İNANIYORUM   2

 

“Siz, sevgili kardeşlerim, kendinizi tümden kutsal olan imanınızın temeli üzerinde geliştirin” (Yahuda 20)

 

 

6. Tüm asırlardan önce Peder’den doğmuş olan, Allah’ın biricik Oğlu, bir Tek Rab olan Mesih İsa’ya inanıyorum

 

Varlığımı O’na emanet etmek için, şimdi İsa’ya bakıyorum. Varlığımı Tek Rab olarak O’na emanet ediyorum: bana konuşabilmek, bana bir şeyi dilemek için her türlü yetkiyi Allah’tan almış olduğunu kabul ediyorum. O’nun tek Rab olmasını, benim için emin ve kararlı bir söz söyleyebilecek tek kimse olmasını istiyorum.

İnsan İsa’ya “Rab” sıfatını vererek, O’nun tanrısal kimliğini tanımış olurum: bu terim Eski Ahit’te Allah’a seslenmek için kullanılmış, Yeni Ahit’te ise Allah’ın oğlu olarak İsa’ya yöneltilmiştir. Bir tek Rab: Allah İsa’dan başka kimseye böyle güç ve iktidar vermemiştir. Büyük İman Duası’nda Oğul ile ilgili bölüm en uzun olan bölümdür! Böyle olması da doğaldır, çünkü Peder’i O bize tanıtır, Peder’le samimi olmamızı O sağlar ve Kutsal Ruh O’nda gösterilmiştir.

Allah’ı tanıyabilmek, kendi varlığımızı ve diğerleriyle olan ilişkilerimizi doğru yönlendirebilmek için birinci şart, Mesih İsa’yı tanımak ve takip etmektir. Büyük İman Duası’nın İsa ile ilgili söyledikleri, üç ayrı zamana ayrılabilir:

1. Vücut almadan önce Allah’ın Oğlu;

2. İsa’nın hayatı, ölümü ve dirilişi ile ilgili tarihi gerçek;

3. İsa’nın tüm zamanlardan sonra, yargıç olarak ikinci gelişi.

 

Aziz Pavlus, İsa hakkında şöyle der: “Görünmez Tanrı’nın görünümü, bütün yaratılışın ilk doğanı O’dur.” “Her şeyden önce varolan O’dur” (Kol 1, 15.17). Havarinin bu söyledikleri, Yuhanna’nın, İncilinin başında söylediklerini tekrar eder: “Başlangıçta Söz vardı. Söz Allah’la birlikteydi, ve Söz Allah’tı. Başlangıçta O, Allah’la birlikteydi. Her şey O’nun aracılığıyla var oldu” (Yu 1, 1-3). “Söz, insan oldu... ve biz O’nun yüceliğini – Peder’den gelen, lütuf ve gerçekle dolu biricik Oğlun yüceliğini – gördük” (1, 14). “Allah’ı hiçbir zaman kimse görmedi. O’nu, Baba’nın bağrında bulunan ve Allah olan biricik Oğul tanıttı” (1,18).

İsa, Allah’ın biricik oğludur. “Biricik Oğul” ifadesi, hiç kimsenin, ve hiçbir meleğin tanrısal haklar edinemeyeceğini ifade eder. Bize Oğlun sözlerinden farklı sözlerle gelen, Mesih Karşıtı’dır. Bunlar, günümüz dünyasında çoktur: onlar İsa’yı, din ve tarikat kurucuları olan başka büyük kişiliklerle bir tutmak isterler. Biz, Allah’ın tek “Oğlu” olduğunu biliyoruz: zihnimizi ve yüreğimizi O’na açarız. O, “İsa” adını taşır: bu ad: Allah kurtarır! Allah kurtarıcıdır! anlamına gelir.

 

Bizim için insan İsa’da görünür ve dokunulabilir kılınmış Allah’ın Oğlu (1Yu 1,1-2), kurtarılmaya ihtiyacı olan, kötünün zincirlere vurmuş olduğu, Şeytan tarafından köleleştirilen insanlığa, Baba’nın sunduğu armağandır. Büyük İman Duası ile zikrettiğimiz “İsa” ismi, melek Cebrail tarafından bebeği için Meryem’e önerilen isimdir. Pilatus’un hacın üzerine yazdırttığı ve “diğer bütün isimlerin üzerinde” olan isim. “İsa adı her anıldığında gökteki, yerdeki ve yeraltındakilerin hepsi diz çöksün” diye Allah O’na bu adı vermiştir” (Flp 2, 9-10). Onun haricinde bizi kurtaracak başka isim yoktur (karşılaştırınız Elç 4,12)! Öyle önemli bir İsim’dir ki, yalnız Kutsal Ruh’un etkisiyle “Rab” sıfatı ile birlikte kullanılabilir (karşılaştırınız 1 Ko 12,3). Sadece Allah’ın yardımıyla İsa’ya itaat edebilirim! O’nu “Rab” olarak görmek, sadece bir isim meselesi değildir, tabii ki! Kendini sunabilme ve itaat etme meselesidir!

 

“Mesih” sıfatı, “İsa” ismi ile bağlantılıdır. Ve sadece bu İsim’e tamamen bağlıdır. Mesih, meshedilmiş, “yağlanmış” anlamına gelir. İbrani toplumunda, tanrısal bir görev edinen herkes meshedilirdi: kral ve rahipler görevlerine bu şekilde başlarlardı. Bu yüzden, meshedilen kimse, bir hizmet sunmaya, Allah’ın adına güç kullanmaya yetkilidir.

Allah’ın meshettiği, Allah’ın Mesih’i, İsa’dır!

 

“Kutsanmış Allah’ın Oğlu Mesih sen misin?”. İsa cevap verir “Ben O’yum!” (Mar 15,61 s) İsa, Allah’ın her eseri için yetki verdiği kişidir. “O’nu dinleyin”, Tabor Tepesinde yankılanan sözlerdir. Allah, İsa aracılığıyla ‘doğrudan doğruya’ konuşur ve hareket eder!

 

NOT: Simge’de Aziz Yuhanna’nın, incilinde ve birinci mektubunda Allah’ın Oğlu için kullandığı, Baba’dan “doğan” Sevgi ifadesi geçmez. O, Allah’ın Oğlunu, “Kelam” yani “Söz” diye adlandırır. Allah’ın Oğlundan Baba’nın Sözü diye bahseder.

“Söz”, düşüncenin ifade edilmesi, kalbimizdekinin ve aklımızdakinin iletilmesidir. Allah’ın Sözü, Allah’ın içindekilerin iletilmesidir. Bu yüzden Oğul Allah’ın içindeki ve ilettiğidir: O’nun Sözü’dür! Allah’ın içindeki ve bize ilettiği Sevgi, Nasıra’lı İsa’nın “teni”, insan “vücudu” ve insan hayatı aracılığıyla bizle iletişime girer.

