İNANIYORUM    3

 

“Siz, sevgili kardeşlerim, kendinizi tümden kutsal olan imanınızın temeli üzerinde geliştirin” (Yahuda 20)

 

 

14. Hayatın kaynağı ve Rab olan Kutsal Ruh’a inanıyorum

 

Vaftizci Yahya, İsa’yı “Kutsal Ruh ile vaftiz eden” diye ilan etti. İsa da şakirtlerinin üzerine üfleyerek, şöyle dedi: “Kutsal Ruh’u alın”! Bunu yapacağına tekrar tekrar söz vermişti, özellikle de Son Akşam yemeğinde. Nikodemus’a da şöyle demişti: “suda ve ruhta tekrar doğmayanlar, Allah’ın hükümdarlığına giremez”. Bu yüzden ben Kutsal Ruh’a inanırım. Hayatımı O’nun ışığına ve yönlendirmesine emanet ederim, çünkü O, Allah’ın Ruhu’dur.

 

“Kutsal” ve “ruh” kelimeleri ne anlama gelir?

 

İçsel güdülerimde, hareketlerimde, beni yönlendiren bir içgüdü, içsel bir dürtü, bir “ruh” olduğunun farkına varıyorum. İsa onu “rüzgar” diye tanımlamıştır, biz ona “hava” deriz. Bu rüzgar, içsel yeteneklerimizi ve vücudumuzu hareket ettirir! Bir kin havasının beni hareket ettirmesine izin verirsem, hafızam, haksızlıkları ve hayal kırıklıklarını hatırlar, aklım öç almak ister, duygularım ve isteğim nefret eder. Vücudumun kasları dahi, beni bu “rüzgarın” hareketine sürüklemek isterler: çehrem kararır, ellerim yumruk olurlar, midem – uzun vadede - ...ülser olur! Bir iyilik ve merhamet “rüzgarı” ise, beni başka yönlere sürükler! Her zaman, iyi veya kötü bir rüzgara kapılırız. Eleştiri, ahlaksızlık, cimrilik, öç, vurdumduymazlık vs... havaları bazen yerlerini, af, cömertlik, anlayış, sabır, alçakgönüllülük ve saflık havalarına bırakırlar...

 

“Kutsal” sıfatı ile, dünya’ya, dünyada olan şeylere veya insanların yaptıklarına bağlı olmayan, dünyevi dürtülere değil, Allah’ın kilere cevap veren, bir şeyi işaret ederiz.

Bir tokada verilecek doğal tepki, yine bir tokattır, veya iki gün somurtmaktır. İade edilen tokat veya surat asma, dünyevi içgüdülere olan tepkilerdir. “Kutsal” tepki ise, Allah’ın yaptığını yapmak olmalıdır, Allah’ın sevgisine tepki vermektir. Baba, beni inciteni sevmeye devam eder, Oğul da onun için ölmüştür. Kutsal, benim Baba’nın ve Oğul’un sevgisiyle birlik olmam, okşamayı abartarak tokada çevireni sevmeye devam etmemdir.

Öyleyse, dünyaya değil, göklere bağlıyım: dünyanın ötesindeyim. Kutsal Ruh, sadece Baba’nın ve Oğul’un sevgisine tepki verir: yüreğime her zaman ve sadece sevgi getiren tanrısal rüzgardır.

“Kutsal Ruh’a inanıyorum”, sadece Allah’ın kalbinde esen bu “hava” ile kendimi hareket ettirmek istiyorum demektir!

 

Ne büyük değişim! İsa Kutsal Ruh ile vaftiz eder: O hayatımı, sadece günah işlememek arzusuyla değil, yeni ve derin bir içsel yönlendirme ile değiştirir. Günah işlememek yeterli değildir. Duygularımızı, isteklerimizi ve eylemlerimizi Tanrısal rüzgar ile sürüklenmeye bırakmalıyız! O zaman gerçekten Allah’ın “oğlu” oluruz, çünkü Allah’ın hayatının beslendiği tüm maddeler bu rüzgar aracılığı ile bana ulaşır: barış, af, iyilik, sabır, misafirperverlik, alçakgönüllülük, sadakat... duyguları alırım, herkesi kurtarma isteği alırım, herkese karşı anlayış ve sevgi duyguları alırım, tek kelime ile, Peder’in yarattığı ve Oğul olan o hayatı alırım! Kutsal Ruh bize “Hayat verir”. O, Meryem’in bedenindeki İsa’ya insan hayatı verdi. Allah’ın tapınağı olan bizim vücudumuza da, Kutsal hayat verir! İsa “Bedenden doğan bedendir ve Ruh’tan doğan Ruh’tur” (Yu 3, 6) diye belirtir. Ruh sahip olduğu hayatı verir: bu, Baba’dan çıkıp, Allah’ın Oğlu’nu oluşturan hayattır.

 

Allah’ın Ruh’undan gelen hayatla yaşayan, yaşadığını farkına varır, hayatta bir amacı, önemli bir görevi, tanrısal bir misyonu olan biri olarak var olduğunu anlar. Allah ile çıkarları ortaktır, amaçları aynıdır: İsa aracılığı ile insanları kurtarmak!

 

Kutsal Ruh Rabbimizdir! Yani Allah’ın Kendisidir! Kutsal Ruh, Allah’ın sadece bir niteliği değildir: Baba’dan ve Oğul’dan farklı, tanrısal bir şahıstır, fakat onlarla aynı doğada ve aynı özdedir. O Allah’la Oğul arasında bir sevgi ilişkisi olarak varlığını sürdürür, fakat vardır! Bir karşılaştırmaya izin verir misiniz? Şimşek, sadece bulut ve dünya arasında veya iki bulut arasında bir ilişki olarak vardır, fakat üçüncü ayrı bir gerçektir! Bu şekilde, Kutsal Ruh da sadece bir sevgi ilişkisi olarak vardır, fakat üçüncü bir tanrısal ışıktır ve yaratılmamıştır, başka bir “Teselli edicidir”, tapabileceğim, arzulayabileceğim ve karşılayabileceğim başka bir sevgidir. Rabbimizdir! Allah’tır, ve O’nu bu şekilde sevmek istiyorum: sefil hayatımı O’na emanet ediyorum: hayatımın bütün ifadelerini, O’nun nefesiyle “hareket etmeye” bırakıyorum!

