İNANIYORUM 1

“Siz, sevgili kardeşlerim, kendinizi tümden kutsal olan imanınızın temeli üzerinde geliştirin” (Yahuda 20)

2. Bir tek Allah’a inanıyorum

 

“İnanıyorum” kelimesi, Büyük İman Duası’nda dört defa geçer, fakat her zaman aynı anlamı taşımaz. Günlük konuşmamızda kullandığımız “inanıyorum” ifadesi, buradakinden farklıdır. Biz genelde, birine inanıyorum, veya, inanıyorum ki... deriz ve bu birinin söylediklerinin veya yaptıklarının doğru olduğunu düşündüğümüzü belirtir. Bu tür bir kullanım sadece aklımızın onayladığını gösterir. Örneğin, Avustralya’da kanguruların olduğuna inanıyorum, söylediklerine inanıyorum, dışarıda yağmur yağdığına inanıyorum. Bu tür kullanımlarda “inanıyorum” kelimesini kullanmak, içimizde bir şeyleri değiştirmez; sadece bir bilgi ediniriz.

 

Büyük İman Duası’nı okurken kullandığımız “inanıyorum” ifadesi ise, içsel bir güven ve vazgeçme göstergesidir, hayatımızın bir başkasına doğru hareketidir, hayatımızı teslim etmektir, bir buluşmadır. Bu yüzden “inanıyorum” ifadesi, bu anlamıyla sadece Allah’a yönelik kullanılır: Allah’a inanıyorum, İsa’ya inanıyorum, çünkü sadece Allah’a hayatımızı emanet edebiliriz, çünkü sadece O’na hayatımızı tamamen teslim edebiliriz. Allah’a inanıyorum ifadesi, O’nun varlığını kabul etmekten çok daha öteye gider: bunu şeytanlar bile bilirler (Yakup 2,19)! Allah’ın varlığına inanır ve O’ndan korkarlar: fakat onlar Allah’a “inanmazlar”, yani kendi varlıklarını O’na emanet etmezler. O’nu sevmezler ve O’na itaat etmezler. O’nun öngörülü ellerine, güvenle teslim olmaz, O’nun ile karşılaşmak istemezler.

 

Biz bu ifadeyle, tüm varlığımızı ortaya koyarız, bu içsel bir harekettir: içsel olarak Allah'a güvenmeyi, O’nun tavsiyelerini dinlemeyi, ve O’nda dinlenmeyi seçeriz. O’na kendimi emanet ediyorum, kendimi sunuyorum, bu yüzden artık hiçbir şeyden korkmuyorum. Zorlukları ve ıstırapları dahi, güven dolu bir ümitle karşılıyorum.

 

Dördüncü kez “inanıyorum” dediğimizde, Kilise’ye inanıyorum deriz! Fakat burada, hayatımızı Kilise’yi oluşturan insanlara emanet etmeyiz, sadece Allah insan hayatını karşılamaya layıktır ve buna sadece O’nun gücü yeter. Sadece Allah insan hayatını destekleyebilir ve onu sonsuza dek sevebilir. Kilise’ye inanıyorum diyorum: çünkü Kilise’nin Allah’ın eseri olduğunu biliyorum, bunun için Allah’a minnettarım ve Kilisenin bir üyesi olduğum için gurur duyuyorum.

 

Hayatımı bir tek Allah’a emanet ediyorum: biliyorum ki önümde, hayatımı elde etmeye çalışan birçok tanrı yok! Bir tek Allah, gözlerimi tek bir yöne çekebilmek için tek bir Işıktır. Ve bu Allah, kendini Kutsal Üçlük olarak gösteriyorsa, bu, üç tanrılık, üç allah var demek değildir. Üç tanrısal Şahıs, Peder, Oğul ve Kutsal Ruh sayesinde tek tanrısal sevgiye bakabiliriz. Zaten Kutsal Üçlük sevgidir ve sevgi olduğu için Üçlü-Birliktir!