 

İsa, Kelam’ın, Allah’ın Sözü’nün, vücut bulmuş şeklidir. Peder Allah’ın içinde olan ve bize ilettiği, yaratılmamış ve sonsuz sevginin vücut bulmasıdır. “Kelam” (Söz) terimi, akılcı bir yoldan gizemi ifade eder, ”Oğul” terimi ise, insanların evrensel tecrübelerini, ailevi tecrübelerini hesaba katar: herkesçe daha kolay anlaşılabilir ve insanın kalbine daha yakın bir terimdir.

 

 

7. Allah’tan Allah, Nur’dan Nur, gerçek Allah’tan gerçek Allahtır. Yaratılmış olmayıp Peder ile aynı özdedir

 

İznik Konsili’nin (325) Babaları, tam o zamanlar rahip Arius ve takipçileri tarafından reddedilen Allah’ın Oğlunun tanrısallığını belirtmek istiyorlardı. Isa’nın tanrısallığını inkar etmek, İsa’nın bizi kurtaran ölümünü ve Dirilişini yok saymak demek olacaktı; gerçekten de Golgota tepesinde ölen adam, diğerleri gibi biri olsaydı, ölümünün ve dirilişinin bizim için kurtuluş değeri olmazdı.

Üstelik, Allah’ın Oğlunun Allah olmadığı belirtselerdi, Yeni Ahit’in kutsal yazılarının büyük bölümünü reddetmek, ve Museviliği yaşamaya dönmek gerekecekti; Mesih İsa, varlığıyla hiçbir şeyi çözmemiş gibi olacaktı.

Konsilin Episkoposları, imanlıları, İsa’da vücut bulan Allah’ın Oğlunun tanrısallığı ile ilgili her türlü şüpheden kurtarmak isterler; bu yüzden, bu gerçeği belirtmek için beş farklı ifade kullanmakta ısrar ederler. Allah’ın Oğlu, Allah’ın Kendisi’dir, gerçek Allah’tır, yüzeysel veya yapay değildir, Allah’a yabancı bir şey veya biri olarak yaratılmamıştır, Allah’la aynı özdedir, Allah’ın Nur olduğu gibi, O’da Nur’dur! Bu ifadelerin gerçekliği, Konsil tarafından uydurulmamıştır! Konsilin Babaları, Havariler, İnciller,  diğer yazılar ve Kilise’nin tecrübesi aracılığı ile  öğrendiklerine sadık kalmak, ve havarilerin öğretilerinin eksiksiz bir şekilde gelecek Hıristiyan nesillere aktarılacağından emin olmak istediler.

Bu iman gerçeğinin, günümüzde dahi çok karşıtı vardır. Bu gerçeği ya açıkça, yada yaşam tarzları ile inkar edenler vardır.

Bir çok modern tarikat, kendilerini Hıristiyan diye adlandıranlar dahi, bu gerçeği kasten inkar ederler! Düşüncelerinde ve davranışlarında İsa’yı göz önünde tutmayıp  kendi fikir ve görüşlerini önemseyenler de onu inkar ederler. 

 

 

Aziz Yuhanna, ilk mektubunda (1, 2) şöyle yazar: “Yaşam açıkça göründü, O’nu gördük ve O’na tanıklık ediyoruz. Baba ile birlikte olup bize görünmüş olan sonsuz Yaşam’ı size duyuruyoruz”. Bu İsa için kullanılmış açık bir ifadedir! Ve O’nun sonsuzluğunu vurgular. İsa’nın kendi söylediklerini tekrar eder: “diriliş ve yaşam Ben’dedir”. Ve Aziz Yuhanna mektubunu şöyle bitirir: “Biz gerçek Olan’dayız, Onun Oğlu İsa Mesih’teyiz: O gerçek Allah ve sonsuz yaşamdır!” (5, 20).

Vahiy kitabında, Allah’a doğru yöneltilen bu tapma, Kendi Oğlu İsa olan Kuzu’ya da yöneltilir: “Övgü, saygı, yücelik ve güç sonsuzlara dek tahtta oturanın ve Kuzu’nun olsun” (5, 13). Aziz Petrus ise, mektubunu, “Tanrımız ve Kurtarıcımız İsa Mesih sayesinde bizimkiyle eşdeğer bir imana kavuşmuş olanlara” yazar (2 Pe 1, 1). Aziz Pavlus ise, Havarilerin İsa’nın tanrısallığından ne kadar emin olduklarını anlatan ifadeler kullanmıştır. Koloseliler’e (2, 9) şöyle yazar: “Tanrısallığın bütün doluluğu bedence Mesih’te bulunur”. Bunlar çok açık ve çok etkili sözlerdir, bunlar gibi: “her şeyden önce var olan O’dur ve her şey varlığını O’nda sürdürmektedir” (1, 17). “Mesih İsa’daki düşünce sizde de olsun. Mesih, Tanrı özüne sahip olduğu halde, Tanrı’ya eşitliği sımsıkı sarılacak bir hak saymadı”! (Flp 2, 5-6).

 

İsa, sadece mucizeleri ile değil, Kendi sözleri ile de kendi doğasının açıklamıştır: “İbrahim doğmadan önce ben varım” (Yu 8,58), “Allah’tan çıkıp geldim” (8, 42), “O olduğumu anlayacaksınız” (8, 28). “O olduğumu” ifadesi Allah’ın İsmi’dir! Düşmanları O’na karşı çıkar (10, 33): “Seni iyi işlerinden ötürü değil, küfür ettiğin için taşlıyoruz. İnsan olduğun halde, Tanrı olduğunu ileri sürüyorsun”. İsa yalanlamaz: bu yüzden ya küfürbazdır ya da gerçekten Allah’tır!

 

“Baba’nın bende, benim de Baba’da olduğumu bilesiniz” (10, 38). “Bizim bir olduğumuz gibi bir olsunlar!” (17, 11.22). “Baba, dünya var olmadan önce ben senin yanındayken sahip olduğum yücelikle şimdi beni yanında yücelt” (17, 5). İbranilere yazılan mektubun (1, 8) yazarı der ki Allah, “Oğlu için söyle diyor: Ey Tanrı, tahtın sonsuzluklar boyunca kalıcıdır”! Bu sözler, her türlü şüpheyi uzaklaştırmak için yeterlidir, yeter ki Kutsal Yazılar kötü niyetle veya değiştirilerek okunmasın (Yehova Şahitleri Cemaatinin yaptığı gibi.).

