<<<<<<<

29.

İsa yine onlara, «Size esenlik olsun!» dedi. «Baba beni gönderdiği gibi, ben de sizi gönderiyorum.»

 

Şakirtlerine bir defa “Size esenlik olsun!” söyledikten sonra, ellerini ve böğrünü gösterdikten sonra, onlara sevinci tattırdıktan sonra, İsa onlara başka bir adım attırıyor.

O, şakirtlere bir armağan sunuyor. Daha önce de belirttiğimiz gibi, “selamet, esenlik” kelimesi “paylaşmak” demektir: “benim zenginliklerimden siz de faydalanıp sevinin” anlamını taşır. İşte İsa kendi zenginliklerini şakirtlerine vermeye başlamaktadır. Peki, İsa’nın zenginliği nedir? İsa’nın zenginliği, Baba’nın isteğini yerine getirmektir. O, “Benim besinim, beni gönderenin arzusunu yerine getirmektir” demişti. İsa, Baba’nın sözünü gerçekleştirmekten, Tanrı’nın sadık hizmetkârı olmaktan sevinmektedir. Bu gerçeği ve bu hayatı, şakirtlerine de vermek istiyor. “Size esenlik olsun! Baba’nın beni gönderdiği gibi ben de sizleri gönderiyorum” derken, İsa aldığı görevinin aynısını onunkilere de vermektedir: kendi için değil, O’nun için yaşamak, tıpkı O, Baba için yaşadığı gibi; kendi isteğini değil, O’nun isteğini yerine getirmek için yaşamak, tıpkı O, Baba’nın isteğini yerine getirerek yaşadığı gibi.

“Baba’nın beni gönderdiği gibi ben de sizleri gönderiyorum”. Baba İsa’yı kurtların arasına bir kuzu gibi gönderdi, İsa da onunkileri aynı şekilde gönderir. Baba İsa’yı tüm insanları, ilk olarak günahkarları, sevmeye gönderdi; İsa da şakirtlerini herkesi, ilk olarak günahkarları, sevmeye yollamaktadır.

Baba, İsa’yı “Baba” adını bütün insanlara açıklamak için gönderdiği gibi, İsa da şakirtlerini, bizleri seven ve hayat veren Babamız olan Tanrı’nın gerçek yüzünü tanıtmak için insanlığa göndermektedir. Şakirtlerin müjdeleyecekleri İncil budur; şakirtlerin görevi, benim görevim ve senin görevin budur.

Baba’nın Adını, yani Baba’nın sevgisinin gerçeğini, sözler ile, hatta daha çok hayatımız ile tanıtabiliriz: sevgide, kutsallıkta, sadakatte, tapınmakta yaşanan bir hayat aracılığıyla.

 

Bugün senin de sevme görevini yerine getirmeye çalıştığın için teşekkür ediyorum: bu şekilde, karşılaştığın insanlar için, Tanrı’nın kutsallığının işareti olursun.

Rab İsa, tıpkı Baba’nın seni gönderdiği gibi, sen de bizi gönderdiğin için, sana şükürler olsun! “Size esenlik olsun!”

 

30.

Bunu söyledikten sonra onların üzerine üfleyerek, «Kutsal Ruh’u alın!» dedi.

 

İsa şakirtlerine sevinci tattırıp onlara kendi görevini verdikten sonra, onlara üçüncü adımı attırır. Sevinç olmayacağı zaman, o kadar kolayca kendilerine olan sevgiye ve korkuya kapılan şakirtleri nasıl Baba’nın görevini yerine getirebileceklerdi? Bunu yapamayacaklardı! İşte İsa üçüncü adımı atıyor, şakirtlerine üçüncü armağanı veriyor: “Kutsal Ruh’u alın!” Bu, İsa’nın Babasından aldığı en büyük zenginliktir. İsa, görevine başladığında Ruh, O’nun üzerine güvercin şeklinde, kalmak için inmiştir ve Ruh’u haç üzerinde Baba’ya teslim etmiştir: “Baba, Ruhumu senin ellerine bırakıyorum” “Başını eğerek Ruhunu teslim etti”. İsa şu anda bu Ruh’u kendilerine bağışlamak istiyor. Bunu gerçekleştirmek için söze dahi ihtiyacı yok: “Onların üzerine üfledi”. İsa ilahi bir harekette bulunur. Yaratılışın başlangıcında Tanrı yaşayan Ruhu adamın-Adem’in üzerine, üflemişti; şimdi İsa şakirtlerinin üzerine üflüyor: onlar yeni Adem’in, yeni adamın tasviri olmalıdırlar; yüreklerinde insani hayatın yeniliğini taşıyacaklar. İsa kendi Ruh’unu, Kutsal Ruh’u, onları değiştiren, onları korkusuzca kendi Adının tanıkları kılıp, kendilerini sunmalarını sağlayan Ruh’unu onların üzerine üflemektedir.

