<<<<<

8.

Koşarak Simun Petrus’a ve İsa’nın sevdiği öbür şakirde geldi (Mecdelli Meryem’den bahseder). Onlara...

Biraz da “İsa’nın sevdiği öbür şakirt” diye tanımlanan diğer şakirde değinelim.

Bu şakirt, acayibimize gelse de, İncil’de adı ile çağrılmaz. Onun hakkında daima şöyle yazılıdır: “İsa’nın sevdiği şakirt”. Biz de tüm İncil araştırmacıları gibi, bu şakirdin Yuhanna olduğunu düşünüyoruz. Fakat yine de kendimize şu soruyu yöneltmeden edemiyoruz: neden o ismini hiç bir zaman kullanmıyor? Ben bunun çok güzel ve derin bir anlamı olduğuna inanıyorum, bir anlam ki bize de dokunuyor: İsa’nın sevdiği şakirt, şakirtlerden herhangi biridir. İsa’nın herhangi bir gerçek şakirdi Öğretmeninin ve Rab’binin sevgisinin tadına varır.

“İsa’nın sevdiği şakirt”, Rab tarafından sevildiğinin farkında olan şakirttir. İlk olarak kendisi sevmediği, sevilmeyi hak etmediği halde Rab tarafından sevildiğini fark eder ve Rab tarafından kendisine gelen bu sevgiden her defasında şaşkınlık duyar. Nitekim Rab’bin bağışladığı sevginin tamamen karşılıksız olduğunu fark eder, çünkü İsa’nın sevdiği şakirt de günahkâr bir şakirttir; az veya çok o da sadakatsizdir, Öğretmeninin öğretilerine ve örneklerine tamamen uymuyor. Bunun için de kendisinin sevilmesine şaşırır ve şöyle der: “ Ben bu sevgiyi hak etmiyorum; ben buna lâyık değilim! Rab’bin bu sevgisini hak etmek için ne yapıyorum? Buna rağmen O beni o kadar çok seviyor, benim uğruma kendi hayatını veriyor! O, bu dünyada hiçbir zaman kendisini düşünmüyor, tersine benim uğruma Baba’ya itaat etmeyi düşünüyor.

İşte “İsa’nın sevdiği şakirt” kimdir? O’nun her gerçek şakirdidir; “İsa’nın sevdiği şakirt” Rab’be dikkat etmek isteyen, Rab İsa’dan aldığı sevgiye cevap vermek isteyen şakirttir. O halde “İsa’nın sevdiği şakirt” ben de olurum, sen de olursun. Bunu düşün, “İsa’nın sevdiği şakirt” olabilirsin...

Birisi sana,“Kardeşim, İsa seni seviyor!” derse şaşırır mısın? Belki de bunu sana hiç kimse söylemedi; peki, bana izin ver ki bugün ben sana bunu söyleyeyim: “İsa seni seviyor, sana değer veriyor, seni dinliyor, sana bakıyor, seni gözetiyor; nitekim senin hayatına hangi şekilde girebileceğinin yollarını arıyor, bugün sana neler verebileceğini düşünüyor. İsa seni gerçekten seviyor, bu yetmez, daha çok şey var: O, senin armağanlarına, senin yeteneklerine o kadar çok değer veriyor ki onları kendisi için kullanmayı sana sormayı düşünüyor.

Kardeşim, sen de “İsa’nın sevdiği şakirtsin”. İsa sana hayatını, neşesini, huzurunu veriyor ve seni sevdiğinden dolayı da senden bir şey istiyor; bugün de biraz kendisi için yorulmanı istiyor. Nitekim, bir kişinin en büyük sevgisi hangisidir? O sevgi ki benden yorulmamı istiyor. Çünkü böyle bir sevgi bana olan güven ve gerçek sevgini gösteriyor.

İsa seni seviyor; bugün senden, biraz ya da hatta tamamen, O’na kendini vermeni isteyecek.