 

 

15. Peder ve Oğul’dan çıkıp Peder ve Oğul ile birlikte tapılır ve yüceltilir

 

 

Kutsal Ruh, Peder Allah’ın kalbinden esen rüzgardır, ve bize Oğul’un aracılığı ile ulaşır. Baba’nındır fakat şakirtlerin üzerine onu İsa üfler! İsa onu Baba’dan ister (Yu 14, 16), Baba’da onu İsa’nın adına yollar (Yu 14,26) ve İsa onu “Baba’dan” yolar. Çıkmış bir Ruh’tur, yaratılmamıştır, fakat Baba’dan gelir, O’na ait bir şeydir. Allah’ın Oğlu’nu meydana getiren aynı ruhtur, insanların arasında O’na “vücut” verir, ve “O’nun üzerinde kalır” (Yu 1, 33). Peder’den çıktığı için pedersel bir ruhtur! Oğul’dan çıktığı için oğulsal bir ruhtur! O ailevi ilişkiler kurar. İnsanlar tarafından kabul edilen Kutsal Ruh, onları, Baba’nın ve Oğul’un sevdiği gibi sevebilir kılar. Kutsal Ruh’u aldığım zaman, kendimde bir sevme isteği, bir sevme yeteneği hissederim: bütün dünyayı sevebilme, babaları imişim gibi kendimi sunabilme, bir baba gibi sabırlı olabilme, hayatını sunan birinin anlayışına ve güvenine sahip olabilme, varlıklarını mahvetmiş olanları affedebilme ve onu tekrar oluşturabilmeleri için onlara yardım edebilme. Kutsal Ruh, pedersel bir ruhtur: bana sevgide önayak olmayı sevmeyi öğretir, aynen her zaman sevgi girişimlerinde ilk adım atan Baba’nın de yaptığı gibi. Kutsal Ruh ne çok sevgi girişimi doğurmuştur! Küçüklere, yoksullara, savunmasız olanlara, mahkumlara hayatlarını sunmaları için kaç kişiyi canlandırmış, harekete geçirmiştir. Kilise’nin içerisinde asırlar geçmesiyle rağmen, hâla, dünya için ne çok sevgi girişimi mevcuttur! Günahkarları sevmeyi ve teselli etmeyi ve onları kabul etmeyi ve affetmeyi, insanların kalbine sokan, pedersel Kutsal Ruh’tur! Baba’nın Ruh’u çok insanın kalbinde gerçek bir babalık duygusu uyandırır, ve bu insanlar bu babalığı maddi veya ruhani şekilde gerçekleştirirler! Fakat Kutsal Ruh’u aldığım zaman, oğulsal ruh da alırım, çünkü o aynı zamanda Oğul’un da ruhudur. Ben de İsa gibi, Allah’ın önünde oğulsal bir tavır alır, itaat etmeye hazır bir sevgi ile dolarım. Kutsal Ruh, beni Allah’ın oğlu yapar, O’nun isteğini öğrenmeyi arzularım, ve isteklerini sevgi ile gerçekleştirmek isterim. “Üvey evlatlar olarak bir Ruh aldınız”, Allah’a doğru komplekssiz, gerçek güven ve özgürlükle dolu bir ruh. Bu oğulsal ruh, kardeşlerimin ihtiyaçlarını ve arzularını da dikkate almamı sağlar, Allah’ın onlara olan sevgisine de itaat etmiş olurum. Bu yüzden O, beni, tamamen özgür olarak, insanlara bağlı kılar. Böylece bende İsa ile birlikte insanoğlu diye çağrılabilirim. Beni uysal, kendimi sunmaya ve hizmet etmeye hazır, Allah’ın isteklerine saygılı, insanlara karşı dikkatli kılan bir ruhtur. Baba’nın Ruhu ve Oğul’un Ruhu hayatımı sorumlu ve uysal, mütevazı ve dengeli kılarlar; beni, kendimi aralıksızca sunabileceğim bir olgunluğa ulaştırırlar.

 

Ruh, Oğul aracılığı ile Baba’dan çıkar: Bu yüzden O, üçüncü Şahıs’tır! Fakat önem sırasında, üçüncü değildir! Allah’ta sayılar yoktur: onları biz, sınırlı olduğumuz için kullanırız!

 

Ruh, Baba’nın sevgisi ile Oğul’un sevgisi arasındaki ilişkidir: yeni bir ışıktır! Şimşeğin dağlarla bulutlar arasında bir ilişki, üçüncü bir gerçek olduğu gibi, Kutsal Ruh da bu şekilde Allah’ın tek sevgisinin üçüncü bir ifadesidir. O sadece ilişki olarak vardır, fakat her zaman var olmaya devam eder! O’nun Üçüncü şahıs olması, benim hayatım için de önemlidir. O bende ancak, kendi içime kapanmazsam var olabilir. Kendi bencilliğime kapanırsam, benimle ikinci biri olmadıkça, Üçüncü de olamaz! Bunun kanıtı da şudur: Kendi içime kapandığım zaman, Kutsal Ruh’un meyveleri olan, neşe, barış, sevgi, anlayış, sabır vs. benden uzaktırlar.

 

Fakat ben, oğulsal sevgi ile Peder’i sevdiğim zaman, Üçüncü Şahıs beni kaplar! Ve karşılıksız sevgi ile Oğul İsa’yı sevdiğim zaman, işte Üçüncü Şahıs. O’nun sevdiklerinden birine (ve O tüm insanları sever), Baba’nın sevgisi veya Oğul’un sevgisi ile yaklaştığım zaman, işte yine Üçüncü Şahıs! Her nerede biri karşılıksız, yani tanrısal sevgi ile severse, Kutsal Ruh orada mevcuttur! Bu yüzden Yuhanna: “Allah’ı seven, O’nu tanır”, diye yazabildi, başka bir deyişle, seven insan, Allah’ın hayatına katılır, onunla bütünleşir!

 

Kutsal Ruh, insanların kalplerinde, Baba’nın sevgisi ve Oğul’un sevgisi için yer açar: Kutsal Ruh’un görevi bence böyle anlatılabilir. O beni, Baba’yı ve Oğul’u yüceltmeye götürür: Onları önemsememi, saymamı, Onların eylemlerine yer açmamı sağlar. Peder’in sevdiği gibi sevdiğim zaman, ve İsa’nın sevgisi ile sevdiğim zaman, Onlar yüceltilir, tapılmış olurlar. Onları yücelten, insanların güzel sözleri değil, kalplerde işgal edebilecekleri yerdir. Baba ve Oğul yüceltildikleri zaman, tanrısal şahıs Kutsal Ruh da yüceltilmiş olur. Baba’ya ve Oğul’a tapınıldığı zaman, Kutsal Ruh’a da tapınılmış olur! Allah’ta kıskançlık ve imrenme yoktur! Baba’ya her verilen, Oğul’a ve Kutsal Ruh’a da aittir. “Oğul’u onurlandıran, Peder’i onurlandırmış olur” (Yu 5, 23). Üç Şahıstan birine tapınılması, diğer ikisini sevindirir! Kutsal Ruh, Peder’e ve Oğul’a sunulan yücelik ile tapınılır, yüceltilir.