 

“Dünyaya gerçek ışık geldi” (1, 9). İsa, gerçekten de Allah’tan Allah, Nur’dan Nur, Sevgi’den Sevgi’dir! Bu yüzden O’na güveniriz, hayatımızı O’na veririz. Mesih İsa, Sana inanıyorum!

 

 

8. O’nun aracılığı ile her şey yaratıldı

 

Yeni Ahit’te bu cümle en az altı defa geçer. Bu yüzden, önemli bir söylemdir ve Simge’ye dahil edilmiştir. Bizim için bir lütuf hazinesi saklar. Kutsal Ruh bu sözleri, Kutsal Yazarlara ilhamlarken, bize neyi iletmek istemiştir? Bize hangi öğretiyi sunmasını ve ne meyve vermesini bekleyebiliriz? Allah’ın eserinin veya hayatının kendini her göstermesi, bizim seyirci kalmamızı amaçlamaz, aksine, O’nun her Sözü, kök salan ve hayatımıza meyve veren tohumlar olarak bize sunulmuştur. Allah’a dair her bilgi, bize “onu bilmemiz” için verilmemiştir, yaşamamız için gerekli olduğu için verilmiştir!

 

Baba Allah yaratırken, her şey Oğlu’nun ellerinden geçmiştir! “Her şey O’nun aracılığıyla yaratılmıştır” (Kol 1, 16a.16d; 1 Ko 8, 6; Yu 1, 3.9; İbr 1,2). Baba ve Oğul, yaratırken birdi; yaratılış Onlar’ın birliğinden doğmuştur, sevgilerinden, Kutsal Ruh’tan doğmuştur! Kutsal Yazılar, Yaradılış’ta “Kutsal Ruh, suların üzerinde dalgalanıyordu” der. Her şey Allah tarafından, O’nun “Sözü” aracılığıyla yaratılmıştır, her şey O’nun isteğine, O’nun düşüncesine göre var olmuştur! Bu ifadeyle, Söz’ün, yani Oğlun yaratılmış olmadığını ve yaratılışın Allah olmadığını belirtiriz!

 

Her şey, bizim için Baba’nın ve Oğlun armağanıdır. Her şey bize tanrısal Sevgi’nin kokusunu taşır. Her şey Allah tarafından, Oğlu’nun ‘kalıbı’ ile yaratılmıştır. Bu yüzden her yaratık, Oğlun şanını yansıtabildiği sürece tamdır. Her yaratık bana, kalbinden geçmiş olan İsa hakkında bir şey söyleyebilir! Özellikle bu yönünü görebiliriz: yaratılmış her şey Allah’ın Sözü’nün, Allah’ın Oğlu’nun bir yönünü gösterir. Her şey, benim için Allah’ın sevgisini ve isteğini anlayabileceğim bir mesajdır. İsa’nın Kendisi, yaratılışı anlamamıza yardımcı olur! Ben ışığım, ekmeğim, çobanım, kapıyım, gerçek bağ Ben’im, yaşam Ben’im diyerek, Kendini “doğru Gerçek” ilan eder (Kol 2, 17), bu yüzden insan bu gerçeği göz önünde bulundurmak zorundadır, çünkü yaratılış O’nun gölgesi gibidir! Tüm yaratılış, O’nu tanımak için birer işarettir. Maddi şeyler, ruhani olanları anlamamıza yardım ederler: Allah’ın arzularını, tanrısal sevgiyi ve İsa’yı tanımamıza yardım ederler. Böylece gözlerimiz açılır, ve yaratılanları daha dikkatle derinlemesine inceleyebiliriz. Onlarda, O’nun izini arar, onları Yaratan’ı keşfetmeyi ve sevmeyi öğreniriz!

 

Fakat, “Bütün yaratılışın şu ana dek birlikte inleyip, doğum ağrısı çektiğini biliyoruz.” (Rom 8, 22), “Yaratılış, Tanrı çocuklarının ortaya çıkmasını özlemle bekliyor... Çünkü yaratılışın, yozlaşmaya köle olmaktan kurtarılıp Tanrı çocuklarının yüce özgürlüğüne kavuşturulması umudu vardı” (Rom 8,19-21). Maalesef gördüğümüz gibi yaratılış, sıkça çirkinleştirilmiş, ve bir ıstırap kaynağı olmuştur, çünkü insanların günahlarının kölesi olmuştur. Mesela, Allah’ın yarattığı altını düşünelim. Altın, insanların elinde, şiddetin, kıskançlığın, gururun, nefretin, zorbalığın hizmetkarı olmuştur. Ve aynı altın gibi başka gerçeklerin (örneğin, cinsellik, bilim, teknik... ) de sonu aynı olmuştur: bunlar artık Allah’ın sevgisinin işaretleri ve araçları olarak görülmemekte ve kullanılmamaktadırlar. Aksine, insana hükmeder duruma gelmişlerdir, onu korkutacak, ona ıstırap çektirecek duruma. Bunlar, Allah’ın sevgisine hizmet edebilmek, Allah’ın tüm insanların pederi olduğunu gösterebilmek için, korkunç efendileri (üstünlük, kıskançlık, şiddet, bencillik...) tarafından serbest bırakılmayı bekleyen gerçeklerdir. Mızrak ve kılıçların demiri, insanların bencilliklerini değil, gerçek ihtiyaçlarını karşılamak için orak ve saban olmayı beklemektedirler! Yaratılış, Allah’ın evlatlarının kendilerini göstermelerini bekliyor!

 

“Her şey O’nun aracılığı ile yaratıldı” ifadesi, Allah’ın Oğlu’nu kendimize örnek almamız ve sevgisini gerçekleştirmek için, dünya gerçeklerini kullanmamız için bizi bilinçli kılar.

 

Aziz Pavlus (Kol 1, 16), her şey “O’nun aracılığıyla ve O’nun için yaratıldı” diye ekler. Başka bir deyişle (Kol 8, 6), “ve biz O’nun için varız”.

 

Hayatımızın, kendi varlığını sürdürmeyi ve kendi kurtuluşunu düşünmeyi aşan bir amacı vardır. Hayatımız, Allah’ın Oğlu’nun hayatını yansıtmalıdır, Allah’ın sunduğu Sevgi gerçeğine açılan bir pencere olmalıdır!

 

Bir insan bilinçli olduğu, hayatının buna yönelik olduğunu sevgiyle kabul ettiği ve düşüncelerini bu yöne yönelttiği takdirde, kalbi yeni bir hayata başlar, tekrar yaşamaya başlar, başkası olur: neşe ve barış, yüzünde çiçek açar ve  kendini adama sorumluluğu, günlerini daha verimli kılar!