Rab İsa, bizi sevdiğin için sana teşekkür ederiz! Senin sevgin daima yeni, dolu ve büyük, hayal bile edemeyeceğim bir sevgidir! Bu sevgin için sana şükrediyoruz!

9.

Koşarak Mecdelli Meryem Simun Petrus’a ve İsa’nın sevdiği öbür şakirde geldi. Onlara, «Rab’bi mezardan almışlar, nereye koyduklarını da bilmiyoruz» dedi.

İşte Mecdelli Meryem, kendi içini açmak için seçtiği iki şakirde bu haberi taşıyor: “Rab’bi mezardan almışlar”. Meryem mezarın girişini kapatan taşın kalkmasının Tanrı’nın Eli’nin işi olduğunu anlamamıştı; bu işareti bir soygun gibi, büyük bir saygısızlık gibi algılamıştı; şimdi iki şakirde bu suçlamayla gidiyor, bir suçu ihbar ediyor: Rab’bi mezardan almışlar. Meryem bu ihbarı yaparken, kafasına birçok kişi hakkında kötü düşünceler üşüşmekte, ama böyle bir suçu kimin işlediğini bilememekte, hırsızın, suçlunun bir yüzü yoktur... Meryem kötü şeyler düşünüyor, yüreğinde suçluluk duygusu var.

“Nereye koyduklarını bilmiyoruz”, sadece o değil, diğerleri de bilmiyorlar: Meryem diğerlerinin de kendisi gibi düşündüklerinden emindir.

Şaşırtan şey şudur ki: en büyük anlardan birinde, en önemli olay olunca Mecdelli Meryem bu tavrını içinde tutar, tam da Rab İsa’nın tarihi değiştiren diriliş anında. Peki, tam o anda Mecdelli Meryem birini suçlamak üzeredir; neden?

İlk olarak Adem Havva’yı suçlamaya başladı, biz de aynı şekilde devam ediyoruz. Anlamadığımız bir olay yaşadığımızda hemen parmağımızı uzatıp birilerini suçluyoruz.

“Her zaman” Tanrı’nın parmağını, Tanrı’nın Eli’nin işini, bana olan sonsuz sevgisini görmeye çalışacağım öyle ki kardeşlerim hakkında daima iyi düşünebileceğim, kimseyi suçlamayacağım. Biri yüzünden gerçekten acı çekmem gerekse bile, onu suçlamayacağım: bunun yerine insanları şeytandan korumak istiyorum: çünkü o, kardeşlerimizi sürekli suçlar. Kendimi Tanrı’nın ellerine teslim etmeye çalışacağım: O’ndan beni savunmasını bekleyeceğim... Belki de, Tanrı’nın kendisi benim öğrenebilmem, daha çok sevebilmem ve hayatımı daimi bir sevgi hareketine dönüştürebilmem için bu sıkıntılara izin veriyor.

Rab İsa, sana şükürler olsun! Sen bizleri suçlamaz, sen bizi seversin. En büyük acında dahi sen kimseyi suçlamadın; sen bizleri sevmeye devam ettin.

Sana şükrediyoruz ve bu Kutsal Ruhun’u senden diliyoruz.

Teşekkürler, Rab İsa!

10.

Koşarak Simon Petrus’a ve İsa’nın sevdiği öbür şakirde geldi. Onlara, «Rab’bi mezardan almışlar, nereye koyduklarını da bilmiyoruz» dedi. Bunun üzerine Petrus’la öteki şakirt dışarı çıkıp mezara yöneldiler. İkisi birlikte koşuyordu. Ama öteki şakirt Petrus’tan daha hızlı koşarak mezara önce vardı.

“Petrus’la öteki şakirt dışarı çıktı”: Meryem’in bu haberi üzerine Petrus ve öteki şakirt şaşırıyorlar; ona inanıyorlar ve koşuyorlar, görmeye gidiyorlar, meydana gelen olayı kendileri görmek, anlamak istiyorlar: kuşkusuz bu, hem garip bir şey, hem de yeni bir şey.