İsa, “Kutsal Ruh’u alın” diyor. O, kendi üflemesine bu sözlerle eşlik eder. Bu sözler aynı zamanda bir emir ve bir armağandır. Sanki O diyor ki, “Ben size Kutsal Ruh’u bağışlıyorum, siz O’nu kabul etmek için yüreğinizi açın”.

“Kutsal Ruh’u alın”. Kutsal Ruh bir armağandır, fakat O, kabul edilmelidir; insan O’nu kabul etmek istemelidir, kendi yüreğini açmalıdır; eğer insanın yüreği kapalı kalırsa, başka ruhlarla meşgul olursa, Kutsal Ruh o insanın yüreğine giremez, onu değiştiremez.

 

Rab İsa, Havarilerine Kutsal Ruh’u verdiğin için sana şükrediyoruz; sana teşekkür ederiz çünkü O’nu bugün bize de bağışlıyorsun, öyle ki karşılaşacağımız durumlarda senin sevgin uğruna kendimizi sunabiliriz.

 

31.

«Kutsal Ruh’u alın!» dedi. «Kimin günahlarını bağışlarsanız, bağışlanmış olur; kimin günahlarını bağışlamazsanız, bağışlanmamış kalır.»

 

Kutsal Ruh gerçekten insanın yüreğini değiştirir; onu şu şekilde değiştirir: onu Tanrı ile baş başa kalmakta yetenekli kılar. İnsan, Adem’in cennet bahçesinden ayrıldığı andan beri, Baba’ya olan samimiyetini kaybettikten sonra, yolun dışında bulunuyor: işte bu, onun günahı. Çünkü yolun dışında bulunmak insanın hedefine varmasını engelliyor. İnsan tekrar doğru yola yönelip Baba’ya dönmelidir. Ama bunu nasıl yapabilir? İşte: yol Rab İsa’dır. O, “Yol, gerçek ve yaşam benim aracılığım olmadan kimse Baba’ya ulaşamaz” demişti. İsa, insanı günahtan kurtarandır. O, yoldan çıkmış olan, yönünü şaşırmış olan, kendi varlığının bir anlamı ve amacı bulmamaktan dolayı bu dünyada sevinci tadamayan insanın tekrar doğru yolda yürümesini ve Baba’ya ulaşmasını sağlar.

Fakat İsa öldü, dirildi ve göğe çıktı; o zaman şimdi bu ödevi kim gerçekleştiriyor? O’nun yerinde kim var?

“Kutsal Ruh’u alın! Kimin günahlarını bağışlarsanız, bağışlanmış olur”. Şimdi Kutsal Ruh İsa’nın şakirtlerinin içinde ve Kilisede bulunuyor, o Ruh ki, kimin doğru yolda, kimin yanlış yolda olduğunu tanıyabilir.

Kutsal Ruh, dünyanın yollarını aydınlatan ve bize sahte yollardan Baba’ya götüren doğru yolları ayırt etmeye yardım eden ışıktır.

Bu ışık Kilise’ye, İsa’nın şakirtlerine verilir; onlar senin, yolda veya yolun dışında olduğunu tanıyabilirler; onlar senin Baba’ya götüren yolda veya garip - yani hiçbir zaman senin Evine, senin konutuna, senin gerçek mutluluğuna götürmeyen - yollarda yürüdüğünü ayırt edebilirler.

Kilise’nin bu ödevi var, O bunu gerçekleştirmelidir. Kilise insanlara, “Sen doğru yoldasın”, ya da, “Sen yanlış yoldasın” söylemelidir. Sadece söylemekle değil, aynı zamanda da günahları bağışlamakla - yani, yoldan çıkmış insanı doğru yola getirmekle - görevlendirilmiştir. Kilise, kendi Kutsal Gizemleri aracılığıyla, kendi yaşamı aracılığıyla, kendi sevgisi aracılığıyla tüm insanlar için bu büyük hizmeti gerçekleştiriyor. Kilise, Vaftiz, Efkaristiya, Kuvvetlendirme ve bütün diğer Gizemler ile ilan ettiği Sözler ile, insanı karanlık durumundan alıp ışığa götürüyor. Bu Gizemleri ve bu Sözleri kabul etmeyenler kendi günahlarında ve yolun dışında kalıyor; onlar da Rab İsa’nın tek olan ağılına geri getirilebilsinler diye, kendimizi sunmamız ve acı çekmemiz gerekiyor.