“Üçlük” ifadesi, ne Büyük İman Duası’nda ne de Kutsal Yazılarda geçer. Bu, basit bir akıl yürütmenin sonucudur: İsa kendinden Baba’nın tek Oğlu olarak bahseder, ve Kutsal Ruh’tan bir başka şahıs olarak, Üçüncü bir Tanrısal Sevgi olarak bahseder.

 

Bu üçlü zenginliği tek kelimeyle ifade edebilmek için “Üçlük veya Üçlü-Birlik” kelimesini kullanırız.

 

Allah tektir, fakat bize sevgisinin zenginliğini göstermek ve bizimle buluşabilmek için, kendi Hayatının Doluluğunu ve sevgisinin hareketini bize gösterir. Sevgi kendini sunar (Peder), sunulmuş Sevgi, kendini gönüllü olarak sunarak cevap verir (Oğul), bu Sevgi ifadelerinin birliği, aynı tek ateşten üçüncü bir Sevgi alevi oluşturur (Kutsal Ruh)!

Allah tektir, fakat ben – insan – O’nu tasvir edebilmek için üç rakamını kullanmak zorunda kaldım. Gözlerimin algıladığı ışığın üç ayrı rengi varsa da, O, Kendi özünde her zaman tektir.

 

Hayatımı sevgi olan bu tek Allah’a emanet ediyorum! Ve hayatım O’na dalarken bir Baba gibi sevmeyi, bir oğul gibi sevmeyi, bir eş veya bir arkadaş gibi sevmeyi öğreniyor. Kendimi bu tek Allah’a teslim ettikçe, kalbimde bir Sevgi Üçlüğü ifadesi doğuyor!

 

Kendi sevgi tecrübem, Kutsal Üçlük gizemini anlamama yardımcı oluyor!

 

 

NOT: Allah’ın hayatı, insanlar için gerçekten de bir gizemdir. O’nu insan aklıyla anlamak imkansızdır. Ancak O, bize bilgeliğini sunarsa anlayabiliriz. Allah’ın Ruhu bize sırlarını açabilir! (1 Ko 2). Bu yüzden, Kutsal Üçlük gizemi, ona sevgiyle yaklaşanlar için gizemli veya karanlık değildir. Yani Allah – O’nun Sevgi olduğunu göz önünde tutarsak (bize Yuhanna’nın aktardığı gibi 1 Yuh 4,8) - Üçlükten başka bir şey olamaz. Eğer Allah tek kişi olsaydı (Yehova şahitleri gibi bir çok modern tarikatın ifade ettiği gibi) sevgi olamazdı! Allah tek kişi olsaydı dünyanın yaradılışından önce sevemezdi, çünkü bir tek kendi olmuş olurdu. Kimi severdi? Sevgi farklı şahısların ilişkisidir. O zaman sevebilmek için, Sevgi olabilmek için, birini yaratmaya ve onunla bir ilişki kurmaya ihtiyacı olurdu. Birine ihtiyacı olsaydı hür olamazdı! Ve böylelikle Allah olamazdı!

 

Bu Allah, yaratıklarından biri isyan etse, kendi tanrısal üstünlüğünü, asinin yok edilmesinden veya etkisiz hale getirilmesinden başka nasıl gösterebilir? Kendi Allah’ının düşmanlarını yok etmek, tek şahıs Allah’a tapmayı benimseyen dinlerin öz mesajıdır. Ve bunlar, böyle bir Allah’a taparak, hile ve aldatmacalarla, diktatör veya zorba olurlar. Kendi din kardeşlerinden başkalarını sevemezler, düşmanlarını sevmeyi ve affetmeyi anlayamazlar!