 

 

16. Peygamberler aracılığıyla konuşmuştur

 

Kutsal Ruh, Kendini Pentekost günü gösterdi ve Havariler onu şöyle tanımladılar: “ateşten diller gibi”.

 

Kutsal Ruh dil gibidir: O’nun Baba’nın dili olduğunu söylemek abartılı olmaz! Allah, zenginliklerini, değerlerini, bilgisini, Kutsal Ruh aracılığıyla bize iletir. “Allah’ın bize armağan ettiklerini anlayabilmemiz için Kutsal Ruh’u aldık” (1 Ko 2, 12). Allah, niyetlerini, tesellilerini veya şikayetlerini, bize Kutsal Ruh aracılığı ile iletir. Allah’ın dostlarında var olan Kutsal Ruh, Allah’ın açıklamalarını, insani sözcüklere veya insanların anlayabilecekleri hareketlere çevirir.

 

Kutsal Ruh’un bu eylemine hazır ve açık olanlar, peygamberlerdir: Allah tarafından, Kutsal Ruh ile giydirilmiş ve O’nun mesajını ileten kişilerdir. Bugün dahi, Allah’ın, çağımız için geçerli sözünü yayan ve ileten peygamberler vardır. Büyük İman Duası’nda bahsedilen peygamberler ise Eski Ahit’teki peygamberlerden Vaftizci Yahya’ya kadar olanlardır. Gerçekten de şöyle denir: “Konuşmuştur”! Bu cümle ile, yazılmış olan Allah’ın sözlerinin, Kutsal Yazıların veya Kutsal Kitap’ın, Kutsal Ruh’tan geldiğini ifade ederiz: bunlarla Allah’ın Ruh’unu dinlemeye koyuluruz. Kutsal Kitabı bilmek önemlidir. Fakat hangi bilgileri? Ruh’unkileri!

Kutsal Ruh, aynı Kutsal hikaye ile bana, sana önerdiği düşünce ve itaatlerden farklı şeyler önerebilir. Aynı cümle, bugün Kilise için, geçmişte ifade ettiklerinden farklı şeyler ifade edebilir.

Allah’ın sözü önemlidir: o – Kutsal Ruh aracılığı ile – bir insanın veya bir kilisenin ihtiyacı olan şeyleri söyler: eğer gerçek ve samimi bir şekilde dinlemeyi bilirlerse.

İncillerin kendileri bile, İsa’nın sözlerini farklı biçimlerde aktarırlar, çünkü bir cemaat, İsa’nın aynı sözlerinden, diğer bir cemaatin aldığı mesajlardan farklı mesajlar almıştır. Kutsal Ruh aynı kelimeleri kullansa da, Allah’ın niyetlerini, herkesin ihtiyacına uygun olarak anlatır.

 

Buradan anlıyorum ki, Kutsal Ruh’un müdahalesi, vaazlarım için de çok önemlidir. Dinleyenlere, Allah hakkında bir şeyler aktarıyor isem, O’nun sayesindedir. O olmadan, dünyanın bütün kelimelerini kullanırsam da, Allah hakkında hiç bir şey iletemem. Bu yüzden, vaazımın kısa veya uzun olması, iyi düzenlenmiş olup olmaması, güncel olup olmaması hiç önemli değildir. Önemli olan dualarımızın refakatidir. Önemli olan sözcüklerin hazırlanmış olması değil, kendimi ifade ettiğim kalbimin hazır olmasıdır. Aynı şey beni dinleyen için de geçerlidir: eleştiri ruhuyla ve yüzeysel olarak dinlerse, Allah’tan hiçbir şey almaz. Kim Kutsal Ruh’la dinlerse, Allah onda belirir. “Kutsal Yazıların tümü Tanrı esinlenmesidir ve öğretmek, azarlamak, yola getirmek, doğruluk konusunda eğitmek için yararlıdır. Bunlar sayesinde Tanrı adamı her iyi iş için donatılmış olarak yetkin olur” (2 Ti 3, 16).

Aziz Pavlus şunu iletir: Allah’ın isteğine göre gelişen insanların eğitimi, Kutsal Yazılardadır. Ve Petrus şöyle ekler: “Öncelikle şunu bilin ki, Kutsal Yazılardaki hiçbir peygamberlik sözü kimsenin özel yorumu değildir. Çünkü hiçbir peygamberlik sözü insan isteğinden kaynaklanmadı. Kutsal Ruh tarafından yöneltilen insanlar Tanrı’nın sözlerini ilettiler” (2 Pe 1, 20-21).

Kutsal Ruh, Allah’ın isteklerini, tesellilerini, verdiği sözleri, peygamberler aracılığı ile farklı nesillere iletir. Bunlar canlı suyun yollarıdır: biz, o zamanda peygamberlerin kendilerinin anladıkları ile yetinmeyeceğiz, Allah’ın ‘bügün’ bize o sözlerle neler demek istediğini - Ruh’un sağladığı ışıktan ve özellikle episkoposların ve cemaatimizin rehblerinin yardımlarından faydalanarak – anlamaya çalışacağız. Bu yüzden hala bugün, Yeşaya’yı veya Yunus’u, Yeremiya’yı veya Kutsal yazıları okuyabiliriz: Allah, bize onlar aracılığı ile yeni bir biçimde konuşur. Peygamberlerin kastetmemiş oldukları şeyleri anlayabiliriz, çünkü zamanlar ve yerler, içsel ve dışsal durumlar değişmiştir. Allah’ın söylediklerini tatbik etmek istersek, O bize Ruh aracılığı ile, Oğlu’nun kelimeleriyle konuşur. Emmaus’taki şakirtlere İsa, “Musa’nın ve diğer peygamberlerin yazılarından başlayarak, Kutsal Yazıların hepsinde kendisiyle ilgili olanları onlara açıkladı” (Luk 24, 27).