 

 

9. Biz insanlar için ve kurtuluşumuz için gökten indi

 

Allah için önemliyiz. O hakikaten iyi bir Babadır. Kendi yaratmış olduğu ve sonra O’nun kalbinden uzaklaşan insanları karanlıkta ve kötünün tutsağı olarak bırakmaz.

 

Allah’ın Oğlu’nun vücut bulup insan olması bizim için bir sevgi gösterisidir. Sadece bizim için ve tüm biz insanlar için. O bizim kurtuluşumuzu ister.

 

Bu “kurtuluş” kelimesini o kadar sık duyarız ki, onun hakkında oturup düşünmeyiz. Ya da kendimize ve insanoğlunun bilimsel keşiflerine o kadar güveniriz ki, kendimizi  kaybolmuş görmeyiz.

 

“Kurtuluş” ne anlama gelir?

 

İsa bu ifadeyi, Kendisiyle tanışmak için, cesaretle topluluktan ayrılan ve yaşamını değiştiren biri için pek çok kez kullanmıştır. Bu ifadeyi Zakkay için, cüzamlı Samiriyeli için, Eriha’daki kör için, günahkar kadın için vs., yani Kendisini tanımak, sevmek, şifa dilemek veya teşekkür etmek için, herkesten değişik davranan insanlar için kullanmıştır. Bu insanların imanları, onları kurtuluşa kavuşturmuştur. Bu iman, herkesin davranış biçiminden uzaklaşarak tanınmamış kalabalıktan sıyrılmış ve insani ilkelerin saygısından uzaklaşmış olan onları, İsa’ya getirmiştir. Bu insanlar, dünyaya ve güzel görünme kuralına itaatsizlik etmişlerdir. Böylece Allah’ın Oğlu’na yaklaşmak için hayatlarını bile tehlikeye atmışlardır. Dünyada olmalarına rağmen, dünyaya ait değillerdir! Kurtulmuşlardır!

 

İsa dünyaya gelmiştir, çünkü biz O’nun ile ilgilenirsek, korkular, dehşet, zorunluluklar, içsel şartlanmalar gibi çeşitli biçimlerle bizi bağlı tutan ve Kötüyle anlaşmaya bizi zorlayan dünyadan bizi uzaklaştırır!

Kendi kararımızla Rabbimiz İsa’ya yaklaşmak, kurtuluştur!

 

Bizim kurtuluşumuz, Allah’ın büyük bir armağanıdır. Ona ulaşmak için adım atarsak, bize ulaşır. Aynen Zakkay’ın, körün, kadının vs. yaptıkları gibi. Bu, insan için zor bir adımdır. İnsanların verdiği itibarlardan, mallarından ve zenginliklerinden, sosyal statülerinden, rahatlarından, maddi ve manevi güvencelerinden vazgeçmeleri anlamına gelir. Bunlar ve başkaları, tek incinin karşılığında verdiği incilerdir. Tek inci, Allah’ın Oğlu’dur, O’nun ile arkadaş ve birlik olmaktır.

Kurtuluş, Allah’ın herkese sunduğu bir armağandır. Fakat ona, sadece boş eller sunma emeğine girenler ulaşabilir. Allah’ın gözünde önemli bir yerde olduğunu zanneden Feriseli, elleri kendi güvencesiyle dolu olduğundan, kurtuluşa ulaşmaya laik değildi. Kendi iyi eylemlerine, kendi dürüst geçmişine, kendine güveniyordu: kendini kurtarıyor ve böylece Allah’tan gelen kurtuluşa erişemiyordu.

 

Aziz Pavlus’un mektuplarındaki bazı bölümlerde hatırlattığı ve İsa’nın da havarilerine ve rakiplerine belirttiği gibi, bizim kurtuluşumuz, İsa’ya olan imanımızdan gelen, karşılıksız bir armağandır.

 

Kurtuluş, bizim eylemlerimizle, bizim sayemizde, bir topluluğa veya millete ait olmakla gelseydi, İsa’nın gelişi, ölümü ve dirilişi, boşuna olmuş olurdu.

 

Gerçekten kurtarılabilmemiz için İsa, “gökten indi”. Bu ifade, Allah’ın Oğlu’nun yer değiştirdiğini ifade etmez! Allah olanın ve Allah’ta olanın, şimdi insanlara çok yakın olduğunu, insanların O’nu görebildiğini, tutabildiğini, kendi dünyevi tecrübelerinde O’nu karşılayabildiklerini belirtmek için kullandığımız bir ifadedir. Aziz Yuhanna birinci mektubunda (1, 2) şöyle der: “Yaşam açıkça göründü ve O’nu gördük”! Kimselerin göremediği, şimdi görünür oldu.

 

Herhangi bir dine ait normal bir insanın sandığı gibi, insan, O’ndan bir şey “çalmak“ veya elde etmek için Allah’a yaklaşamaz, Kendini insanlara yakın kılan Allah’tır. Allah insana ulaşır. İlk önce Allah bizi sevdi. İnsan ancak şükrederek ve almış olduğu armağana değer vererek cevap verebilir: bu şükretme ve değer verme, insan hayatını değiştirir ve onu, armağanı, Allah’ın Oğlu’nu karşılayabilir kılar. Bu yüzden, Hıristiyan’ın hayatı saf, dürüst ve kutsal, kusursuz olacak: o, kendi için inmiş olan o Allah’a, kendi gayretiyle ulaşmak istemez, daha çok, O’na yer açmak ister, O’nu yüceltmek ister, evrensel Sevgisiyle iş birliği yapmak ister!

 

NOT: Din, insanın Allah’a doğru hareketidir. İnsan, Allah’ı tanımaya, tanıdığı o Allah’a hizmet etmeye çalışır. Bu her zaman yertersiz ve insanın hayat tecrübesine ve içinde bulunduğu kültüre bağlı bir harekettir. Bu yüzden çok din vardır ve sayıları gün geçtikçe artar: insanın, zekasıyla, hayal gücüyle veya duygularıyla keşfettiği yöntemler birbirinden farklı ve çeşitlidir, bu da insanlar arasında bölünmelere yol açar.

İman, insanın kendini gösteren Allah’a doğru hareketidir. İnsan, Allah’ın tek Sözünün söylediğini kabul eder. Bu yüzden iman, her ne kadar farklı kültür, tecrübe, dil ve ırklara sahip olsalar da insanları birleştirir! Bu yüzden Hıristiyan “imanı”ndan ve başka “din”lerden bahsederiz. Aslında Hıristiyan inancı bir “din” değildir!

