmet ettirmeyi istemek.
Kardeşlerle
ekonomik konular için kavga etmek.
Kardeşlerin
yanlış yaşam seçimlerini desteklemek.
Ebeveynler için şunlar günahtır;
Küçük çocuklarla
ve gençlerle ilgilenmemek ya da onların tüm isteklerini ve kaprislerini
yerine getirmek.
Onların iyi
bir şekilde kullanmalarını kontrol etmeden, çocuklara para
vermek.
Onların
eğitimleri ve karşılaştıkları zorluklar
doğrultusunda kendini eğitmemek.
Çocukları
anlamak için problemleri ve gelişimleri konusunda başkalarından
yardım almayı istememek.
Çocukların
imanda ve duada büyümeleriyle ilgilenmemek.
“Ey çocuklar,
Rab yolunda anne babanızın sözünü dinleyin. Çünkü doğrusu budur”
(Ef 6,1)
5-
Kendi yaşamında ya da başkalarının
yaşamında patron gibi davranmak.
Bu şekilde
yaşayarak başkalarına baskı yapmak ve
başkalarının yaşam imkanlarını engellemek.
Gurur ve kibirle
kendimizi diğer insanlardan daha üstün görmek.
Sözlerle veya
davranışlarla hakaret etmek, incitmek, başkalarının
sağlığına zarar vermek.
Birileri
hakkında kötü düşünmek ve konuşmak.
Biri için kötülük
ya da ölüm dilemek.
Lanet etmek.
İntiharı
düşünmek ya da denemek.
Öldürmeyi
düşünmek.
Kürtajı
önermek ya da desteklemek (Kürtaj gerçek cinayet olup, annenin psikolojik
sağlığında ağır izler bırakır).
Ötenaziyi
desteklemek ya da önermek (Ötenazi gerçek intihar ve cinayettir!)
“Kardeşine öfkelenen herkes yargılanacaktır” (Mt 5,22)
6-
Porno dergileri satın almak, ahlaksız filmler seyretmek,
internette porno sitelerinde gezinmek, televizyonda müstehcen programlar
seyretmek.
Görenleri
ayartacak kıyafetler giyinmek.
Cinsel hazzı
kendi bedeninde aramak.
Tüm
eğilimleri takip etmek: Her kiminle olursa olsun cinsel hazzı aramak.
Ahlaksız
kitaplar okuyarak veya resimlerle eğlenmek.
Evlilik
dışı ya da evlilik öncesi cinsel ilişki kurmak.
Zina
işlemek, yani kendi eşinin dışında başka biriyle
cinsel ilişkiye girmek ya da bekar birisinin, evli olan biriyle
ilişkiye girmesi.
Bebeklere ve
çocuklara cinsel arzu ile bakmak.
Homoseksüel
ilişkilere girmek.
Cinsellikle
ilgili düşünce ve arzularını kontrol etmemek.
“Fuhuştan
kaçının. İnsanın işlediği bütün öbür günahlar
bedenin dışındadır; ama fuhuş yapan, kendi bedenine
karşı günah işler” (1Kor 6,18)
7-
Diğerlerinin sahip olduğu şeylerden ötürü yürekte
kıskançlık beslemek.
Cimri olmak.
Yakın ya da
uzaktaki fakirleri görmezden gelmek.
İş
saatlerinde gayretle çalışmamak.
İşçilerine
düzgün maaş vermemek.
Alışverişlerde
dürüst olmamak, aldatmaya çalışmak.
Maddi zenginlik
arzulamak.
Başkalarına
ait olan şeyleri herhangi bir şekilde, çalarak ya da
dolandırarak, sahiplenmeye çalışmak.
Sürekli olarak
vergiden kaçmak.
“Yeryüzünde
zenginlikler biriktirmeyin” (Mt 6,19)
8-
Yalan söylemek.
Kendini
onaylatmak için yalan söylemek.
Başkalarına
zarar vermek için yalan söylemek.
Mahkemede
yalancı şahitlik yapmak.
İtiraf
Gizeminde yalan söylemek ya da günahları saklamak.
Kendini
inandırmak için yemin etmek.
Kandırmak.
“İnsan her şeyi
elinde bulunduramaz” (Sirak 17,30)
Bu kitapçık Hıristiyan Cemaatler için
Aziz Pavlus Katolik Kilisesinde (Konya)
Hazırlanmıştır.