Kilise’nin Babaları (mesela Aziz Agostinus veya altın ağız lakaplı Aziz Yuhanna Chrisostomos) Kutsal Yazıları bu şekilde okumuşlardır: her tek kelimeye dikkat ediyorlardı, ve onu yazan için neyi ifade ettiğini düşünmüyorlardı, Rabbin kendilerine ve kiliselerine ne söylemek istediğini düşünüyorlardı.

Böylelikle, Petrus’un ilk mektubunun bir cümlesini de anlayabiliriz (1, 10-12): “Size bağışlayacak  lütuftan söz etmiş peygamberler, bu kurtuluşla ilgili dikkatli incelemeler, araştırmalar yaptılar. İçlerinde olan Mesih Ruhu, Mesih’in çekeceği acılara ve bu acıların ardından gelecek yüceliklere tanıklık ettiğinde, Ruh’un hangi zamanı ya da nasıl bir dönemi belirttiğini araştırdılar. Şimdi size de bildirilen gerçeklerle kendilerine değil, size hizmet ettikleri onlara açıkça gösterildi. Bu gerçekleri gökten gönderilen Kutsal Ruh’un gücüyle size Müjde’yi iletenler bildirdi”. Bu yüzden Kutsal Yazıları yorumlamak istemeyiz, fakat onlarla, Kutsal Ruh’un aracılığı ile bize konuşmak isteyen Allah’ı dinlemek isteriz!

Kutsal Ruh’a inanıyorum: kendimi O’nun rehberliğine emanet etmek ve beni, bencilliğimin esiri yapmak isteyen ruhları reddetmek istiyorum. Peygamberlerinin aracılığı ile bana gelen Peder’in sesine itaat etmek istiyorum: onlar benim Allah’ın sözlerini anlamama ve onlara hayran kalmama, tek kurtuluş olan İsa’yı kabul etmeme yardımcı olurlar!

 

 

17. Tek Kiliseye inanıyorum

 

Benim kendimi Baba Allah’a, Oğul’a ve Kutsal Ruh’a emanet etmemin, hemen yansımaları olur.

 

Benim Üçlük olan Allah’a imanım, hayatımı tamamen etkiler. O’nu severek, birlik oluşturmak için araç ve birlik olan O’nun yaşamının yeri, evi olurum. O’nu severek gözlerim, O’nun isteği ile buluşurlar: O’nun olanlar, hepsi bir olsunlar, tek bir yürek ve tek bir ruh olsunlar. İsa, Baba’dan şakirtleri için neredeyse sadece bunu istemiştir: “hepsi bir olsunlar. Baba, senin bende olduğun ve benim sende olduğum gibi, onlar da bizde olsunlar” (Yu 17, 21.22).

Allah bizi, tek bir ailede bir arada ister ki, sevgisinin büyüklüğü ve güzelliği görülsün ve birliğimiz onun varlığını göstersin. Bu aile, Kilise olarak adlandırılır. Bu terim, Yunanca’dan, “ekklesia” sözcüğünden gelir. Çoğunluğun dışına çağrılmış, Allah tarafından ayrı bir yerde bir araya getirilmiş insan toplulukları anlamına gelir. Allah kendine ait olanları, diğerlerini hor görmek için değil, onlara hizmet edebilmeleri için bir araya toplar. Onları dünyanın tuzu ve ışığı yapmak, ve onları sığınak ve birlik sağlayan, tepe üzerinde kurulu bir şehir kılmak için toplar.

Bu yüzden, Kilise, Allah’ın eseridir, birliğin, sevginin ve uyum düzeninin ruhu olan Kutsal Ruh’un eseridir.

Bir tek Allah, etrafında bir tek aile kurar, nasıl ki bir baba tek bir ailenin başıdır. Kilise tektir! Birden fazla Kilise olamaz. Tapılan ve itaat edilen Allah tektir, Kilise’nin birliği için hizmet ve armağanlar saçan Ruh da tektir.

Bu Kilise, Mesih’in Vücudu olarak çağrılır. “Kilise O’nun bedenidir, her yönden her şeyi dolduranın doluluğudur” (Ef 1, 23). Peder’in Oğlu’na verdiği her şey Kilise’de mevcuttur, çünkü Oğul her şeyini Havarilerine armağan etmiştir. Nitekim İsa onlara “Peder’in beni yolladığı gibi, bende sizi yolluyorum” (Yu 20, 21) ve “Sizi kabul eden, beni kabul etmiş olur” diye söyledi ve onlara, yerde ve gökte bağlama ve çözme gücü vermiştir!

Kilise’de, Allah’ın gizeminin doluluğunu alırız ve yaşarız. Kilise’de Allah’ın sunduklarını alır, O’nun talep ettiklerini de Kilise’de sunarız.

Kilise tektir. Farklı ülkelerde bir araya gelen büyük veya küçük Hıristiyan cemaatleri, farklı dil ve geleneklere sahip olmalarına rağmen, tek bir inançla, tek bir vaftizle, aynı Rabbimiz İsa’ya olan tek sevgileriyle, herkes için aynı olan sözleri ile ve tek bir itaatle birleşirler.

Kilise tektir. Roma Episkoposu, Kilise’nin hizmetkarı ve kefilidir. Tüm cemaatlerin “sevgilerini yönetir”, yani Allah’ın tüm Mesih İsa’ya inananlara bağışladığı sevgiyi yönetir. Papa’ya iman ve sevgi ile bağlı olan Episkoposların kendileri de birlik içindedir.

Kilise, Allah’ın kalbinde tektir. Hıristiyanlar arasında hükmetmekte olan vahim ayırımlar, ki Hıristiyanların bir hatası değil, Allah ve O’nu sevenlerin kalbinde bir yaradır. Günahlar, anlayışsızlıklar, politik ve sosyal müdahaleler yüzünden, yüzyıllar içerisinde meydana gelen bu ayırımlar, yeni Kiliseler oluşturmazlar: Rabbimizi giydiren “tek parçadan dokunmuş cüppe” gibi temsil edilen tek Kilise’yi yırtarlar ve zedelerler. Tek Rabblerine itaatsizlikleri yüzünden ayrılmış olsalar da, tüm Hıristiyanlar kardeştir.

 

Günümüzde, doktrin ve hiyerarşi ayrımları olmasına rağmen, insanlar arasında sevgi, anlayış ve güven yayan Kutsal Ruh, bir birlik kaynağıdır.

 

Farklı Hıristiyan mezheplerinin kilise üyeleri, Kutsal Ruh’un kendilerine rehberlik etmesine ve kendilerini zenginleştirmesine izin verdikleri zaman, birlik, ahenk ve uyum oluşur. Ve hatta, Allah’ın sözlerini ve İsa’yı nasıl sevebileceğimizi yaymak ve dünyada barış girişimleri başlatmak için aralarında bir işbirliği doğar.