 

Biz de bugün Rabbe sıkıntılarımızı ve yorgunluklarımızı sunmak istiyoruz öyle ki karanlıkta kaybolmuş olanlardan birileri Baba’ya götüren tek yol olan Rab İsa’ya dönebilsin.

 

32.

Onikilerden biri, İkiz diye anılan Tomas, İsa geldiğinde onlarla birlikte değildi. Öbür şakirtler ona, «Biz Rab’bi gördük!» dediler. Tomas ise, «O’nun ellerinde çivilerin izini görmedikçe, çivilerin izine parmağımla dokunmadıkça ve elimi böğrüne sokmadıkça inanmam» dedi.

 

Tomas Onikilerden biridir; fakat İsa’nın Diriliş gününde onlarla birlikte değildi: İsa O’nunkilere göründüğü zaman, onların ortasında durduğu zaman, onlara esenliğini, Baba’nın vermiş olduğu görevi ve Kutsal Ruh’u bağışladığı zaman, o anda Tomas yoktu.

Hayatları için böylesine önemli ve ciddi bir anda şakirtlerin grubunda Tomas’ın olmaması bana bunu düşündürüyor: Hıristiyanların Cemaati, bazı üyeleri olmadan da, İsa’nın varlığının tadına varabilir; Hıristiyan Cemaatinin toplanmasında, ben olmadan da, İsa mevcut olabilir. Bunun anlamı nedir? Bu demek ki, Cemaatin, ben aralarında olmadığımda dahi, aldığı kararları ciddi olarak kabul edeceğim, çünkü Cemaat kararlarını İsa’nın varlığında alır; o halde ben Rabbe itaat edeceğim ve Cemaat’in, O’nunla birlikte, aldığı kararları kabul edeceğim. Bu, Hıristiyan Cemaatin, yani Kilise’nin, hem geçmiş asırlarda Hıristiyanların ve Episkoposların toplantılarında - örneğin Konsillerde -, hem de iki hafta önce Mahalli Kilise toplantısında aldığı kararlar için geçerlidir.

Tomas orada mevcut olmamasına rağmen, Rab İsa havarilerine göründü ve onların arasında kendi görevini tamamen gerçekleştirdi.

İsa’nın, birinin ya da başkasının katılmamasına, benim varlığıma veya benim olmamama bağlı olmadığını görmek büyük bir lütuftur. O, kendi toplulukta istediği gibi davranmak özgürlüğüne sahiptir, çünkü gerçekleştirdiği eser kendisinindir.

Dolayısıyla, benim günahım, benim tembelliğim, herhangi başka bir sebepten dolayı Hıristiyan Cemaatinin toplantılarında mevcut olmasam da, büyük bir alçakgönüllülükle Hıristiyan Cemaate, O’nun kararlarına ve girişimlerine bir armağan gibi bakacağım.

 

Bizleri, asırlar boyunca yaşayan ve her zaman, her dönemde Rabbin varlığının tadına varan Kilisesinin aktif üyeleri kıldığı için, İsa’ya şükredelim; her Hıristiyan’ın, Kilise’nin canlı üyesini hissederek, O’na tam ve içten itaat edebilmesi için, dua edelim.

 

33.

Onikilerden biri, İkiz diye anılan Tomas, İsa geldiğinde onlarla birlikte değildi. Öbür şakirtler ona, «Biz Rab’bi gördük!» dediler. Tomas ise, «O’nun ellerinde çivilerin izini görmedikçe, çivilerin izine parmağımla dokunmadıkça ve elimi böğrüne sokmadıkça inanmam» dedi.

 

İsa şakirtlerinin yanına geldiği zaman Tomas onlarla birlikte değildi.

İsa’nın diğer şakirtleri Tomas’ın yokluğunu kendilerini “haberi ilan edici” kılmak için kullanmaktadır. İsa’nın şakirtleri, Dirilmiş İsa’yı görmüş olan Havariler, kendi gördüklerini, kendi tecrübe ettiklerini ilan etmektedir; bunları Tomas’a ilan etmektedir.

Bu çok basit, doğal ve açık olay bana günlük tecrübelerimizi düşündürüyor: bizler, diğer Hıristiyanlarla, yani diğer İsa’nın şakirtleri ile birlikte yaşıyoruz. Peki, Rab ile yaşadığımız tecrübeleri ilk olarak onlara sunuyoruz.