 

Allah Sevgidir çünkü kendini sunar, bu yüzden Üçlü-Birlik’tir (yukarıda ifade etmeyi denediğim gibi). Allah sevebilir, Allah yaradılıştan önce de Sevgidir. Yaratıklara ihtiyacı yoktur: onlar hür sevginin, özgürlüğün meyvesidirler. Onlar isyan ederlerse, onları sevmeye devam ederek, onlara Kendi tanrısal üstünlünü gösterir; onlara Oğlu’nun örneğini ve gücünü bağışlayarak, onları şefkat ve özgürlükle tekrar sevgiye kazandırır. Örnek gösterip, onu uygulayacak gücü vererek! Kutsal Üçlük’e tapan, herkesi sevmeye mehillidir: kendi imanının dışındakileri ve hatta düşmanlarını bile.

Düşmanları için sevgi öngören, ve dileyen, onlara sevgi veren tek inanç, Hıristiyan inancıdır! Ve Hıristiyanlardan biri sevmiyorsa, o artık Peder Allah’a, Oğul’a ve Kutsal Ruh’a hayranlıkla bakmıyor demektir: o tekrar kendini aramaktadır.

Allah, Üçlü-Birlik’tir ve başka türlü olamaz, aksi halde Sevgi olamazdı! İsa aracılığıyla bize Kendi hayatını tanıttığı için, Allah’a şükürler olsun! Onu tam olarak anlayamasak da, O’nun gerçek olduğunu algılayabiliriz: Kutsal Ruh bizi Gerçeğe yöneltir, sadece Allah gerçeğine hayranlıkla bakmamız için değil, bu gerçeğin bizi değiştirebilmesi için de bize yardım eder.

Allah gerçeğini bilmek, sadece merakımızın tatmin edilmesi değildir, bizim için yeni bir yaşama biçimidir: bu yeni yaşamda Allah’ın insani yapımıza ektiği yetenekler de günden güne daha çok gelişirler. Allah’ı Üçlü-Birlik olarak tanımak neye yarar? Kardeş gibi yaşamamızı sağlar, ailelerimizi ve cemaatlerimizi uyum ve barış içinde yaşanan yerlere, sevinç ve birlik dolu yerlere dönüştürür. Allah’ı (Kutsal Üçlük) seven, O’nun gibi olur, kendini sunabilen, sevebilen, birlikte ıstırap çekip birlikte sevinebilen. İnsanların babası, oğul ve kardeş olur.

 

 

3. Peder’e inanıyorum

 

Allah gerçeğini, insani terimlerle ifade edebilmek için, tecrübemizden faydalanarak seçtiğimiz kelimeleri kullanmalıyız, bunların ne yeterli ne de uygun olmadıklarını bilsek de!

Fakat başka yapabileceğimiz bir şey yoktur!

Ve işte tanrısal Sevginin ilk hareketi olarak “Baba” deriz! Baba - kendi tecrübemizce – kendi çocuklarının hayatlarının kaynağıdır. Baba Allah’tır, çünkü tüm sevgi hareketleri O’ndan başlar. Allah’ı sevebilmek için, Baba sözcüğü, İsa’nın dudaklarındadır ve bu sözcüğü bizimkilere de yerleştirir. Allah gerçeğini bize daha yakın kılan bir terimdir, sevgisinin hem üstünlüğünü ve büyüklüğünü, hem de şefkatini, anlamamıza yardımcı olur. Allah’ın bizden kopuk ve uzak bir gerçek olmadığını, bilakis, bir babanın oğluyla ilgilendiği gibi, Allah’ın da insanlarla ilişkide olduğunu gösterir. “Baba”, Allah’ın bizi kendi başımıza bırakmak istemediğini gösteren bir terimdir. Aynı zamanda, hayatımızın sadece O’nun ile birlik içinde kaldıkça canlı kalacağını da vurgular.

 

Baba bir ilişki terimidir: Sadece, birine hayat vermiş ve vermekte olan birini belirtmek için vardır, O’na benzer birini!

Ben Allah’ın Baba olduğuna inanıyorum: hayatımın kaynağı olduğuna inanıyorum, Allah’ın benle bir antlaşma yapmış olduğuna, ve ancak O’nun ile ilişkide kalırsam yaşayabileceğime inanıyorum.