Kilise tektir, ama Aziz Pavlus’un da itiraf ettiği gibi bazı vaazcıların etkisiyle, üyeleri kiliseciklere bölünüyorlar.

“Her biriniz, “Ben Pavlus yanlısıyım”, “Ben Apollos yanlısıyım”, “Ben Kefas yanlısıyım” ya da “Ben Mesih yanlısıyım” diyormuş. Mesih bölündü mü?” (1 Ko 1, 12-13).

Vaaz edilen tek biridir! Ölüp, kurtarmak için dirilmiş olan tektir! Katolik Kilise ile birlik içinde olmayanlara karşı benim de içimde kolaylıkla bazı kızmalar ve polemikler doğar. Fakat, bizi birleştiren şeylere bakmaya teşvik eden Papa XXIII. Yuhanna’ya itaat etmemiz gerekir. Bizi birleştiren imanımız ve İsa’nın sevgisidir! Bu iman ve sevgi geliştiği taktirde, birlik de gelişir! Bizi birleştiren, İsa’ya olan bu iman ve sevgi öyle büyük bir armağandır ki, tamamıyle henüz kabul edilmemiş diğer armağanlar hakkında tartışmak ve kınamak boşunadır.

Hıristiyanlar arasında başka bölünmeler de vardır: bunlar tartışmalar ve kavgalardır. Hıristiyan olma biçimleri yüzünden değil de, para yüzünden, dünyevi miraslar, bu doğal yaşamın hakları ve haksızlıkları yüzünden meydana gelen kavgalar. “Kardeş kardeşe karşı dava açıyor, üstelik imansızlar önünde! Aslında birbirimizden davacı olmamız bile sizin için düpedüz bir yenilgidir. Haksızlığa uğrasanız daha iyi olmaz mı? Dolandırılsanız daha iyi olmaz mı? (1 Ko 6, 6).

Allah’ın şanını sevmek, Kilise’nin birliğini sevmektir, bu öyle bir noktaya ulaşabilir ki, hiçbir Hıristiyan ile kavga etmeyebiliriz. İsa’ya inanan tek bir imanlı ile ahengi bozmamak için, büyük haksızlıklara uğrayabilecek duruma gelebiliriz.

 

 

18. Havarilerin inancına dayanan, katolik ve kutsal... Kiliseye inanıyorum

 

Kilise’nin üyeleri günahkardırlar. Biliyorum. Ben de, günahkar, Kilise’nin üyesiyim. Yine de İsa, şakirtlerinin arasında, Kilise’de var olacağına söz vermiştir. Bu yüzden, üyeleri borçlu ve günahkar oldukları halde, Kilise, kutsaldır. Herkesin kusursuz ve günahsız olduğu bir Kilise’de yer almayı Allah’tan isteyemem: böyle bir şeye izin verse bile, o Kilisede bana yer olmaz, çünkü ben günahkarım.

 

İsa tarafından O’nun ile birlik içerisinde yaşamaya çağırılan hepimizin günahkar olmasına rağmen, oluşturduğumuz Kilise kutsaldır, çünkü Kutsal olanın orada var olması, bizim günahlarımızdan daha önemlidir. O bizi affeder ve arındırır, böylece Kilise’yi kutsallığı ile kaplamaya devam eder.

 

Allah, Kilise üyelerinin günaha girdiklerini bilir, benim ve senin günahlarını bilir: bunlara rağmen, O, halkı arasındaki varlığını canlı tutar, ve halkını affederek, Kendi kutsallığını kanıtlar.

 

Kilise, Allah’ın kutsallığından dolayı kutsaldır. Kilise’nin kendi zayıflığından ve kendi Başından başka övüneceği bir şeyi yoktur ve Başı, “Allah aracılığı ile bizim için... kutsallaşma olmuştur...” (1 Ko 1, 30-31) çünkü, yazılmış olduğu gibi: “Övünen, Allah’ta övünsün”! Bu yüzden Kilisenin kutsal sıfatı vardır ve zayıf insanlardan oluşmasına rağmen, birçok azizin anasıdır! Tanıdığımız bütün azizler Kilise sayesinde, Allah’ın Sözü ile ve efkaristik Ekmek ile beslenmişlerdir. Onlar, Cennet’in azizleri, kendi günahları ve insanların günahları yüzünden hala acı çeken Kilise’nin şanıdırlar. Azizler, biz günahkarlar için neşe ve umutturlar, çünkü Allah’ın eseri ve insanlara olan sevgisi, günahkar olmuş olan onlarda parlar. Kilise, Peder’leri Allah olanların anasıdır. Bu yüzden Kuzu’nun gelini olarak da adlandırılır! İsa kurban olması ile, Kilise’den azizlerin çıkmasını sağlar, onları dünyanın gücünden koparır. Ve biz bu yoldayız. Zaten Vaftiz ile, aziz olmaya yönlendirilmişizdir, yani Allah’ın dünyadaki yeri olmaya, kendi kusursuzluğumuzu değil, tanrısal bir kusursuzluk göstermeye çağrılmıştık. Kutsallık bizim bir yeteneğimiz değildir, Kutsal Ruh’un bizde var olmasıdır! Bu yüzden Kilise, Kuzu’nun gelini, Ruh’un esin vermesiyle, şöyle iç çekmeye devam eder: “Gel, Rab İsa”! (Vahiy 22, 20). Gerçek Baş’ın O olmasına rağmen, Kilise O’ndan ayrılma korkusu hisseder: bu yüzden her zaman daha çok O’nunla birlikte olmak ister.

Kilise’nin, Allah’ın kutsallığını en iyi ve en değerli şekilde gösteren özelliklerinden biri birliktir. Allah’ın şakirtleri arasında akıl ve yürek birliği, Üçlü-Birlik olan Allah’ın kendini göstermesidir, Allah’ın dünyadaki varlığını görmemizi sağlayan ışıktır. Buradan anlıyoruz ki, hem İsa, hem de Havariler, Hıristiyanların birliğini çok arzularlar! “Ruhlarınızın birliği ile, neşemi bütün kılın” derdi Pavlus (Flp 2, 2; karşılaştırınız Ef 4, 13).