Hayatımızda İsa’yla karşılaştığımızda, O’ndan bir ışık veya içsel bir öğüt alıp, neşe, teselli, acılarımıza bir destek buluyoruz. Bundan ilk olarak imanlı kardeşlerimiz sevinmelidir. Nitekim diğer Hıristiyanların, bizimle birlikte olan Hıristiyanların imanda desteklenmelerine, Rabbin başkalarının hayatlarında nasıl çalıştığını bilmeye ihtiyaçları var. “Biz Rabbi gördük” diyerek şakirtler, aralarından birine sevinçli haberin tanıklığını yapmaktadırlar.

Bu konuda geçmiş ve şimdiki zamanlarda bana tanıklık eden pek çok Hıristiyan kardeşime gerçekten teşekkür etmek istiyorum. Onlar Rab ile olan kendi tecrübelerini benimle paylaşarak bana destek olup yardım ediyor, yaşayabildiğim küçük imanımı güçlendiriyorlar. Benim yanımda “Ben Rabbi gördüm” diyen birinin olması ve Dirilmiş olan İsa’dan ışık, huzur ve teselli alıp bu tecrübesini benimle paylaşıyorsa, bu benim için büyük bir armağandır.

Bu şey gerçekten çok güzeldir: İncil’in “Öbür şakirtler ona, «Biz Rabbi gördük!»” diyen sözlerini hayatımızda da yaşıyoruz.

Sen de birine, “Rabbi gördüm” diyebilesin! Sen de İsa’nın varlığını tanıyıp tadasın! O, kuskusuz işinin ve varlığının belirtilerini sana gösteriyor. Bunları unutma, tersine dinlemeye hazır birini bulduğun zaman, anlat! Bu tanıklık herkesin ihtiyacı olan bir lütuf, Tanrı’nın bir lütfudur. Birisi sana bu belirtileri anlattığında da onu dinle: Rab İsa ile daha canlı ve birlik ruhunun içinde yaşayabilsin diye Tanrı’nın sana verdiği bir lütuftur.

 

Rab İsa, hayatlarımızda, cemaatimizde senin varlığını görebilmemiz için bizlere Kutsal Ruh’unu gönder. Seninle yaşadıklarımızı kardeşlerimizle paylaşabilmemiz için bizlere birlik ruhunu bağışla.

 

34.

«Biz Rabbi gördük!» dediler. Tomas ise, «O’nun ellerinde çivilerin izini görmedikçe, çivilerin izine parmağımla dokunmadıkça ve elimi böğrüne sokmadıkça inanmam» dedi.

 

Şakirtler Tomas için İsa’nın Dirilişinin tanıkları oldular, ama Tomas ön yargılıdır: o, ölmüş olan birinin dirilemeyeceğini düşünüyor; en azından buna inanabilmek için belirli işaretleri görmek istiyor. Bu işaretleri Tanrı’dan beklemiyor, kendisi bunları belirlemek istiyor; “Görmedikçe..., parmağımla dokunmadıkça..., elimi sokmadıkça..., inanmam” diyerek inanmak için gerekli olan kanıtları Tomas kendisi Tanrı’ya bildirmektedir.

Burada kesinlikle gurur hem de yanlış bir kanı var; bu kanıya göre iman insanın işinin, kendi görmesinin ve kendi dokunmasının sonucudur. Günümüzde de birçokları Tomas gibi düşünüyorlar: “Ben O’nu hiç bir zaman görmedim, bunun için inanmıyorum!” Sanki iman insanın eseriymiş gibi...

İman ise Tanrı’nın bir lütfudur.

Gerçek iman, inanmak – yani Dirilmiş olana güvenmek, O’na hayatı bağışlamak, O’nu sonuna kadar sevmek ve takip etmek – böyle bir iman görmemizin ve dokunmamızın sonucu değildir, Tanrı’nın armağanıdır. Bu armağan gururlu bir kalbe verilemez, sadece alçakgönüllü ve uysal olana verilir.