Koşarak yola koyuluyorlar, tabii ki koşarken kimin daha genç ya da daha hızlı olduğu ortaya çıkar: “öteki şakirt” genç olandır. Petrus daha sonra varır!

İki şakirdin bu koşması bana, çekici bir şeyle karşılaştığımızda, nasıl da merakla, durup düşünmeden, dua etmeden, Rab’bin ışığını dilemeden, O’na bizler için iyi olanın ne olduğu konusunda danışmadan koşmamızı hatırlatıyor; nasıl da aceleci bir şekilde kendimizi olayların akışına bırakırız. Bir haberi duyuyoruz ve durmadan koşuyoruz, dolayısıyla da gereksiz bir sürü iş yapıyor, sonucu olmayan şeyler için yoruluyoruz.

Petrus ve öteki şakirdin mezara doğru bu koşuşlarının boşuna olduğunu söylemiyorum, kuşkusuz bu davranışları Rab’be olan sevgilerinin bir göstergesiydi, fakat içgüdüsel bir hareketti. Belki de, böyle davranmasalardı, şaşırırdık. Yine de bu olay boşuna yaptığımız tüm işleri düşünmeme sebep oluyor.

Rab’be danışmadan, yapacağımız işlerin gerçekten Rab’bin isteği olup olmadığını aramızda tartışmadan, oraya buraya koşturup duruyoruz. Duyduğumuz haberlerde ve yaşadığımız olaylarda Tanrı’nın Eli’nin işinin, bizlere ve tüm insanlığa olan sevgisinin var olduğunu görmek için birbirimize yardım etmiyoruz: eğer böyle davranırsak, yürümemiz daha rahat olacaktır, katılımımız gerçekten daha dikkatli, daha hazırlıklı olacaktır.

Bu gün bu şekilde, yani acelesiz bir şekilde, işimizi ve sorumluluklarımızı yerine getirmek istiyoruz; onları Tanrı’nın çağrısına bir cevap olarak gerçekleştiriyoruz; onları O’nun Ruhu’yla tamamlıyoruz: O’nun Ruhu acelecilik değil, bilgelik ve sevginin Ruhu’dur.

Herhangi bir işe, harekete, günlük görevlerimize de başlamadan önce Rab’bin önünde bir dakika duruyoruz, O’na,

“Rab, bana ışığı ve sevgiyi ver ki bu işi sadece tamamlamış değil, senin Kutsal Ruhun ile tamamlamış olayım; bu davranışımın senden gelen sevgiyi taşımasını sağla” diyoruz.

11.

Bunun üzerine Petrus’la öteki şakirt dışarı çıkıp mezara yöneldiler. İkisi birlikte koşuyordu. Ama öteki şakirt Petrus’tan daha hızlı koşarak mezara önce vardı. Eğilip içeri baktı, keten bezleri orada serili gördü, ama içeri girmedi.

Burada durup biraz bakalım. Daha hızlı olan öteki şakirt eğilerek yerde duran kefeni gördü, ama içeri girmedi. Bu sözler bizim için bu gün ne anlam taşıyabilir?

“Keten bezleri orada serili gördü”: Petrus’la birlikte koşmuş olan diğer şakirt bir şeyler görüyor. Keten bezleri yerde, hem de ortada ceset yokken görmesi hiç kuşkusuz şakirdin aklında ve kalbinde bir sürü soru uyandırır. Bir şeyler olmuştu. Bu şakirt rahatsız olmuyor ve cesaretini kaybetmiyor, belki yüreğinde İsa’nın ölmeden önceki vaatleri canlanıyor: “üçüncü gün dirileceğim”; şakirt bu vaatlere göre düşünmeye başlıyor.

