Mecdelli Meryem İsa’yı tutmaya çalıştı.
Başka bir İncil Yazarı “onun İsa’nın ayaklarına sarıldığını”
yazmaktadır.
Meryem Rabbini tanıdığı için ve O’nun
hala yaşadığını gördüğü için o kadar sevinçlidir ki,
O’nun varlığının duygusal ve sürekli olarak tadına varmak
istiyor. Fakat İsa, onu engelliyor: “Bana dokunma”. Sanki şöyle
demek istiyor: “Buraya senin için gelmedim, buraya sana duyarlı bir hoşnutluğu
ve zevki vermek için gelmedim.”. “Bana dokunma! Çünkü daha
Baba’nın yanına çıkmadım.” Varlığım, fiziksel olarak aranızda bulunduğum sürece,
tam değildir. Beni dışarıdan gördüğün sürece, hâlâ yüreğinde
değilim demektir: bunun için bu varlığım en dolu ve en gerçek
varlığım değildir. “Daha Baba’nın
yanına çıkmadım”: sendeki varlığım hâlâ
ruhsal değil. Sen benim fiziksel varlığımın tadına
varıyorsun ve bu yeterli değil. Beni tutma, benden duygusal bir şekilde
sevinmek isteme! Bunun yerine kardeşlerime git, bana itaat et! Bana itaat edersen,
beni sevdiğini kanıtlarsın”.
İsa “beni seven sözlerimi yerine getirir”
demişti. İsa’ya olan sevginin ölçüsü duygusal değildir. Ne zaman
duyup, denemek, sevinmek, dinsel şevk ve duyguyu yani içimizde bir şeyi
hissetmek istersek, o zaman İsa’yı sevmiyoruz; o şeyler özsaygıdır,
kendimize olan sevgidir. Biz kendimizi tatmin etmek istiyoruz! Bu, bizleri durdurup
bencilce düşünmeye götüren bir ‘sevgidir’; bu, kardeşlerimize yararlı
olmamızı engelleyen bir ‘sevgidir’...
İsa’ya olan gerçek sevgi, itaat eden sevgidir: “Beni
seven sözüme uyar”,“Benim emirlerimi uygulayan kişi beni sever”: bunu İsa
söylemişti; şimdi de O Meryem’e, “Kardeşlerime git ve onlara söyle...”
der. Ona bir görev veriyor, diğerler için yararlı bir ödev veriyor. Onu
kardeşlerin topluluğuna gönderiyor.
Meryem İsa’yı işte bu şekilde sevmelidir:
O’nun duygusal varlığının tadına varmaktan vazgeçmelidir,
O’nu bırakmalıdır ve gitmelidir, O’nun sözünü, O’nun haberlerini
diğer şakirtlere bildirmelidir. İşte, İsa’yı gerçekten
sevmek bu demektir; böylece aldanmaktan ve sadece kendimizi düşünmekten kurtuluruz.
Bu şekilde seversek, yüreğimizde hiçbir duygu hissetmesek de, moralimiz
bozulmayacak. Nitekim İsa’yı sevmek bu değildir; O’na itaat etmek,
O’nun bizden istediği dilekleri gerçekleştirmek ve bütün bunları,
hiç bir şey hissetmesek de, hiç dinsel şevk hissetmesek de, yapmak, İsa’yı
sevmektir. O’nun somut sözüne, kutsal Kilisesinde her gün söylenen sözüne itaat
etmek, bu İsa’ya olan sevgidir.
23.
İşte Mecdelli Meryem
nihayet İsa’yı sevmeye başlıyor. Şimdiye kadar ağlayıp
mezarın önünde İsa’yı tutarak O’na olan sevgisini değil, kendi
benciliğini göstermekte idi. Sevinip mutlu olmak için İsa’yı istiyordu.
Fakat artık hemen Rabbe itaat ediyor: şimdi
gerçekten ve doğru bir şekilde sevmeye başladığını
görüyoruz. “Mecdelli Meryem şakirtlerin yanına gitti”. Meryem,
kendisine kardeşlerine gitmesini söyleyen İsa’ya itaat eder.
“Şakirtlerin yanına gitti,
onlara, ‘Rabbi gördüm!’ dedi”.
Meryem ilk olarak tanık oluyor, gördüklerini bildiriyor,
sonra da İsa’nın söylemesini istediği haberi ulaştırıyor.
Meryem, söyledikleri inanılır olsun diye, önce kendi tecrübesini iletiyor.