Tomas gerçekten büyük bir işaret almıştır: o, on adamı değişmiş, dönüşmüş olarak görmüştü. Tam o anda, Tomas’ın önünde tanıdığı on kişi vardı: o, onları acılı, korkuya kapılmış, düş kırıklığına uğramış ve üzüntülü bırakmıştı; işte şimdi o on kişi Tomas’ın önünde neşe içinde duruyorlardı. Bundan daha büyük nasıl bir işaret beklenebilir? Değişmiş, sevinçli, sevmeye ve cömert olmaya yetkin kılınmış, tüm korkularını terk etmiş on kişi... Bu on adam çok büyük bir işarettir, Tanrı’nın bir işaretidir. Tomas bunu görüyor, fakat kalbi kapalıdır ve anlamıyor. Başka işaretleri nasıl anlayabilecek? Eğer Tanrı ona kendi istediği işaretleri verecekse, o da söyleyebilecekti: “Ah, bu sadece bir rüya oldu”!

Tanrı’dan belirtileri istememeliyiz. Zaten O, tüm gereken belirtileri bize veriyor: yeter ki alçakgönüllülük ve sevgiyle gözlerimizi açalım ve onları göreceğiz; yalnızca İsa’nın Dirilişinin değil, Baba’nın durmadan verdiği büyük sevgisinin işaretlerini ve yeni hayatın işaretlerini de göreceğiz: Baba bu hayatı, biz de, şimdiden, dirilmiş olarak yaşayabilelim diye, yüreğimize koymak istiyor.

Seninle birlikte Kutsal Ruh’a yalvarıyorum: O, yüreğimizi yenilemeye gelsin!

 

Gel, Kutsal Ruh, müminlerinin kalplerini yenile ki biz Rab İsa’ya inanıp O’na hayatı bağışlayabilelim ve kardeşlerimiz için bir işaret olalım!

 

35.

Sekiz gün sonra İsa’nın şakirtleri yine evdeydiler. Tomas da onlarla birlikteydi.

 

“Sekiz gün sonra”, ya da Yunancadan tam tercüme edecek olursak:“Sekizinci gün... yine evdeydiler”.

“Sekizinci gün”: İncil’in bu Sözü önemli, çünkü o, bize İsa’nın Dirilişi ve sonraki görünmelerinin, zamanı yeni bir yaşama tarzına başladığını sezmemize yardımcı oluyor. Günler sadece yedi; şimdiye kadar zamanı hep yediyle ölçtük, haftanın yedi günü var.

Burada ise sekizinci gün başlamaktadır: bu gün, zamandan sonra gelen gündür; bu gün, yeni bir zamanı, Rabbin Dirilişinin zamanını gösteren gündür. Bizler, önümüzde olan ölümün korkusu ile zamanımızı yaşamaya alışmışız. Rab İsa Dirilişiyle bu korkuyu yok etti. O, ölümü sevginin ve sunuşun bir eylemine dönüştürdü: sevginin hüküm sürdüğü yerde korku olamaz. Sevdiğimiz andan korkmadığımız gibi, seveceğimiz andan da korkmayız, çünkü sevgi korkuyu yok ediyor.

İsa’nın Dirilişi, yeni bir yaşam biçimi açılışını yapıyor: artık yedi sayısından, yani yasadan, mecburiyetten ve dolayısıyla korkudan, ölümden değil, sevgiden belirlenmiş bir zamanda yaşıyoruz: bu zamanda farklılık olmuyor, saatlerin ve günlerin arasında farklılık yoktur. Sevdiğimiz zaman, farklılık yapamayız: seven kişi saat ve takvime bakmaz. Sevgi, yeni zamanın yeni halidir. Ölümden dirilerek, İsa bu büyük yeniliği gerçekleştiriyor; İncil, “Sekizinci gün” kısa ifadesi ile bu yeniliği vurguluyor.

“Sekiz gün sonra İsa’nın şakirtleri yine evdeydiler. Tomas da onlarla birlikteydi.” Yeni günde, sevginin gününde herkes oradadır; bu günde, en önemli olay, insanlığın tarihini değiştiren olay, yani, Rab İsa’nın Dirilişi sayesinde kendini gösteren Baba’nın sevgisi kutlanmakta.

Bizler de takvim ve saatle değil, sevgi ve kendini sunma yeteneği ile ölçülen yeni bir zamanda yaşıyoruz. Bu yeni gerçeği bizler için mümkün kılan da Kutsal Ruh’tur. Rab İsa’nın şakirtlerine vermek istediği bu hayat, Kutsal Ruh aracılığıyla gerçekleşir.

Bizler de bugün, sevgi içinde yaşayarak, bu yeni hayatı tecrübe etmeye çalışalım: böylece yaşayarak artık zamanı hesaplamayacağız.

 

Gel, Kutsal Ruh, gel! Baba’nın sevgisinin Ruh’u, İsa’nın sevgisinin Ruh’u, içimize gel!

 

>>>>>>>