Baba Allah’a olan bu iman, günümüzde “laikleştirmek” (Din ağını kaldırmak, dinsel yaşamdan ayırılmak) diye adlandırılan düşünce hareketini ve alışkanlıklarını reddetmemi sağlıyor. Bu, Allah yokmuş gibi bir insan olma biçimidir, sanki yaşam O’na bağlı değilmiş gibi. Bu, ilk günahın tekrarıdır! Bu düşünce tarzını kabul edersem, kendimi insan halim için korkmuş, çıplak olarak kaçar durumda bulurum, kardeşim Habil’i, masum olduğu halde, bir düşman olarak görürüm.

Zaten şimdiki ve geçmiş dünyanın tarihi, bir korku ve şiddet tarihi değil midir? İnsanlar bir Baba’sı olduğunu unutmuşlardır, sevgi içgüdüsü ve bilgelik almak için dinleyecekleri bir Baba, sevgiyle itaat edecekleri bir Baba. Baba’ya sevgiyle bakan kişilerin var olduğu yerlerde, dünya değişir, orada dünyanın çehresi yenilenir.

Peder Allah’a inanıyorum: kendimi O’na emanet etmek, hayatımı Sevgisine bağlı kılmak istiyorum. Hayatımı O’nun bilgeliğince düzenlemek istiyorum.

Herhangi bir Allah’a inanmıyorum. Zeki bir insanın aklının algılayabileceği bir Allah’a inanmıyorum. Sadece benim ve bütün insanların Baba’sı olan Allah’a inanıyorum.

 

Kendimi O’na emanet edersem, ve beni aydınlatmasına izin verirsem, O’nun pedersel sevgisi benim de hayatımı kaplayacaktır!

 

Benim için Baba Allah’a inanmak çifte bir mutluluktur: kendimi güvende hissederim, artık hiçbir şeyden korkmam, kimse beni etkileyemez ve hiçbir olay beni sarsamaz. Hayat kayığımı dolduran su, yani hayatımındaki olumsuzluklar beni artık umutsuzluğa sürüklemez, çünkü bir Baba’nın ellerinde olduğumu biliyorum. Üstelik, Baba Allah’a inanmak, hayatımı yeni bir sevgiyle kaplar, kardeşleri sevmek için önayak olmaya hazır bir sevgiyle: Baba’nın sevgisi beni kaplar ve Kendine benzer kılar, beni bir bakıma dünya için bir “peder” yapar! Peder Allah’a inanmak hayatımı değiştirir: beni mutlu ve bir çocuk kadar huzurlu, aynı zamanda bir yetişkin kadar sorumlu ve dikkatli kılar.

 

Peder Allah’a inanmak sadece fazladan bir bilgi değildir: İçimde gelişip büyüyen yeni bir hayattır!

 

 

4. Her şeye kadir olan, göğün ve yerin yaratanı

 

Bir tek O’na uygun olduğundan, sadece Peder Allah için “her şeye kadir” deriz! O her şeye kadirdir! Bu bize Kutsal Kitap’ta, Allah’ı öven bazı bölümleri hatırlatır. Hiçbir firavun katiyen O’nun isteklerine karşı gelemez, hiçbir Goliat O’nun önünde övünemez: rüzgarlar ve denizler dahi O’na itaat eder.

Bizim için ters anlamak kolaydır. Mesela, “Allah savaşları silemez miydi, şiddet uygulayanların ellerini donduramaz mıydı?...” dediğimiz zaman, her şeye kadir ifadesine, bir diktatörun verdiği anlamı yüklemeye çalışırız. Bizde, her istediğini yapan, yöneten, ezen, imha eden “güçlü adamın tecrübesi“ vardır. İnsanın insan üzerine uyguladığı kuvvet, şeytani bir kuvvettir, Allah’ın ki değildir. Bu tür bir kuvvet Allah tarafından uygulansaydı, O’nun Baba sıfatını silerdi. O bir baba değil, bir diktatör olurdu. “Allah için her şey mümkündür” der Melek, Meryem’e. Ama o her şey, “her şey” değildir. O her şey, “O’nun her sözü”, veya, “O’nun her söylediği” anlamına gelir. Bu yüzden Allah, kötü olanı yapmayacak, şiddet kullanmayacaktır...