Ayrıca bu havari mezara ilk olarak varmasına rağmen içeri bakıyor, ancak girmiyor. İlk adımı Petrus’a bırakıyor. Bu, büyük bir ruhsal gücün ve alçakgönüllülüğün işaretidir. İlk varan şakirt birinci olmak istemiyor. Daha hızlı koşan şakirt ilk adımı İsa tarafından özel bir göreve atanmış olan Petrus’a bırakıyor: ilk olma görevi Petrus’a verildi. Diğer havarileri yöneltme ve destekleme görevi, Simun Petrus’a verildi. Bunun için Petrus’la koşan şakirt, ona öncelik veriyor ve ilk adımı ona bırakıyor.

İsa tarafından sevilmiş olan şakirdin bu “itaatti” güzel bir davranıştır; birinci olmaktan gurur duymuyor ve başkasına emanet edilmiş bir yere sahip çıkmak istemiyor: alçakgönüllü ve kuvvetlidir, iradesini kontrol altında tutabilme yeteneğine sahiptir. Böyle davranmak yerine “ilk ben vardım, o halde içeri girmek benim hakkım” demeye elbette ayartılabilirdi. Fakat öyle olmadı; o alçakgönüllüdür ve kendi yerinin neresi olduğunu bilir. Bacakları Petrus’unkilerden daha kuvvetli olmasına rağmen ‘ikinci’ kalmayı bilir.

İki şakirdin koşması, birinin önce varıp diğerini beklemesi sahnesi çok güzel bir tasvirdir: biz Hıristiyanları, aramızdaki ilişkileri gözden geçirmeye yönlendiriyor. İçimizdeki kibirden dolayı çok boş övgülerin peşinden koşuyoruz ve ilk olduğumuzu düşünüyoruz. Halbuki İsa’nın öğretisi şudur: “Birinci olmak isteyen, herkese hizmet etsin. Herkesin sonuncusu olsun”. “Herkesin sonuncusu olsun”: bu Rab’bin öğretisidir, ve O’nun tarafından sevilmiş olduğunu bilen şakirt kendi öğretmeninin öğretilerine itaat eder. Dolayısıyla, o şakirdin ilk adımı atmayı Petrus’a bıraktığını görüyoruz ve bu nedenle biz de bugün kimsenin önüne geçmek istemeden yaşamak istiyoruz.

Ayırt edebilme yeteneğimiz başkalarınınkinden daha iyi, onlardan daha önce iman edebilmemiz bir gerçeklik olsa da, geride kalmayı, kardeşimizin bizden önce varmasına izin vermeyi bileceğiz. Tabii bunu yapmak kolay değil, çünkü yüreğimizdeki ayartmalar büyüktür, ama bunu yapmak imkânsız da değildir. Kutsal Ruh’un lütfu bizleri geride kalmaya, ikinci olmaya, yetkin kılacak. Ayrıca Kutsal Ruh’un lütfu, bizim ikinciliği seçmemizi cömertlikle ödüllendirip, bizleri ahenk, birlik ve sevginin araçları kılacaktır.

Bu davranış ailelerimizde, karı-koca arasında, kardeşler, ebeveynler ve çocukları arasında ne kadar önemli ve ne kadar güzel! Bu davranış ilahi bir davranıştır, Rab’bin lütfundan gelen bir davranıştır; O’ndan bunu diliyoruz:

“Kutsal Ruh, kudretinle yüreğime gir ki kardeşime ilk adımı bırakabileyim, geride kalıp, başkalarının arkasına kendimi koymaya cesaret edebileyim. Bu duayı dinlediğin için, teşekkürler, Kutsal Ruh! Senden dilediğimiz, bizleri uğrumuza dirilmiş olan Rab İsa’ya benzer kılıyor”.

12.

Ardından Simun Petrus geldi ve mezara girdi. Orada serili duran bezleri ve İsanın başına sarılmış olan mendili gördü. Mendil, keten bezlerle birlikte değildi, ayrı bir yerde dürülmüş duruyordu. O zaman mezara ilk varan öteki şakirt de içeri girdi. Olanları gördü ve iman etti.