 

Kilise her zaman, yeni grup, kardeşlik ve ortaklıkların kurulmasından, Mesih İsa’yı merkez ve Kutsal Ruh’u bağ olarak alan yeni aile-cemaatlerin kurulmasına kadar, bütün birlik girişimlerinin kaynağı olmuştur ve olmaya devam etmektedir.

 

Bütün Hıristiyanların birliği, Kilise’ye yeni bir sıfat verir: Katolik. Bu, Mesih’in Gelini’nin evrenselliğini belirten bir terimdir! Kilise, evrenseldir, her nerede birkaç imanlı İsa etrafında toplanırsa, Kilise oradadır.

 

Günümüzde bu terim, Papa’yı “En büyük Çoban” olarak kabul eden Kilise’yi, diğer Hıristiyan mezheplere karşı koymak için kullanılmaktadır. Burada, Büyük İman Duası’nda, “katolik” terimi bu sınırlayıcı anlamı taşımaz. Burada, bu terim, insanların günahları yüzünden meydana gelen ayrılığı değil, tüm dünyada tek bir aile isteyen Allah’ın isteğinin kudretini ve gücünü vurgulamak ister. “Katolik” terimi, Allah’ın, tüm halkları ve tüm dinleri İsa’ya itaatle bir araya toplama isteğini belirtir. Hangi dine inanırsa inansın, her insan, İsa’ya inandığı ve Vaftizle arınıp kutsallaştığı zaman, kalbinde doluluk ve huzur bulacaktır.

 

Kilise, aynı anda “havariseldir”, yani, Havarilerin, On ikilerin iman şahitlikleri üzerine kurulmuştur. Onlar, Allah’ın şehrinin, Kilise’nin, sütunlarıdır, destekleridir. Kilise, bu on iki temel üzerine kurulmuştur.

 

Kilise, On iki havarinin tüm imanına sahiptir ve bu imanı yayar, On ikilerin elindeki tanrısal otorite Kilise’ye emanet edilmiştir: Kilise, tüm nesillere ait insanların hayrı için, yüzyıllar boyunca “el koyması” dua aracılığıyla bu otoriteyi yeni episkoposlara aktarır. “Havarilerin temelleri üzerine inşa edildik” (Ef 1, 20). Kutsanan kiliseler, sütunlarının üzerlerinde on iki haç taşırlar. Önemli günlerde onların önünde birer kandil yakılır: bu işaret bize, İsa’ya olan imanımız ve bizi birleştiren karşılıklı sevgi için On ikilere borçlu olduğumuzu hatırlatmak ister.

Bizim Kilise’nin üyeleri olduğumuz gibi, iman ve sevgi ile ölüm kapısından geçmiş olan Azizler de Kilise’nin üyesidirler. İsa’ya olan imanlarını inkar etmeden, hatta O’na sadık olma arzusu ile yaşamış, fakat hayatlarını bencillik bağlarından ve maddelerin çekiminden tamamen arındırmamış olan ölenler, bizim dualarımız ile de sonsuz barışa kabul edilecekleri güne kadar bu arınmadan dolayı acı çekeceklerdir. Azizler, Araf’taki ruhlar ve biz yaşayanlar arasındaki birlik, “azizlerin birliği” diye adlandırılır. Sevgiden oluşan ruhani bir bağ, bizi birleştirir, herkesin neşesinden haz almamızı, herkesin acısı ile acı çekmemizi sağlar. Bir Hıristiyan’ın diğer Hıristiyan’lara olan en gerçek sevgisi, duada ve itaatte Rabbimizle birleşmesidir: bu, kutsallaşmaları için, herkesin faydasınadır!

 

 

19. Günahların affedilmesi için, tek bir vaftizi kabul ediyorum

 

Ben küçükken, yeni doğduğumda vaftiz oldum. Buna hür ve bilinçli olarak katılmadım. Bu benim için tamamen bir armağan oldu. Kıymetini anladım ve şimdi onu bilinçli ve dolu bir şekilde yaşamak istiyorum. Bu yüzden, her sene o Vaftizde, vermiş olduğum sözleri, yürekten herkesin içinde yeniliyorum. Hem Paskalya gecesi, hem de Kuvvetlendirme veya Vaftiz töreni sırasında katılanlarla birlikte o sözleri yeniliyorum.

 

Vaftiz, imanlının içsel değişimini gösteren, dışsal ve resmi bir harekettir. “Her kim inanırsa ve vaftiz olursa, kurtulacaktır” ifadesi, Yeni Ahit’te pek çok kez tekrar edilir. Yani, sadece kalbinin derinliklerinde inananlar değil, İsa’nın tanıttığı Allah’a olan imanlarını başkalarına gösterenler kurtulacaktır. İsa Yu 3,5’te der ki: “Eğer biri, su ve Ruh’tan doğmazsa, Allah’ın Hükümdarlığı’na giremez”.

 

Gerçekten de “sudan doğmak”, şahitler önünde gerçekleştirilmiş olan dışsal bir hareketi belirtir: vaftiz suyuna daldırılır, ve sudan onu vaftiz eden Hıristiyan cemaatinin bir üyesi olarak çıkar. Gerçekten de vaftiz, insanın hayatını suya daldırarak, onu Allah’a, O’nun üçsel sevgisine daldırır: bencil sevgiyi (sevgi olmayan) tekrar görmek istemeyen, kendi bağımsızlığını yaşamak istemeyen biri olarak çıkar. O artık yeni, ruhani, biridir, bir ailenin üyesidir, “Adalet ve gerçeğin kutsallığı içinde Allah tarafından yaratılmıştır”.

 

Tek bir vaftizi kabul ediyorum! Tek Kilisesi’nin vaftizi ile Üçlük olan Allah’la birleşmek istiyorum. İlk yüzyıllarda, farklı vaftiz adetleri mevcuttu, başka tanrıların veya vefat etmiş başka kişilerin adlarına vaftiz yapılıyordu; başka kişiler ve başka dinlerle bir birlik anlamı taşıyordu. Bu vaftizler, İsa’yı takip etmeye koyulanların hayatları ile uyuşmuyorlardı! Benim için artık tek bir vaftiz var: Mesih İsa’nın Kilisesi’nin bana sunmuş olduğu vaftiz. Ancak ve ancak Mesih İsa’ya hayatımı bağlamak istiyorum. Bu sözlerle, diğer her türlü gruba girişleri reddediyorum, sadece satanist olanları değil, iyi ve pozitif görüşlere sahip olsalar da dini, politik, sosyal, veya kültürel olanları da kabul etmiyorum.