 

 

10. Kutsal Ruh’un kudretiyle Bakire Meryem’den vücut aldı ve insan oldu

 

“Allah için hiçbir şey imkansız değildir!”. O her sözünü, her sevgi tasarımını gerçekleştirebilir! Melek Cebrail’in Nasıra’lı Meryem’e ilettiği bu gerçek, bizim için de geçerli olmalıdır. Çoğu kez biz Allah’ın yapma biçimine karşı çıkarız. Allah ise, hem akli, hem bedeni, hem yaratılmış olan bizlerin şartlanmamızdan özgür olandır.

Göklere sığmayan Allah’ın ebedi Oğlu, bu dünyada var olmak ve Kendini göstermek için, tanrısal güçle, bir bakireden vücut aldı ve insani yaşamına başladı.

Allah’ın Oğlu, sonsuz Hayat, ve insanlardan önce var olan Hayat’tır: insan olmak için sadece bir ana karnını bulmaya ihtiyacı vardır. O başlangıca ihtiyacı olmayan bir hayattır, çünkü zaten “tüm asırlardan önce”, “başlangıçta” O vardır (Yu 1, 1-2). “O Allah’la birlikteydi ve Kendini bize görünür kıldı” (1 Yu 1,2). “O her şeyden öncedir” (Kol 1, 17). “İbrahim doğmadan önce ben varım” (Yu 8, 58).

Bu tanrısal hayat artık görünür olmuştur: onu kabul edebilir veya reddedebiliriz. İnsan aklı daha fazlasını bilmek ister ve bir açıklama bekler. Fakat aklımızın beklediği açıklama bilimsel bir açıklamadır, bir inanç açıklaması değildir. Simge, kutsal İncilleri özetleyerek Allah’ın eylemleri hakkındaki meraklarımızı gidermeye çalışmaz: bu açıklamalar, insan kalbini değiştirmek için yeterli değillerdir. Allah’ın sevgisini görebilmemiz ve ona uygun şekilde cevap verebilmemiz için bize yardım edebilecek açıklamalar sunar.

 

Allah’ın Oğlu, Kutsal Ruh’un aracılığıyla insan oldu! İnsan İsa’nın Allah’ın biricik Oğlu olması, insanın eseri değildir, insani evrimin veya gayretlerin sonucu değildir.

 

İnsanlar, bu gizemi mutlak ve tümüyle bir armağan olarak alırlar. İsa, Allah’ın bütün insanlığa armağanıdır!

Büyük İman Duası’nın bu cümlesi, Meleğin Meryem’e cevabını özetler: “Kutsal Ruh senin üzerinde gelecek, Yüceler Yücesi’nin gücü sana gölge salacak. Bunun için doğacak olana kutsal, Tanrı Oğlu denecek” (Luk 1, 35). Yusuf’a da Allah şöyle açıkladı: “Onun karnında oluşan, Kutsal Ruh’tandır” (Mat 1,20). Yusuf, “Meryem’i eş olarak evine aldı. Ama onunla bir ilişkisi olmadan o bir oğlan çocuk doğurdu ve çocuğun adını İsa koydu” (24-25).

Meryem, “Bakire” olarak adlandırılır ve biz doğu Hıristiyanları ile birlikte O’nu böyle onurlandırırız. O bizim için doğumdan önce, doğum sırasında ve doğumdan sonra Bakiredir. İncil’in kendisi, İsa’nın “kardeşlerinden” bahsederken, bu ifadelerle ters düşer gibi görünebilir. Fakat öyle değildir, çünkü kardeş kelimesi, Museviler için amca çocuklarını da kapsar. Bazı eski gelenekler, Meryem’in tek evladından başka evladı olmadığına tanıklık eder. O’na, Allah’ın Annesi sıfatını da veririz: Bu sıfat Simge’de yoktur, fakat İznik Konsili’nin (325) bir bildirimidir. Meryem’e verilen bu sıfat ile İsa’nın tanrısallığı belirtilmek istenmiştir: Annesini onurlandırarak, Oğluna tapan bir sıfattır. Fakat İsa’nın Kendisinden biliyoruz ki, Meryem’e verilen en büyük onur – Kilise’nin Babaları’nın da ifade ettikleri gibi – O’nun Rabbimizin şakirdi olmasıdır.

“Bana dediği gibi olsun!” diyerek Allah’ın isteğini yerine getirdi, bu yüzden İsa O’nu kız kardeş ve Anne olarak görür: “Tanrı’nın isteğini kim yerine getirirse, kardeşim, kız kardeşim ve annem odur” (Mar 3, 35). İsa en çok sevdiği şakirdini O’na emanet etti, O’nu Annesine bir Oğul olarak sundu: İsa bu davranışı ile Meryem’i bütün Kilise’ye, bir Anne, bir itaat ve sevgi örneği olarak göstermek istedi. Hıristiyanlar Meryem’i birçok sıfatla ve sonsuz biçimlerde onurlandırarak, Allah’ın eserinin güzelliğini ve yüceliğini ilan ederler. Vücut bulma gizemi için minnettardırlar. Bu gizem, Meryem’de, “İşte, Senin isteğini yerine getirmek için geliyorum, Allah’ım” diyen Allah’ın Oğluna layık bir yer bulmuştur.

 

Meryem, meleğe: “İşte buradayım, Allah’ın hizmetkarıyım...” cevabı ile, kendini Allah’a ve dünyaya, Allah’ın Kelam’ına uygun insani ve ruhani bir yer olarak gösterir!

 

Allah O’nun alçakgönüllülüğünü gördü, ve şimdi tüm nesiller O’na hayran. İnsanlar Meryem’i “Kutsal” ilan ederek, Peder’in yaptığının aynısını yapar, çünkü İsa şöyle der: “Baba, bana hizmet edeni onurlandıracaktır” (Yu 12, 26). Peder Allah, İsa’nın hizmetkarlarını onurlandırıyorsa, biz de yapabiliriz, hatta onları onurlandırarak, Allah’ın yaptıklarını yapmış oluruz!

 

Allah’ın Oğlu’nun beden alıp insan olduğunu belirtmek, en büyük iman göstergelerinden biridir. Hatta Aziz Yuhanna şöyle yazar (1 Yu 4, 21): “İsa’nın vücut alıp geldiğini kabul eden her ruh, Allah’tandır; İsa’yı tanımayan her ruh ise Allah’tan değildir. Bu Mesih Karşıtı’nın ruhudur”. “Ne var ki İsa Mesih’in beden alıp geldiğini kabul etmeyen birçok aldatıcı,dünyanın her yanına yayıldı” (2 Yu 7)...