İki havari, İsa’nın mezarına doğru yorucu bir koşu sonrasında nihayet içeri giriyorlar ve orada ne yapıyorlar? Sade ve basit bir şekilde açıklamaya çalışırsak, şöyle diyebiliriz: görüyorlar. Petrus görüyor, diğer şakirt ‘görüyor’. Bezleri görüyorlar, İsa’nın başına sarılmış olan mendili ve kefeni görüp, nasıl kondukları gözlemliyorlar. Fakat bu gözlem onların kalplerinde yeni bir hayat başlatıyor. İncil Yazarı “İman etti” diyor. Bu kelime Yunanca metinden şu şekilde tercüme edilebilir “inanmaya başladı”, yani Tanrı’ya güvenmeye başladı. Tanrı tarafından ilan edilmiş olan ve İsa’nın onlara söylediği “üçüncü gün dirileceğim” sözlerinin gerçekleşmesinin mümkün olduğuna inanmaya başladı. “O anda gördü ve iman etti”: bu iman, gördükten sonra doğar. O halde bu “görmenin” anlamı nedir? Onlar bir mucize görmediler, herhangi bir şeyin olduğunu görmediler: yalnızca bezleri gördüler. Söyleyebiliriz ki, özel bir şey görmediler. Fakat bu ‘görme’ onların yüreklerinin ve akıllarının Tanrı’nın işini inceleyip, hayatların olayların başoyuncusu olarak Tanrı’yı kabul etmeye artık hazır olduğunu gösterir.

Gün boyunca çok şeyler ‘görüyoruz’: olayların nasıl gerçekleştiğini görüyoruz, Tanrı’nın varlığının küçük, sade ve basit, fakat aynı zamanda açık olan işaretlerini görüyoruz. Ancak bu işaretleri, yüreğimiz onları görmeye hazır olduğu zaman, Tanrı’nın tarihe müdahale ettiğini kabul ettiğimiz zaman ‘görebiliriz’. Tanrı’yı uzakta olan bir Tanrı olarak değil, ama insanların dostu olan, Tanrı Baba olarak kabul ettiğimiz zaman, ‘görebiliriz’. Görebilmek büyük bir lütuftur, çünkü görmekle iman büyür, iman etme artar. Bu şakirtler gördüler ve iman etmeye başladılar.

Bugün birçok şey ve olay göreceğiz. Gördüğümüz her olayın daha da ilerisini görmeye çalışacağız: bu şekilde karşılaştığımız olayların içinde ve arkasında Tanrı’nın elini fark edebiliriz. O anda imanımızın arttığının, güçlendiğinin ve sabit bir hale geldiğinin farkına varacağız.

Rab İsa, bakışlarımızı arıt. Öyle ki olayları yalnızca görmekle kalmayıp, onların aracılığıyla senin işini görebilelim, seni görebilelim. İmanımızı basit ve sade araçlarla büyüttüğün için sana teşekkür ederiz: imanımızı güçlendirerek bizleri kardeşlerimiz için bir destek kılarsın.

Rab İsa, bizlerin uğruna dirildiğin için, teşekkürler!


13.

O zaman mezara ilk varan öteki şakirt de içeri girdi. Olanları gördü ve iman etti. İsa’nın ölümden dirilmesi gerektiğini belirten Kutsal Yazı’yı henüz anlamamışlardı. Bundan sonra şakirtler yine evlerine döndüler.

Bu iki şakirt, Petrus ve İsa’nın sevdiği şakirt, inanmaya, yani Tanrı’ya güvenmeye başladıktan sonra, eve dönüyorlar. Ben bu eve dönüşün derin bir sessizlikte, iç ve dış bir sessizlikte gerçekleştiğine inanıyorum. Bana göre, iki şakirt olayı başkalarına anlatmayı düşünmemişlerdi bile, çünkü büyük bir şeyler olduğunun, Tanrı tarafından yapılmış bir olay olduğunun farkına vardılar veya farkına varmaya başlıyorlar; bunun üzerinde düşünmeye başlıyorlar.