Kendi tecrübesini iletmesi Meryem’e acı da verebilir. Nitekim diğer İncil
Yazarlarının belirttiği gibi bu haber karşısında Meryem
neredeyse aklını kaçırmış birine benzetiliyor. O da, İsa’ya
olan sevgisinden dolayı, buna dayandı. O’na itaat etti.
İsa’yı seven, O’nunla ve O’nun için şerefini
tehlikeye atmaktan çekinmez. İsa şöyle demişti: “Kim benden ve
sözlerimden utanırsa, ben de ondan utanacağım, ama kim benden ve
sözlerimden utanmazsa...”.
İşte Meryem de İsa’nın ne sözlerinden
ne de kendisinden utanmamaktadır, onun yerine neşeli, kararlı ve
açık bir şekilde tecrübesini ve İsa’nın kendisine emanet ettiği
sözlerini, hiçbir şey değiştirmeden, bildirmektedir.
“Benim Babamın ve sizin Babanızın,
benim Tanrımın ve sizin Tanrınızın yanına çıkıyorum”.
İsa’nın Sözü sevinç ve birliğin sözüdür, Baba
ile olan bir birlik, aynı zamanda şakirtler ile olan bir birliktir. İsa
şakirtlerle birlikte aynı Tanrı’ya ve aynı Baba’ya bakmaktadır.
Şakirtler artık ne zaman İsa’yı düşünmek
isteseler, O’nu Baba’yla, ne zaman da Baba’yı düşünmek isteseler, O’nu
İsa’yla ve O’nunla yaşadıkları tecrübeler aracılığıyla
düşünmelidirler.
İsa, “Oğlu, Baba’dan
başka kimse tanımaz. Oğul’dan ve Oğul’un Baba’yı tanıtmayı dilediği
kişilerden başkası da Baba’yı tanımaz”,”Ben ve Baba biriz”
demişti. Yine de, “Ben aracı olmadıkça kimse Baba’ya gelemez”.
İsa budur ve şakirtler tarafından da böyle bilinmelidir: Baba’ya
götüren tek yol O’dur. Baba’yı tanımak isteyen, bunu ancak İsa’ya
bakarak, O’nun aracılığıyla yapabilir.
Mecdelli Meryem’in ulaştırdığı
haber, gerçekten çok büyük ve misyoner bir haberdir. Bu sözleri bizler de kabul
etmek istiyoruz: Baba’ya İsa aracılığıyla bakıp, İsa’yı
da yalnızca ve daima Baba’nın yanında aramak istiyoruz.
Bugün bizler de İsa’nın canlı olduğunu
ve varlığının büyük bir sevinç ve umut kaynağı olduğunu
birisine ilan edebileceğiz.
Rab İsa, sen ki Mecdelli Meryem’i Havarilerine gönderdin,
şimdi de Kiliseni tüm dünyaya gönderiyorsun: o, herkese senin daima bizimle
olduğunu ilan edecek, bizim kurtuluşumuz için dua etmeye Baba’nın
yanına gittiğini söyleyecek: şükran ve övgülerimizi kabul et! Bizleri
cesaret ve sevgi ruhunla kuşat ki karşılaştığımız
herkese ilahi haberi ulaştırabilelim. Alleluya!
24.
Dirilişin aynı gününde İsa, kadınlara
göründükten sonra, şakirtlere de görünür. Ancak önce onlara kadınlar aracılığıyla
haber yollar, çünkü şakirtlerinden alçakgönüllü ve imanlı bir eylem beklemektedir.
İsa, şakirtlerinin kadınlardan gelen habere
inanmalarını ister: onlar da, tüm Hıristiyanların daha sonra
edeceği aynı tecrübeyi yaşamalıdır; nitekim daha sonraki
tüm Hıristiyanlar, şakirtlerden gelen mesajı duyduktan sonra, İsa’ya
iman edecekler. Şakirtler de, İyi Haberi ilan etmeden önce, imansızlık
ve iman tecrübesini yaşamalıdır. Onlar kadınların söylediklerine
inanmıyorlar, nitekim Yahudilerden korktuklarından kapılarını
kapalı tutuyorlar. Mecdelli Meryem’in sözlerine ve İsa’yı görmüş
olan diğer kadınlara şakirtler değer vermediler. Onlar iman
etmedi; imansızlıklarının sonucu insanlardan, Yahudilerden korktular.