Eğer İsa, insan olmuş Allah olmasaydı, Büyük İman Duası’nın sonraki sözlerinin, kurtuluşumuz açısından hiçbir değeri olmazdı.

 

 

 

11. Pontius Pilatus zamanında, bizim için haça gerildi, öldü ve gömüldü

 

“Sevginin ne olduğunu, Mesih’in bizim için canını vermesinden anlıyoruz” (1 Yu 3, 16). Büyük İman Duası’nda “bizim için” ifadesinin geçtiği ikinci yerdir! İsa’nın tüm yaşamı “bizim için” Allah’ın bir armağanıdır. Günahkar olmamıza rağmen, hatta günahkar olduğumuz için, bizi sever. O, bize en kıymetli varlığını, Oğlunu armağan etti. Ve Oğul’un her yaptığı bizim için sevgidir!

 

İsa’nın yaptıkları, Simge’de yer almaz: Hıristiyan’ın bunları zaten bildiği var sayılır. Fakat, ölümü ve dirilişinden bahsetmemek olmaz: bunlar, Hıristiyan inancının, Allah’ın sevgisini göstermesinin, en merkezi gizemleridir. O, “herkesin yararına ölümü tatmıştır” (İbr 2, 9) ve bu yüzden “Mesih’in çarmıhından başka bir şeyle asla övünmem” (Gal 6, 14). “Çarmıh ile ilgili bildiri... bizim için Tanrı gücüdür” (1 Ko 1, 18). Bu yüzden Aziz Pavlus: “Aranızdayken, İsa Mesih ve O’nun çarmıha gerilişinden başka hiçbir şey bilmemeye kararlıydım” (1 Ko 2, 2) diye belirtir.

 

İsa, dünya üzerindeki varlığını bir hacın üzerinde, Romalıların kölelere ve barbarlara uyguladıkları ölüm cezası ile noktaladı: bu olay belli bir yerde ve belli bir tarihte, Pontius Pilatus Yahuda Valisi iken gerçekleşti. Tarihi kaynaklardan biliyoruz ki bu adam, İsa’dan sonra 26 ile 36 yılları arasında valilik yaptı. Allah’ın müdahaleleri somut ve gerçektirler, zaman içerisinde, belli yerlerde, görgü şahitlerinin önünde meydana gelirler.

 

Allah’ın Oğlu’nun insan eliyle öldürülmesi, bizim için hayatın temel gizemidir. Bu gizemi her gün efkaristiya töreni ile ilan eder, küçük veya büyük haçları sevgiyle taşıyarak yaşarız!  Sevgi hala, Golgota tepesindeki o gerçek ve şanlı ölümün, doruk noktasıdır, ışığıdır. O anda Allah’ın Oğlu’nun sevgisi, sevgi olarak kaldı, insanların öfke ve kin dolu tepkilerine kendini kaptırmadı. İnsanların kalbine dokunan tanrısal sevgi, Golgota tepesinde parlıyordu. Istıraba, ihanete, alay edilmeye ve ölüme sevgi ile katlanması, İsa’nın en etkili vaazı ve mucizesi oldu. Bizim sözlerimizde de, bu sevginin izini görmek mümkündür: Pontius Pilatus’tan bahsediliyorsa, bu onu aşağılamak veya eleştirmek için değildir, sadece olayları, tarihsel olarak yerleştirebilme gerekliliğindendir.

O vali sadece, tanrısal öngörünün aracı olmuştur. İnsanları yargılamak bizim görevimiz değildir. Bizim görevimiz, İsa’nın, sonuna kadar yaptığı gibi, günahkarları dahi sevmektir.

Allah’ın ölümü gerçektir ve belgelenmiştir. Mezarı mühürlerle kapatılmıştır. Buna rağmen, İsa’nın ölümünün sadece yapmacık olduğunu savunan sapkınlar da olmuştur. Bu insanlar Allah’ın ölebileceğine inanmıyorlardı. Kendilerinin istedikleri gibi bir Allah, daha iyi bir Allah istiyorlardı! Kimileri için çarmıh, skandal ve saçmalık olmuştur, ve kimileri için bu hala böyledir. İmanlılar için ise, “Allah’ın gücü ve bilgeliğidir” (1 Ko 1, 24).

İsa’nın doğru ve gerçek ölümüne inanmak demek, kendi ölümümü bir drama dönüşmeden ve umutsuzluğa düşmeden karşılamak demektir; ilk önce yaşlanma veya yakınlarımın beni terk etmesinden gelen ölümü, hem de dünyevi şeylere olan bağlılığımı öldürüp, ruhani değerleri seçmekten gelen ölümü karşılamak demektir. Ölüm artık beni korkutmuyor. Eğer Allah’ın Oğlu ölümü yaşadıysa, ölüm benim için de aşılması imkansız bir şey değildir. Ölüm, O’nun aştığı bir varış çizgisidir.  

 

Simge’nin bu sözlere inanarak, ölümümü de, en azından dolaylı olarak, hayatımın doğal ve sağlıklı bir geçişi olarak görürüm. Ve diğerlerinin ölümünü, hatta arkadaşlarımın ve akrabalarımın ölümlerini dahi, Allah’ın biricik Oğlu’nun ölümüne katılmak olarak kabul ederim. Böylece yaşamımı maddiyatçılıktan daha uzak ve kişilere bağlılığımı sınırlı tutarak yaşayacak, yaşamımı İsa ile daha derin bir birlik içerisinde sürdüreceğim.

 

NOT: “Ölüler diyarına inmiştir”

Büyük İman Duası’nın kısa şekli olan Havarisel Simge’de, “Ölüler diyarına inmiştir” deriz!

Bu cümle ne anlama gelir? İsa cehenneme mi gitmiştir? Hayır, ölüler diyarı cehennem değildir. İnsanlar onu, ölülerin son kurtuluşu bekledikleri durum olarak hayal etmişlerdir. İsa’nın ölüler diyarına indiğini belirterek, O’nun Allah ve insanlar arasında tek aracı olduğunu ifade etmek isteriz. O’ndan önce yaşamış olan insanlar dahi, O’nun aracılığı ile kurtulmuşlar veya mahkum olmuşlardır. O’nun ışığı tüm insanlığı aydınlatır ve her insan yalnız İsa’dan ümit ve sonsuz yaşam alır. Ölüler diyarına inen İsa, her ölümü yenen İsa’dır, canlandırıcı gücünü geçmişe ve geleceğe veren İsa’dır!

Mesih İsa ölümü ile her insanın ölümüne dokunur böylece ölüm, karanlık ve felaket olmaktan çıkar ve Allah’ın sevgi projesinde anlam bulur.