Kutsal Yazıların ışığında gördükleri olayları düşünmeye başlıyorlar. İncil Yazarı Yuhanna “Kutsal Yazı’yı henüz anlamadıklarını” açıkça belirtmektedir. Kalplerinde ve akıllarında hâlâ Kutsal Yazıları anlamada yetersizlikleri vardı. Belki de Kutsal Yazıları uzun bir süre sonra, gelecekte ve uzak bir diyarda gerçekleşecek olan, kendi hayatlarına dokunmayan bir olay gibi okuyorlardı. Ancak şimdi bu iki şakirt Kutsal Yazılar içinde söylediklerinin ve yazdıklarının kendi hayatlarına ait olduğunun farkına varmaya başlıyorlar; Kutsal Yazıların tam hayatlarına, kendi günlerine dokunduğunun farkına varmaya başlıyorlar. O zaman Kutsal Yazıları anlamaya ve onları gerçek bir şekilde dinlemeye hazırlayan bir sessizlik doğar.

Biz Yazarların birkaç metnini dinledik ve her pazar günü dinliyoruz; sen muhtemelen her gün Yazarların birkaç sayfasını okuyup onların üzerinde düşünüyorsun; bunun için Kutsal Yazıları tanıyoruz veya en azından onları tanıdığımızı zannediyoruz.

Ancak Kutsal Yazılar çok farklı şekillerde okunabilir; bunlardan bazıları bizleri iman ve sevgide geliştiriyorlar, bazıları ise sadece büyüklük tasamızı, her şeyi bilme gururumuzu büyütüyorlar: “Ben Kutsal Yazıları tabii ki okuyorum”!

Kutsal Yazıları nasıl okumalı?

O günkü olan olay ile, hayatımızda geçirdiğimiz olaylar arasında bağlantı kurarak Kutsal Yazıları okumalıyız, öyle ki bizi aydınlatsınlar. Peki, Kutsal Yazılar hayatımızın olaylarına nasıl bir ışık verirler? Sadece bu ışığı: hayatımızın olaylarında Tanrı’nın kendisi çalışır. Varlığımız Baba’nın ellerindedir, dolayısıyla hayatımızın olaylarında İsa’yı ölüler arasından dirilten Tanrı’nın sevgisini okumaya başlarız. O zaman en zor olaylar ve bize çok acı çektiren olaylar bile ışıklı olur. Bu olaylarda da, Kutsal Yazıların ışığında, Rab’bin sevgisini görebiliriz; bu ışık olmasa, bu sevgi sonuna kadar saklı kalacaktı.

O halde Kutsal Kitabı eline alıp okumaya devam et ama Tanrı’nın Sözleri aracılığıyla bilmede büyümek için kaygılanma; tersine Sözün yaşadığın günü aydınlatması için çalış; Tanrı’nın Söz’ünün O’na olan sevgin için ve O’nu tanımana destek olması için çalış!

 

O zaman ne olacak? Kalbinde sevmeye büyük bir güç bulacaksın, Tanrı’nın kendisinde, sevme gücünü bulacaksın.

 

14.

Meryem ise mezarın dışında durmuş ağlıyordu. Ağlarken eğilip mezarın içine baktı. Beyazlara bürünmüş iki melek gördü; biri İsanın cesedinin yattığı yerin başucunda, öteki ayakucunda oturuyordu.

Mezarın yanında, dışında, gözyaşları içinde duran Meryem’i yine gözlüyoruz. Meryem ağlamaya devam ediyor; acı çekiyor; o, Rab’bin bedenini arıyordu, ona balsam sürmek istiyordu, ama Rab’bin bedeni artık orada değil; Meryem Rab’bi için arzu ettiğini yapamaz; onun cesedine saygı göstermeyi çok istiyordu, fakat bunu yapamıyor. Kim bilir Rab’bin bedeni nerededir?