 

Allah’ın her şeye kadir olması, bir Baba sevgisinin kuvvetidir! Sevgi eseri olan yaratılışla kendini gösterir. Bir mezmur der ki: “Başlangıçta Sen dünyayı yarattın, gökler ellerinin eseridir” (102, 26). Allah’ın her şeye kadir olması, kendini kurtuluşta daha da belli eder. 24 ihtiyarın dediği gibi (Va 11, 17): “Her şeye kadir olmuş ve olacak olan Rabbimiz, Sana şükrederiz çünkü büyük gücünü kuşanıp, kendi hükümdarlığını kurdun”.

“Her şeye kadir” ifadesini, kimseyi ve hiçbir şeyi, hatta düşüncelerimizin gücünü dahi, Allah’ın üzerinde tutmamak için kullanırız: “Evet, her şeye kadir Rabbimiz; senin yargın doğru ve gerçektir!”.

O’nun söylediği ve hazırladığı her şey en iyi olandır. Birçok zorluktan geçmiş, imanlı bir adam, “Allah’ın her bildiğini ben de bilseydim, Allah’ın istediğini muhakkak ki ben de isterdim”, derdi.

Bir sevgi armağanı olan yaradılışı, Allah gerçekleştirmiştir! “Gökleri ve yerleri O yaratmıştır” der Kutsal Yazılar! Allah her şeyin üzerindedir. Hiçbir yaratık kendini O’nun ile bir tutamaz, hiç bir insan, kral veya imparator, kendini başka bir insandan üstün göremez. Ne kadar gizemli veya çekici olursa olsun, hiçbir yaratık, kendini Allah’ın yerine koyarak insanların kalbini dolduramaz. Böylece, Büyük İman Duası’nın incelediğimiz bu cümlesi, her çeşit putperestlikten ve mutlakıyetten kati olarak vazgeçmektir.

Allah’ın sözü ve sevgisi her gerçeğin üzerindedir. İnsanlar tarafından konmuş başka kanunlara boyun eğmek istemiyorum: putperest olurdum. Para olan puta boyun eğmek istemem: bu put bana, kâr kanununu, bencil tasarrufları empoze eder. Yarın yaşayıp yaşamayacağımı bilmesem de, beni şimdiden emekliliğimi düşünmeye ve onun için kaygılanmaya zorlar. Bu put, benim ve bizim için bir Baba’nın var olduğunu unutturur. Kardeşlerim için bana sorumluluklar verebilecek bir Baba. Zevk olan puta da boyun eğmek istemem: bu put, biraz yorulmayı ve bazı şeylerden vazgeçmeyi gerektiren Allah’ın hükümdarlığını aramamı engeller, Baba’nın

 çağrısını ve önerilerini unutturarak, beni kişiliğime ve beğenilerime yönlendirir. Madde olan puta da boyun eğmek istemem: bu put beni cisimlerin, modanın, başkalarının düşüncelerinin esiri yapar. İçsel özgürlüğümü kısıtlar, Allah’ın verdiği neşe ve barışı ve benim kardeşlerimi sevmemi engeller. Her türlü batıl inanca yol açan hayal gücü putlarına da boyun eğmek istemem, çünkü Allah, her şeyin, her hayvanın, gerçekleşen her olayın üzerindedir. Evimize veya arabamıza astığımız her at nalı veya herhangı nazarlık, büyük iman duasının bu sözüne karşı bir küfürdür!