 

 

12. Kutsal yazılara göre, üçüncü gün dirildi, göğe çıktı ve Peder’in sağında oturmaktadır.

 

Üçüncü gün, kurtuluş günüdür! Balık tarafından yutulduktan sonra bunu Allah'ın bir cezası olarak algılayan Yunus Peygamber üçüncü günde tekrar güneşi gördü. Üçüncü gün onun kurtuluş günü olmuştur. Üçüncü günün şafağı, İsa için, dünyanın günahları için yıkılmış olan vücut tapınağının, yeniden inşa edildiği gün olmuştur. Ve böylelikle Kutsal yazıların söyledikleri gerçekleşmiştir: “Ama Tanrı, beni ölüler diyarının pençesinden kurtaracaktır” (Mez 49, 15) ve “Çünkü sen beni ölüler diyarına terk etmezsin, sadık kulunun çürümesine izin vermezsin” (Mez 16, 10). “Canının feda ettiği için gördükleriyle hoşnut olacak... Bundan dolayı Ona ünlüler arasında bir pay vereceğim” (Yşa 53, 11-12).

Kutsal Yazılar İsa hakkında konuştular: İsa ölümü yendi. Ölümünden ve gömülmesinden sonra İsa, şakirtlerinin de tanıklık ettikleri gibi, Kendini gösterdi ve şakirtler elleriyle O’na dokundular. Bu tanıkların karşısında çileden çıkan Pavlus da dirilmiş İsa ile karşılaşır: O’nun hayat değiştirmesi, Kudüslü Yahudiler için en anlamlı ve en şaşırtıcı tanıklıktır. “Diriliş” sözcüğü insan tarafından basitçe reddedilir. Şaşırmamak gerekir, çünkü insanlar henüz bunu tecrübe etmemişlerdir.

 

Atinalı yunanlılar Pavlus’a, bugün imansızların yaptıklarını yapıyorlardı: “ölülerin dirilişinden bahsedildiğini duydukları zaman, bazıları ona gülüyor, bazıları da şöyle diyorlardı: seni bu konuda bir daha dinlemek isteriz” (Elç 17, 32).

 

İsa dirildi: O, Yair’in kızı, Nain’in dulunun oğlu veya Betanya’lı Lazar gibi hayata geri dönmedi. Onlar önceki hayatlarına döndüler ve sonra tekrar öldüler. İsa’nın dirilişi farklıdır.

Aziz Pavlus, bu farklılığı anlayabilmemiz için, bazı karşılaştırmalar yapar: “Ektiğin tohum ölmedikçe yaşama kavuşmaz ki! Ekerken oluşacak bitkinin kendisini değil, yalnızca tohumunu – buğday ya da başka bir bitkinin tohumunu – ekersin. Tanrı tohuma dilediği bedeni – her birine kendine özgü bedeni – verir... Ölülerin dirilişi de böyledir. Beden çürümeye mahkum olarak gömülür, çürümez olarak diriltilir. Düşkün olarak gömülür, görkemli olarak diriltilir. Zayıf olarak gömülür, güçlü olarak diriltilir. Doğal beden olarak gömülür, ruhsal beden olarak diriltilir” (1 Ko 15, 36-44). Dirilmiş İsa’nın bedeni maddesel bağlardan ve şartlanmalardan bağımsızdır. O her yerde olabilir, insanların kalbinde yer bulabilir, fakat tutulamaz. Boş mezarın başında ağlayan Mecdelli Meryem’in kendisini tutmasına izin vermez, fakat ona bir teselli ve diğer şakirtlere ilan etme görevi verir: bu şekilde İsa, tanıkları aracılığı ile, şakirtlerinin değiştirmiş hayatı ve cesaretli sözleri aracılığı ile dirilmiş olduğunu kanıtlamıştır. Bugün de hala böyledir. İsa’nın dirilişinin kanıtı, O’nun tanıklarıdır, O’nun varlığı ile kendilerini değiştirmiş olanlardır. Onlar, O’ndan yeni görevler, diğerlerine ilan etme ve sevgi görevleri almışlardır.

 

İsa’nın dirilişini bildirmek, hayatın hüzünlerine ve dünyanın şiddetine rağmen huzur ve neşe içersinde olmak anlamına gelir, herkesi bakışlarını yukarı çevirmeye, ve her şeyin üstünde güvenilir ve canlı bir ümidin olduğunu görmeye davet etmek anlamına gelir!

Diriliş gizemi, İsa’nın göğe çıkmasıyla tamamlanır: “Rabbimiz, Rabbime şöyle der: sağımda otur”! (Mez 110, 1). Bizim için doğup ölen İsa’ya şimdi Allah’ta taparız: O’nun insanlığı, insan olarak yeryüzünden hızlı geçişi, Allah’ı tanıyabilmemiz için, büyük bir armağan olmuştur: kendini açıklamasını görmek, her gün bizi saran sevginin nereden geldiğini anlamak ve hangi yöne gitmemiz gerekeceği anlamamız için sunulmuş bir armağan. Şimdi o insanoğlu, Nasıra’lı İsa, Allah’ın sağında oturmaktadır. “Peder’in yanında, dünya yaratılmadan önceki şanına kavuştu” (Yu 17, 5). “Göklerde, Peder’in sağında oturmak”, O’nun tanrısallığına katılma anlamına gelir.

Dünyadan geçtiği ve insan olduğu için çok iyi tanıdığımız İsa, şimdi taptığımız Allah’tır. İbranilere yazılmış mektubun dediği gibi (1, 8): “Oğul için şöyle diyor: Ey Tanrı, tahtın sonsuzluklar boyunca kalıcıdır”! Tamamıyla itaat eden İsa’ya, Peder şimdi, her şeyini emanet eder, O’na her tür gücü verir. Ve biz Allah’ın isteklerini gerçekleştirmek istiyorsak, İsa’nın şahsını ve öğretilerini kabul etmemiz yeterli olacaktır.

 

Peder’in sağında oturan İsa, bizim güvencemizdir, arkadaşlarının kurtuluşunun, ve O’na inananların güvencesidir. O bizim için şefaat eder: O’nun sayesinde “Tanrı’nın lütuf tahtına cesaretle yaklaşabiliriz” (İbr 4, 16).