 

Hayatımı adayabileceğim tek bir yer var: Allah’ın hayatı. Diğer tüm faaliyetlerim de yani politik, insani, kültürel alanlar vs. bu ait olduğum imanın gereklerinden sonra gelir.

 

Allah’ın hayatı, vaftizin bize kazandırdığı yeni gerçektir. Ama daha sonsuz denenmelerle ve ayartmalarla, güçsüz doğamızla, duyuların,  dinsiz ve paganların dürtüleriyle, kendi hayatımızın ve kardeşlerimizin hayatlarındaki zorluklarla karşılaştırılması gerekir. Bu zorluklar arasında, İncil’e sadakatsizlik gösterir bencilliğimizle kardeşlerin sevgisinden uzaklaşırız. Vaftiz şöyle de tektir: günaha düşersem, tekrar vaftiz olmam gerekmiyor. Benim vaftizim, Allah’ın Hükümdarlığı’na girebilmek için tek olduğu gibi, benim hayatım için de tektir. Vaftizde müdahale eden ben değilim, ben sadece Allah’ın lütfünün ve sevgisinin ruhani armağanını alırım. Benim düşüşlerim, Allah’ın yaptıklarını silmezler. Allah’ın bana yaptıkları, daima geçerlidir, her zaman ulaşabileceğim bir armağan gibi, bahçeme konmuş ve daima kullanabileceğim bir çeşme gibi: Evden uzaklaşsam dahi, döndüğüm zaman, o canlı su kaynağı ile susuzluğumu giderebilirim.

 

Benim vaftizim gerçekleşmiştir ve onu asla tekrar etmeyeceğim: bu, Allah’ın, beni kolları arasında tutamayacağı anlamına gelirdi: Tersine O sadıktır, “çünkü kendini inkar edemez” (2 Ti 2, 13). Allah’tan uzaklaştığım zaman, vaftiz olduğum için mümkün olan O’nun ile buluşmaya gideceğim: O’nun ile barıştığım, kişisel bir buluşma. Vaftiz, İsa’nın Havarileri aracılığı ile, günahların affından yararlanmamı sağlar. O onlara önemli bir görev vermiştir: “Kimin günahlarını bağışlarsanız, onların günahları bağışlanacaktır” (Yu 20, 23). Bu yüzden, onlar benim ve senin için bu görevi yürütürler. Bunu, bir güçten çok, imanın bir hizmeti sayarlar! Bu insani bir güç değildir, çünkü Allah tarafından verilmiştir. Bu görev Havarileri, insanların zorluklarını ve Şeytanın zaferlerini dinlemeye zorunlu kılar; bu şekilde Mesih İsa’nın Kanı insanın yenilgilerini yok eder.

Ben bir tek vaftizi kabul ediyorum. Allah’ın lütufları ve bizi zenginleştirmek için başvurduğu yollar şüphesiz ki çoktur: ama hepsi yıkanmış olduğum vaftizden kaynaklanır. Başka yollar aramıyorum, kendi kurtuluşumu inşa eden ben değilim. Allah’ın üçsel sevgisine daldırıldığımda beni kabul eden Kilise’nin o hareketi aracılığı ile kurtuluşu alırım.

Artık günahların affı için, Musevilerin veya paganların istedikleri gibi hayvanları kurban etmeye veya modern dinsizlerin kabul ettikleri gibi büyülü törenlere gerek yoktur.

Ve af mümkündür, Allah onu bahşetmekten memnundur, bu yüzden de ne teslim olurum ne de umutsuzluğa düşerim. Günaha teslim olmam ve günahkar olduğum için endişelenmem. Merhamet dolu Allah’ı öven hayatın kutsallığını yakalayabilmek için her zaman ve devamlı kaynağa dönerim!

Kendimi affettirdiğim zaman, Allah’ın merhametinin ve kutsallığının büyüklüğü ve güzelliği utanç verici durumum üzerinde parlar: O’nun kutsallığı bu şekilde bizim kişisel hayatımıza ve tüm Kilise’nin hayatına girer. Biz Hıristiyanlar, hepimiz, affedilerek yaşarız. Af, hayatımızın katığıdır! Allah’ın affını alçakgönüllülükle almak, bize affedebilme yeteneği kazandırır: bu şekilde, yanı başımızda günaha düşenlere Allah’ın sevgisinin ulaşması için aracı oluruz. Hatta denebilir ki, biri günaha girip beni incittiği zaman, onun günaha girdiğini, bir hata yaptığını, doğal olarak, ilk olarak ben fark ederim. Bu yüzden, ilk olarak müdahale edebilecek olan benim, kardeşine kalkabilmesi için yardım edebilecek, imanını yenmiş olan ayartmalardan kurtarabilecek olan benim. Sıkça affedildiysem, hemen ben de affedebilirim, ve kardeşime onda eksik olan o sevgiyi armağan edebilirim.

 

Vaftiz ve af, tek bir gerçeğin çift taraflarıdırlar: daldırıldığım Allah’ın hayatı benim için aftır, kendi gerçeğimi tekrar elde etmemdir, aynı zamanda çevremdekilere dağıtabilmem için kuvvet ve sevgidir!

 

 

 

20. Ölülerin dirilişini ve ebedi hayatı bekliyorum. Amin.

 

Simge’nin son cümlesi, Hıristiyan’ın beklentilerini özetler. Hıristiyan, geleceğe huzur ve barış ile bakar. O umutlarla beslenir. Biliyorum ki her şey birinin gözlerimi kapatacağı gün sona ermeyecektir. Varlığımın bir geleceği var, ölümümden sonra gelen ve ölümümün ötesinde olan bir gelecek.