Haçlanmış, reddedilmiş Olanın şakirdi olarak bulunup suçlanacaklarından
veya zulüm göreceklerinden korkmaktaydılar. Korkuyorlar... Ama neden? Korkuları
nereden geliyor? Dünyevi hayatlarını, Tanrı’nın işinden
daha üstün tuttukları için ve Tanrı’nın müdahalelerinden çok kendi
güçlerine inandıkları için korkuyorlar. Odalarına kapanıyorlar,
Baba’ya değil, sadece kendilerine güveniyorlar.
Yahudi korkusundan, şakirtlerin bulunduğu yerin
kapıları kapalıydı. Şakirtler korku içinde yaşıyorlardı,
çünkü başkaları onları suçlayabilirdi, kötülük yapabilirdi, zulüm
edebilirdi, öldürebilirdi. Kendini seven insan başkalarından korkar.
Şakirtler korku ve imansızlığın
tecrübesini yaşıyor, kendilerini sunmayı bilmiyorlar, ama Rab İsa
onların zayıflıklarından daha üstündür ve her şeye rağmen
onlara kendisini gösteriyor, aralarına geliyor: böyle bir şeyi görmek
çok güzeldir. Bununla İsa’nın varlığının karşılıksızca
bağışlandığını görüyoruz. Kimse, O’nu “görmeyi”
hak edemez, varlığını da hak edemez: bu sadece bir lütuftur.
Bugün biz Rab İsa’ya teşekkür ediyoruz, çünkü
korkularımıza rağmen, bizim O’ndan daha çok kendimizi sevmemize rağmen,
bizim yaşamımızı sunmaya, kendimizi O’nun uğruna alay edilmeye,
suçlanmaya ve zulüm edilmeye hazır olmamamıza rağmen, O kendi varlığını
bize verir, bizimle karşılaşır.
Hayatlarımız hâlâ zayıf ve imanımız
da sağlam değil; buna rağmen İsa daima bizlere gelir. Bu, büyük
bir sevinç kaynağıdır, öyle bir sevinç ki yüreğimizi doldurabilir
ve kendimizi daha güçlü bir sevgiye ve imana yöneltir.
Bencilce yaşayan şakirtlerini imansızlığa
ve korkuya terk etmeyen Rab İsa, bizlerin de hayatımıza gel! Senin
varlığın ve karşılıksız olarak bağışladığın
sevgin kalplerimizi değiştirip açsın, öyle ki kendimizi sunmamızı
ve senden utanmamamızı öğrenelim.
25.
“İsa ortalarında durdu”: İsa’nın .varlığı
yeni bir varlıktır. Ölmeden önce, bu dünya üzerinde yürüdüğünde,
O daima “önden gitmiş”, şakirtleriyse “O’nu izlemişlerdir”. Şakirtler,
Hocadan yaşamayı, sevmeyi ve kendini sunmayı öğrenmek için O’nu
izlemektedirler. Şimdi ise İsa artık “onların önünde” değil,
“aralarındadır”. Bu, dirilmiş olan İsa’nın varlığının
yeni biçimidir. O, toplanmış, kendi adına bir araya gelmiş olan
şakirtlerinin “arasındadır”. Bunu, İsa önce de söylemişti:
“Nerede iki veya üç kişi benim adıma bir araya gelirse ben orada, onların
arasındayım”.
Şimdiki İsa’nın varlığının
yeri topluluktur, şakirtlerinin topluluğudur: bu topluluk İsa’nın
adıyla toplanıyor, O’nun uğruna, Sözünü ve sevgisinin planlarını
gerçekleştirmek için toplanıyor: işte, İsa’nın varlığının
yeni yeri budur! İsa’yla karşılaşmak istersek nereye gitmeliyiz?
O’nun adıyla toplanmış olan bir cemaate katılacağız.
Her Pazar ve haftanın her günü imanlılar topluluğu Efkaristiya Ayinini
kutladıklarında İsa’nın kendisi orada bulunmaktadır. Sen
ailenle veya başka insanlarla dua etmek için, O’nun uğruna bir şeyi
gerçekleştirmek için, İsa’nın adında her toplandığınızda,
orada da, kalplerin birliğinde, O var.
“Ortalarında durdu”: İsa’nın toplanmış şakirtleri arasındaki
bu varlığı çok büyük ve güzel aynı zamanda çok teselli edicidir.
Bu gerçek çok açık bir şekilde yalnız
yaşayan Hıristiyanlar olamayacağımızı, cemaati de
hesaba katmamız ve önemsememiz gerektiğini bize hatırlatmaktadır.