Meryem ağlıyor; Meryem’in ağlamasını sevgiden gelen bir ağlama gibi görüyoruz, Rab’be taşıdığı bir sevgi işareti olduğunu sanıyoruz, ama eğer bu ağlamayı daha iyi incelersek, Meryem’in imansızlığının işareti olduğunu anlıyoruz. Meryem Kutsal Yazıları anlamamış ve İsa’nın söylediği sözlere dikkat etmemiştir; İsa şöyle demişti: “Eğer beni sevseydiniz, Baba’ya gittiğim için sevinirdiniz”.

Meryem, İsa böyle dediği halde, hala ağlamaktadır. İsa’nın Baba’ya dönmesi onu sevindirmiyor. Bu, onun Rab İsa’yı sevmediğinin bir işaretidir; O’nun uğruna hayatını vermeye hala hazır değil, O’nun yaptığını yapmaya hala hazır değil, çünkü O’nu sevmiyor. Meryem’in ağlaması, kendi bencilliğinin bir işaretidir: böyle diyebiliriz; bu bencillikten dolayı, kendisinin herkesin bakışlarının merkezi olduğunu sanıyor. İsa Meryem için orada olması gerekirdi. Eğer İsa’nın bedeni orada var olsaydı ve Meryem, mezara geliş amacını gerçekleştirebilseydi, bu şekilde ağlamayacaktı. Meryem’in gözyaşları bizler için çok büyük bir anlam taşır. İncil Yazarı’nın bunu belirtmesi büyük bir lütuftur, çünkü bu boş gözyaşlarının ışığında kendi ağlayışlarımızı anlayabiliriz.

Dirilmiş Rab’bin sevincinde yaşamamıza rağmen hâlâ Hıristiyanların yüreğinde çok ağlama devam ediyor; bu ağlama “İsa’nın Dirilişine inanmıyorum. Tanrı’nın Babam olabileceğine inanmıyorum. İnanmıyorum...” demektir. Bu ağlama iman etmediğimizi, Kutsal Yazıları yeterince okuyamadığımızı, İsa’nın sözlerine inanamadığımızı, Tanrı’nın işine dikkat edemediğimizi gösterir. Gözyaşlarımız sık sık gurur işaretidir, içimizde bir türlü farkına varamadığımız bir bencilliğin hüküm sürdüğünü gösteriyor.

Tabii ki, ağlamanın yasak olduğunu söylemiyoruz, hatta bazen bir lütuf bile olabilir, ancak önemli olan gözyaşlarımızın arasında bakışlarımızı ve aklımızı İsa’ya ve sözlerine yönlendirmektir, O’nun vaadini hatırlamak, sadece O’nun tüm dünyanın gerçek sevinci olduğuna inanmak. Eğer İsa’ya böyle bakarsak, gözyaşlarımız kurumaya başlayacak ve böylece kardeşlerimizin gözyaşlarını da iman ve Rab’bin sevgisinin sözleri ile kurutabileceğiz.

Bugün ağlamanın sebeplerine bakmanı istiyorum: hepsini Tanrı’nın ellerine bırak! Kuşkusuz ağlamak için sebeplerin vardır, fakat bugün sevincinin sebebine bak: İsa dirildi ve O’nun dirilişi hayatımıza yeni bir yön veriyor: sevgi yönü! Bize acı veren şeyleri bile Baba’ya alçakgönüllülükle gösterip onları O’na mükemmel bir sevginin işareti olarak sunabiliriz. O zaman ağlamak yerine İsa Baba’ya gittiği için sakinleşeceğiz ve sevinmeye başlayacağız.

 

Rabbimiz Mesih İsa’ya teşekkür ederiz: ölümü ve dirilişiyle hayatımıza yeni bir anlam kazandırıp, acılarımıza yeni bir boyut verdi. Artık sıkıntılarımız ölümün bir işareti değil, yeni bir yaşamın, dirilmiş olarak yeni bir yaşamın başlangıcı ve garantisi oluyor.

  >>>>>>