Ne yazık ki, çoğu Hıristiyan, Büyük İman Duası’nın bu son ifadesini bilmez gibidirler. Ben dirilişi, kendim için ve senin için bekliyorum. Bu ne anlama gelir? Ben ne hiçlikte ne de Allah’ta yok olacağım! Aksine, O’nda yaşayacağım! Kişiliğimizin dirileceğini belirtmek için, Havarisel Simge açıkça der ki: “bedenin dirilişine inanıyorum”; ben özelliklerimle, ben kendim, dirilmeye atanmışım. İsmim, göklerde “yazılı” kalabilir, ben Allah’ın dünyasında var olmaya atanmışım: en gerçek hayatım oradadır, benim hazinem, zenginliklerim orada saklıdır, düşlerimin en gerçek ve en sağlam oldukları yer orasıdır. Bu yüzden bu dünyayı, hac dünyası, veya sürgün vadisi, yada hakiki vatanı bekleme yeri diye adlandırabiliriz. Allah’ın vermiş olduğu sözler üzerine kurulu benim bu kesinliğim, bu dünyanın boşluklarını huzurlu bir şekilde yaşamamı sağlar. Adalet boşlukları, neşe boşlukları, hastalık, yokluk, ve ıstırap dönemleri; mutsuzluk veya öfke kaynakları değildirler. Benim bekleyişim, vücudumu ve hayatımı dünyadaki zengin ve obur insanlardan unutulmuş zavallı ve yoksul Lazar’ınkine benzer kılan bu yaralara, sabır ve hatta neşe ile katlanmamı sağlar. Aziz Petrus, bize “Mesih’i görmemiş olsanız da O’nu seviyorsunuz. Şu anda O’nu görmediğiniz halde O’na iman ediyor, sözle anlatılmaz yüce bir sevinçle coşuyorsunuz” diye tembih eder (1 Pe 1, 8 ve sonraki) ve bize Rabbin sözlerini hatırlatır: “kendinize göklerde hazineler yapın”.

Benim bu bekleyişim, günlerime de sorumlulukla bakmamı sağlar çünkü herkes “dirileri ve ölüleri yargılamaya hazır olana, hesap verecektir” (1 Pe 4, 5). “Bu nedenle, sağduyulu olun ve dua etmek için ayık durun” (1 Pe 4, 7). Dirilişin bilincinde olmak, ıstırap dönemlerini neşe ile doldurur, gözyaşlarını kurutur, fakat ruhu uyanık ve her şeyin yolunda gittiği rahat zamanlarda dikkatli tutar.

Bu, Allah’ın hayatını bende diri tutacak büyük bir yardımdır, sorumluluk kazandıran büyük bir teselli armağanıdır.

Dirilişi ve gelecek dünyadaki hayatı aklımda bulundurduğum zaman, içimi huzur ve ciddiyet kaplar, tamamen insani bir hayat büyür ve gelişir. O zaman, beni yıpratabilecek veya coşturacak olan çoğu şeyin önemsiz olduğunu anlarım, sevgi ile gerçekleştirebildiğim küçük hareketlerin, ne kadar değerli olduklarını fark ederim. Ölülerin dirilişine inanmak, büyük bir armağandır. Bu gerçeği kalbinde kabul etmeyenlere acınmalıdır: tüm değerlerin boşluğu onlarda artar. Cenaze günleri bunun farkına varırım: göklerdeki vatanının hatırasını canlı tutan, sevdiği insanlardan ayrılmayı huzur ile atlatır, onları Baba’ya teslim etmeyi başarır, ve büyük hayal kırıklıkları ve dramlar olmaksızın yeni durumunda yola koyulur.

“Geleceğin dünyasında hayat” nasıl olacak? Tek bir şeyden eminiz: nasıl olacağını bilmiyoruz. İsa sadece, bizi Kendine çekebilmek için geri dönmüştür; yeni dünyadaki hayatın nasıl olacağını söylememiştir, yalnızca bir kez daha gelecek dünyada da O’nun Rabbimiz olacağını, ve bu dünyada O’nu takip edenlerin orada O’nun ile birlikte hükmedeceklerini anlatarak bize yardım etmek istemiştir. Geleceğin dünyasını vaat edenler, onu tasvir ederek, Allah’ın sözleri veya kendileri ile alay etmekten başka bir şey yapmazlar.

 

Biz, bizim için bir gelecek olduğunu biliyoruz, onu şimdi hazırlıyoruz ve bekliyoruz. Bizim bu bekleyişimiz, şanla tekrar gelecek olan Rabbimizi bekleyişimizle örtüşmektedir! İsa’yı bekliyoruz. Tarih’in merkezi O’dur, geçmiş, şimdiki ve gelecek hayatımızın merkezi O’dur.

 

Kendimi teslim etmek için, kalbimle O’na dönmek istiyorum: O beni Kutsal Ruh’la doldurur ve Baba’ya yöneltir. Baba bana, tek Oğlu’nu karşılayarak O’nu sevenlere vaat ettiği neşe ödülünü vermek için bekler!

Bu bekleyiş, sevgisinin gizemlerini her kutladığımızda gerçeğe dönüşen sonsuz neşe’yi önceden tattırmaktadır. Artık yeni hayat başlamıştır: her gün sevgi ile yaşamak için, bencillikten vazgeçerek vaftiz’de vermiş olduğumuz sözleri her yenileyişimizde bulunduğumuz yeni durumdur!

 

İsa’nın hayatındaki olayları hatırladığımız zaman, - Allah’ın bizi çok yoğun olarak sevmiş olduğu olaylar - gelecek hayatın şanını önceden yaşamış oluruz! Onu daha basit şekilde, şimdiki durumumuza uygun olarak, fakat gerçek olarak yaşarız. Bu zamanlar, kutsal Gizemlerin kutlanmasıdır: Vaftiz, Kuvvetlendirme, Efkaristiya, Tövbe, Rahiplik, Evlilik, Hastaların Yağı; tüm bu litürjik kutlamalar, hepsi, gizemi birazcık anlamak için ona yaklaşmaktır... henüz az anlarsak da, aynen şimdiden onu tadabiliriz! Günümüzün ve hayatımız önemli anlarını aramızda ve özellikle O’nun ile birlikte yaşamayı bize bahşettiği için Allah’a şükürler olsun. O bizim ile birlikte Allah’tır! Bugün bile!

 

 

 

Peder, Oğul ve Kutsak Ruh’a şükürler olsun.

Büyük, tatlı, şanlı ve güçlü Allah’a şükürler olsun.

Sana inanıyorum,

ve korkmuyorum.

Sana inanıyorum,

ve sevildiğimi biliyorum!

Sana inanıyorum,

ve sevgi oluyorum.

Sana inanıyorum,

ve kardeşler buluyorum!

Sana inanıyorum,

ve baba oluyorum,

ve oğul,

birçokları için, herkes için!

Sana inanıyorum,

ve Senin kutsiyetinle

dünya aydınlanıyor!

Ben, Allah’ıma, Babamıza inanıyorum!

İsa’nın Babası ve benim Babam.

Ben inanıyorum.

 

Nihil obstat: Mons. Ruggero Franceschini archiep., İzmir 29/02/2008

Bu kitapçık Hristiyan cemaatler için - Aziz Pavlus Katolik Kilisesinde (Konya) hazırlanmıştır.

01 Peder 02 Oğul  03 Kutsal Ruh  <<<<<<<