Bunun için Hıristiyan cemaatin içinde, herkesin birbirine bağlı olması
çok önemlidir, çünkü yalnız olan, istediği gibi hareket eden bir Hıristiyan,
Hıristiyan bile değildir; İsa’nın varlığının
farkına varamaz, bu varlığının tadını da alamaz,
onun aracısı da olamaz.
İsa bazı insanlara, cemaatin dışında
göründü, ama bunu sadece onları cemaate yöneltmek için yaptı. Göründüğü
kadınları şakirtlerin toplanmış olduğu yere gönderdi;
Emmaus’taki iki şakirt, artık gözden kaybolan İsa’nın varlığının
farkına vardıktan sonra, ayağa kalkıp diğerlerinin toplanmış
oldukları yere döndüler. Hiç kimse tek başına Hıristiyan olarak
yaşayabilmeyi düşünemez: buna inanmak en kötü gururdur, öyle bir gurur
ki yaşamı üzgün kılar, çünkü İsa’nın mevcut olmasına
izin vermez.
Bizlere bir Hıristiyan Cemaatinde yaşayabilmek
lütfunu bağışladığı için Rab İsa’ya teşekkür
ediyoruz. Cemaatimiz mükemmel olmasa da, O’na teşekkür ediyoruz. O’na teşekkür
ediyoruz, çünkü O bize kendi kuvvetli, emin ve takdis eden varlığını
tatmamızı sağlıyor.
26.
Rab İsa şakirtlerinin ortasında durup
onlara bir selam yöneltiyor; aynı selam bize de, her zaman Efkaristiya’yı
kutladığımızda, yöneltilir: “Sizlere esenlik olsun”!
İsa, bu selamı kendi dilinde “şalom” diye
vermiş olmalı; bu kelimenin anlamı nedir? Şalom, iyi bir dilek
veya normal gündelik bir selam şekli değildir. Adını anımsayamadığım
yazarlardan birinin kitabında, “şalom” kelimesinin anlatabilen bu küçük
öyküyü buldum.
Adamın biri, omzunda ağır bir paketle,
temmuz sıcağında, kan ter içinde yürümektedir. Nihayet bir bağın
yanından geçmiş. Maalesef bağ sahibi de orada imiş. Yolcunun
içeriye girip dinlenmeyi ümit etme cesareti bile yokmuş, ama işte bu daveti
duymuş: “Şalom”! Bu söz yeterli olmuştur: yolcu bağa girmiş;
sadece o kadar değil, paketi yere koymuş, gölgeye oturmuş, bir salkım
üzüm almış, susuzluğunu gidermiş, dinlenmiş. Neden?
Çünkü barış, selamet, esenlik diye tercüme
ettiğimiz “şalom” kelimesi şu anlamı taşımaktadır:
“Gel ve benimle birlikte tadını çıkar, gel ve benim olanları,
zenginliğimi, sahip olduğum her şeyi paylaş, benimle birlikte
sevin”!
İsa’nın şakirtlerine “Esenlik sizinle
olsun” dediği sözün anlamı işte budur. Bu, “Bende olanı size
de veriyorum; Baba’dan bana verilmiş zenginlikleri size de veriyorum” demek
gibi. İsa’nın, “esenlik” kelimesi ile ifade edilen bu birliktelik armağanını
hangi şekilde somut kıldığını daha sonra göreceğiz.
Rab İsa, hayatını, Baba’dan almış
olduğun tüm zenginlikleri ve her şeyden önce de Kutsal Ruhunu bizlerle
paylaşmak istediğin için, sana şükrediyoruz. Teşekkürler, Rab
İsa!
27.
İsa dirildi: O, her şeyini, tüm zenginliklerini
şakirtlerine bağışlıyor: “Size esenlik olsun”! Bu
sözleri söylerken onlara ellerini ve böğrünü gösteriyor: dirilmiş olan
İsa çekmiş olduğu ıstıraplarının açık ve
belli olan işaretlerini hâlâ taşımaktadır. İsa bize haçının
işaretlerini hep gösterir. O kendi hayatını sundu, bunun için Baba
O’nu yüceltti ve yükseltti. Kendini sunması, silinemez; şan ve neşe
bu sunmasının sonucudur. İsa, kendi ıstıraplarının
işaretlerini, zafer işaretleri olarak, en büyük sevginin işaretleri
olarak gösterir. İsa, kendini sunarak sevgisini gösterir, daima. O, kendini,
devamlı olarak, bugün de, Kilisede sunar.