Ben sadece her şeyi Yaratan’a inanırım ve boyun eğerim: O bana dünyaya ve insanlara saygılı, yüceliğiyle beni yücelten kanunlar sunar!

Allah’ın her şeyi yarattığını belirtmek, var olan her şeyin bir amacı olduğunu, hiçbir şeyin boşuna olmadığını, her şeyin iyi niyetle yapılmış olduğunu da belirtmek demektir! Kutsal Yazılar, yaratılmış her şey için şöyle der: “Ve Allah, iyi bir şey olduğunu görür!”.

Bu yüzden, insanın hiçbir şeyi ve hiç kimseyi yıkmaması, bilakis her şey için minnettar olması, her şeyden memnun olması gerekir! Aziz Pavlus şöyle der, “Rab İsa’ya ait biri olarak kesinlikle biliyorum ki, hiçbir şey kendiliğinden murdar değildir” (Rom 14, 14). “Öyle ki Allah’ın yarattığı her şey iyidir, hiç bir şey reddedilmemeli; yeter ki şükran la kabul edilsin” (1Tim 4,4).

Bu yüzden Büyük İman Duası’nın bu bölümü, bana huzur verir, ve her şeye olumlu bir şekilde yaklaşmamı sağlar: her şey Allah’tan gelir, Baba’mdan gelir! O’na minnettarım. Bu minnettarlık, zihnime, her gerçeğin nasıl O’nun sevgisinin bir parçası olduğunu gösteren bir ışık tutar.

Yaratan Peder Allah’a inanıyorum! O’nun yaratmış olduğunu ve şimdi... işsiz olduğunu söylemiyorum! O her zaman yaratandır. O’nun için zaman kavramı, bizim için ifade ettiğinden farklı bir anlam taşır. O bugün yaratandır: “Güçlü sözüyle her şeyi devam ettirir”! (İbr 1,2). Bugün ben Allah’ın bir armağanıyım, bugün bana güneşi, yıldızları ve her şeyi armağan eder, bugün Baba beni yaşatır! Allah’ın bugünü asla dün olmaz ve O’nun için yarın yoktur. Benim için devamlı ve sadık yeni bir minnettarlık nedenidir.

 

 

5. Görünen ve görünmeyen her şeyin yaratanı

 

Öyle gerçekler vardır ki onlarla ilk kez karşı karşıya kaldığımızda, Allah’a olan inancımızla yarışmaya çalışırlar. Bunlar garip ve açıklanamaz gerçeklerdir, çünkü insanların normal ve yüzeysel gözlemleri onlara yabancıdırlar. Bunlar ne yıldızlardır, ne atomlar, ne ay, ne güneş, ne organizmamızın hücreleri, ne de tümör hücreleri. Bu gerçekler dahi, bilgi bahçemizi gizemle kaplar. İnsan kalbini kendine çeken veya kaçmasını sağlayan görünmez gerçekler vardır: görünmez oldukları için, kimi zaman insan onları, aynı şekilde göremedikleri Allah ile aynı kefeye koyar.

Melekler ve şeytanlar: görünmez gerçeklerdir. Her nasıl iseler – kimliklerini merak edenler vardır – biz Allah’ın yaratıkları olduklarını biliriz, O’nun ile eş değillerdir, O’nun üzerinde hiç değillerdir.

 

Allah’ın tüm yaratıkları iyilerse, nasıl olur da şeytanlar vardır? Bu haklı soruya bir cevabımız var mıdır? Kendi tecrübemizle bir cevap bulabiliriz: ben ki – her şeye rağmen – iyiyim, nasıl oluyor da bazen kızabiliyorum, nasıl oluyor da bazen şiddete başvurabiliyorum? Allah beni iyiliğimi kullanmakta yada ona karşı gelmekte özgür yarattı. İşte bu şekilde “ruhani” varlıklar da, her ne kadar bizden üstün olsalar da, özgürlüklerini sömürebilirler, onlar şeytanlardır.