 

 

13. Dirileri ve ölüleri yargılamak için şanla tekrar gelecek ve Onun hükümdarlığı son bulmayacaktır

 

Bu üç kısa ifade, geleceğe, zamanın ve tarihin ötesine bakmamızı sağlar. Gelecekte hala İsa’yı görürüz, bizi sevmiş olan İsa’yı. O’nu, bakışlarımızın, dikkatimizin ve sevgimizin tüm ufkunu kaplayan biri olarak görürüz. O şanla tekrar gelecek: O, mütevazı ve yoksul insani şartlarla gelmişti, fakat belirgin şekilde tekrar geri dönecektir. İsa, şakirtlerine ve düşmanlarına bundan sıkça bahsetmiştir: O şanla tekrar gelecek! Ve Hıristiyan cemaati bu bekleyişi her gün yaşar. Efkaristiya töreninde, “şanlı gelişini bekleriz” diye söyleriz. Litürjik yılın Noel’e hazırlanış devresi (advent) ise, bizi, uzun bir yolculuktan dönecek olan efendilerini bekleyen hizmetkarlar gibi beklemeye alıştırır. Evlenmek için eşini bekleyen bir damat gibi, veya oğlunun doğumunu sevgi ile bekleyen bir anne gibi.

Şanla tekrar gelecek olması ne anlama gelir? Bizim için tamamen var olacaktır, bütün kalpleri, geçip hiçbir iz bırakmayan şeylerle çok kolaylıkla ve çok sıkça dağılan kalpleri, kendine çekecektir.

Şanla tekrar gelecek! Bütünüyle gelecek: herkes sadece O’na önem verecek. Herkes O’nun tarafından yargılanacağını kabul edecek. Dirilerin ve ölülerin, inandığımız İsa’dan başka yargıçları olmayacak (Elç 10, 42). “Diriler ve ölüler” iki gerçeği birden işaret edebilen bir ifadedir. İsa şanla tekrar geldiğinde, hala yaşayanlar olacak mıdır? Eğer yaşayanlar olacaksa, onların Adem’den ve tüm evlatlarından farklı kaderleri olmayacaktır: Allah’ın biricik Oğlu, herkes için son sözü söyleyecektir. “Diriler ve ölüler” ifadesi, insanların durumunu da işaret eder: yaşayanlar vardır, çünkü Yaşamı kabul etmişlerdir, ölmüş olanlar vardır çünkü Yaşamı kabul etmemişlerdir! Allah’ın Oğlu olan yaşayan Sözün karşısında herkes durur. O kimseyi yargılamayacağını söylemiştir. O kurtarmak için gelmiştir. Kimse O’ndan korkmamalıdır. Fakat O’nu kabul etmeyen, O’na kalbini kapatmak isteyen için, O’nun varlığı dahi bir yargıdır.

Allah’ın sevgisini ve ışığını reddedenler, karanlıkta kalırlar. İsa’yı reddeden, kurtulamaz, çürümeye mahkum olan bir maddiyatçılığa saplı kalır. İsa’yı reddeden, kendini sevinçten ve barıştan uzak kalmaya mahkum eder. Mikelanj’ın resmettiği gibi bir Yargıç Mesih düşünemiyorum. O kimseyi kovmaz, hatta yanına yüzeysel ve aldatıcı şekilde yaklaşanlar için üzülür, çünkü onlar kendi kendilerini aldatırlar. Aynen meydanlarda konuştuğu zamanlarda O’nu dinledikleri için kendilerini dürüst sanıp, sonuçta O’na itaat etmeyenler gibi. O yine de her zaman tek yargıçtır, çünkü tarih boyunca O bir çelişki işaretidir, tek mihenk taşıdır: İsa’yı, iyi haydudun kabul ettiği gibi kabul eden, iyi olur, Allah onu kabul eder. Tersine ferisililer gibi sofu olmasına rağmen O’nu kabul etmeyen, kötü olur.

İsa da şöyle der: “Baba kimseyi yargılamaz, bütün yargılama işini Oğul’a vermiştir. Öyle ki herkes Peder’i onurlandırdığı gibi Oğul’u onurlandırsın” (Yu 5, 22) ve “Benim yargım adildir. Çünkü amacım kendi isteğimi değil, beni gönderenin isteğini yapmaktır” (Yu 5, 30).

Büyük İman Duası’nın bu cümlesini, gelecekte olacakların boş bir arayışı içinde haykırmayız. Bugün başka yargıcın olmadığını hatırlamak için yargıyı ilan ederiz. Hiçbir insan İsa’dan üstün değildir ne de olacaktır. Bu yüzden, ne kadar önemli biri olursa olsun, kimsenin yargılamasından veya görüşlerinden korkmayız. Önemli kişilerin  konuşmaları ile yaptıkları yargılamalar, veya yargısal otoriteler tarafından yapılan yargılamalar, imanlıları etkilemez, onları korkutmaz.

İmanlılar, insanlar tarafından mahkum edilseler de, İsa’ya itaat ettikleri sürece, barış içinde kalırlar. Topluluklar tarafından masum görünenler ise, sadece böyle görüldükleri için masum değillerdir. İsa’nın sözleriyle uyum içerisinde olmayanlar, Allah’ın kalbinin dışında kalırlar. Bu yüzden Eski Ahit’in kuralları dahi yeterli değildir: bunlar, İsa’nın sözleri ile tamamlanmalıdırlar! Dünyanın güçlüleri, modalar, gazeteler, televizyonlar tüm dünyaya kanunlar koyup, bunları her hafta değiştirebilirler. Fakat imanlı, bunlara merhametle güler. Biz kendimizi sadece İsa’nın sevgisi ve bilgeliği tarafından  yargılatırız! O’nun yargısı katidir ve böyle kalacaktır çünkü “O’nun hükümdarlığı son bulmayacaktır”. Bizim ölümümüz O’nun sevgisi için bir engel oluşturmaz. İsa, O’nu sevenlere, hatta bilmeden sevenlere bile, “Gelin, sizin için hazırlanmış olan hükümdarlıkta yerlerinizi alın” diyecektir. Sadık olan “Onun ile hükmedecektir”, bu bize söz verilmiştir.

Kral olmaya talibiz, ve şimdi dahi, eylem ve düşünce akımlarından bağımsız olarak yaşayarak, bu kaos dünyasında sadece İsa’ya bağlı olarak yaşayanlar gibi yaşamaya alışıyoruz. Şimdi dahi, vaftiz olarak ve bizi İsa’ya benzer kılan Kutsal Krizma ile kutsanarak, O’nun krallığını paylaşmaktayız. Şahitler - şehitler, yaşayan şehitler de – bir şeyler bilir! Dünyadan, onun kurallarından, kalıplarından özgür  yaşayabilmek büyük bir armağandır. Bu, senin için de dilediğim bir armağandır!

   

01 Peder   03 Kutsal Ruh <<<<<< >>>>>>>3>