Kilise bugün Mesih’in Bedeni’dir; Mesih’in Bedeni olarak
Kilise Rab İsa’nın ıstıraplarının işaretlerini,
durmadan, taşımaktadır. Kilise her zaman “haçtadır”, her zaman
zulüm görür. Burada, evimde, şehrimde olmazsa da, birçok başka yerlerde
bugün de Kilise zulüm görür. Aynı zamanda bizler de bazen küçük ya da büyük
zulümlerle karşılaşıyoruz. Birçok ortamlarda ve iş yerlerinde
Hıristiyan olduğunu belirten kişi alay edilir, reddedilir, uzaklaştırılır
bile.
Aslında her birimiz bir şekilde zulüm yaşadık:
bu, kötü bir şey değildir, tersine Rab İsa’nın şanlı
Bedeninin bugün taşıdığı işaretlerden biridir, İsa’nın,
yaşamını sunmaya kadar varan sevgisinin ve ıstıraplarının
işaretidir.
Bazı Hıristiyanlar haçsız yaşamak
isterler, bu şekilde sadece başarıyı ve övgüyü sağlayan
“bir İsa’yı” diliyorlar. Dolayısıyla Hıristiyan olmayı,
sağlığı, başarıyı ve parayı elde etmek için,
bu dünyada her şeyin istediğimize göre gitmesi için, bir araç olarak gören
sapık gruplar doğar. Ama bu, İsa’yı, gerçek İsa’yı,
izlemek değildir. İsa daima haçın işaretlerini taşır!
Mesih’in Bedeni olan Kilise bugün hâlâ Rabbin yaralarının
işaretlerini taşımakta ve acı çekmektedir, fakat aynı zamanda
içten içe hayatı Veren’le bir olduğu için sevinir.
Rab İsa, bizlere ıstıraplarının
işaretlerini gösterip, onları taşıyabilmemizi sağladığın
için sana teşekkür ediyoruz. Sana teşekkür ederiz, sana taparız!
28.
Nihayet şakirtler Rabbi görüp mutlu oluyor, seviniyorlar;
İsa’nın varlığı, kalplerindeki haça gerilmesinden oluşmuş
olan ağırlığı kaldırmaktadır. Böylece şakirtlerin
yüzüne yeniden sevinç dönüyor. Bu sevinç aslında kalplerinde olup bitenin ifadesidir:
İsa’nın yaşadığına ikna olup seviniyorlar.
Sevinç, İsa’nın dirilmiş olduğuna
iman etmenin ilk reaksiyonudur; ilktir, son değildir; ilktir, fakat yeterli
değildir. Aziz Luka İncili’nde şakirtlerin bu sevincini şöyle
dile getirir: “Sevinçten hala inanmayan şakirtler...”. Sevinç imanlarını
engelliyordu. Peki, bu nasıl olabilir? Sevinç aslında güzel, arzu edilen
bir şeydir, ancak hâlâ kendimize yöneliktir ve dolayısıyla da hayatımıza,
duygularımıza, içimizde olup bitenlere dikkatli olmamızı yaratır:
hissettiğimiz ve gördüğümüz her şeyde tatminimizi ve çıkarımızı
aramaya bizi itiyor. İşte İncilci bunun hâlâ iman olmadığını
söylemektedir.
İman nedir? Rabbin uğruna yaşayabilmemiz
için, O’na hayatımızı sunabilmemiz için, Rabbe yaslanmak: iman budur.
Sevinç kendimizi sunmamıza hazır olmamız için bir engel olabilir.
Sevinç ilk adımlardan biridir, son değildir.
“Sevinçten hala inanamayan şakirtler...”
Gerçekten Rabbe iman edip dirilişinin sevincini tatmak istiyoruz, fakat aynı
zamanda O’na kendimizi hazır olduğumuzu göstermek istiyoruz öyle ki O,
hayatımızı projesi için kullanabilecek, yüreğimizi de Ruh’u
ile doldurabilecek. Eğer sevinç anında durursak, hala kendimize dönük
kalacaktık ve zorluk anında dayanıklı ve sadık kalamayacaktık.
Rab İsa, seni Dirilmiş olarak görme sevincini
bizlere bağışlayan sen, daha olgun bir imana kavuşmamızı
sağla; öyle bir iman olsun ki, bize karşı yapılan kötülükleri
önemsemememize, hatta cömertçe kendimizi senin isteğini gerçekleştirmek
için sunmamıza yardım etsin.