 

Melekler ve şeytanlar: anahtarına sahip olmadığımız bir dünya, fakat bu dünya bize hakim değildir, ve bizi ne iyiyi ne de kötüyü yapmaya zorlayabilir. Onlar yaratıktırlar! Bizim hizmetimizdedirler (melekler) veya yolumuza engeller koyarlar (şeytanlar), ama Allah onların üzerindedir.

Her zaman bu gerçeğin varlığını önemsememeye mehilliyizdir. Allah’ın habercilerinin, yani meleklerin etrafımızı sarmış olduğunu unutmak veya yok saymak isteriz. Ve böylece büyüklük taslar ve bizim olmayanla övünürüz!

Şeytanların varlığını ve faaliyetlerini önemsemeyerek, istemeden onların tutsakları oluruz, çünkü ruhları ayırt etme yeteneğine sahip değilizdir.

Bir imanlının öğrenmesi gereken ilk şeylerden biri - aksine pek de az ilgilendiği - ruhları ayırt edebilme yeteneğidir.

Şeytanlar hakkında yayılan yanlış bilgiler, onların varlığını kabul etmeyi, daha da sevimsiz kılmıştır: boynuz ve tırnaklar, kuyruk ve çatallar! Fakat gerçekte şeytan kendini insana “bir ışık meleği” gibi gösterir. (2 Ko 11,14). Günümüzde birçok Hıristiyan ortam dahi Kötünün varlığını düşünmeyi reddederken, ekonomik çıkar ve güç sağlamak için kendini şeytana adama alışkanlığı, meşhurlar ve artistler arasında, başka kötü kişiler arasında, tarikat kurucuları, ve hatta finans ve endüstri şirketleri arasında yayılmaktadır! Dünya, şeytanın hizmetine girmek için onu arıyor!... Parayı kullanmak şeytanın en iyi becerdiği şey olduğundan, dünya şeytanı sömürdüğünü sanıyor!

 

Melekler vardır ve şeytanlar iş başındadır!

 

Bizim için İsa, meleklerin Allah’tan gelen varlıklar olduğunun ve şeytanlarınsa tehlikeli olduklarının en büyük şahididir. İsa hayatı boyunca kötüyü meydana çıkarmak, onu insanlardan uzaklaştırmak için savaştı. İsa Şeytan’ın açtığı yaraları – günah ve hastalıklar - sardı. (karşılaştırınız Elç 10, 38).

 

Ben her şeye kadir Baba Allah’ın, görünmez gerçeklerin yaratanı olduğuna inanıyorum. Korkunç olmasına rağmen, Kötüden korkmam, çünkü kimin oğlu olduğumu bilirim. Ona hayatımda yer vermemeye çalışırım: vaktimi ve gücümü onla harcamam, ve bu yüzden ruh çağırma seanslarını, falcıları, büyücülerin ve astrologların görüşlerini, mutlak olarak reddederim. Hipnoza ve burçlara inanman. Lanet ve nazardan korkmam: hepsi – şaka için bile yapılsa – Allah’ın düşmanıyla ilgilidir. Baba’mın düşmanı, tüm ailemin düşmanıdır.

Ben Peder Allah’a inanıyorum: geçmişimi ve geleceğimi sadece O’na, O’nun sözüne, O’nun müdahalesine emanet ederim. O, beni korumaları ve oğlu gibi yaşamama yardım etmeleri için en zor anlarda ve hatta ölümde bile meleklerini yollar!

 

Bu “arkadaşları” seviyorum ve onların varlığından memnunum: Onlar Allah’ın yaşayan armağanlarıdırlar! Bazılarının isimlerini bile bilirim: Mikail, Cebrail, Rafael! Kendimizi kaybetmememiz için, yolumuza ışık tutarlar, bu hayatımızın amacını hatırlatan bir ışıktır!

 

>>>>>>>>> 02 Oğul 03 Kutsal Ruh <<<<<<<